27. "Dönüm Noktaları"

 

Bölüm şarkıları:
Dolu Kadehi Ters Tut, Anamız Babamız Yok Deriz
Dolu Kadehi Ters Tut, İçimde Bir Sıkıntı Var
Birileri, Zamanın Dışında Boşluğun İçinde


🏀•


Dorukhan Falay:


Ayaklarım yere basmıyordu.

Karşımdaki kadın mikrofonu yukarı kaldırıp maçın MVP'si olduğum için beni tebrik ettiğinde hâlâ yaşadıklarım gerçek gibi gelmiyordu.

Mutluydum, formamın hakkını vermiştim, galibiyette payım vardı, istediğim yerdeydim.

Bok gibiydim, kalbim kırıktı, sırtımdaki bıçak ruhuma kaşıntı yapıyordu, ihanete uğramış gibi hissediyordum.

Tüm bu duygu karmaşasının ortasında gözümün önüne gelen görsele tutundum. Feyyaz Falez'in gurur dolu bakışları, Canan Hanım'ın neredeyse ağlamak üzere oluşu, Feza'nın hop oturup hop kalkmaktan dağılmış saçları ve kızarmış yanakları, Bekir'in havaya kaldırdığı yumruğu...

Bugün bir aile izlemeye gelmişti beni. Boş koltuklarım dolmuş, bana ayrılan biletlerim ziyan olmamıştı. Bugün tribünde benimle gurur duyan dört kişi vardı.

Hayır, daha fazlasıydı. Ben bu maçın sonunda ayakta alkışlanmıştım.

Göz aşinalığım olan, hangi kanalda çalıştığını bildiğim kadın Türk'tü ama bu bir Euroleague maçı olduğundan röportajları İngilizce yapıyorduk. "Bugün MVP oldun Doruk, nasıl hissediyorsun? Teknik faul yemiş olmanla MVP olman arasındaki bağı konuşuyor insanlar. Neler düşünüyorsun bu konu hakkında?"

Bursaspor maçında da yediğim haksız faul sonrası ortaya daha iyi bir performans koymuştum. Bu maçta da aynısı olmuştu. Çalınan düdükler, saha içi gerilimler beni yıpratmıyordu, yalnızca harlıyordu. Esprili sorusuna ne diyeceğimi bilemediğim için gülerek geçiştirdim.

"Takımımı tebrik ediyorum," dedim İngilizce konuşmaya başlayarak. Öyle heyecanlıydım ki hâlâ bu dili hatırlıyor olduğum için şükretmem gerekiyordu. "Yüksek tempolu ve önemli bir maçtı. Kazanmak için her şeyi yaptık. Çok mutlu hissediyorum kendimi. Bence benim hangi maçta MVP olduğumu değil de hakemlerin bana teknik faul çalmayı alışkanlık haline getirmelerini konuşalım." Güldüm. "Bu sıralar bir göze çarpıyorum gibi."

"Öyle olduğun kesin," dedi kadın da gülerek. İsmi Derya'ydı ve o topukluların üzerinde dengesini kaybetmiyor oluşu takdir edilmesi gereken bir özellikti. Yine de omuz hizama anca geliyordu. "Biraz da maç sırasındaki gerilimden söz etmek istiyorum. Okan'la aranızda neler oldu?"

Keşke buna bir cevabım olsaydı.

Kardeşim saydığım o çocuğun bana neden bu şekilde davrandığını keşke biliyor olsaydım.

Zaaflarımı biliyordu. Zaaflarımı kameraların önünde kullanmıştı.

Ben başka bir şeyle ilgilenirken gelip bana dokunmuş, beni kenara itmeye kalkmıştı. Fiziksel temastan nefret ettiğimi bile bile herkesin önünde sırf tepemin tasını attırmak için bir kavga başlatmaya çalışmıştı.

Kanıma dokunuyordu, zoruma gidiyordu, kaldırabilecek gibi değildim.

"We were just kidding," dedim gülerek.

Sadece şakalaşıyorduk. Yerseniz.

Ben o değildim. Aramızda bir problem varsa çözeceğim yer kameraların önü olmazdı. Artık arkası da olmazdı gerçi. Bu problem onun hareketleri yüzünden çözülemez bir boyuta ulaşmıştı.

Ardından konuyu kendi istediğim yere çektim. "Bugün maçta çok değerli misafirlerim vardı. Kız arkadaşım Feza'yı ve ailesini ağırladım, geldikleri için çok teşekkür ederim. Bu galibiyeti izninizle onlara ithaf etmek istiyorum. Herkese iyi akşamlar dilerim."

Hızlı adımlarla soyunma odasına yürümeye başlamadan önce söylediklerim buydu. Zaten maç sonu röportajları da kısa sürerdi, her oyuncu yorgunluktan ölür ve kendilerini bir an önce soyunma odasına atmak isterlerdi. Yalandı, bu bizim kaçışımızdı.

Soyunma odasının kapısını açtığımda zıplamaya başlayan on bir erkek ellerinde tuttukları şişeleri başımdan aşağı dökerek beni ıslatırken hiç de yorgun görünmüyorlardı.

"MVP!" diye bağırdı Lukas. "MVP!" diye eşlik etti Oleg ve Shaw. Ivan abi beni kolunun altına sıkıştırıp çemberin ortasına çektiğinde birisi su şişesini ensemden aşağıya boşalttı. "Okan fucker," dedi Aras. Takım kahkahalara boğuldu.

O kadar çok gülüyorduk ki üstüme çullanan adamların hâlâ beni su savaşındaymış gibi ıslatma çabalarından kaçmadım bile. Devam edelim istedim. Sabaha kadar burada zıplayalım, beni sevdiğini hissettiğim insanlarla başarımızı kutlayalım istedim.

Alex, kendi elini öpüp başının üzerine koyduğunda bir kahkaha patlattı. "You are showman, Doruuu!"

Maç sonunda Feyyaz Falez'in önüne gittiğim anın taklidini yapıyordu.

Gülerek kendimi tahta banka bıraktığımda Lukas omzumu sertçe sıkıyor, tebriklerini sunmaya devam ediyordu. Islak saçlarımdan aşağı sular damlarken elimi Lukas'ın kuru formasına silip telefonuma uzandım. Aklımda tek bir şey vardı.

Doruk: Yalvarırım seni göreyim

Doruk: Yemin ederim ki sabaha sağ çıkamam göremezsem

Doruk: N'olur Feza, iki dakika kaçamaz mısın?

Hâlâ salonda olmalılardı. Feyyaz Falez'in tribünü son terk edecek adamlardan olması beni gram şaşırtmazdı. Çok geçmeden cevap yazdı Feza.

Falez: Deli misin ne diyeceğim babama

Doruk: Yanıma geleceğini?

Falez: Babam seni benden daha çok görmek istiyordur şu an. O da gelirse görürsün gününü.

Doruk: Bizim koridoru sana göstermiştim. Sevgilim olduğunu söylersen bu tarafa geçmene izin verirler, herkes ismini biliyor. Güvenlik görevlilerine bile söyledim. Fırsat bulabilirsen yalvarırım gel yanıma.

Başka bir mesaj yoktu. Son mesajım görüldü kalmıştı. Soyunma odasının içindeki cümbüş havası hâlâ dağılmamıştı ama ben kilitlenmiş halde ekranıma bakıyordum. Birileri I am better diyordu, birileri Okan'ın yüzsüzlüğünü konuşuyordu, birileri benim cevabımı sahada verdiğimden bahsediyordu. Ben de gözümü kırpmadan mesaj bekliyordum. İki dakika geçti. Üç, dört.

Feza: Lavabonun önündeyim

Ayağa fırladım ve hışımla kalabalığı ikiye yarıp aralarından geçtim. Elim soyunma odasının kapısına gittiğinde çoraplarıma kadar ıslak olduğumu yeni fark ediyordum. Omuzlarım bir titremeyle sarsıldı ama adımlarım sağlamdı. Kapıyı açıp başımı soluma çevirdim. Ellerini pantolonunun arka ceplerine sokmuş, ne yapacağını bilemeden orada öylece dikilen Feza'yla göz göze geldiğim an işte o andı. Burada olmak onu huzursuz ettiği için alt dudağını ısırıyordu.

Üzerine doğru yürürken o dönüp birileri bizi görecek mi diye arkasını, sonra da benim arkamı kolaçan etti. Üzerime yapışan beyaz formada gözleri takılı kaldığında bakışları saçlarıma tırmandı ve bana ne olduğunu anlamaya çalıştı bir saniyeliğine. Sonra yeniden, bu kez hayrete benzer bir ifadeyle gözlerini karnıma indirdi. Normalde bana bol olan forma, ıslak olduğu için bedenimi gereğinden fazla sıkı sarıyordu. Bu durumdan hoşlandığını düşündüm ve bunu düşünmek bana hiç iyi gelmedi.

"MVP oldun!" dedi heyecanla gülümseyerek.

Elimi beline sardım, diğer elimle sağdaki kapıyı açtım ve o ne olduğunu bile anlamadan ikimizi lavabonun içine çektim. Sırtı kapıya yaslandığında gözleri kocaman açılmıştı. Beklemeden kilidi çevirdim.

"İki dakikan mı var?" diye sordum parlayan gözlerine bakarken. Işığı bambaşkaydı. Bütün maç gözlerim ona dönüp durmuştu. Koç beni kenara aldığında potaya değil de gözümü kırpmadan ona bakmaya vakit ayırabileceğim için seviniyordum. Maçın heyecanına kapılıp gittiği için benchteyken gözlerimi bir saniye bile üzerinden ayırmadığımı görmemişti.

15 numaralı forma, ona bu dünyadaki herkesten çok yakışıyordu.

"Annemler bahçede köfte ekmek yiyecek," diye bir açıklama yapmaya girişti. "Onlara lavaboya gireceğimi söy-"

Cümlesi dudaklarımın baskısıyla yarıda kaldığında şok olur sanmıştım ama beni şaşırttı. Hatta olduğum yere mıhladı. Elini enseme sarmış, başımı ona doğru daha fazla eğmemi sağlamıştı ve baskısı benimkinden daha kuvvetliydi. Beni içine çekmek, göğsüne saklamak ister gibi öpüyordu.

Elim belinden sırtına kaydı. Sonra yine beline indi. Öpücükleri kafayı yememe sebep olduğu için iki elim birden bilinçsizce belinin kavisini okşamaya başladı. Avuçlarımın arasında resmen küçücük kalıyordu. Omuzlarıma asıldı. Ona daha önce bunu yapmamasını, bir sonrakinde kendimi kontrol edemeyebileceğimi söylemiştim ama o korkusuzca beni üzerine çekmeyi deniyordu.

Ben üzerine yaslanıp onu kapıya daha da yapıştırmamak için mesafemi koruma çabasındayken onun dudakları çeneme kaydı. Sonra dudaklarını yanağıma bastırdı. İçi içine sığmıyormuş gibi küçük öpücüklerini yüzüme rastgele yerleştirmeye başladı. "Çok iyiydin," dedi. Derin bir nefes alıp diğer yanağıma geçti. Çenemi tutan parmakları sayesinde başımı istediği yöne çevirmemi sağlıyordu. "Harikaydın. Mükemmeldin." Dudaklarımın kenarına aynı heyecanla başka bir öpücük bıraktığında ayakları yere basmayan tek kişinin ben olmadığımı anladım. "Öyle çok gurur duyuyorum ki seninle."

Bir elimi başının yanından kapıya yasladım. Tahta zeminin soğukluğuna odaklanmaya çalıştım ama diğer elim hâlâ belindeydi ve dokunduğu kumaştan fena halde rahatsızdı. Belini tamamen kavramak istiyordum. Teninin sıcaklığını hissetmeye çok ihtiyacım vardı.

"Feza," dediğimde sesimi ben bile tanıyamadım. Ne durumda olduğumun farkında değildi. Ellerini ensemde birleştirip parmak uçlarında yükseldi ve sıkı sıkı sarıldı bana. Formanın ıslak olması, henüz duş almamış olmam... Hiçbiri önemli değildi onun için.

"Bayılacaktım!" Sesine tütülü eteğini giymiş bir doğum günü kızına ait olabilecek türden bir neşe yerleşmişti. "Yemin ederim aklımı kaybettim seni izlerken. MVP mi oldun sen yine? Parlıyordun Doruk! İnanılmazdın."

O gece ağlamak için o kaldırıma çökmüş olan çocuk, bu gece böyle bir şey yaşayacağına dair rüya bile göremezdi. Hayatına Feza girmemiş Doruk, terk edilmiş bir çöplükten fazlası değildi. Onunlayken hayatım renkleniyordu. Onunlayken buzlar çözülüyordu. Gözüme imkansız gelen hayaller, onun yanındayken mümkün gibi görünüyordu.

"Teşekkür ederim." Dizlerimin üzerine çökmek, bacaklarına sarılıp yalnızca varlığına şükretmek istediğim dakikalardaydık. Kalbim atıyordu. Birisi onun durmasını istediğini bana söylediğinde keşke diye geçirmezdim ben artık içimden. Birisi beni öldüresiye dövmeye kalksa karşılık bile verirdim belki bu defa. Yüzümü eğip beklemezdim. Onun için iyi olmam gerektiğini bilirdim. Onun için yaşamak ister, onun için direnirdim.

"Neden sesin titredi?" Boynumdaki kollarını gevşetip çenesini kaldırarak gözlerimin içine baktı. Geçmişimi zihnimin gerilerinden tutup çıkarabilirmiş, onu kendi ışığıyla süsleyip yerine koyabilirmiş ve dünümü bile bana sevdirebilirmiş gibi baktı gözlerimin içine.

Bir cevap vermek istemedim. Bu anı başka hatıralarla bozmak, onu böyle mutlu olduğu bir geceden eve morali bozuk halde göndermek istemedim. Yanağına dokunduğumda başını avucuma doğru eğdi ve avucumun içini öptü hemen. Artık dünleri değil de yarınları görmek istedim. Yarınları düşlemeyi onunla öğrenmek.

"Sana aşığım," dedim kısık bir sesle. "Sana aşık olduğumu biliyordum ama hiç bu kadar çok hissetmemiştim. Bir iki aydır değil de doğduğumdan beri aşığım sanki sana."

Duymayı beklediklerini söylememiştim ona. Bu yüzden nasıl tepki vereceğini bilemedi. Başını eğdi, sonra yeniden kafasını kaldırıp bana baktı. "Ben de," diye bir itirafta bulundu. Onu cesaretlendirmiş olmalıydım. "Sana hayran olduğumu biliyordum ama bu gece bambaşkaydın. Sanki bu gece ben senin sadece maçını değil kendi dünyanla olan mücadeleni de izledim."

Anlıyordu. Konuşmama gerek bile yoktu. Hissediyordu, biliyordu. Beni benim anlattığım kadarıyla değil daha fazlasıyla tanıyordu.

"Üzgün müsün?" diye sordu nazik bir sesle. "Kızgın mısın ya da? Okan'la ilgili durum için. Şu an çok vaktimiz yok, uzun uzun konuşamayız ama eve gittiğim gibi arayabilirim seni veya yarın yüz yüze de konuşabiliriz. Lütfen değmeyecek şeyleri kafana takıp yıpranma Doruk. Kendine bu gece haksızlık etme, sadece kutla."

"Öyle yapacağım." Başımı salladıktan sonra yüzünü iki elimle kavradım. "İyiyim ben. Hiçbir sorun yok. Hiç yok."

"Emin misin?"

Biraz eğilip bir nefeslik boşluk bıraktım aramızda. O nefesi alan ben oldum, o nefesini tutmuştu çünkü. "İyiyim," diye fısıldadığımda bedeninden geçen ürpertiyi hissettim. Dudaklarına uzandım ama bu başlattığım onun öpücüklerine benzemiyordu. Yavaştı, derindi. Gitmek zorunda olduğunu biliyordum. Gitmeden onu bir kez daha öpmek zorunda olduğumu da öyle.

Kapalı kapıların ardında, benim evimdeki kanepede ya da herkesin gözlerinin önünde, sahada... İnkâr edilemez bir çekim vardı aramızda.

Bu his hiçbir şeye benzemiyordu. İhtiyaç gibiydi. Resmen Feza'ya muhtaçtım. Gülümsemesine, hayat enerjisine, gözlerindeki aydınlığa, anında kızaran yanaklarına, çenesinin altındaki çilek lekesine, boynundaki bene. Baştan sona her şeyine muhtaçtım.

Adım bir inilti olarak dudaklarından döküldüğünde kendime ancak gelebildim. Kafamda yapmamayı kodladığım ne varsa hepsini yapmıştım. Onu kapıya yapıştırmış, üstüne yaslanmış, mesafeyi sıfıra indirmiştim. "Doruk," dedi bir kere daha. "Ya birileri gelirse?"

Durmamı istediği falan yoktu. Korktuğu şey yakalanma ihtimalimizdi. Beni deli edecekti.

Alnımı alnına bastırdım ve gözlerimi kapattım. Derin soluklarım onun inip kalkan göğsüyle bir uyum yakaladı. Az önce yeniden kapıya bastırmaya başladığım elim yumruk haline geldi. Bu kadar yoğun bir hisle nasıl baş edeceğimi bilememek, çaresiz hissetmeme yol açıyordu.

"Gelmez kimse," dedim. "Ama sen geç kalma."

"Hemen gidemem, yüzüme bir su çarpmamız gerek." Aniden bir kahkaha attığımda o kaşlarını çattı. "Beni dağıtmamış gibi nasıl da gülüyorsun ya, hayret bir şey."

Tam ağzımı açacaktım ki bir anda "Hih," gibi bir ses çıkardı üstüne bakarak. Formasını iki eliyle birden çekiştirip çenesini göğsüne dek eğdi ve kumaşa dikti gözlerini. "Islandım," dedi. "Böyle nasıl gideceğim diğerlerinin yanına? Kurutmamız lazım beni."

"Montun yok mu?" diye bir çözüm yolu sundu beynimdeki panik butonu. "Geçirirsin üstüne."

"Bekir'de montum."

"Niye Bekir'de lan senin montun?"

Hayretle kurduğum cümle gözlerini kırpıştırıp bana bakmasına sebep oldu. Başka dilden bir şeyler söylemişim gibi birkaç saniyeliğine yüzüme dikti gözlerini. "Çünkü annemlerle o da köfte ekmek yiyecek?" dedi sorar gibi. "Ben lavaboya gideceğimi söyleyince montumu anneme uzatmıştım ama kibarlık yapıp ben taşırım dedi. Çantam da onda."

"Ben neden sizinle köfte ekmek yemiyorum?"

"Bir saniye temponu düşürmediğin bir maçtan çıktın ve yorgun olmalısın? Sen bu gecenin yıldızısın ve sahanın kenarındaki köfte ekmek arabasının önünde bir direk gibi dikilemezsin? Hangisini kabul etmek istersen."

"Çünkü davet edilmedim? Doğru cevap bu. Çağırdığınızda Fizan'a geleceğimi öğrenmiş olmalısın."

"Bekir'i mi kıskanıyorsun anlamıyorum Doruk."

Bekir benim kardeşimdi. Başkalarının aksine.

"Bekir'e yanına gittiğinde beni beklemesini söyle. Bize birlikte geçeriz, muhtemelen bende kalmak ister bu gece."

"İyi," dedi. "Söylerim. Başka bir emrin var mı?"

"Gitmezsen seni tekrar öpeceğim."

Bana atmaya niyetlendiği trip kursağında kalmıştı. Elini göğsüme bastırıp önünden çekilmem için beni hafifçe itti ama bu temas bile öyle kibarcaydı ki omzuma sinek konsa aynı etkiyi yaratırdı. "Aynaya bakmam gerek," dedi. "Ve sonra üstümü kurutmamız gerek. Sırılsıklam oldum senin yüzünden."

"Formamı şurada sıksam üç litre su çıkar. Yanına geldiğimde şortumdan bile su damlıyordu ama beni üzerine çektin, değil mi? Sen yaptın. Sen sarıldın. Biraz sorumluluk al lütfen. Seni bu hale sen getirdin, ben değil."

"Aman," dedi omuz silkerek. "Burnundan da kıl aldırma hiç. Tamam, benim suçum olsun. Bu bizim buna bir çare bulmamız gerektiği gerçeğini değiştirmiyor."

Bulduğumuz çare, Feza'yı el kurutma makinesinin altına tutmamız oldu.

Formasını bir çarşaf gibi gerdiğimiz için belinin yukarısına dek sıyrılmıştı. Ben de kurutucuya daha yakın olsun diye onun beline kolumu sarmış, ayaklarını yerden kesmiştim. Ayaklarını sallayarak sırtını göğsüme yasladığında ikimiz de karşıdaki aynaya bakıp sırıtıyorduk.

Sonra gülümsemem bir anda durdu. "Neden ellerini yıkarken üzerini ıslattığını falan söylemek yerine böyle bir şey yapıyoruz biz?"

Omzunun üzerinden dönüp bana baktığında iki eliyle germeye devam ettiği formayı öylece bıraktı ve kurutucunun sesi kesilmiş oldu. "Doğru."

"Formanın bir parçasını ıslak gördüklerinde annenlerin aklına son gelecek ihtimal su savaşından çıkmış sevgilinle kapı duvar arkasında gizlice öpüşmen olur bence."

"Doğru," dedi Feza yine.

Kucağımdaydı, ayakları yere değmiyordu, az önce kurutma makinesine neredeyse sarılıyorduk, can havliyle formasının önünü kurutmayı denerken sırtı göğsüme yaslanmıştı. Yani arkasının da ıslanmasına neden olmuştuk ve yaşadığımız durumun saçmalığını ancak o an fark edebiliyorduk.

Aynı anda aynadaki yansımamıza bakıp yine aynı anda deli gibi kahkaha atmaya başladık.


💕


Feza Falez:

Onu öptüğümde verdiği röportajda galibiyeti bize ithaf ettiğini bilmiyordum. Herhalde bilseydim ondan ayrılmam mümkün olmazdı.

Evimize dönen yol boyunca babam ve ben Twitter'de gezinip durmuştuk. Annem metrobüsün boş olan koltuğuna oturmuşken biz babamla hemen önünde ayakta dikiliyor ve birbirimize Doruk hakkında atılmış tweetleri gösteriyorduk. Sonra birden karşımıza röportajı düşmüştü. Benden, bizden bahsettiği röportajı.

Annem Feza ismini duyar duymaz kafasını telefonumun ekranına doğru uzatmış, sonra telefonu elimden kapmış ve ekranı gözüne sokarak Doruk'un verdiği röportajı izlemişti. Babamınsa yüzünde dünyanın en parlak gülümsemesi vardı. "Salak çocuk," dediğinde dudakları daha da iki yana kıvrıldı. "Kendini sevdirebilmek için tüm tuşlara basıyor."

"İnanamıyorum," demiştim. "Ünlü oldum, yine."

Hesabıma artık yalnızca Türkler değil yabancılar da dadanmıştı. Attığım son postun altına gelen "You are so beautiful, Dorukhan is very lucky," yorumunu gördüğümde ağlamaya başlayacağımı sandım. Birileri bizi yakıştırmaya başlamıştı. (Sen çok güzelsin, Dorukhan çok şanslı.)

"Ben bu çocuğu çok sevdim," dedi annem. "Yine gelsin mi bize Feyyaz? Şunun tatlılığına bak. Ulusal kanalda bize çok hoş bir jest yapmış. Eve gider gitmez sarma sarayım ben oğluma. MVP oğlum benim."

"Şovcunun teki," dedi babam ama hâlâ keyifle sırıtıyordu. "Şımartmaya gelmez bunu."

O istese de şımaramayan bir çocuk olarak büyümüştü. Benim sevgimi bile kendine çok görüyordu. Bu yüzden sarma sararken kesinlikle anneme yardım etmeliydim. Hatta sonra pasta börek ne varsa Doruk için yapmalıydık. Aslında Bekir'le ayrılırken Bekir'i kıskanmadım diyemezdim. Doruk'un evine geçecekti ve tüm gece maç hakkında konuşabileceklerdi. Ben de istiyordum. On dakikalık kaçamağımız bana yetmemişti. Keşke bizim de daha fazla vakit geçirebilme şansımız olsaydı.

Yüzümü kavrayıp beni öptüğü andan beri bulutların üzerinde gibiydim. Şimdi bu röportaj tuzu biberi olmuştu her şeyin. Eve nasıl bir neşeyle gittiğimi bir ben biliyordum. İçim içime sığmıyordu, sesim çok güzel değildi ama bağıra çağıra şarkılar söyleyesim geliyordu. Bir an önce yatağıma atlamak, #flyDorukfly etiketinin altına düşen tweetleri okumak, maç özetini izlemek, sonra bir kere daha röportajı izlemek ve onunla ilgili yapılmış olan editlerin hepsini beğenmek istiyordum.

İçimdeki neşe, bize kapıyı açan Ferda'ya babamın "Fırat nerede?" diye sorduğu ana kadardı.

Hocasının yanına gidecekti ama bu saate kadar dönmüş olacağını söylemişti bana. Geç kalmıştı. Şimdi istese de babama bir açıklama yapmaktan kaçamayacaktı.

Ferda babama bakıp "Bilmiyorum, arkadaşlarıyla herhalde," dedi. "Furkan uyudu, sessiz olun."

"Bu saatte mi?" diye soran annemin yüzüne telaş kazınmıştı. "Arayayım ben. Normalde kalmaz o bu saate."

"Benim neden dışarı çıkacağından haberim yok?" Sık sık bu yaşanmazdı ama babam şu an fazlaca sinirliydi. "Saat on biri geçiyor. Oğlumuz dışarı çıkmış, bizim ruhumuz duymuyor."

"Sakin olun," dedi Ferda bana bakıp sessiz yardım çığlıkları atarken. "Gelir şimdi. Salihlerle falandır zaten."

Annem onun telefonunu çaldırırken tanıdık melodiyi kısık da olsa hepimiz duyduk. Fırat, apartmanın içine girmişti ve merdivenleri çıkıyordu. Bizim geldiğimizi kapının girişindeki seslerden anlamış olmalıydı. Nefesimi tutup olacaklara kendimi hazırlamayı denedim.

"Neredesin sen?" dedi babam, Fırat siyah şortunun üzerine geçirdiği gri kapüşonlusuyla merdivenlerin orada belirdiğinde. Bu sert ses, Fırat'ı korkutmadı. Başını kaldırıp kapıya doğru baktığında gözlerindeki yorgunluğu gördüm. Elinde Doruk'un ona hediye ettiği açık mavi kramponları tutuyordu, ayaklarında eski beyaz spor ayakkabıları vardı. Normalde maçlara giderken yanına ekstra ayakkabı almazdı ama sanırım kramponlar eskimesin diye onları fazla giymek istememişti.

"Fırat," dedi annem panik dolu bir halde. "Bu saatte ne işin vardı annem dışarıda?"

Basamakları yavaş yavaş çıkan kardeşimin moralinin bozuk olduğu yüz kilometre öteden bile anlaşılabilirdi. Bunun farkına varır varmaz babamın sesi yumuşadı. "İyi misin sen?"

Kramponları ayakkabılığa bıraktı, ardından kendi ayakkabılarını çıkardı ve içeriye adımını attığında bana dönüp "Abla," dedi neredeyse titreyen bir sesle. "Olmayacak galiba."

Annemle babamın arkasından çıkıp ona yaklaştığımda kimse neyin ne olduğunu bilmiyordu ama bunu umursamadım. Ağlamaya başlarsa mahvolurdum. Olduğum yere çöker, ben daha çok ağlardım. Fırat'ın savunmasız çıkan sesinden sonra kendimi ona siper etmek istemiştim. "Ne oldu?" diye sordum. Telaşla dizlerine, bacaklarına doğru çevirdim gözlerimi. Nedense sakatlanma ihtimali geçmişti aklımdan. Dizlerinde yeni açıldığı belli olan yaralar vardı ama o kadar da önemli durmuyorlardı. "Fırat?"

Kafasını kaldırıp babama baktı önce. Üzerinde Efes forması vardı. Anneme döndü sonra. Babamın Efesli tişörtünü giyiyordu. Bana baktı. Doruk'un formasının içindeydim. Gülmeye başladı. Gözleri dolu doluyken bir sinir boşalması yaşıyormuş gibi yüksek desibelle güldü Fırat holün ortasında. "Maç nasıldı?"

"Fırat," dedi babam hayretle ona doğru bir adım atarak. Elini omzuna bastırdı ve "Ne oluyor?" diye sordu ciddi bir şekilde.

"Ben futbolcu olmak istiyorum," dedi Fırat dolu gözleri, boğuk ama kendinden emin çıkan sesiyle. "Futbolcu olmak istiyorum. Gerekirse okulu bile bırakacağım bunun için. Olan bu. Olan ne biliyor musun baba? Yeterli olmamam. Hiçbir şeye yetişemiyorum, hiçbir şeye yetemiyorum. Ben 16 yaşındayım ve ne yapacağımı hiç bilmiyorum."

Gözünden akan yaştan sonra onu sertçe sildi ve kendini koruma kalkanı olarak öfkesi geçti direksiyonunun başına. "Ama boş ver, nasıldı Dorukhan abinin maçı sen onu anlat. Biliyor musun, senin oğlun benim ama benim için önemli olan bir günde sen onun maçını izlemeye gittin. Ben bir veletken bile mahalle kulübünde futbol oynuyordum ama sen hep bu televizyonda basketbol izleyip duruyordun. Ona verdiğin desteğin yarısını bile mi gösteremezsin bana?"

"Saçma sapan konuşma," dedi babam omzundan tuttuğu oğlunu tek hamlede göğsüne bastırırken. Fırat'ın başı babamın göğsüne değdiğinde dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçtı. Neye uğradığını şaşırmış annemle Ferda'nın da gözleri dolmuştu. "Çıkalım mı erkek erkeğe dışarı? Derdin ne anlat sen bir bana. Canın sıkkındı zaten kaç gündür, çatmaya yer arıyordun. Ben üstüne gelmedim, senin gelmeni bekledim diye kötü bir baba mı oldum oğlum? Şu yaşına kadar siz ne yaptınız da ben arkanızda durmadım söyler misin bir bana?"

Fırat gardını düşürmüş bir halde babama yaslandığında içim paramparça olmuştu. "Bilmiyorum," dedi. "Çok bunaldım. Çok fazla. Özür dilerim."

Babam bakışlarına çöken hüzün dolu ifadeyle beraber anneme döndüğünde annem mesajı alıp onlara doğru bir adım attı. "Fırat," dedi yumuşak çıkarmayı denediği ama titrek sesiyle. "Hadi salona geçelim. Ne olduysa anlat bize, tamam mı?"

Fırat yutkunup başını sallayarak kendini toparlamayı denedi. Babamdan ayrıldığında gözlerini benimkilere çevirdi. "Gitme," dedi. Sonra Ferda'ya baktı. "Sen de kal."

"Deli misin?" diye sordu Ferda. "Ben seni bu halde bırakıp şuradan şuraya gider miyim Fırat?"

Gülümsedim. İhtiyacı olan destekse âlâsını göreceği bir ailenin içindeydi Fırat. Sözümü dinleyip bizimkileri durumdan daha erken haberdar etse içi çok daha rahat olurdu. Muhtemelen bu gece sakladığı sırrın yükü de binmişti omuzlarına.

Hep birlikte salona geçtiğimizde babam her zaman oturduğu köşenin aksine Fırat'ın hemen dibine oturdu. Annem tekli koltuğuna geçerken Ferda ve ben kendimizi halının üzerine bırakıp sırtımızı kalorifere dayamıştık. Fırat, Şevket hocasından bahsederek başladı konuşmasına. Mahalledeki kulüp kapatılana dek orayı çalıştırmış olan bu adam, kariyerine farklı farklı yerlerde devam edip Kasımpaşa altyapısını çalıştırmaya başlayacak kadar ilerlemişti bu işte. Fırat da bu süreçte futbol oynamayı hiç bırakmamıştı, yalnızca bunu profesyonel anlamda değil de keyif aldığı için yapıyordu.

"Benimle iletişime geçtiği ana dek bunu tam olarak ne kadar istediğimi bilmiyordum ama o telefon görüşmesini yaptığımda elim ayağım titredi baba. Sonra yanına gittim." Bunu yeni öğrenen babam, kaşlarını haliyle havaya kaldırdı. Fırat da söyleyememiş olmanın mahcubiyetini yaşıyordu. "Birden çok kez gittim. Takımdakilerle bile tanıştım. Kondisyonumu arttırmak için bir hocayla görüşmeye başladım. Sizden para isteyemeyeceğim için bir kere markette bile çalıştım..."

Her bir cümlesi, onu hafifletiyordu ama her duyduğu cümle babama daha da ağır geliyordu. "O yüzden mi ortalıktan kaybolup duruyordun?" diye sordu Ferda hayretle. Fırat, sabahları yataktan kalkmaya bile üşenen bir çocuktu. Bu yüzden günlük işler yapıp para kazanmayı denemesi hayret vericiydi.

"Evet," dedi ve sesini çıkarmamış olan anneme döndü tepkilerini görmek için. Annem bunu yeni öğrendiği için öyle üzgündü ki konuşamıyordu. "Yine de yetmedi," diye devam etti Fırat. "Ben de boşuna çabalıyor olabileceğimi düşünüp bırakmayı geçirdim aklımdan. Hayaller, hayatın gerçeklerine kadardır. Ama sonra Feyza bir şeyler anlayıp benimle konuşmaya geldi."

Babam, yüzüme hayal kırıklığı denebilecek bir ifadeyle baktığında başımı eğmek yerine çenemi dikleştirdim. Bu konudan söz etmesine bile gerek yoktu Fırat'ın. "Ablamdan biraz borç aldım," dediğinde omuzları çöktü.

"Borç falan almadın. Lafı bile olmaz. Saçmalama."

"Sen biliyor muydun yani?" diye sordu annem.

"Evet," dedim. Fırat daha fazla konuşmama izin vermeden "Kimseye söylememesini ben istedim," dedi.

"Kendin zor durumda kaldığın yetmedi bir de ablanı mı bulaştırmak istedin bu işe?" Babamın sorusu, Fırat'ın zoruna gidecekti ama o da zaten gitmesini istemişti. Babam kendisinden saklanan bu mevzuya bayağı içerlemişti.

"O sana gelip üniversiteye gitmek yerine kafede çalışmak istediğini söylediğinde ağzını bile açmamıştın. Ben de bu mevzuyu senden önce biliyordum, ne olmuş? Ablamla dertleştiğimiz için size hesap mı vermemiz gerekiyor anlamıyorum ben."

Doğru şeyleri yanlış bir üslupla ifade ediyordu. "Onu destekledim," dedim. "Onu destekliyorum. Sonuna kadar da arkasında duracağım. Birilerini yargılamaya çalışmak yerine sadece anlattıklarını dinleseniz olmaz mı?"

"Çok eksiğim," dedi Fırat, bana minnetle baktıktan hemen sonra. "Bu yolun sonunda ışık var mı bilmiyorum. Ne yapmak istediğimi biliyorum ama yapmaya cesaretim var mı bilmiyorum. Geleceğini göremediğim bir şeyin içine balıklama atlamak da istemiyorum. Aynı noktaya sıkıştım kaldım."

"Çünkü çok gençsin," dedi babam. "Bu yüzden kızıyorum ya zaten. Çok gençsiniz, birinin size yol göstermesine ihtiyacınız oluyor bazen ama o kişiden yardım istemek yerine kendi başınıza halletmeye çalışıp daha da batıyorsunuz."

"Kimsenin yol göstermesine ihtiyacım yok benim. Yol belli."

"Yol okulu bırakmak mı Fırat?" Babamın sesi yükselmişti. "Yol, okulu asıp markette çalışmak mı oğlum?"

"Baba..."

"Ne güzel yolmuş o öyle ya..."

"Onun arkasında durmuştun," dedi Fırat, yeniden suçlamaya geçerek. "Onu desteklemiştin."

"Ablan liseyi bitirmişti! Sen dokuza gidiyorsun daha."

"Okulu bırakmak konusunda o kadar da emin değilim zaten..." Cansu yüzündendi. Yüzünü yere eğip başını iki yana salladığında "Ne yaptığımı bilmiyorum," dedi.

"Senin yaşındaki her genç gibi mi yani?" diye sordu annem. "İleriye baktığında hiçbir şey göremiyor olmak bir tek sana mı özgü sanıyorsun? İnsanlar hayatının kararlarını senin yaşlarında almaya çalışıyorlar. Herkes yarına bakıp güzel bir şeyler görmek istiyor. Göremiyor olmak sorun değil ki anneciğim. Her şeyi biliyor olsan, merak etmenin anlamı kalmaz ki. Hevesin kaçar bir kere en başta."

Fırat, başını kaldırıp bir kere daha ona baktığında "Annem," dedi annem. "Bazen böyle çaresiz hissedersin kendini. Sıkışmış gibi, çıkış yolu yokmuş gibi, hayatın sanki yarın sona erecekmiş gibi. Sorun değil. Aklına hayaline sığmayacak yarınlar yaşadığında arkana dönüp gülerek hatırlayacağın bir dönemden geçiyorsun sen sadece."

"Galiba ben yerimi bilmiyorum," dedi Fırat. Bu itiraf, dudaklarının arasından zorlukla çıkabilmişti. "Galiba ben, bu hayattaki yerimi bilmiyorum anne."

"Zorunda değilsin," dedi babam, kolunu onun omzuna doladığında. "Bugün değilsin, Fırat. Kimseye bir şeyler kanıtlamak zorunda değilsin, bize karşı da hiçbir borcun yok senin. Bir hayal kurduysan ve sonra hayalinin peşinden gitmek için çabalayıp durmayı göze aldıysan kim sana ne diyebilir, nasıl vazgeçirebilir seni bundan?"

"Ya olmazsa?"

"Dünyanın sonu olmayacak," dedi babam. "Kalkıp yeniden denersin. Olmadı mı? Yine denersin. Yoruldun mu, vaz mı geçeceksin? O zaman vazgeçersin babacığım. Yol bir tane değil. Sana şu an öyle geliyor olabilir ama inan bana, yol bir tane değil. Önünde uzun bir ömür, bu ömrün içinde şimdi senin aklının ucundan bile geçmeyecek bir sürü seçenek var. İnsan, bebekken de düştüğünde kalkamayacağını sanır ama bugün hepiniz yürümeyi biliyorsunuz, öyle değil mi?"

"Onlardan belki bin adım gerideyim." Diğer futbolcuları kastediyordu. Muhtemel takım arkadaşlarını ya da rakiplerini. Belki de herkesi. "10-0 yenik başladım bu yarışa ben. Bazen de insan yenilgiyi hakkıyla kabul etmeli. Aksi boşa çaba harcamak demek çünkü."

"Hiçbir çaba boşuna olamaz," dediğimde bunu bütün kalbimle inanarak söyledim. "Bazen böyledir, diğerlerinin kolaylıkla ulaştığı şeylere ulaşabilmek için senin bir dağı aşman gerekir. Hayat adil bir yer değil ama çabalayanların kazanacağına inananlardanım ben. Çünkü sen o yolda kendini paraladığın için galibiyetinin tadını bir başka yaşayacaksın. Ona iki elle sarılacak, istediğin bir şey uğruna savaşmanın da onu kazanmak kadar iyi hissettirdiğini öğreneceksin. Başkalarında bu özellik olmayacak. Bir şeye tırnaklarınla kazıyarak ulaşmanın verdiği gururu, ona sahip olarak doğanlar bilemezler ablacığım."

"Kendine duyduğun inancı kaybetmen, asıl 10-0 geriden başlamana sebep olan şeydir," diye ekledi babam. "Başkalarıyla kendini kıyaslayıp kendinde eksik gördüğün şeyleri kapatırsın Fırat, bu önemli değil ama dersen ki yok, ben yapamayacağım. Bu eksikliği hiçbir şey kapatamaz işte. Kendini kendine küstürme oğlum."

Bu konuşma Fırat'a yapılıyordu ama içimde bir yerlerde bir şeylerin yandığını hissettim. Başkalarıyla kendimi kıyasladığım anları düşündüm. Kendime duyduğum inancı ve saygıyı yitirdiğim zamanlarımı. Çok sık oluyordu. Etrafıma bakıyor, yetersiz hissediyordum. İnsanlara her zaman başarmalarına yönelik motivasyon veriyor, her gün daha ileri gitmeleri için onları teşvik ediyordum ama ben, olduğum noktadan bir adım öteye bile gidemiyor, yerimde sayıp duruyordum.

Doruk, başarılı bir basketbolcuydu. Önü çok açıktı, yürekten inanıyordum. Bir gün tüm dünyanın onu tanıyacağını ben şimdiden hissedebiliyordum. Fırat, kafasına koyduğu şey için çabalamaya dair müthiş bir istek duyuyordu. Bugün üzgündü belki, biraz da kızgındı ama yarın olduğunda hayallerinin peşinden koşacaktı. Onu tanıyordum. Tuttuğunu koparacaktı.

Kendime baktım. Okumak istememiştim, bulunduğum yerle yetinmeyi biliyordum ve bununla sonsuza kadar mutlu olabileceğime inanıyordum. Peki gerçekten de böyle miydi? Gerçekten daha fazlasını istemiyor muydum yoksa konfor alanımdan çıkmaktan zorlandığım için mi bir adım atmayı denemiyordum?

Etrafındakilere cesaret aşılayan Feyza Feza Falez, aslında korkağın tekiydi. Yalnızca bunu iyi saklıyordum.

Kendime hayalleri bile çok gördüğümle yüzleşmem, hiç beklemediğim bir anda gerçekleşmişti. Anda kalmalıydım, Fırat'a odaklanmalıydım ama kalbimde derin bir sızı vardı. Arka tarafta kalan, benim o tarafa gömdüğüm, gözüm görmesin aklım bilmesin diye görmezden geldiğim bir yaraya aitti o sızı.

Açıp açıp pastacılık programlarına bakan kız, bir tanesine bile başvurmayı denememişti bugüne dek. Ben dünyanın dört bir yanındaki şeflerin isimlerini bilir, hesaplarını senelerdir takip ederdim ama tariflerini ara sıra kendi kendime denemek dışında, Visal'de satışa sunmayı bile teklif etmemiştim.

Herkes bir şeyler başarıyordu. Ben de herkesi destekliyordum ama konu kendim olunca her seferinde sınıfta kalıyordum.

Doruk'un üst düzey yeteneğinin, Fırat'ın bu yaştaki cesaretinin, Eren'in her durumdaki soğukkanlılığının, Naz'ın girişimci ruhunun, Ferdi'nin çalışma azminin yarısı bende olsaydı... Hatta çeyreği. Çeyreği bile bende olsaydı bugün farklı bir noktaya doğru sürükleyebilir miydim hayatımı?

Sevdiğim insanların yanında ben ne kadar da sıradandım.

Ferda dizime diziyle dokunduğunda başımı ona doğru çevirdim. Gözleriyle Fırat'ı işaret etti. Nedenini ise başımı ona çevirince anladım. Fırat, gözlerini üzerime dikmiş bana bakıyordu. Sanırım sözcüklerimdeki bir şeyler içindeki hırsı alevlendirmeyi başarmıştı. Gözlerinde minnet vardı.

"Senin için Doruk'la konuşabilirim," dedim düşüncelerimin ağırlığının altında ezilirken nefes almayı deneyerek. "Antrenörler, spor salonları, programlar, altyapılar... Hepsi hakkında fikri vardır onun. Danışmamı ister misin?"

Gururuna yediremiyordu ama yardım kabul etmesi gerektiğini biliyordu. "Çok iyi olur," dedi babam. "Hatta bence onunla bir araya da gelmelisin. Sana gerçekten yardımcı olabileceğine inanıyorum. Sporcu, sporcunun halinden anlar. Ona fikrini sormayı bir düşünmelisin."

"Peki," dedi Fırat. "Okul işi ne olacak?"

"Kasımpaşa altyapısı kesin mi?"

"Henüz değil ama kendimi kanıtlarsam o imzayı atacağım, yakındır."

"Dokuzuncu sınıfı geçeceksin," dedi babam, net bir sesle. "Hiçbir dersten kalmadan. Hazirana kadar beni iyi bir öğrenci olduğuna ikna edeceksin. O süreçte bu olaylar da netleşir. Baktık ki bir şeyler olacak gibi, o zaman oturup yeniden konuşuruz ama kesinlikle şu an okulu falan bırakmayacaksın."

"Diyelim ki oldu," dedi Fırat. "Diyelim ki iyi notlarla geçtim ben bu seneyi, altyapı da oldu. Sonra ne olacak? Baba, top oynarken kafamı derslere vermem çok zor çünkü bunu istemiyorum. Gerçekten istemiyorum. Sahada olmadığım her anım işkence gibi geliyor."

"O lise diploması alınacak." Fırat, başka bir seçeneğinin olmadığını şimdiye dek anlamamışsa bile şu an net olarak anlıyordu. "Devamsızlığını sorun etmemeleri için okulla konuşurum ama sıkıntı çıkarırlarsa başka bir yolunu buluruz. Özel bir okula geçiş yapabilirsin, eğer okuyacağına beni ikna edersen açığa geçmene de izin veririm ama öyle ya da böyle, o diplomayı üç sene sonra elinde göreceğim."

"Bak," dedi annem, babamın bu tavrını biraz olsun yumuşatmak isteyerek. "Baban ablanın okuması yerine çalışmasına bir şey demediği için içten içe benim neyim eksik diye düşünüyorsun, ben bunu anlayabiliyorum ama sen de şunu anla: Feyza'nın diploması elinin altına duruyor. Yarın öbür gün fikirleri değişirse istediği zaman üniversite sınavına girebilir, istediği şeyi yine okuyabilir, ayrıca lise mezuniyeti herhangi bir işe girmesi için de yeterli olur. Futbol, harika bir hayal annem. Ben senin yüreğinin götürdüğü yere gitmeni çok isterim ama o yolda karşına elinde olmayan sebeplerle bir engel çıkarsa, gençliğinin baharında kaybolup gitmeni istemiyorum. Cebinde bir pusula taşı istiyorum, anlıyor musun? O yüzden söz ver Fırat. Ne yaparsan yap, eğitimini aksatmayacaksın."

"Söz." Başka bir şey diyemezdi, demesi mümkün değildi. Gözleri hâlâ dolu olsa da omuzlarındaki yük aldığı desteklerle hafiflemiş durumdaydı

Ferda önce kıkırdadı, sonra konuşmaya başladı. "Şey, ben de bu ailenin üniversite okuyacak ilk üyesi olma fikrine oldukça şaşırıyorum ama eğer bunu yaparsam o zaman bizimkilerin üniversite birikimlerini bana yatırıp altıma bir araba çekiyor muyuz?" Annem ona ters bir bakış attığında yüzünü bana doğru çevirdi. "Ay, espri yapmam için daha çok mu erken abliş?"

Fırat'ın kahkahası tüm salona bir ışık yaydı sanki. "Geri zekâlı," dedi kız kardeşime. "Ben topçu olursam altına araba çekmek için annemin altınlarını bozdurmamıza gerek kalır mı sence?"

"Siz benim kenarda altınlarım olduğunu falan mı sanıyorsunuz?" diye sordu annem şaşkınlıkla. "Ah evlatlarım vah evlatlarım."

"Kardeşine bir daha geri zekâlı de de nasıl kesiyorum o topunu seyret," dedi babam. "Şimdi kalk ayağa sıpa, yarın okul var."

"Evet," dedi Fırat. "Çok özledim ben okulu."

"Matematik ödevini bitirdin mi?"

"Hass..." Ferda'nın sorusunun ardından babama bakıp küfrü ağzına geri tepti ve toparlamayı denedi. "Hasta olduğumu bilen öğretmenim, bana karşı biraz anlayış göstermez mi dersin?"

"Kalk hadi kalk," dedi Ferda ayaklanarak. "Benden geçirirsin. Bir iki soruyu boş bırak ama, hocalar senin o kadar zeki olmadığının farkındalar."

"Ben gayet zekiyim." Çok da mütevazıydı, erkek. "Sadece çalışkan değilim. Kafam futbola basıyor benim."

"O matematik ödevini yetiştiremezsen baban da basacak kafana senin," dedi babam, bacağıyla onun kalçasına doğru vurarak. "Koş odana, eşek seni."

Ferda ve Fırat gülerek babamdan kaçtıklarında Ferda, korumacı bir tavır takınarak daha fazla darbe almasın diye Fırat'ı önüne çekmişti. İkisi koşarak odalarına girdiler. Geride annem kaldı, babam kaldı, bir de kaloriferin önüne bağdaş kurmuş ben kaldım. Babam doğrudan bana baktı. Ona söylemediğim için bir çift laf işiteceğimi sandım ve buna hazırladım kendimi. Eğer annem müdahale etmeseydi, öngördüğüm senaryo gerçekleşecekti ama o bana elini uzatmakta gecikmedi. "Sen de odana," dedi ciddi bir sesle. "Kocamla Türk kahvesi saatimiz geldi."

"Önce formalarınızı değiştirin isterseniz," dedim. "Fırat daha da kudurmasın kıskançlıktan."

"Salak çocuk," dedi babam. "Televizyondan tanıdığım oyuncuların isimlerini göğsümü gere gere sırtıma asıp gezen ben, üzerine soyadımızı yazdıracağı formayı üzerimden çıkartır mıyım sanıyor? Gözyaşına dünyayı yakacağımı bilmiyormuş gibi geldi ağladı bir de yanımda. Adam mı dövüyorum ben Canan? Nasıl söylemez bana bunca zaman?"

"Erkek," dedi annem. "Halleder sanmış. Atmış içine. Ne yapsın? Kıyamam."

Halleder sanmış, atmış içine.

Bugün onun için kurulan her cümle dönüp sanki beni buluyordu. Ayağa kalkıp iyi geceler diledim, sessizce sıyırdım kendimi ortamdan. Odama doğru ilerlediğimde hızlıca üzerimdekilerden kurtularak pijamamı giydim.

Yorganımı açıp yatağıma oturduğumda baş ucumdaki komodine bıraktığım telefonumla bakışıyorduk. Sesini duymak istedim. Saat biraz geç olmuştu ama o beni daha önce ikide sarhoşken aramıştı. Bu da bana benim de onu geç de olsa aramaya hakkım olduğunu düşündürttü. Kendimi bu fikre ikna etmem çok sürmedi. Doğrudan numarasını tuşladığımda acaba açacak mı diye düşünüyor, kollarının arasında olmanın bana iyi hissettireceğinin hayalini kuruyordum.

Onu aramak için çok sağlam bahanelerim de vardı hem. Telefonu açarsa susup kalmaz, konuşur dururdum. Açmasını çok istiyordum.

Birkaç dıt sesinin ardından o ses kesildiğinde "Doruk?" dedim hemen.

"Efendim sevgilim?" diyerek açtı telefonu. Kaç kez duyarsam duyayım bana böyle hitap etmesine alışamayacaktım sanırım. Gülümsedim.

"Uyumamıştın değil mi?"

"Yok, Bekir'le takılıyoruz."

"Nasıl takılıyorsunuz? Evde değil misin?"

Gülmeye başladı. "Evdeyim. Cips kola takılıyoruz. Sporcu neşesi."

"Haa..." Alnımı kaşıdım. "Ben bir şey danışacaktım sana ama müsait değilsen sonra da konuşabiliriz."

"Senin için her zaman müsaitim." Bekir onu dürtmüş ya da ona laf söylemiş olmalıydı çünkü güldü Doruk. "Şovcu olduğumu söylüyor," diye bana da açıkladı sonra. "Ne yapabilirim, kalbim sana susmuyorsa bu benim suçum mu?"

Onu ne sormak için aramıştım? Bir an gerçekten de kal geldi bana. "Yaa..." dedim gülümseyerek. "Böyle şeyler söylemesene. Utanınca aklım karışıyor benim."

"Kızardı mı yanakların?" diye takıldı milyonuncu kez. "Görmeyi çok isterdim."

"Sarhoş falan mısın sen? Sarhoşken de bu şekilde konuşuyordun."

"Yemin ederim kola içiyorum," dedi sanki ona kızmışım gibi. "Aşk sarhoşuysam orasını bilemem tabi..."

"Başarıdandır belki," dedim gülmeye devam ederek. "Okan'ı sahaya gömmüş olmandandır."

"Ben neyden olduğunu biliyorum da Bekir'in yanında söylemeyeyim şimdi." Keyifle sırıttı ve onu görmesem bile sırıtışı gözlerimin önüne resmen çizildi. Beni utandıran gülümsemesi ezberimdeydi, diğer tüm mimikleri gibi. "Ee, kurudu mu forman?"

"Kurudu. Bu arada röportajında bizden bahsetmişsin. İnanamıyorum sana."

"Evet," dedi bu o kadar da önemli bir mesele değilmiş gibi. "Özellikle kız arkadaşım Feza dedim ki hiçbir yanlış anlaşılma kalmasın. Daha da anlamayacaklarsa alnıma ismini dövme yaptırayım diyorum, nasıl fikir?"

Tam gülecektim ama sonra aklıma gelen fotoğrafla birlikte somurttum. "Kızlar maçını izlemeye gelmişler."

"Hangi kızlar?" Ağzına bir cips atmış olmalıydı, çatırtısını duydum. "Ben tek bir kız görebiliyordum."

"Alara ve Beril'den bahsettiğimi anladığını düşünüyorum."

"Tanımıyorum," dedi. "Bildiğim tek bir kız var. İsmi Feza."

"Sen gerçekten şovcusun," dedim hayretle. "Bekiiir!" diye seslendim beni duyması için biraz bağırarak. "Gerçekten şov yapıyor, normalde böyle değil bu çocuk."

"Biliyorum Fezacığım," dedi Bekir de benim gibi bağırarak. "İşi gücü gösteri. Bütün gece yaptıkları yetmemiş, birazını da sana saklamış."

"Senin o Fezacığım diyen dilini buzluğa sıkıştırırım, az öteye git şuradan."

"Kudurma be kıskanç köpek. Yengeme asılacak kadar alçalmadım. Neyim ben, Behlül Haznedar mı?"

"Bir Lukas bir sen... Uğraşamam bak sizinle. Hadi git evimden, keselim muhabbeti."

"Ne Lukas'ı?" dedim. "O da mı sizinle?"

"Hayır, seni cute buluyormuş. Öyle demişti."

"Ne?" dedim gözlerimi sonuna kadar açarak. "Beni mi?"

"Feza," dedi Doruk, bir anda soğuyan sesiyle. "Buna böyle tepki veremeyiz güzelim. Senin dünya tatlısı birisi olduğun konusunda hepimiz hemfikiriz ama bunu başkaları dile getirdiği zaman şakağımda bir damar atmaya başlıyor benim. Atmasın, tamam mı? Bu gece güzel bir gece."

"Git Lukas'a kız o zaman, bana ne çatıyorsun?"

"Bu kızın soyadı haklı mı amına koyayım?" diye sordu Bekir. Telefona ne kadar yakınsa sesi doğrudan bana ulaşıyordu.

"Hayır, Falez," dedi Doruk ciddiyetle. "Dünyanın en soylu, en asil ailesinden geliyor. Az öteye git şimdi. Sevgilimle konuşuyorum burada."

"İyi," dedi Bekir. "Ben bir işeyip geleyim o zaman."

"Lan siktir git!" dedi Doruk. "Niye bana durum bildiriyorsun, git ne yapıyorsan yap."

Aralarındaki erkek muhabbetine tanık olmak ilginçtir ki beni rahatsız etmedi çünkü samimiyetleri telefonun bu ucundan bile hissediliyordu. Okan'dan kazık yediği bir günün gecesinde onu yalnız bırakmayan bir arkadaşa sahip olması içimi rahatlatıyordu. Bekir'i seviyordum.

"Heh sevgilim," dedi Doruk. "Döndüm sana. Kusura bakma. Bana ne danışacaktın?"

Ona tüm olayı anlatmadım çünkü bunu yüz yüze konuşmamızın daha iyi olacağını düşünüyordum. Yalnızca Fırat'ın okuldan arda kalan zamanlarında hem fiziğini geliştirmek hem de kondisyonunu arttırmak için bir hocayla görüşmek istemesinden bahsettim ve bir tavsiyesi var mı diye sordum. Bir de ücret hakkında fikir sahibi olmak istedim ama ağzından tek bir rakam dahi alamadım.

"Numarasını atarsan doğrudan onunla konuşayım," dedi. Tek tek aile üyelerimin numaralarını topluyordu benden.

"Doruk, sorumu geçiştirme. Ne kadar gerekir böyle bir şey için? Aylık olarak mı ücret ödeniyor yoksa antrenman başına falan mı? Ben hiç bilmiyorum gerçekten."

"Hocam işinde çok iyidir," dedi. "Onunla konuşurum. Belki birkaç deneme yapmak ister Fırat bizimle. Sonrasına bakarız. Ona da uyarsa gerisini düşünme."

"Seni bunun için aramadım. Bana kendimi kötü hissettiriyorsun. Bir fiyat söyle."

"Ben de beni bunun için aradığını iddia etmedim zaten," dedi geri adım atmadan. "Ama bırak biz bunu kendi aramızda halledelim. Belki benden nefret etmeye çalışmaktan vazgeçer hem. Fena mı olur?"

"Doruk..."

"Fırat'ın numarası, bebeğim," dedi net bir şekilde. "Senlik bir şey yok. Gerisi bizim aramızda."

"Ama-"

"Yarın Visal'de hangi tatlı var? Elmalı kurabiye pişireceksen bana da ayırmaya ne dersin?"

"Lafı ağzıma tıkıyorsun."

"Bu hafta Kaunas'a uçacağız. Gitmeden önce seni ne kadar görebilirsem o kadar kâr."

"Ne?"

"Litvanya," dedi. "Zalgiris maçı için."

Kendimi küçük, küçücük hissediyordum. İçimde büyüyen bir rahatsızlık hissi vardı. Bastırmayı denedim. Düşüncelerimi susturmayı denedim. "Daha önce hiç Litvanya'ya gitmiş miydin?"

"Evet, milli takımla. Güzel ülkedir, biraz gezmiştik. Yine gezme imkânı bulursam sana fotoğraf atarım. Magnet de alacağım, aklımda."

Neden gözlerimin dolduğunu bilmiyordum. Kendime çok sinirlenmeme neden oldu bu durum. Sevgilimin yaşadığı hayatı kıskanmak, iğrenç bir duyguydu. Ben böyle bir kız değildim. Başkalarının sahip olduğu imkânlara hep imrenirdim ama Doruk, başkaları değildi. Ona karşı böyle duygular beslememem gerekiyordu. "Yaa..." dedim sesimi normal tonda tutmaya çalışarak. "Çok sevinirim. İyi yolculuklar şimdiden. Hangi gün gideceksiniz?"

"Çarşambaydı galiba," dedi. "Hatırlayamadım şu an. Cuma gecesi maç. Türkiye saatiyle 21.30'da. İzlemek istersen."

Litvanya'ya uçacaktı ve gününü hatırlayamıyordu bile. Onun için normaldi çünkü. Rutin bir olaydı. Bense ömrümde hiç uçağa binmemiştim.

"Feza?" dediğinde konuşmayı unuttuğumun farkında değildim. "İzlemesen de olur. Çalışacaksan falan. Yani, öylesine dedim. Canın isterse diye."

"İzlerim," dedim. "Çok güzel. Zalgiris'in sahası çok büyük demişti babam, taraftarı da öyleymiş sanırım."

"Atmosfer için çok heyecanlıyım," dediğinde heyecanı sesinden de anlaşılıyordu.

"Orada da MVP ol bakalım, Kaunas topçu görsün."

"Bu gazla Litvanya'yı da fethedebilirim gibi. Bir de gitmeden öpsen Letonya, Belarus hepsi bizim. Sonra belki Rusya."

"Anlamadım."

"Gitmişken oraları da fethederim anlamında." Bir saniye duraksadı. "Litvanya'ya komşu olan ülkeleri sayıyordum."

"Rusya ve Litvanya komşu muymuş?"

"Kaliningrad Oblastı kısmıyla," dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "1945'te Sovyetler Birliğine bırakılan toprak. Öncesinde Almanya'ya bağlıydı."

"Anlıyorum..." Kendimi çok cahil hissediyordum. "Hangi antlaşmayla bırakıldığını da biliyor musun? Belki KPSS'de falan sorarlar."

"Potsdam Konferansı olması lazım yavrum," dedi. "Memur mu olacaksın? KPSS nereden çıktı?"

"Bilmiyorum, aklıma o sınav geldi ilk." Derin bir nefes aldım. "Neyse, ben çok tutmayayım seni. İyi geceler o zaman."

"Feza?"

"Efendim."

"Bir sorun var."

"Ne sorunu var?"

"Bilmiyorum," dedi. "İç geçirdin. İyiye işaret değil gibiydi. Sorun ne? Bir şeyi dert etmişsin gibi hissettim."

"Hayır," dedim. "Çok yoruldum. İzin verirsen sana yapılan editleri biraz daha izleyip uyuyacağım sonra da."

"Bana neye takıldığını söylemezsen ben uyuyamayacağım ama."

"Bir şeye takılmadım," dedim hızlıca. O bu gece MVP olmuştu. İçimde biriktirip sakladığım dertleri ortaya dökmek için uygun bir zaman değildi. "Teşekkür ederim her şey için. Ben sana Fırat'ın numarasını atacağım. Bir ara hep beraber bir kahve içmeye ne dersin?"

"Uyarım her türlü, her istediğine," dedi. "Kapatıyorum o zaman? Bekir tuvaletin deliğine mi düştü bir kontrol etmem gerek. Öpüyorum seni."

"Ben de öptüm." Gülümsedim, bana ilk kez böyle mesaj attığı zaman gelmişti aklıma. "İyi geceler o zaman."

"İyi geceler. Rüyanda beni gör."

Uyuyana kadar sırıttım. Muhtemelen o da öyle yapacaktı.


☁️


Bugün salıydı ve ben aşırı yorulmuştum.

Sabahtan beri Visal öyle yoğundu ki hiç oturmadım desem yeriydi. Naz, öğlen dersine gidene dek bana yardım edebilmişti. Eren bugün ortalarda görünmüyordu. Aslında gelmesini beklemiştim çünkü bu aralar beni tek bırakmaktan o da çok hoşlanmıyor, ne kadar yorulduğumu biliyordu ama gün boyu yanıma uğramamıştı.

Saat 22'ye doğru sürüklenirken açık olan tabelayı kapalıya çevirdim ve temizlik malzemelerini çıkarmak için mutfağın olduğu tarafa doğru yürümeden önce televizyonu kapatıp fişini çektiğimden emin oldum. Aklıma doluşan anılar beni gülümsetti. Bu televizyon fişinin yeri bende ayrı bir özeldi.

Yamuk olan sandalyeleri düzelttikten sonra tezgâhın üzerini de toparladım ve kasayı kontrol ettim. Ardından bir bez alıp televizyona yakın olan masadan silme işine başladım. Galiba bugün 22.15 otobüsünü yine kaçıracaktım.

Ağrıyan kollarıma aldırış etmemeye çalışarak masanın üzerindeki kahve lekesini çıkarmayı denediğim sırada kapı süslerinin sesini duydum. Kapalı olduğumuzu söylemek için omzumun üzerinden geriye doğru bakınca ise gelenin Taner olduğunu gördüm.

Baygın baygın bakıyor, ayakta zor duruyordu.

Yine sarhoştu fakat bu kez kapının önüne yığılıp kalmamış, içeri girmişti.

Tüylerimin ürperdiğini hissettiğimde "Taner," dedim gergin bir sesle. "İyi misin?"

Başını kaldırıp bana baktı fakat ne söylediğimi dinlemiş gibi durmuyordu. Gözlerinde öfkeye benzer bir ifadeyle bir süre kapının önünde durup beni süzmeye devam etti. Kafenin damalı zemininde yürümeye başladığında adımları sarsaktı ama gözleri hâlâ bana saplıydı. "İyi miyim?" diye sordu. "Sence iyi miyim?"

Elini yasladığı sandalyeyi çekip yere devirdiğinde çıkan ses irkilmeme neden oldu. Kalçamı az önce sildiğim masaya yasladım ve ellerimi arkamda birleştirdim. Hızlı hızlı nefes alıp vermeye başlamıştım, bunu fark etmemesini umuyordum. "Sorun ne?" Sesim titredi. Boğazımı temizledim ve tekrar "Ne oldu?" diye sordum.

"Ne mi oldu?" Gülmeye başladı. Gömleğinin düğmeleri üçüncüye dek açıktı ve yakası sol omzuna doğru kaymıştı. Bir adım daha attığında bir de kahkaha attı. "Sen bana ne olduğuyla ilgilenir miydin?"

"Taner..."

"Şu lavuğun evine geçmiyor musun bu gece?"

"Ne?"

Bana daha fazla yaklaştığında masanın önünden ayrılıp tezgâh tarafına doğru gitmek istedim ama kolumdan tuttuğu gibi sırtımı duvara yasladı. Kolumu savurup onun dokunuşundan kurtulmayı denesem de canımı yakarak beni durdurdu ve kaçmama izin vermedi. "Senin," dedi yüzünü yüzüme yaklaştırarak. "İlkin ben olacaktım. Ben olmalıydım Feyza. Benim olacaktın. O hayatına girip her şeyi mahvetmeseydi tamamen bana ait olacaktın."

Olduğum yerde buz kestim

Kalbim korkuyla çarparken bacaklarım titremeye başladı. Göz ucuyla kapıya baktım. Oraya nasıl ulaşabileceğimi düşünmeye çalışıyordum fakat duyduklarım kulaklarımı uğuldatıyor, içimdeki panik gözlerimi karartıyordu. Yaşadığım şok yüzünden donup kalırken kolumu daha fazla sıktı ve sırtımı bir kere daha duvara çarptı. "Ne o, bu gece siktirmiyor musun kendini? Yoksa o buraya gelecekti de eğlencenizi mi böldüm?"

"İğrenç birisin." Tir tir titrememe sebep oluyordu. Onu itmeyi denedim. "Çek ellerini üzerimden! Defol git buradan, defol!" Avaz avaz bağırdım ve birilerinin duyması umuduna sarıldım. Onu daha da sinirlendirmemek için yardım çığlığı atmak yerine yalnızca bağırıyordum. Kendimi bu durumdan kurtarabilirim sandım. Bir erkeğin gücüne karşı koyabilirim sandım ama o erkek, benimle ilgili mide bulandırıcı düşüncelere sahip birisi olup bana biraz bile merhamet etmediği için ne elinin baskısından ne de canımın daha fazla acımasından kurtulamadım.

"Beni dinleyeceksin!" diye bağırdı yüzüme. Debelendim ve o bir adım dahi hareket etmeme izin vermedikçe daha fazla panikledim. "Büyü diye bekledim, büyüdün işte amına koyayım! Başkasına gitmene izin vereceğimi mi sandın? O herifin senden faydalandığını görmüyor musun? Aptal mısın? Onun seni sevebileceğini falan mı sanıyorsun?"

Bacağımı kaldırıp kasığına vurmayı deneyecektim fakat bunu sezip benden önce davranarak üzerime yaslandı. Nefesinin iğrenç kokusu yüzüme çarptığında "Dinle," dedi. Yanağıma koymaya çalıştığı elinden başımı eğerek kaçtığımda ise o elini boğazıma sarmayı seçti. "Dinleyeceksin."

Boğazımı daha da sıkmadan avazım çıktığı kadar çığlık atarak yardım istedim. Birileri duysun diye ne kadar dua varsa hepsini içimden ediyor, bunun bir kâbus olmasını dilerken korkudan bayılmamaya çalışıyordum. Avucunu ağzımın üzerine bastırıp sesimi kesti. Gözyaşlarım yanaklarıma akmaya başladığında başımı iki yana sallıyor, kendine gelmesi için ona yalvarır gözlerle bakıyordum fakat hiçbir karşılık alamıyordum.

"Bırak beni," demeye çalıştım. "Çek şu ellerini. Çok sarhoşsun, uzak dur benden."

"Neyim eksikti lan?" diye bağırdı suratıma. "Neyim eksikti de iki gündür tanıdığın adamın kollarına attın kendini? Senin benim olman gerekiyordu, kafayı yiyeceğim artık anlıyor musun? Anlıyor musun beni?"

Fırsat bulup bir kez daha bağırdığımda boğazımı daha sıkı kavradı fakat bu kez kapı süsleri ses çıkarttı. Nefes alamadığım için gözlerimin önünde ışıklar yanıp sönerken bedenim alarm vermeye başlamıştı. Boğazımdaki elini gevşetmeden dönüp kapı tarafına doğru baktığında aynı taraftan kalın bir ses yükseldi.

"Seni öldüreceğim," dedi Doruk. Ne ara içeri girdiğini bile anlayamamıştım ama bir saniye sonra boğazımdaki baskı yok oldu. Taner'in gömleğinin arka kısmını yakalayıp onu benden uzak tarafa doğru çekti ve bir saniye bile beklemeden sıktığı yumruğunu onun yüzüne geçirdi. Ayakta durmak konusunda çok zorlanıyordum. Ellerimi boynuma götürüp soluk almayı denerken başka bir yumrukla Taner arkasındaki masaya doğru savrulmuştu. "Yemin ederim, seni burada bu gece geberteceğim."


☠️


Feza'yı biraz zor bir dönem bekliyor... Bu bölüm, önümüzdeki bölümlere göz kırpıyor gibiydi. Küçük küçük spoiler vermiş olayım.

Nasılsınız diyeceğim ama küfür edersiniz diye korkuyorum. Son kısımla ilgili söylenecek bir şey yok, tat kaçırdığı için keyifli keyifli konuşamıyorum ama yaşanan bu iğrenç olay önemli bir eşik olacak Feza için. Bunu bilin.

Neyse, iyi taraflara bakmaya çalışalım. Artık Litvanya'ya komşu olan ülkeleri falan biliyoruz. Teşekkürler Doruk.

Bir de beni sosyal medya hesaplarımdan takip ederseniz mis gibi olur. Teşekkür ederim.

Bugün tatlı günler dileyemeyeceğim için dümdüz gideceğim ama #DörtÇeyrek etiketinin altında sizi bekliyor olacağım. Görüşmek üzere.

Instagram, twitter:
azraizguner

Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Böyle olmaz kiii üstüme yeni bölüm fırlatın anca kendime gelirim (lütfen)

    YanıtlaSil
  2. Bölüm başı ve bölüm sonu kaos derken bunu beklemiyordum

    YanıtlaSil
  3. Şu an bölüm sonundaki olay hakkında konuşmayacağım ama kitabın başından beri Fezanın hayalleri için bir şeyler yapmasını daha çok çabalamasını bekliyorum ve biraz biz gibi hissettiyor hayallerin için savaşmak uğraşmak bu yola başlamak hiç kolay değil çünkü. Bir şeyler yapıyoruz ama bunlar ne kadar istediğimiz şeyler ya da çabaladığımızı sanıp ne kadar çabalıyoruz acaba Fezammm hep birlikte göreceğiz

    YanıtlaSil
  4. Allah'ım o son neydi öyle fezaaa tekiklendim resmen

    YanıtlaSil
  5. Ben de feza gibi hissediyorum hayalleriyle ilgili olan kısımda

    YanıtlaSil
  6. Bu herifin böyle bir halt yiyeceği belliydi beni şaşırtmadı ahh feza üzümlü kekim 😥

    YanıtlaSil
  7. Yeni bölüm yarın gelemiyorum yagggggg

    YanıtlaSil
  8. Hayaller hedefler sıkışmış kalmış olma ve korkaklık konusunda kendimi fezayla o kadar bir hissediyorum ki, onu çok iyi anliyorum ve sanki o da beni çok iyi anlar gibi. Bir gece oturup sabaha kadar fezayla dertlessek ikimiz de hafifleyecekmisiz gibi

    YanıtlaSil
  9. "Yemin ederim,seni burada bu gece geberteceğim"
    Umarım sözünün ehlisindir doruk

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kız öyle deme pataklasın da öldürmesin visalde kamera vardır illaki Eren de arkamızda şikayet edip hapse mapse girsin Doruk katil olmasın naparız biz Doruk katil olursa

      Sil
    2. Visalde kamera olmasa sorunu çözebilicez yani

      Sil
  10. Feza büyük ihitmalle bu olaydan da sonra visal'den ayrılığ aşçılık veya pastacılık kariyerine başlayacak.

    YanıtlaSil
  11. Feza kendine bir mekan açacak bence.
    Doruk umarım sözünün ehli değildir hapise girmesini istemiyorum. Ve umarım bu konu üzerine feza erkeklerden en önemlisi doruktan uzak kalmaz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fezanın kendi mekanını açmasını bu olaydan ve T kişisinden bağımsız Firuzan hanım tatlıları onun istediği şekilde satmadığından beri istiyorum. Ama o zamandan beri ikilemdeyim çünkü Feza Visali çok seviyor

      Sil
  12. azra abla arkanda yıkım bıraktın ben gidip ağlıycam

    YanıtlaSil
  13. Allahım resmen feza yerine ben kilitlendim dondum nefes alamadım çok şükür doruk yetişti ama inşallah Doruk'un elinden taneri alırlar doruğa kesin şikayette bulunup iftira atmaya çalışacak.

    YanıtlaSil
  14. Bu bölüm Feza'nın kendini sorgulayışı ve aslında Fırat için söylenen şeylerin kendi içindeki unuttuğunu düşündüğü savaşı tekrar hatırlatması, sevdiği insan dahi olsa iyi bir kıskançlıkla bakması, kendi değerini ölçmesi... Bu kadar iyi anlaşıldığım başka bir zaman hatırlamıyorum. Kendi karmaşamın bu kadar açık bir şekilde yazıldığı başka bir yazı da görmedim. Kalbine ve kalemine teşekkürler🩵🩵

    YanıtlaSil
  15. gece gece acayip tetiklendim neydi o

    YanıtlaSil
  16. Şerefsiz Taner ne güzel sırıta sırıta okuyordum içine sıçtın. Feza visalden ayrılıp üniversite okuyacak veya o yemek programlarına katılacak gibi bir vibe aldım bölümden. Fıratın çocuk gibi ağlayıp kendini açıkladığı bölümde ağlamış olabilirim. Feyyaz Falezin babalığı pekiii sonu dışında mükemmeldi

    YanıtlaSil
  17. Süper bir bölümdü bayılıyorum kalemine ellerine sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"