25. "Sınırları Zorlamak"

Bölüm şarkıları:

Rody Dünyada, add
Hemsaye, Nisan Gecesi
Barış Kocatürk, Benim Ol Dedin
Athena, Bu Adam Fezadan

•🧁•

Doruk'un yoğunluğu sebebiyle iki gün boyunca telefonda bile konuşamamıştık. Onun müsait olduğu saatler benim uyku saatlerime denk gelmişti. Ben yazıyordum, o üç saat sonra dönüyordu. O yazıyordu, ben sabahın yedisinde gözümü açtığımda mesajını anca görüyordum. Öyle çaresiz haldeydik ki en son Doruk başlayacağım maçına da, beni oynatmayacaksa benchte elime telefon alabilsem bari diye bir mesaj göndermişti bana.

Hoca Doruk'u perşembe günkü maçın son üç dakikasında oyuna almıştı. Sekiz sayı gerideydi Efes. Babam, onu asla almayacağını düşünüyordu ama Oleg Milosevic beş faulle kenara alındığında koçun tercihi Doruk'u sahaya sürmek olmuştu. Doruk ısınmaya fırsat bulamamıştı ama her saniyenin ne kadar kritik olduğunun bilincinde olduğundan bunu kafasına takmamıştı. Bir tane üçlük isabeti bulmuş, üç dakika oyunda kalıp başka şut kullanma fırsatı da bulamadığı için oyunu o şekilde tamamlamıştı.

Yani istatistiklerde %100'lük bir isabet oranına sahip olmuştu yanlışlıkla.

Sonra biz yine konuşamamıştık. Bugün cumaydı, pazar ailece gideceğimiz Fener maçı vardı ve ben biletleri atacağı saati bekliyordum. Dün gece geç yattığını bildiğimden on buçuk gibi bir saatin uyanması için henüz erken olduğunu düşünüyordum Visal'in mutfağındayken.

Ama yanılmıştım.

Asla görmek istemediğim bir şeyi gördüğümde anladım bunu.

Beril'in storysinde Doruk'un mutfağında çekilmiş bir fotoğraf vardı. Doruk, tezgâha dönüktü. Yalnızca sırtı gözüküyordu. Üzerinde gri bir tişört, altında siyah bir eşofman vardı. Onun Doruk olduğunu anlamam için yüzüne ihtiyacım yoktu. Beril, herkes anlayabilsin diye fotoğrafın altına etiket atmayı da ihmal etmemişti zaten.

Fotoğrafa bakmaya devam ederken parmaklarım titremeye başladığında yüzüme acı bir gülümseme yerleşti. Kalbimin kırılma sesi kulaklarıma doldu. Işık hızında kaşlarım çatıldı. Aynı anda bin düşünce beynimi sararken düzgün düşünebilmek için sakinleşmem gerektiğinin farkındaydım ama sakinlik kelimesinin zihnimde herhangi bir karşılığı yoktu o an.

Storyi kapatıp keşfetimi yenilediğimde magazin sayfalarının postları bir bir düşmeye başladı önüme. Twitter'e da düşüp düşmediğini kontrol etmek istedim ve korktuğumun çoktan başıma gelmiş olduğuyla yüzleştim.

Herkes onları konuşuyordu.

Dorukhan ve Beril'i. Ne kadar yakıştıklarını. Bu aşkın nasıl başladığını merak ettiklerini. Doruk'un yalnızca üç dakika süre aldığı maçtan sonra Beril'in onun evine kahvaltıya gitmiş olmasını çok tatlı bulduklarını. Beril'in Doruk'a iyi geleceğini bildiklerini.

Barda çekilen fotoğrafları da yeniden gündeme gelmeye başlamıştı. İnsanlar, onların birbirleri için yaratıldıklarını söylüyorlardı.

Aynı insanlar, benim ona sarıldığım fotoğrafın altına çirkin olduğumu yazan insanlardı. Boyum kısaydı, çocuk gibiydim, onun yanında benim gibi birinin ne işi vardı?

Güzellik standartlarını yok saymak diye bir şey yoktu dünyada. Güzellik standartları, sınırlardı. Onlara uyuyorsan prensestin. Beklentileri karşılayamıyorsan toplum seni ezik olarak yaftalıyordu ve sana hakaret etmeyi kendilerine hak görüyorlardı.

Şu sümsük kız kuzeni falandı herhalde bu çocuğun. Berilişkomuzun Dorukhan Falay'a nasıl yakıştığına baksanıza. Mis gibi çift olmuşlar. Hayırlı olsun demek düşer.

Beril, yaşamından kesitleri devamlı olarak takipçileriyle paylaşan kişilerdendi. Onun ne giydiğini, ne yediğini, hangi mekanda takıldığını yakından takip eden büyük bir güruha hitap ediyordu ve şimdi o güruh, durmaksızın onlar hakkında tweetler atıyordu.

Tamam şahsi beylerinizi ulu orta paylaşmayın nazar değer falan ama bu çocuğun sırtından daha fazlasını görmeyi hak ediyoruz ya. Yok mu yan yana fotoğrafınız, gözümüz şenlensin.

Dorukhan'ın tribüne dönüp dönüp güldüğü kız bu muydu? İyi yere kapak atmış pezevenk.

Yılın çifti olurlarmış gibi hissediyorum ya kızlar. Harbiden, şu kumral kız ne alakaydı? Beril taş gibi kadın. Bayıldım ikisine ben.

Gözlerim yanıyordu.

Aldığım nefes resmen ciğerimi yakıyordu.

Kendisine yakışanı bulmuş. Helal olsun yiğidoya. Okan'ın kuzeni değil mi kız? Hani barda fotoğraf çekilmişlerdi. O fotoğrafta bir şeylerin olduğu çok belliydi zaten. Çiftin enerjisi direkt geçiyor insana.

Dorukhan Falay tam bir ergen puşt gibi davranıp bir gün kumralla kameralara yakalanıyor, diğer gün esmeri evine çağırıyor. Kralsın bro, önümüzden yürü.

Daha fazlasını okumak istemiyordum çünkü gözüm bir alttaki tweete kaydığında gördüğüm kelimeler yüzünden midem bulanmaya başlamıştı.

Bugün kendimi bu kadar kötü hissetmek beklediğim son şey bile değildi. Belki zaman bulurum da Doruk'la konuşurum diye umuyordum gözümü açtığımdan beri. Sabah turta pişirirken Zaferlerim dinlemiştim. Ona olan özlemimi onun sevdiğini bildiğim bir şarkıya sarılarak geçirmeye çalışıyordum ama o, belki de aynı saatlerde Beril'i evinde ağırlıyordu.

Naz mutfaktan içeri "Gördün mü?" diye girdiğinde başımı bir kez sertçe salladım ve bütün kelimeleri arkadaşımın ağzına tıktım. Benimle muhatabı kesip arkasını dönebilirdi tavrım yüzünden ama o bana yaklaşmayı seçti. "Bebeğim, yanlış anlaşılmadır belki. Konuştun mu onunla?"

"Nasıl bu kadar hızlı yayılabiliyor?" diye sorduğumda sesim sitemli çıkıyordu. "İnsanlar onun maç kadrosunda olup olmadığıyla bile bu kadar ilgilenmiyor ama konu aşk hayatına geldiğinde dev bir gündem oluşuyor, öyle mi?"

"Aşk hayatı falan yok," dedi Naz, elini omzuma koyarak. "Aşk hayatı sensin. Yaz şu çocuğa da ne olduğunu ondan dinle önce. Doruk yapmaz, Feyza. Ne kadar tanıyorsun da konuşuyorsun deme, yapmaz o çocuk sana öyle bir şey. Hele ki ailenle tanıştıktan sonra... Sofranıza oturdu, yemeğinizi yedi. Böyle bir şey yapmış olabilir mi Allah aşkına?"

"Yapmaz," dedim. Başımı iki yana salladığımda Twitter'i kapatmıştım ama okuduklarımdan sonra kalbimin kırıkları canımı çok yakıyordu. "Yapmamalı. Ona söyledim. Ona özellikle Beril'le görüşmesini istemediğimi söyledim. Sabahın köründe evine çağırmaz onu. Çağırmamalı."

"Vardır mantıklı bir açıklaması," dedi Naz. Ağlayacağımdan korktuğu için panik yapmıştı. "Ona sor n'olursun. Sonra gerekirse bizzat ben kırarım kafasını, tablo yapar sergileriz Visal'de. Lütfen önce onunla konuş."

"Yanında Beril varsa onu rahatsız etmiş olacağım." Sesime bulaşan bariz öfke, Naz'ın gözlerini yüzüme çevirmesine sebep oldu. Ben bu tonda konuşmazdım pek. Böyle nefret beslemezdim birine ama saklayacak bir şey yoktu ortada. Beril'den nefret ediyordum. O ve Alara buraya gelip huzursuzluk çıkarmışlar, benim canımı yakmışlardı. Doruk onu evinde ağırlamaya kalktıysa ondan da nefret etmeye hazırlamalıydım kendimi. Nasıl olacaktı bilmiyordum ama böyle bir şeyi kaldıramayacağımı biliyordum.

"Mahvederim onu." Naz'ın sesi de en az benimki kadar nefret yüklüydü. "1.87 falan dinlemem, alırım ayağımın altına böyle bir durumda. Ama önce sakin oluyoruz bi'tanem. Önce güzelce anlıyoruz ne olup bittiğini."

Beni ikna etmesi uzun sürmedi çünkü zaten parmaklarım ona yazmak için karıncalanıyordu.

Feza: Umarım mantıklı bir açıklaman vardır

Çünkü lütfen olsun.

Onun hakkında yanılmak, benim felaketim olurdu. Tanıdığım herkesten farklı bir köşede yer ayırmıştım ona hayatımda. Ailemle tanıştırmış, günlüğüme yazmıştım. Çok aşıktım. Kullanılıp kenara atılırsam bununla başa çıkamazdım. Beril'i yedeği olarak tutmak istiyorsa kalbimin kırıklarını onaramazdım. Ona hak verirdim ama bunu kabul edemezdim.

Naz, yeni bir müşteri içeri girdiğinde söve söve ve benden özür dileye dileye çıktı mutfaktan. Kapıyı rahatça delirebilmem için arkasından kapatmıştı. Bu esnada telefonum çalmaya başladı. Bir saniye geçmeden telefon kulağımdaydı ve kalbim küt küt atıyordu.

"Yanında mı?" diye sordum buz gibi bir sesle. Öğrenmem gerekiyordu. Öğrenmezsem ölecektim. Acilen mantıklı bir açıklama duymam gerekiyordu benim. Belki dışarıdan birileri görse benim çok abarttığımı düşünebilirdi ama birine bu kadar güvenirken böyle bir gündemle gözümü açmak, hoş karşılayabileceğim bir durum değildi.

O övülürken ben yeriliyordum. Namusuma kadar dil uzatılıyordu. Onlara göre Beril genç bir kadındı, ben küçük bir kız çocuğuydum. Millet, cinsel organlarımızın ne renk olduğundan tutun Doruk'a yatakta nasıl bir performans sunacağımıza kadar yorumlar girmeye başlamıştı ve bunlara maruz kalmak yalnızca kusmak istememe sebep oluyordu.

"Yavrum," dedi Doruk, sıkıntılı bir iç çekişin ardından. "Yemin ederim ki-"

"Yanında mı değil mi?"

"Hiç mi güvenmiyorsun bana?" Alınmış gibiydi her bir kelimesi. "Açıklama yapmama fırsat vermeyecek kadar mı sinirlendin gerçekten?"

"Yazılanları okudun mu sen?" diye bağırdım. Gözlerim cayır cayır yanıyordu. Tweetlerde geçen kelimeler gözlerimin önünde uçuşuyordu. Beril'in onun omzuna yaslandığı elbiseli fotoğrafı zihnimden bir türlü silinmiyordu. "Çok yakışmışsınız, tebrik ederlermiş! Bulmuşsun kendine layık birini. Ben kimmişim ki zaten? Kardeşin olabilirmişim ancak senin!"

"Feza," dedi. O da sinirlenmişti. "Fotoğraf eski. Eve falan çağırmadım kimseyi. Evde bile değilim lan ben!"

"Neredesin?" Elimi saçlarımın arasından geçirirken dudaklarım titremesin diye çenemi sıktım. Derin bir nefes aldığımda gözlerimin hâlâ dolu olmasından nefret ediyordum. "Bugün dışarı çıkmayacaktın. Öyle söylemiştin. Yalan mı söylüyorsun bana?"

"Hoca çağırdı, geldim. Yanına gireceğim şimdi."

"Neden çağırmış?"

"Bana inanmıyor musun?"

Aslında gerçekten neden çağırdığını merak etmiştim ama onun sorusu öyle kırgınlıkla çevrelenmişti ki kendimi bir duvara çarpmışım gibi hissettim. "Sana tabii ki inanıyorum," dedim hemen. "Ama arkadaşına inanamıyorum. Madem fotoğraf eski, neden böyle bir şey yapıyor o kız?"

"Kafayı yemiş çünkü!" dedi öfkeyle. "Bak, hocanın yanına girmem lazım. Eğer yapabiliyorsan bana geç. Çıkar çıkmaz geleyim ben de, yüz yüze konuşalım. En hızlı öyle hallederiz çünkü." Benden bir cevap alamayınca "Feza," dedi tekrar. "Tamam mı?"

"Yavaş yavaş yürüyeyim ki Beril'i evden göndermek için vaktin olsun," diye takıldım ona.

Yaptığım ima onu hiç eğlendirmedi. Aksine konuşurken sesi çelik gibi sertti. "Yok öyle bir şey." Üç saniyelik bir duraksamanın ardından "Al," dedi. "WhatsApp'tan fotoğraf attım sana. İşim bitince görüntülü de ararım istersen. Benden bu kadar kolay vazgeçme Feza. Herkes yaptı sen yapma n'olursun. Bana biraz inan."

Bir fotoğraf, birçok şeyi tek bir saniyede böyle kolay mahvedebiliyordu. Resmen ikimiz de sarsılmıştık ve Doruk, bir konuda çok haklıydı. Yüz yüze konuşmamız gerekiyordu. Benim onu görmem gerekiyordu. Sonra belki Beril'in numarasını ister ve ona hayatımda ağzıma almadığım küfürleri arka arkaya sıralamaya başlardım.

"Senden vazgeçtiğim falan yok benim," dedim. "Gir hocanın yanına, hallet işini. Düzgünce konuşalım."

Düzgünce konuşacağımız an gelene dek ben yirmi kat daha fazla gerilmiştim. Yol boyunca o tweetleri okuduğum için böyle olmuştu ama kendimi durduramıyordum. İnsanların ne kadar iğrençleşebileceğine böyle şahit olmak berbat bir şeydi. Doruk'a sarıldığım birkaç saniyelik anın kesitleri her seferinde farklı bir başlıkla paylaşılıyordu. Hiçbir suçum olmamasına rağmen devamlı aşağılanıyordum. Sürekli kusur arayan bir tayfa vardı ve ben onlar için biçilmiş kaftandım. Bende kusurdan bol ne vardı?

O kadar zoruma gitmişti ki Doruk'un kapısının önündeki merdivenlere çöktüğümde gözlerimdeki yaşları daha fazla tutamamıştım.

Birkaç gün önce yaşadığım mutluluk kursağımda kalmıştı. O gün, o masadayken her şey her zaman güzel olacak gibi gelmişti bana. Bugün bu merdivenlerdeykense her şeyin her zaman zor olacağını düşünüyordum.

Birisi bacaklarımın çubuk krakere benzediğini yazdığı için bacaklarıma bakarken başka bir yaş daha aktı gözümden. Ona göre manken fizikli Beril varken göğüsleri yeni çıkan bana hiçbir erkek dönüp bakmazdı.

Ben hayatımda hiç bu kadar ağır şekilde böyle bir kitle tarafından zorbalanmamıştım.

Asansörün kapıları kayarak açıldığında kaç dakikadır kapının girişindeki merdivenlere çöküp kaldığım hakkında fikrim yoktu. Kafamı kaldırıp yaşlı gözlerle ona baktım. Utanç bile hissedemiyordum bu halde olduğum için. Öyle zoruma gitmişti işte son bir saatte yaşananlar.

Doruk'un elinde sarı, süslü bir kartona sarılmış çiçek buketini gördüğümde acınası şekilde ağlamam şiddetlendi. Burnumu çekip "Al işte," dedim ve ellerimi yüzüme kapattım. "Kesin aldattın beni sen!"

Kendimden daha olgun bir davranış beklerdim. Birisi bana böyle bir senaryonun başıma geleceğini önceden fısıldasaydı ve bu hale düşeceğimi söyleseydi ona yalnızca güler ve asla bu şekilde davranmayacağım konusunda inatlaşırdım ama insan birini bu kadar yoğun duygularla sevince kendisine yabancılaşıyordu. Davranışlar kestirilemez, öngörülemez oluyordu. Küçük düşmüşlük hissi omuzlarımı sarsarken kalkıp gitmek istedim. Ötesi, yok olmak istedim.

"Feza..." dedi Doruk şaşkın şaşkın. Koşar adımlarla yanıma gelir gelmez çiçeği üst basamağa bırakıp benden bir aşağıdaki basamağa çöktü ve yüzümü kavradı. "Ağlama. Neden ağlıyorsun? Dışarıdaydım, yoktu evde kimse. Haberim bile yoktu. Geç gördüm ben o hikâyeyi de zaten. Ne aldatması Allah aşkına?"

"Çiçek almışsın bana ilk defa. Bir haltlar yedim çiçeği mi bu?"

"Öyle bir çiçek mi varmış amına koyayım?" Gözlerini kocaman açmış halde bana nasıl yaklaşması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Gözlerimi gözlerine çevirmemi sağladığında "Sözüm vardı," dedi. "Ne istersen alırım demiştim. Baban da al kızıma çiçek demişti. Aldım işte ben de gelirken. Koşarak geldim zaten, düzgün bile seçemedim. Sarı gördüğüm ilk şeye bu olsun dedim. Bir sakinleşir misin güzelim benim?"

"Özür dilerim böyle davrandığım için." Kendimi söylenilen şekilde bir çocuk gibi hissediyordum. "Ama yazılanları gördün mü Doruk?"

"Görmedim," dedi. "Hadi kalk, içeri geçelim. Buz gibi olmuş yüzün. Niye içeride beklemedin? Ablamın anahtarını sana süs olsun diye mi verdim ben?"

"Aklıma bile gelmedi ki!"

"Eve kız atacak olsam, kız arkadaşıma evimin anahtarını teklif etmezdim herhalde!"

"Bağırma bana!"

"Bağırmıyorum," dedi kendini sakinleştirmeye çalışarak. "Ama olmayan bir şey yüzünden kendini bu kadar üzdüğün için şu an çok kızıyorum sana. Yok yere ağlayıp durmasana."

"Kimse beni senin yanına yakıştırmıyor," dedim içli içli.

"Sikeyim lan milleti," diye yükseldi. "Gözyaşına değer mi?"

"Kendimi çok kötü hissediyorum. Çok kötü. Ellerim titriyor, midem bulanıyor. Ben buna sıradan bir şeymiş gibi bakamam. Doruk, ben bunlara alışamam."

Gözlerinde büyük bir korku belirdiğinde ellerimi sıkıca tuttu ve hiç beklemeden ayağa kalktı. Beraberinde benim de ayağa kalkmamı sağladığında gözlerine bakabilmem için kafamı kaldırmam gerekmişti. "Gir şu eve," dedi. "Elini yüzünü yıkayalım. Sonra canını sıkan her şeyi göster bana. Her cümleyi, Feza. Tek tek."

"O kızı bir kaşık suda boğmak istiyorum," dedim kendime şaşırmama neden olan bir keskinlikle. "O kızla konuşacağım. Bana bulaşmamasını söylemiştim. Bilerek yapıyor. Doruk, bilerek yapıyor o. Bütün amacı benim-"

"Biliyorum." Çiçeği aldı ve o elini belime yerleştirirken diğer elini cebine atıp anahtarını çıkardı. Bir kez daha "Biliyorum," dediğinde içeri girmem için hafifçe itmişti belimden. "Kaldırttım fotoğrafı ama geç kaldım. Çoktan yayılmıştır her yere."

"Konuştun mu onunla?" diye sordum. "O kız benimle de konuşsun yiyorsa. Versene bana numarasını hatta. Neymiş derdi, çok merak ediyorum ya ben. Ruh hastası. Nasıl bir cevap verebilecek acaba?"

"Ağlamıyorsun değil mi artık?" Başını eğerek gözlerimin içine baktı. Sonra montumun kollarından tutup onu çıkarmama yardım etti ve ayakkabılarımı da kenara itti. Çekip gitmeyeyim diye böyle yapıyordu sanki. Oturmama ikna etmeye çalışıyordu beni.

"Çok sinirliyim. Böyle olacağını biliyordu. Gözler o fotoğraftan beri üzerinizdeydi zaten. Herkesi senin sevgilin olduğuna inandırmaya çalışıyor şimdi de. Sabahın köründe nereden gelmiş aklına eski bir fotoğrafı atmak?"

"Çok haklısın, hadi geç salona."

"Onunla konuştun mu Dorukhan? Neden cevap vermiyorsun sen benim sorularıma?"

"Fotoğrafı görür görmez onu aradım, bağırdım çağırdım tamam mı? Salonun önünde bas bas kavga ettim, çileden çıktım. Çünkü sonrasında insanların neler diyeceklerini tahmin edebiliyordum. Çünkü ben belki de geçen maç, sırf Beril Kadıköy'deki o fotoğrafı attı diye oynamadım. Hocam bana gönül ilişkilerimi hizaya sokmazsam o sahada attığım her adımın daha da değersizleşeceğini söyledi. Ben Beril yüzünden çocuk gibi azar yiyip duruyorum Feza. İster miyim bunlar olsun? Sen bana neden kızıyorsun?"

Doğru söylüyordu. "Çünkü ben senin etrafındaki kadınlarla yarışamam," dediğimde gözlerine öyle bir bakış yerleşti ki bunu söylediğime pişman olacağımı hissettim. "Ne var?" dedim bu yüzden. "Öyle işte, sen de biliyorsun."

"Ne yarışı?" diye sordu öfkeyle karışık bir hayretle. "Neyin yarışı bu?"

"Beril çok güzel, Doruk." Oturduğum yerde omuzlarım çökmüştü. Sesimin titreyeceğini hissetsem de konuşmaya devam ettim. "Çok güzel. Tabii ki insanlar onunla birlikte olmanı isteyecekler. Tabii ki o varken beni çocuk olarak görecekler. Belki bir süre sonra sen de öyle görmeye başlayacaksın. Kafanı kaldırdığında etrafındaki herkesin benden daha güzel olduğunu fark edeceksin."

"Sen şu an inanılmaz saçmalıyorsun."

"Yalan mı?" diye sordum iyice köşeye sıkışmış gibi hissederken kendimi. "Sen sana karşı hislerimi seviyorsun benim. Seni sevme şeklim hoşuna gidiyor. Belki yarın öbür gün ihtiyaç duymazsın buna. O zaman kalkıp bana mı bakarsın Allah aşkına?"

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" Şaşkınlıktan aklını kaybetmek üzereymiş gibi baktı gözlerimin içine. "Birkaç gün önce babanla tanıştım ben Feza. Sadece beni sevme şeklinden hoşlanıyor olabilir miyim sence?"

"Bilmiyorum." Duvarlar üstüme üstüme geliyordu. "Beril ayarlarımla oynadı benim. Sabahın köründe sevgilini başka bir çocuğun storysinde gördüğün zaman sen daha az tepki verirsin o zaman tamam mı? Bütün Twitter o çocukla bana methiyeler düzerken sen sinirlenmezsin madem."

"Misilleme yapmadan da seni anlayabilirim," dedi sakin olmaya çalışarak. "Sen delirdin diye beni de delirtme."

"Düşüncesine bile katlanmak zor geliyor değil mi?"

Yanıma oturduğunda koltuğun kendine ait kısmını çökertti ve elini elimin üzerine koydu. "Evet."

"Beni düşün şimdi."

"Seni düşünüyorum zaten ben, her saniye."

"Doruk..."

"Feza," dedi elini yüzüme uzatarak. Bir tutam saç telini nazikçe kulağımın arkasına sıkıştırırken gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Sen benim seni sevdiğime neden inanmıyorsun? Yanlış bir şey mi yaptım ben farkında olmadan?"

"Senin beni sevebileceğine kimse inanmıyor baksana."

"Senden başka kimsenin ne düşündüğü ilgilendirmiyor beni." Parmağı yanağımdan başlayarak çeneme doğru kaydı. "Sen neden inanmıyorsun?"

"Rüya gibi geliyor çünkü." Burnumu çektim ve bir bacağımı altıma kıvırarak yönümü ona doğru çevirdim. "Mümkün değilmiş gibi. Ne alakayız biz ikimiz, anladın mı? Ben kendimi senin yanına yakıştıramıyorum hiç. Çok daha güzelini bulursun istesen. Peşinde de var birileri, hep olacak. Bütün bunlar bana çok fazla geliyor o yüzden. Kalbim çok çabuk kırılıyor benim."

Başını sol omzuna doğru eğerek bana kısılan gözleriyle attığı bakışta farklı bir şeyler vardı. Kalbimi öyle bir çarptırdı ki o bakış, nefes almakta zorlandım birkaç saniye. Göğsüm kasılı kaldığında Doruk dudağını sarkıtıp "Öyle mi?" dedi. Beni taklit ediyordu ve bundan keyif alıyordu. "O kadar tatlısın ki."

"Tatlıyım ama," dedim. "Güzel değilim."

"Sen seni güzel bulmadığımı mı sanıyorsun?"

"Ne diyeceksin, çok güzelsin mi? Hadi ya. Göz var izan var."

"Sen," dedi çenemi sertçe kavrayarak. Alaycılığı benim gerçekten böyle düşündüğümü anladığında yerini karanlık bir ciddiyete bırakmıştı. "Senden etkilenmediğimi falan da düşünüyor musun?"

Başımı aşağı yukarı salladığımda parmaklarının arasına sıkıştırdığı çenem yüzünden onun parmakları da benimle birlikte hareket etti. Gözleri gözlerimi delip geçecekti biraz daha böyle bakarsa bana. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken sırf bir şeyler yapmak için üzerindeki kazağın kumaşını çekip bıraktım. Gözlerimi ondan kaçırıp kendi parmaklarıma indirmiştim böylece.

Bunun uzamasına izin vermedi. Tutuşunu sıkılaştırdı ve için için yanan gözlerine bir kez daha değdi gözlerim. "Kıskandın," diye fısıldadı. "Hiç gerek olmadığı halde deli gibi kıskandın beni."

"Bunu itiraf etmemi bekliyorsan çok beklersin," dedim sertçe.

"Hiçbir şeyi itiraf etmene gerek yok, anladım ben anlayacağımı." Hâlâ derin bir sesle, fısıldayarak konuşuyordu. Karnıma ani bir sancının girmesine sebep oldu gözlerinin dudaklarıma düşmesi. Sonra bununla yetinmedi, baş parmağını alt dudağıma yerleştirdi. Dudaklarını ıslatırken "Salı, sana sarılmadım bile," dedi. "Özlemekten delirmişim zaten, şansını zorlama bence."

Yüzüne yaklaştığımda ondan aldığım cesaretle dudaklarımı çenesine bastırdım. Adem elması gözlerimin önünde sarsılırken Doruk başını hafifçe geriye atmıştı. "Ama insanlar," dedim bulunduğum yerden ayrılmadan. Kokusu burnuma doluyordu. "Senin bana bakmayacağını söylüyor."

"İnsanların bir bok bildiği yok." Sesi gerilim yüklüydü.

Dudaklarımı boynuna yakın bir noktaya bir kez daha bastırdığımda aldığı kesik nefesin sesini duydum. "Ama," dedim gözlerine alttan bir bakış atarak. "Ben çocukmuşum ve hiç etkileyemezmişim seni."

"Sen bile böyle düşünüyormuşsun kendin hakkında." Nefesim boynuna çarptığı için Doruk gergin bir şekilde gülümseyebildi. "Hepiniz delirmişsiniz."

"Doğrusu ne ki?" diye sordum saf ayağına yatarak.

Başımı gözlerine bakmak için boynunun hizasından kaldırınca bir anda yüzüne fazla yakın olduğumu fark ettim. Burnunu burnumun ucuna sürttüğünde kalbim yerinden çıkmak üzereydi.

Göğsüne yaslı olan elimin üzerine elini kapattı. Ardından elimi yavaşça aşağı doğru kaydırdı. Sert karın kaslarının kıvrımları arasında aşağı doğru yol alan parmaklarım pantolonun kemerinin hizasına geldiğinde bile durmama izin vermedi. Nefesim kesilirken avucumu daha aşağı bastırmamı sağladı.

Bu hamleyi beklemediğim için gözlerim kocaman olurken "Doğrusu bu," dedi sert bir sesle. Düzenden çıkmış solukları, göğsünün şiddetle inip kalkmasına sebep oluyordu. Elimi kasığına bastıran eline bakmak için gözlerimi aramıza çevirdiğimde "Siktir," dedi iradesine tutunmaya çalışır gibi çaresizce. "İleri gidiyorum."

Buna hazırlıksız yakalanmıştım, böyle bir şeyi ilk defa hissediyordum ve içim ilk defa bu şekilde yanıyordu. Benden etkilendiğini söylemesi başka bir şeydi, göstermesi bambaşka bir şey. "Doruk," dediğimde adını neden söylediğimi bile bilmiyordum. Parmak uçlarım karıncalanıyordu. Elimin üzerindeki baskısını azaltmış olmasına rağmen yaşadığım şok yüzünden elimi henüz geri çekmemiştim.

"Bunun için çok erken," dedi sertçe. "Çok erken amına koyayım. Çek elini."

"Ben-"

"Kırpıştırma şu gözlerini şöyle." Bir elektrik dalgası vücudumda kol geziyordu. İçimdeki his rahatsızlık değildi. Bana ilk kez gösterdiği bu yanı beni rahatsız etmemişti. Onun hiçbir özelliği bana bunu hissettiremezdi ama ilk kez kontrolünü karşımda böyle kaybetmişti ve yapabildiğim hiçbir şey yoktu. Karşısında hareket bile edemiyordum. "Feza." İsmimi uyarırcasına söylemişti. "Bana güvenmeni istiyorum. Bunu zedeleyecek hiçbir şey yapmam ben. Hiçbir konuda. Anlıyor musun beni?"

Başımı sallamaktan başka çarem yoktu. Ne dediğiyle değil, ses tonuyla ilgileniyordum. Hipnoz olmuş halde ona bakmayı sürdürdüğümde bacaklarımı birbirine bastırma isteğiyle doldum. Terliyordum, ateş basıyordu ve bununla baş edemiyordum.

"Galiba," dedi küçük bir gülümseme çekiştirirken dudaklarını. "İlk kez benim etkilendiğim şekilde etkileniyorsun benden."

Dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Sesim utandığım için mi çıkmıyordu yoksa konuşursam ne söyleyeceğimi mi bilmiyordum ayırt edemiyordum. Sebep her şey olabilirdi. Bakışı yüzünden dilimi yutmuş bile olabilirdim. "Sınır sensin," dedi bana. "Her anlamda. Kendi sınırını da benimkini de sen çiz. Ben de ona uyayım. İstediğin gibi anla bunu. İstediğin yere çek. Her konu için geçerli çünkü."

Verdiğim sesli nefesler yüzünden utanırken onun da benden farksız olduğu gerçeği biraz rahatlamamı sağladı. Yalnızca onu kıskanmış, yalnızca çenesini öpmüştüm. Bunun etkilerinin böyle olacağı buraya gelirken aklımın ucundan bile geçmezdi. Ne zaman ben onun evini bassam bir şeyler yaşanıyordu aramızda. Sınırlar tek tek yıkılıyor, sanki bir şeyler daha fazla netleşiyordu baş başa kaldığımız anlarda.

"Konuşsana benimle," dedi yüzümü yeniden kavrayarak. "Rahatsız mı ettim seni?"

"Etmedin," dedim hâlâ nefeslerim düzene girmemişken. "Beklemiyordum sadece."

"Mutfakta seni öptüğümde de durum buydu," dedi utanmadan, arsızca. "Beni kendine çekip duruyordun. Sana yaslanmayayım diye kırk takla attım ama bir kere daha omuzlarımı o şekilde kavrarsan aynı şeyi yapabileceğimden emin değilim, haberin olsun."

Her zamanki şey oluyordu. Sözleri yanaklarımı kızartıyordu ve o da bunu keyifle izliyordu. Gülümsemesi göz kamaştırıcıydı. Dudaklarına fazla bir süre bakakalmış olsam gerek, oradaki tebessüm yavaşça silindi. "Feza," dediğinde yine uyarır gibiydi. Bakışlarım pantolonun kumaşını geren sertlikle gözleri arasında gidip geldi. Aklım almıyordu, idrak etmekte zorlanıyordum. Bir kere daha hissetmek istiyordum ve bu his hiç tanıdık değildi. Ben daha önce hiç birine böyle dokunmayı istememiştim.

"Sakinleştin mi?" diye sorduktan sonra kaşlarını kaldırdı. "Sakinleşmedin mi?"

Bir boşlukta savruluyor gibiydim. Sözleri anlam bulmuyordu. Kulağım uğulduyor, az önce ıslattığı dudaklarının parlaklığı gözlerimi alıyordu. Herkese inat, onun yanında olmak istedim. Sadece bana baksın, sadece beni görsün, adı benden başka hiç kimseyle anılmasın istedim.

"Seni seviyorum," dedim ilk kez. Geçen sefer metrobüs durağındayken söylememe izin vermemişti ama bugün söylemeden duramazdım. "Seni çok seviyorum ve galiba şu an beni öpmeni istiyorum."

"Sınırlarımı çiz dedim, zorla demedim." Gülüp uzaklaşmamı bekledi ama ona aynı şekilde bakmaya devam ettiğimde kaşları çatıldı. "İstiyorsun?"

"İstiyorum."

İçimde bir yangın başlatmıştı. Utanmadan yaptığı hareketten sonra, ona o şekilde dokunduktan sonra düzgün düşünebilme yetimi tamamen kaybetmiştim. Avucumu karnına bastırarak dudaklarına doğru yaklaştım. O yapmayacaksa ben yapacaktım. Dudaklarımız öyle ya da böyle birleşmek zorundalardı.

"Nasıl reddedebilirim ki?" diye sordu. "Karşında nasıl kafayı yemeden durabilirim ki? Gözlere bak."

Beklenti, kalbimi hızlı hızlı çarptırıyordu. Beni devamlı olarak böyle bekletmek onun hobisiydi. Çıldırtana kadar mesafenin sıfıra inmesine izin vermiyordu. Yaklaştığında nefesi yüzüme çarptı. Dişlerimi dudaklarıma geçirirken eğer ayakta olsaydım bacaklarımın titreyeceğini biliyordum. "Sonrasında anın büyüsü yüzünden öyle oldu demeyeceksen, öp artık beni."

"Sarı çorabımın ayakkabımda kaldığını söylemeyeceksen, öpeyim artık seni."

Elimi koltuktaki elinin üzerine bastırdım ve daha fazla yaklaşabilmek için altıma kıvırdığım dizimin üzerine yüklenerek hafifçe doğruldum. Avucunu belime yerleştirerek bedenimi kendisine doğru iyice yaklaştırdı ve dudaklarını dudaklarıma sertçe bastırdı.

Bu sefer karşılık verme konusunda hiç çekinmiyordum. O beni öpmüyordu da ben onun dudaklarından hıncımı alıyor gibiydim. Doruk, başını kanepenin yaslanma yerine doğru yatırdığında ellerimi yanaklarına yerleştirerek yüzünü kavradım. Avucunun belimdeki baskısı arttı. Dudaklarımı biraz daha aralayıp geçen sefer metrobüsün orada onun bana yaptığı gibi dilimi dudaklarına değdirmeyi deneyince sert yutkunuşunun sesini duydum.

Diğer dizimi de koltuğa doğru çektim ve ağırlığımı iki dizimin üzerine vererek tamamen üzerine eğildim. Belimi saran eli artık orada eskisi gibi baskı kurmuyordu. Küçücük bir hamlesi kucağına tırmanmama sebep olabilirdi ama o hamleyi yapmıyordu. Yumuşak öpücüklerimi sonlandırıp alt dudağını dişlerimin arasına sıkıştırdığımda kısık bir sesle inledi. Çıkardığı ses doğrudan kasıklarıma çarpmış gibi hissettim ve bunu bir kez daha yapsın istedim.

"Feza," dedi nefes nefese. "Duralım."

"Sınırı sen çiz dememiş miydin?" Bulutların üzerinde gibi hissetmemi sağlıyordu bu yakınlık. Gözlerini açamayacak hale gelmiş olması dudaklarıma bir gülümseme yerleştirirken kapalı göz kapaklarını bile büyülenmiş bir şekilde izledim.

Avucu bir uyarı daha göndermek amacıyla belimi sıktı. Teması resmen yakıcıydı. Gözlerini yavaşça açtığında kirpiklerinin altına saklanan gözbebeğinin kocaman olduğunu gördüm. Burnundan sık sık soluk alıp veriyordu. Dudakları parlamaya devam ediyor, dikkatimi dağıtıyordu. "Vazgeçtim," dedi. Dili başka gözleri başka şey söylüyordu. "Sınırı sana bırakmak tehlikeliymiş."

Körkütük sarhoş olmuşluğum yoktu daha önce ama şu an ben kendimi tam bir sarhoş gibi hissediyordum. Ona alttan bir bakış attım. "Sen belirle o zaman sınırı."

"Bundan da emin değilim," dedi. Hâlâ nefesleri düzene girmemişti. "Güçlü bir iradeye sahip gibi gözüküyor olabilirim ama kucağıma kıvrılırsan ne hale gelirim, bunu ikimiz de bilmiyoruz."

"Hiç biri kucağına kıvrıldı mı senin daha önce, hım?" Burnunun dibine girdiğimde gözleri irileşmişti çünkü yaptığım misillemenin farkındaydı. Beni öpmeden önce bunu yapacak ilk kişi olup olmadığını sormuştu bana. Şimdi ben de aynısını yapıyordum.

"Hayır," dedi. Gözlerine yine o ifade çöktü. "Ama Feza, yapmasan mı şimdi?"

Parmaklarımı kol kasına yerleştirip kolunu sıktığımda söylenilenlerin aksine yakıştığımızı düşündüm o bir saniyede. Gerilen kas kütlesinin üzerinde küçük kalan parmaklarım, göze tatlı gelen bir zıtlık oluşturuyordu. Doruk'un gözleri parmaklarımı, sonra yeniden gözlerimi buldu. "Bütün günümün içine eden fotoğrafın seni bu kişiye dönüştüreceğini bilseydim, Beril'le yaptığım sert telefon görüşmesinin sonunda ona teşekkür ederdim." Cümlesiyle birlikte kaşlarım çatılırken o "Boşuna demiyorlar her şerde vardır bir hayır diye," dedi rahat bir tavırla.

"Aklıma doluşan ihtimaller, devrelerimin yanmasına sebep oldu," dedim kendimi açıklamak isteyerek. "Sana güvenmemekle ilgisi yoktu bunun. Yerimde kim olsa aynı şekilde tepki verirdi."

Ne anlattığımla pek ilgilenmiyor olmalıydı çünkü bir sonraki sorusu "Kucağıma çıkacak mısın çıkmayacak mısın?" oldu.

"Şuna bak." Gülmeye başladım. "Daha üç gün önce sana ekmek uzatırken elim eline değdi diye kalp krizi geçirecektin babamın yanında. Ne ara böyle arsız oldun çıktın anlamadım hiç."

"Benim arsız, öyle mi?" Başta gülecek gibi oldu ama sonra dudakları düz bir çizgi haline geldi. "Baban da görmüştür fotoğrafı." Yaşadığı aydınlanmayla birlikte yüzüne panik dolu bir ifadenin yerleşmesi bir oldu. "Ona açıklayayım," dedi telaşla. "Ona neyin ne olduğunu anlatayım. Bana arka çıkar mısın? Babana aramızda bir sorun olmadığını söyleyebilir misin bugün eve gittiğinde? Ya maça gelmekten çoktan vazgeçtiyse?"

"Babam Efes maçından sandığın kadar kolay vazgeçmez." Derin bir nefes aldım. "Senden de aynı şekilde. Ama bana neler olduğunu mutlaka soracaktır. Ona anlatırım, dert etme."

"Sen hiçbir şeyi dert etme asıl." Avucumu avucunun içine almış, parmaklarını benimkilerin etrafına dolamıştı. "Özellikle yazılanı çizileni. Benden duymadan hiçbir şeye inanma yalvarırım. Çünkü böyle can sıkıcı olaylar sürekli olacak. Keşke önüne geçebilsem ama elimde değil."

"Zahmet olmazsa artık Beril'le olan arkadaşlığına son verebilir misin?" Öyle çıkmasını planlamamıştım ama sesim çocuğunu azarlayan bir anne gibi çıkmıştı. Ablalık, anneliğe en yakın şeydi. Bu benim kişiliğimin bir parçasıydı o yüzden. İster istemez çıkıyordu karakterim ortaya. "Kiminle görüştüğüne sürekli karışan sinir bozucu sevgili gibi davranmak istemiyorum ama Beril'le arkadaşlığını bitirmemen için tek bir sebep bile göremiyorum Dorukhan."

Karşımda pis pis sırıttığını fark edince beni dinlemediğini anlayıp kaşlarımı çattım. "Tekrar söyle," dedi. "Sevgili kısmını."

Onun bu umursamaz tavırları beni sinir hastası birine dönüştürmek üzereydi. "Sana iyi gelenin Beril olduğunu düşünüyorlar," dedim. "Benim ara bozucu kız olduğumu, senin bir gün onunla bir gün benimle takılıp keyif sürdüğünü, ağzıma almak istemediğim başka şeyleri de söylüyorlar. Evet, milletin ağzı torba değil, büzemem ama sevgilim beni biraz ciddiye alırsa belki bazı şeyleri değiştirebilir."

"Sevgiline güven," dedi kendinden emin bir sesle. "Çözecek her şeyi. Kendini de bir daha bu kadar üzme hiçbir şey için." Bir süre durduğunda başka şeyler de söyleyeceğini anladım. "Ve Feza," diye devam etti. "Yüz yüze konuşalım hep. Kızdın mı, küstün mü, ne olursa olsun önce benimle yüz yüze konuşmayı bekle. Uzaktan hiçbir problemin halledilebileceğine inanmıyorum ben. Kavga edeceksek bile bunu yüz yüzeyken yapalım."

"Tamam," dedim. "Öyle yapalım." Birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra ayaklarımı altıma kıvırıp ona sokuldum. "Şimdi muffini çatalla yemene gülebilir miyiz biraz?" O utanıp gözlerini kaçırırken bu defa ben dokundum çenesine bana baksın diye. "Doruk, kalkıp çayımı doldurdun! O kadar komiktin ki. Başka zaman çiğnemeden yuttuğun keki elli sekiz parçaya bölüp çatalın ucuyla götürdün ağzına."

"Sen bununla bu kadar dalga geçiyorsan, vaktinde sizde olamazsam diye çok korktuğum için Onur abinin beni salondan arabayla almaya geldiğini anlatmayayım madem sana. Kurtulamam dilinden."

"Sen şaka yapıyorsun..." Keyifle gülmeye başladım. "O kadar hediyeyi metrobüsle getirmen zor olurdu ya, iyi olmuş." Kendimi mahcup hissettiğim noktaya gelmiştik. "Çok mutlu ettin beni. O kadar ince düşünmüşsün ki, gelir gelmez herkesin kalbini fethettin. Seni seveceklerini biliyordum ama senin bunun için bu kadar çabalaman ağlamak istememe sebep oluyor."

"Benim için her şeyiyle çok özel bir gündü, hakkını vermek istedim," dediğinde çenesi başımın üzerine yerleşmişti. Ben de omzuna doğru yatırdım başımı ve biraz daha yaklaşmış oldum yanına. "Böyle bir evlat yetiştiren ailenin karşısına çıkarken nasıl gerilmez insan? O kadar kusursuz büyümüşsün ki, içinde bulunduğun ailenin yansıması olduğun onların adını anarken bile okunuyordu gözlerinden. Olmayı hedeflediğim kadar soğukkanlı duramadım. Kusurlarımı saklayamadığım için biraz kötü hissettim kendimi. Dört dörtlük birisi olarak tanısalardı keşke beni diyeceğim ama hiç değilim Feza. Umarım çok göze batmamışımdır."

"Eksiklerini kusur olarak görmesene," dedim ona kızarak. Yaslandığım yerden başımı kaldırıp göz temasımızı sağladığımda parmaklarımla saçlarını geriye doğru itme isteği uyandı içimde. Bunu bastırmak istemedim. Saçlarını yavaşça geriye doğru taradım. Yumuşaklık hissi avucumu kaşındırırken Doruk'un göz kapakları anında kapanmıştı. "Birilerinin senin yanında olmayı tercih etmemesi, neden senin kusurun olsun Doruk? Seni en önden izlemek istemiyorlarsa bu onların sorunu, senin değil. Parlamaya devam et ki ışığın onları kör etsin istiyorum. Sen bizim gözümüze batmazsın, başarılarınla gözlerimizi doldurursun ancak."

Uzanıp burnumun ucuna dudaklarını bastırdı. Küçük öpücüğü içimi yeniden sıcacık yapmıştı. Onu üzen ne varsa konuşmak, kaldırabilecek miyim diye düşünmeksizin elimi hayatındaki her ağır taşın altına koymak istiyordum. Çocukluğundan gelen yaraları birlikte kapatabilirsek yarınları daha güzel inşa edebilirdik. Ben yarınlarımız olsun istiyordum.

"Aklım almıyor seni," dedi dünyanın en güzel gülümsemesini bana sunarak. "Böyle inanarak konuşuyorsun ya bir de... Kalbinin güzelliği cümlelerine bulaşıyor. Sesini o kadar çok seviyorum ki. Geç karşıma konuş hep, ömrüm tükense fark etmem."

"Ne dilediğine dikkat et," dedim kalbim kanat çırpmaya başladığında. "Çünkü konuşurum."

"Hiç susma. Yaşadığımı hissettiriyorsun bana."

Gözlerimiz bir süre birbirine tutundu. Dudaklarımız kıpırdamadı. Çıt sesi çıkmadı salonda. Ben ona baktım ve o da bana baktı yalnızca. Ümitsiz bir romantik olan tarafım, kalplerimizin aynı anda atmaya başladığını söylüyordu. Ritimlerimiz bile uyum sağlamıştı sanki o an birbirine. Sarılmadık ama sarılmış kadar olduk.

En sonunda dayanamadım ve biraz doğrulup çenesine bastırdım dudaklarımı. Küçücük bir temasla geri çekildiğimde "Galiba gitmeliyim," dedim. Tehlike çanlarını susturmak için yapabileceğim tek şey buydu çünkü o bakışma bir saniye daha devam etseydi, dudakları yeniden dudaklarımı bulurdu. Yaşamayı hissettiğini söylüyordu ama onun öpücükleri benim kalbimi durdururdu.

"Seni geçireyim," dedi itiraz etmek yerine. "Babanın numarasını bana at, olur mu? Bir de çiçeklerini al. Hatta Feza, eve çiçeklerinle git."

"Geçen sefer bizimkiler sana bu muhabbet yüzünden yüklendiklerinden dolayı mı aldın bana çiçek?" diye sordum. "Şimdi de onlara gösteriş mi yapmak istiyorsun? Nabza göre şerbet vermek konusunda az değilsin sen."

"Çiçeklerinle git," diye tekrarladı. "Seni elinde çiçeklerle görmeye alışsınlar. Beni mi arayacaksın? Beni arayacağını biliyor olsunlar. Akşam dışarı mı çıkalım dedik? Yanımda olduğundan haberleri olsun. Gizli saklı yaşamak istemiyorum bir şeyleri ben."

Ve bu, sadece annemlerle ilgili bir cümle değildi. Bunu sonradan anladım.

Doruk'un evinden elimde çiçeklerimle çıkıp Visal'e döndüm ve kapanışa kadar haldır haldır çalışmaya devam ettim. Naz'a işin arkasındaki olayı anlattığımda ikimiz kafa kafaya verip bir güzel sövmüştük Beril'e. Bir ara mutfağın eksiklerini bırakmak için Eren yanımıza uğramış, bizi tezgâhın arkasında fısır fısır konuşup siparişleri birlikte hazırlarken yakalamıştı. Kollarını göğsünde bağlayıp patron imajı kesmiş, dedikoduyu bırakmazsak bizi kovacağını söylemişti. Sonra Naz, olayı ona da çıtlatmıştı. Üç saniye sonra ise tezgâhın arkasında fısır fısır dedikodu yapanlar kervanına Eren de katılmıştı.

"Bu kız o sırıkla beraber olduğunu mu sanıyor? Allah şifa versin, şizofren galiba."

"Ay ben de onu diyorum ya iki saattir," dedi Naz, onun koluna dokunarak. Bu temas, sütü bardağa dökmek üzere olan Eren'in elinin havada kalmasına sebep olmuştu. Naz farkında olmadan sürdürdü konuşmasını. "Resmen bizim çocuğu kendi reklamını yapmak için kullanıyor. Geçmişte çektiği bir fotoğrafı durduk yere hikâyesine ekleyecek kadar düşmüş. Kafayı yemiş ya kafayı."

Eren, Naz'ın eline baktı ama Naz hâlâ ona dokunuyor olduğunun farkında değildi. Ancak diğer elindeki bardağı sallayıp "Beni bırakırsan işimi yapacağım," dediğinde ayabilmişti. Naz ateşe dokunmuş gibi hızla parmaklarını ondan ayırdığında kahveyi hazırlamakla meşgulmüş gibi davranmaya başladı Eren ama aklı dağılmıştı. Sütü normalde döktüğü hızdan çok daha hızlı bir şekilde boşaltmıştı bardağa, telaşlı gibi. "Ama ben şeyi anlamadım," dedi bana dönerek. "Daha önceden sevgili olmuşlar mı bunlar? Eski de olsa o fotoğrafı çeken Beril sonuçta. Evinde ne işi varmış?"

"Okan ve Doruk yakın arkadaşlardı," diye açıkladım. "Beril de Okan'ın kuzeni. Arkadaş ortamları olurmuş işte, arada toplanırlarmış Doruk'ta. Yoksa sevgili falan olmamışlar hiç."

"Emin miyiz?" diye sordu Naz. "Kesin eminiz değil mi?"

"Eminiz," dedim başımı sallayarak. "Doruk'la on saniye bile çıkmış olsalardı Beril bana bunu doksan kez anlatırdı. Elinde kullanabileceği hiçbir şey yok toplu arkadaş ortamlarında aynı anda bulunuyor olmalarından başka."

"Geçen gün kafeye geldiğinde ben o çocuğa biraz pis baktım ya," dedi Eren, alnını kırıştırarak. "Aranızın yeniden düzeldiği bilgisini kaçırmışım, en son kabarmayan kekine ağlaman kalmış bende. Neyse, kahvesine tükürmedim en azından. İyi tarafından bakmak lazım."

"Iy," dedi Naz. "Pisliğin tekisin, bu korku yüzünden senin yaptığın kahveleri içemeyeceğim şimdi. Aaa ama doğru, sen kahve yapmazsın hiç bize zaten."

"Konuşma çok," dedi Eren. "Bir kere kendime kahve yaparken sana da istiyor musun diye sordum. Non-fat extra shot diye bir başladın, üç satır sipariş verdin bana."

"Önüme çay koydun!"

"He," dedi Eren. "A cup of rabbit blood tea. Hakikisinden."

O kadar çok güldüm ki karnım ağrımaya başladı. İkisinin didişmesini izlemek son zamanlarda en sevdiğim aktivitelerden biri haline gelmişti. "Nesini beğenmedin?" diye sordum Naz'a. "Rabbit bloodmuş bir de."

"Ben senin en yakın arkadaşınım," diye sitem etti Naz. "Eren'i savunup duramazsın. Ben siyaha beyaz desem tabii ki beyaz o balım benim, hayatımın anlamı, biricik Naz'ım demen lazım senin. Bir öğretemedim sana."

"Sen beyaza da düz beyaz demezsin ki amına koyayım," dedi Eren. "Kırık beyaz, buz beyazı, kum beyazı, fildişi falan dersin. Sanki bana badana ustası."

"Canım, tasarımcıyım ben. Sen bordoya da kırmızı nar çiçeğine de kırmızı diyorsan bu senin sorunun."

"Kan kırmızısını öğrendim geçen gün," dedi Eren, kendisinden büyük birine yeni öğrendiklerini anlatmak isteyen küçük veletler gibi bana bakarak. Sonra gözleri Naz'a döndü ama o bakışın altında içimi aleve veren bir his olduğunu sezdim ilk defa böyle net şekilde. "Güzel renkmiş."

Naz, kulağının arkasına saçını sıkıştırıp raftan bir dilim pastayı servis için çıkarmakla meşgul olduğundan Eren'in kendisine nasıl baktığını göremiyordu. "Ruj sürdüm geçen," dedi bakışlarını ilgilendiği şeyden ayırmadan. "Orada tanıştırdık beyefendiyi kan kırmızısıyla."

Bahsettiği beyefendi, kan kırmızısıyla daha yakından tanışmak istiyora benziyordu. Gözlerinde bir alevin gölgelerini izledim ama bu yalnızca birkaç saniye sürdü. Eren bakışlarını Naz'dan çekti ve sonra neredeyse hiç iletişime geçmedi bizimle.

Naz her zamanki gibi erken çıktı, Eren kendisinin kapanışa kalabileceğini söylediği için ben de erken çıkmaya fırsat bulabildim. Elimde çiçeklerimle eve dönerken Twitter'de neler döndüğüne bakmamak için çaba gösteriyordum. Bu yalnızca canımı sıkardı ama otobüste vakit geçsin diye oyalanacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Instagram'ın logosuna dokunduğumda önce önüme bir magazin sayfasının gönderisi düştü. Kadıköy'de barda çekilen fotoğrafın üzerine haber yapılmıştı. Üstündeki yazı hoşuma gitmedi dersem yalan söylemiş olurdum.

dorukhan.falay, dyt.berilimoo'yu takipten çıkardı.

Galiba Dorukhan Falay'ın aklı biraz çalışmaya başlamıştı.

Sonra bildirim ekranımdaki devasa yığılmaya çarptı gözüm. Bir şeyler olduğunu hissettiğim ana denkti bu. Yine birileri benim adımı konuşmaya başlamış olsa gerekti çünkü hesabıma ciddi bir takipçi yağışı gerçekleşiyordu.

Ana sayfayı yenilediğimde on beş dakika önce atılan bir post düştü önüme.

Ben vardım.

Biz vardık.

Evindeki boy aynasının önünde çekmiştim bizi. Ben ayaktaydım, o oturuyordu ve bana bakıyordu. Bugün evinden çıkmadan önce kaydettiğim bir kareydi. O kadar tatlı bir resim olmuştu ki hemen bana da atmasını rica etmiştim. O ise herkesle paylaşmakta bir sakınca görmemişti.

İlişkimizi duyurduğu posta eklediği şarkıyı fark ettiğimde kalbimde büyük büyük depremler oldu. Bacaklarım titredi, ellerim titredi, bütün hücrelerim titredi.

Athena, Bu Adam Fezadan.

Yüzümdeki gülümsemeyi bastırabilmenin bir yolu yoktu. Otobüste değil de yatakta olsaydım battaniyemi tekmelerdim. Birileri beni izliyormuş gibi çenemi montumun içine gizleyip yerimde küçüldüm utancım yüzünden. Açıklama kısmına Bu adam Feza'dan yazmış, sonuna beyaz bir kalp eklemişti. Üstelik tüm bunlar yetmezmiş gibi hesabımı da etiketlemişti.

Artık herkes bizi biliyordu.

O, gerçekten de ilişkimizi gizli saklı yaşamak istemiyordu.

Şarkıyı dinlerken kulaklıklarımı beynime dek ittirmek istedim. Heyecanım utancıma karıştı, titremelerim gülümseyişlerimin ardına gizlendi. Beni saklamıyordu, benden utanmıyordu. Benimle olduğunu Beril'e duyursun istemiştim, o herkese apaçık bir şekilde ilan ediyordu.

Sözleri açıp tekrar tekrar okurken ona duyduğum aşk kök salıp durdu içime. Onu düşündüm, onu hissettim, onu istedim. Hep yanımda olmasını diledim.

"Kaybetse de ne fark eder
Bu adam
Fezadan."


🏀🧁🏀



Doruk, Doruk, Doruk...

Ruh hastası Beril, yanlış anlaşılmalar, yanlış anlaşılmaların düzeltilmeleri (😌), Visal'den sahneler ve ilanı aşklar derken bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Nasıl buldunuzzzz hadi anlatın.

Doruk'un Feza'ya sen hep konuş demesi gibi olacak ama siz hep konuşun ya. Yorumlara boğun beni.

Favori sahnenizi hemen öğrenmem gerek. Favori replik de olur. Yeter ki iz bırakın buralara.

Unutmadan, hepinize mutlu seneler diliyorum. Nice birlikte yıllara 🤍

Twitterda #DörtÇeyrek etiketinin altına koşalım mı? Bence bu bölümle ilgili konuşacağımız çok şey vardır.

Yeniden görüşene dek hoşça kalın. Önümüzdeki cumayı boş geçeceğiz çünkü resmi olarak final haftama girmiş bulunuyorum. Ayın on beşine kadar falan masa başına kendimi monteleyip kafamı dersten kaldırmamam gerek.

Güncellemelerimi Instagram hesabım azraizguner'den takip edebilirsiniz. Teşekkürler ve tatlı günler!

🎠

Parodi hesaplar:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Hepsiiii çok güzekdiii

    YanıtlaSil
  2. Azra insan mısın? Doruk hayatta değilse nasıl yazdın bu kadar güzel karakteri peki Fezaya ne demeli güzel kızım ya
    Eline sağlık yazarcım 😘

    YanıtlaSil
  3. Yaaaaa çok tatlılar bu bölüm favori sahnem erenle nazdan geldi eren ayrı bir aşıktı bayıldımmm bölüm başında Beril’le başlayınca o kadar korktum ki bir şey olucak diye dorukhan inanılmaz bir profesyonellikle anlattı derdini kanser bir çift olmamalarına bayılıyorum iki taraf da birbirini dinliyor neden diye soruyor falan bir birbirini yoran çiftlerden değiller asla dorukkkk o insta gönderisi hep beraber eridik bence bölüm sonuna gönderiyi koyduğun için kocaman teşekkürler tam olarak hayal etmekten uyuyamazdım artık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benimde favori sahnelerim 1. Eren ve naz momentleri
      2. Bu adam Fezadan
      Eren ve nazzz sizden daha çok sahne ve an okumak istiyorum yaaa

      Sil
  4. bu adam feza’dan

    YanıtlaSil
  5. Allahımmm doruğa bu kadarrr düşülmezzzz yaaaa ama fezaa nasılll aslan kesildiiiş

    YanıtlaSil
  6. Feza doruka dedi bende sana demek istiyorum canım yazarım bizde seni çok seviyoruz inşallah finallerinde çok güzel geçer sende bize dua et lütfen sınavlarımız güzel geçsinn

    YanıtlaSil
  7. Harikasın Azra yaa gerçekten 😍eline sağlık çok güzel olmuş bölüm🤍 İnşallah bir gün kitap olarak da görürüz elimizde 🤩

    YanıtlaSil
  8. Bu bölümü efes fener maçı öncesi serviste ve maçta okudum duygular karışık

    YanıtlaSil
  9. Çoook güzeldi her sahnesi favorim

    YanıtlaSil
  10. Bayıldım feza yavrum çiçek fotosunu da paylaş tweedan kıskananlar çatlasın

    YanıtlaSil
  11. Bayıldımmmm. 😻😻😻😻

    YanıtlaSil
  12. Yaa cumaya kadar zor bekliyorum aşığım bunlara keşke haftada 2 bölüm gelse :)))

    YanıtlaSil
  13. Aşırı güzel watty girememek böyle bi sitenin olması 🥲 ellerine sağlık yazarım ya bu kitap beni aşırı mutlu ediyor

    YanıtlaSil
  14. Süpersinnnn süpeeer yeni bölümde maçta olacaklar felan beni aşırı heyecanlandırdı şimdiden berilede bi ağzının payının verilmesi lazım bir ayar çekersin sen 💕🥲😂

    YanıtlaSil
  15. Çoook çoook çook güzeldi bir bölümdü 🌸🌸🌸🌸

    YanıtlaSil
  16. Bu kanser hücresi Beril’i tam olarak ne zaman öldürüyoruz ay iyi ki konuşmayı bilen çiftler de ortalık daha da kaynamadan çözdüler olayı aşırı seviyorum bu çifti ya bu softluk çok güzel 🤍

    YanıtlaSil
  17. Çokkkkk güzeldi okuğum en iyi bölüm olabilir
    Bu arada doruğun yaptığı 😍😍😍😍😍😍😍😍❤❤❤❤❤❤💋💋💋💋💋💋💋💋💋💋💋💋💋

    YanıtlaSil
  18. Ben hayatımda bu kadar iyi bölüm okumadım

    YanıtlaSil
  19. Bayıldım bayıldım tek kelimeyle mükemmel bir bölüm

    YanıtlaSil
  20. Yeni bölüm ala bilirmiyim lütfennnnnnnn❤❤❤❤❤❤❤❤❤❤

    YanıtlaSil
  21. analize yeni bölüm gelsin lutfen

    YanıtlaSil
  22. Muhteşem bir bölüm ayy kelimelerle ifade edemiyorummmmm 🥰🎉🌸

    YanıtlaSil
  23. yeni yıldan dileğim bir adet dorukhan falay

    YanıtlaSil
  24. Yaggggggggg çok güzel 🥰🥰🥰🥰🥰🥰🥰🥰😘😘🤩🤩😍😍🤩😍😍🤩🤩🤩🤩🤩🤩

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"