51. "İhtimaller"
Bölüm Şarkıları:
Anıl Piyancı, Bir Çare Yok Mu?
Anıl Piyancı & Perdenin Ardındakiler, Yağmurlar
Sza, Saturn
James Arthur, Say You Won't Let Go
Sertab Erener, Bir Çaresi Bulunur
🐈⬛
Yaslamak istiyorsun sırtını
Boş verdin yarınını
Biri gelip sarmazsa kanadını
Unutacak haldesin adını.
•⚓•
Avucumun içinde bir can tutuyordum.
Siyah tüylerinin arasında elimi gezdirdiğim bu küçük şey, gerçekten de avucuma sığıyordu. Barınaktaki hayvanların arasında ilk gözüme çarpan oydu. Elimi başını sevmek için uzattığımda başını avucuma sürtmüştü. Yüzümü Görkem'e çevirmeme bile gerek kalmamıştı. İkimiz de o an kararımızı vermiştik.
Küçük bir mırıltı sesi çıkararak başını karnıma yasladı. Arabada ilerlerken onu taşıma kafesine koymak istememiştik. Ailemizin yeni üyesi kucağımda rahat görünüyordu. "Sevinecek mi?" diye sordum parmaklarımı kedimizin üzerinden ayıramadan.
"Gerilecek," dedi Görkem. "Korkacak başta. Ama alışacak."
"Neden gerilecek?"
"Çünkü Can'ın insanlıktan nasibini almamış ailesi, onun bir canavar olduğunu düşünüyordu. Can, kendi kedisine zarar verir diye ondan uzak tutularak büyüdü ve şimdi ne yapacağını bilemeyecek ama en sonunda onu kollarının arasından indirmeyecek."
"Çok güzel bir şey bu." Sesim uzun zaman sonra cıvıl cıvıl çıkıyordu. "Kum, mama falan da almamız gerek. Bir yere uğrayacak mıyız?"
"O işi Can'a bırakacağız. Her şeyiyle o ilgilensin istiyorum. Muhtemelen Arda da onu böyle bir durumda yalnız bırakmaz, birlikte giderler. Bakarsın aralarındaki buzlar da çözülür."
"Her şeyi düşünüyorsun, değil mi?" Hayranlıkla yüzümü ona çevirdiğimde gözlerimi kırpmadan profilini izledim. Yola odakladığı bakışlarındaki kararlılık, direksiyon hakimiyeti, dik omuzları, kendinden emin duruşu... Görkem'in vücut postürü bile bana güven veriyordu. "Nasıl olabilir?" diye sordum hayretle. "O kaos dolu masada otururken gidip bir kedi sahiplenme fikri nereden aklına gelebilir? Ben o an bin tane fikir üretsem, bin birincisi bile bu olmazdı herhalde."
"Can'a geride bırakamayacağı bir şey vermek zorundayım," dedi ciddi bir sesle. Yüzünü bana doğru çevirmemiş, onu izliyor olduğumu bilmesine rağmen bakışlarıma karşılık vermemişti. Çünkü bu konu hakkında konuşmakta zorlanıyordu. "Kendinden vazgeçebilir ama bir kediden vazgeçemez o."
"Kendini feda etmesin diye ona bir hediye mi veriyoruz?"
"Bir sebep yaratıyoruz," diye düzeltti beni. "Can elimden kayıp gitmesin diye onu eve bağlamaya çalışıyorum. Tabii ki bunu ona söylemeyeceğiz ama anlayacak. Onu ne kadar seviyor olduğumu ifade etmememe ihtiyacı yok. Kediyi kucağına bıraktığımda bana duyduğu hayranlık yeniden canlanacak."
Otoriter sesi, bunun ne kadar önemli olduğunu da vurguluyordu aslında. Can Görkem'e bu kadar saygı duyuyor olmasaydı, onu kendisi için bir rol model olarak görmeseydi her şey çok daha farklı olurdu. Bahsettiği hayranlık, Can'a Görkem'in gölgesine sığınabileceğini hissettirecekti. Diğerlerine sahip çıkma şekli ona her geçen gün daha fazla aşık olmama sebep oluyordu.
"Onunla konuşmamı istediğin bir konu varsa bana söyleyebilirsin," dedim elimi taşın altına koymaya hazır olduğumu belirtmek isteyerek. "Hislerini benimle paylaşmak konusunda daha rahat. Sizden çoğu zaman çekiniyor."
"Böyle olması bizim suçumuz." Bunun için söylememiştim ama reddetmek için de tutunabileceğim bir şeyler yoktu elimde. "Köprüleri tek tek yaktık. Yalnız hissetti. Ona o günkü sinirimle attığım yumruktan sonra bir şeyler tamamen dağıldı. Düşünemedim, öngöremedim, çok fazla olay vardı, ona yetişemedim. Telafi etmem gerek."
"Sizin onu yalnız bırakmayacağınızı biliyor bence." Kedinin başını avucumla okşadığımda gözlerini kapatıp bir mırıltı sesi çıkarttı. "Duyguları yüzünden suçlanmak istemiyor sadece."
"Çok şey istiyor maalesef." Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra sinir bozukluğuyla gülmeye başladı birden. "Vega'ya aşık oldu lan." Kaşlarımı kaldırarak ona döndüğümde başını iki yana sallayıp gülüşünü durdurmaya çalışıyordu. "Vega'ya. Sen gel 27 sene sap sap gez, gönlünü kaptırdığın kadın katilin teki olsun."
"Ama-"
"Onu savunmana ihtiyacım yok," dedi. "Bunun onun elinde olmadığının farkındayım. Sadece olayın absürtlüğü kafayı yememe sebep oluyor."
"Eve az kaldı," dedim. "Bu yüzden kafayı sonra yersin. Kendini sakinleştirmenin bir yolunu bul. Ana odaklan."
"Korkma." Bunu bu aralar bana ne kadar sık söylediğinin o da farkındaydı. Buna ihtiyacım olduğunun da öyle. "Bana güven Yağmur. Üç kez dağılırsak dört kez toparlarım ben bizi. Sadece bunu yapmak için ayağa kalkana kadar benim de biraz dağılmama izin verin."
"Kendine çok yükleniyorsun."
"Kediyi karnından uzak tut," dedi söylediğimi duymazdan gelerek.
"Ne?"
"Patileri yarana fazla yakın. Çok sakin, çok evcil duruyor ama ne olur ne olmaz. Bir anda hareket etmeye başlarsa canın yanabilir."
Söylediğini yaptım ve yüzümü yeniden ona çevirdim. Sonra ona biraz daha yaklaşmam gerektiğini hissettim. Çenesine dokunduğumda sakalları parmak uçlarımı kaşındırdı. Refleks olarak elimin üzerini öpmek için yüzünü avucuma doğru eğdi. Ben daha fazla yaklaştım. Yanağına bastırdım dudaklarımı. Sonra şakağına yakın bir yere. Sonra çenesine. Dudağının kenarına. Onu yavaş yavaş öptüm. Her birinde içim gitti. Geri çekilmek istemedim ama araba kullanırken dikkatini daha fazla dağıtmak da istemiyordum. "Geçsin artık," dedim titreyen bir sesle. "Ne olur, hepsi geçsin artık. Her şey geçsin."
Dolu gözlerimi kediye indirdiğimde arabayı ani bir frenle durdurdu. Emniyet kemerini tek hamlede çözüp elini koltuğuma bastırdı. Bir saniye sonra dudaklarımızın arasında hiç mesafe kalmamıştı. Beni öptü. "Geçecek," dedi. Tekrar öptü. "Geçireceğim," diye fısıldadı. Bir kere daha dudaklarıma dudaklarıyla dokunduğunda öpücüğünü yavaşça şiddetlendirdi. Yüzümü kavradı. Yanağımı okşadı. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Çok bunaldın biliyorum." Alnını sakince alnıma sürttü. "Bu kadarı çok fazla, biliyorum Yağmur. İnan bana. Hepsi bitecek. Sonra seni tatile götüreceğim. Hep istediğin gibi. Bir gemi tatili, sonsuz mavi, sen, ben. Biraz daha dayan. Ben her şeyi halledeceğim."
"Küçük bir çocuk gibi şımarıklık yapıp seni üzmek istemiyorum." Sözlerime tezat olarak dudağım tıpkı küçük bir çocuğun yapacağı gibi sarkıyordu ama buna engel olamıyordum. Burnumu çektim. "Ama çok sıkıldım."
"Haklısın."
"Gerçekten çok sıkıldım. Bazen çok korkuyorum. Korkuyor olmaktan nefret ediyorum. Kimsenin mutlu olamamasından nefret ediyorum. Bahar döndü, Kaya boşluk bulup yanına gidemiyor. Arda ve Eylül birbirini çok az görebiliyor. Abinler hâlâ ayrılar. Can desen... Ondan hiç bahsetmiyorum bile. Aşk neden kimsenin yüzünü güldürmüyor?"
Yeniden dudaklarıma uzandığında bu kez beni susturmak için yapmıştı bunu. Dudağına dişlerimi geçirdim. Nedense o an canını yakmak istedim. Canımın nasıl yandığını görsün diye çırpınmama gerek yoktu halbuki. Bunu zaten tüm hücreleriyle biliyordu. "Seninkini güldürecek," dedi. "Başkalarını siktir ettim, tek derdim sensin benim. Seni o kadar mutlu edeceğim ki. Görürsün bak. Görkem demişti dersin. Unutma bu anı. Hiç ve çok sözümü nasıl ki unutmadın, bunu da yaz bir kenara. Her şey bittiğinde çok mutlu olacaksın."
"Birlikte olacağız," dedim hemen. "Hep birlikte, çok mutlu olacağız."
"Her şeyi yaparım bunun için." Direksiyonu yeniden kavramadan önce dudaklarını alnıma bastırdı. Beni ilk öptüğü yer alnımdı. Hatırlamak gülümsememe sebep oldu. "Çok sık duygu patlaması yaşıyorsun bu aralar," dedi arabayı tekrar çalıştırdığında. Sakinleştirici bir tonda konuşuyordu. Karşımda o değil de Çağdaş Hoca varmış gibi hissetmeme neden oldu. "Anlıyorum ve tabii ki sana hak veriyorum ama bunun altında yatan başka bir sebep olabilir mi acaba?"
"Ne gibi?"
"Bilmem. Hormonlarının dengesi değişiyor olabilir belki. Ya da kullandığın ilaçların yan etkisi olabilir. Aslında hepsinin prospektüslerini okudum ben. Öyle bir şey yazmıyordu ama bir Arda'ya da sorayım."
"İlaçlarımın prospektüslerini mi okudun?"
"Hıhı." Sitenin girişine gelmiş sayılırdık. Önümüzdeki araç daha hızlı hareket etsin diye bir kez kornaya bastı. "Reçetendeki ağrı kesiciyi çok zor durumda kalmadıkça kullanmasan olur mu?"
"Niye?" dedim gülerek. "Sen mi içeceksin?"
Omuzları sarsılarak güldü. "Tüh, yakalandım." Bizim sitenin içine girip biraz ilerledikten sonra evimizin olduğu bloğa girebilmek için sol tarafa döndük. "Bağımlılık etkisi yüksek olduğu için diyorum. Ona alıştığın zaman başka ilaçlar sana ilaçmış gibi gelmemeye başlıyor."
Ona alıştığımdan beri ondan başka herkese karşı ben de böyle düşünüyordum. Kucağımdaki kediye eğdim başımı. "Geldik evimize," diye fısıldadım. "Ben bu kapıdan ilk girdiğimde burasının bana yuva olacağını bilmiyordum. Sen bil. Yuvana hoş geldin."
Anlıyormuş gibi miyavladığında Görkem arabadan inip bizim için kapıyı açtı. Evin kapısını çalmadık, bunun yerine anahtarıyla o açtı. İçeriye adımını attıktan sonra hâlâ isimsiz olan kedimizi benden aldı ve "Beyler!" diye bağırdı. "Bir misafirimiz var."
Ayak sesleri aynı anda çoğaldı. Üçü de merdivenleri iniyor olmalıydı. Bizim ortalıktan kaybolduğumuz süre boyunca çatı katında çalışmaya devam etmişlerdi. Önce Kaya'yı gördüm, sonra Arda'yı. En son Can göründü ama gözleri kediye değer değmez zemine basamadan son basamakta kalakaldı.
"Bir parça lacivert ip daha lazım bize," dedi Görkem, diğerlerine gülümseyerek. Kaya'nın dudakları hızla iki yana kıvrılırken Görkem'e olan bakışları içimi ısıttı. Bir anda neden gittiğimizi kimse bilmiyordu, şimdi ise sebebini anlıyorlardı.
Arda, "Allah'ım tipe bak," diyerek yükselirken sesi heyecanlı çıkıyordu. "Bu ne böyle? Minicik."
Can birkaç saniye daha öylece baktı. Hâlâ o basamağı inmiyordu. Sonra Görkem, ona doğru yürümeye başladı. Can geri geri gitmek istiyormuş gibi görünüyordu. "Al kucağına," dedi kediyi hâlâ kollarının arasında tutarken. "Çünkü ipi ona sen bağlayacaksın."
Sorumluluğun onda olacağını bu şekilde anlatmayı seçmesi bile öyle özeldi ki
"Dokunamam ben," dedi Can. "Çok küçük Görkem. Bir şey olur şimdi."
"Saçmalama, sana nasıl bakıyor."
Gerçekten de kedi kafasını kaldırmış, gözlerini Can'ın yüzüne çevirmişti. Can elini kaldırırken tereddüt etti. Tekrar indirdi. "Nereden çıktı bu?" diye sordu. Sesi boğuk geliyordu. Eğer yanlış görmüyorsam gözleri dolmak üzereydi.
"Çok soru soruyorsun." Görkem hiç beklemeden kediyi onun ellerinin arasına bıraktı ve hızlı adımlarla yanıma geri döndü. Kedi patilerini kaldırıp Can'ın göğsüne koydu ve çenesinin alt kısmına yaklaşarak onu kokladı. Ardından tehlikede olmadığını hissetmiş olacak ki yeniden avuçlarının arasına kuruldu. Can'ın elini yalamaya başladı.
Can'ın bir anda merdivenlere çökmesi hepimizi hazırlıksız yakaladı. "Sen ne kadar güzel bir şeysin böyle," dediğinde sesi tir tir titriyordu. Parmaklarını kaldırıp onun kafasına yerleştirirken öyle dikkatliydi ki gösterdiği özen benim de gözlerimi dolduruyordu. Hepimiz ikisi arasındaki bağın ne kadar özel olacağını o an biliyorduk. "İsmi ne?"
"Biz ne istersek o olacak," dedi Görkem, Can'a küçük bir çocuğa bakıyor gibi bakarak.
"Dişi mi erkek mi?" diye sordu Arda.
"Erkek," dedi Can. "Bir şeylere isim verilecekse sen verirsin Arda. Harikaya'yı da sen bulmuştun."
"Bu kararı bana bırakmak konusunda emin misin bak?" Can'ın ona bir zeytin dalı uzattığının farkındaydı ve tersleyerek cevap vermiyordu ona. Can başını salladığında "Bu beye Tesla diyeceğim o zaman," dedi.
Evimizin yeni üyesi Tesla, merdivenlere çöküp kalmış Can'ın kucağında halinden çok memnun görünüyordu.
"Çok yaratıcı," dedi Kaya ellerini birbirine çırparak yargılayıcı bir alkış gönderirken Arda'ya. "Çok düşündün mü?"
"Sana bırakmak istemedim canım," dedi Arda. "Tesla, Börek'ten daha güzel bir kedi ismi çünkü."
"Pisagor da olabilirdi bence," dedi Görkem. "Ya da Grigori Perelman."
Bu isim, onu gördüğüm ilk günden tanıdıktı bana. "O adamın artist olduğunu düşünen sen değil miydin?"
"Evet bebeğim ama zeki olduğu gerçeğini kabul etmek gerek."
"Tesla güzel," dedi Can. Kedinin başını yeniden sevdi. Onu en son bu kadar huzurlu gördüğümde dünyanın en huzursuz günündeydik. Vega ile yemeğe çıktığı o masada çantasından bir kedi çıkarıp ona verdiğinde de yüz ifadesi böyleydi. Geçmişten gelen derin bağları vardı kedilerle ve bu belki de ona iyi gelebilecek tek şeydi. Kafasını kaldırıp Görkem'e baktığında kedinin de onu taklit etmesi beni gülümsetti. "Teşekkür ederim," dedi. Galiba şu an ağlamak üzereydi.
"Bir kediye nasıl bakılır bilmiyorum," dedi Görkem. Onun dünya üzerinde bilmediği bir şey olduğunu sanmıyordum, bence rol yapıyordu. "Bu yüzden alınması gerekenleri sen alır mısın? Veteriner işlerinden falan da anlamam hiç."
"Hallederim her şeyi ben." Parmakları tüylerin arasında gezinirken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Sana gidip dünyanın en pahalı kedi yatağını da alsam sen kaloriferin tepesine tüneyip uyuyacaksın, değil mi?"
Kedi mırıldadı ve bir anda Can'ın kucağından fırlayıp salona doğru koşturmaya başladı.
"Tuvalet eğitimini halledene kadar oturduğunuz yerlere dikkat edin," dedi Can. "Bu merdivenlere bir çit alalım, yukarı çıkmasın. Dosyaları ortalıkta bırakmamaya özen gösterin. Arda, çizgi romanlarını üst rafa taşıyalım bir süreliğine. Tesla alışıncaya kadar biraz dikkatli oluruz, sorun çıkmaz. Evi gezsin, tanısın. Ben birazdan çıkar alırım alınması gerekenleri."
İşleri kontrol altına alması yalnızca birkaç saniye sürmüştü.
"Ben gelirim seninle," dedi Arda. Görkem, bunu da tahmin etmişti önceden.
Tesla evin her köşesini adım adım gezerken biz beş deli, onu adım adım takip ettik ve neler yaptığını izledik. Evde bu kadar yatak varken onun uyumak için seçtiği yer, Kaya'nın arabalı yatağının kaput kısmıydı.
🐈⬛
Görkem, bu sabah Barış'ı aramış ve acilen bize uğraması gerektiğini söylemişti. Barış'sa o an Hande'yle birlikteydi ve beraber bize geçmelerinde bir sakınca olup olmadığını sormuştu. Görkem, Hande'nin narkotikten olduğunu biliyordu ve ondan yardım alabileceğini düşündüğü bir konu olsa gerek bunu kabul etmişti.
Hayatımda arkadaş kategorisi altında topladığım insanların evimizde bir araya gelecek olmasının beni bu denli germesi normal miydi?
Barış'ın hiç düşünmeden Piramit'e kör bir dalış yapmasına engel olmaya çalışırken diğer yandan da Hande'nin Can'a asılmalarıyla uğraşacaktım. Benim için zor bir gün olacağa benziyordu.
Kaya, önümüzdeki kağıt yığınlarından bir ismi alıp diğer tarafa bıraktı. Beş parçaya bölmüştük masayı. Beş basamağı temsil etsin diye yaptığımız bir şeydi. Birinci ve ikinci basamak için ayırdığımız üst kısımlar bomboş kalmasın diye birine Vega'nın, diğerine Hermes'in bir fotoğrafını koymuştuk. Üçüncü ve dördüncü basamaklar, beşincisi kadar olmasa da kağıtlarla doluydu. Bunlar birer cvye benziyordu aslında. Hepsi, Vega sayesinde Alfonso'ya ulaşıp ondan elde ettiğimiz isimlerden oluşuyordu. O kadar çoklardı ki belki de aralarında hâlâ hiç görmediğim kağıtlar duruyordu.
Özellikle beşinci basamak, adeta dolup taşıyordu. Bu, Piramit için en önemsiz, en vazgeçilebilir insanlardan oluşan listeydi. Karşımıza Lir'de çıkan isimlerin tümü bu katmanda yer alıyordu. Onların dışında sokakta bizim başıboş gezen diye adlandırdığımız uyuşturucu tacirleri vardı. Hepsi, üstteki basamaklara hizmet eden insanlardan oluşuyordu
Dördüncü basamaktakilerin bir kısmının uzun süre beşinci basamakta hizmet ettikten sonra dörde yükseldiklerini düşünüyordum. Burada ortalama olarak adlandırılabilecek kişiler bulunuyordu. Muhasebeci, bankacı, barmen, esnaf, şoför, akademisyen, balıkçı, turist rehberi, kumarhane sahibi... Meslek skalası öyle genişti ki kendi içinde gruplara bölmeye girsek işin içinden çıkamazdık. Ellerinin kollarının ne kadar uzun olduğunu görmemiz için bu çok önemliydi.
Üçüncü basamak, toplumun üst kesimindeki insanlardan oluşuyordu. Şirket sahipleri, iş adamları, farklı alanlarda uzmanlaşmış avukatlar, işletmeciler, otel sahipleri... Hepsi varlıklı insanlardı. Varlıklarını diğer basamakların sırtından kazandıklarını düşündüğümüz insanlar. Çünkü beşinci basamaktaki herkesin üst basamaktan birileriyle bağlantısı sağlanıyordu. Kaya, o bağlantıların tümünün tespiti için uğraşıyordu ve canı sıkkın görünüyordu.
Yeniden herkes bir araya geldiğinde ilk defa bu masanın etrafında bu kadar kalabalıktık. Eylül, Arda'nın yanında oturuyordu. Arda, gözlerini her zamanki gibi iki saniyede bir ona çeviriyordu. Can sessizce bir başka köşedeyken Kaya hâlâ bilgisayarıyla derin araştırmaların içine dalmış vaziyetteydi. Ben Görkem'in yanında oturuyordum ve misafirlerimiz Barış'la Hande de kendilerine benim diğer tarafımda yer bulmuşlardı.
"Ay selam," dedi Hande. Enerjisini masaya yaymaya bir yerden başlaması gerekiyordu. Geldiğinde iki yanağımı da ruj izi yapması ona yetmemişti çünkü. "Öncelikle Hande ben. Hande Ertekin. Çok şeref duydum buraya davet edildiğim için."
"Barış Atik," dedi Barış, düz bir tavırla. "Ben şeref duymadım, ilk gelişim değil çünkü."
"Nispet mi yapıyorsun canım?"
"Öyle yapıyorum, canım."
İkisini yan yana görmeyeli çok olmuştu. Bıraktığım yerde olmaları, tanıdık hissettiriyordu.
"Hoş geldiniz," dedi Görkem. "Teşekkür ederim. Biraz ani çağırdım ama bu aralar çok fazla boş zamanımız olmuyor."
"Hiç sorun değil," dedi Hande. "Sen nasılsın Can?"
Can kafasını kaldırdığında aniden kaşlarının çatılmasına engel olamadı. Ona bir şeyler mi anlattım diye dönüp bana baktığında gözlerimi devirerek karşılık verdim. Önüme gelene Vega ile olan tutkulu aşk hikayesini anlatmayı hobi edinmemiştim. Benim gibi bir sır küpüne hakaret ediyordu.
"İyiyim," dedi Can, gergin bir sesle. Kaya gülmeye başlamasın diye dudaklarını birbirine bastırdı. Bu adamın aşk radarları fena şekilde açıktı. Hiç öyle biri gibi görünmüyordu ama biri birinden hoşlanır tavırlar sergilediği zaman ilk o fark ediyordu. Zamanında Görkem'in bile geleceğini görmüştü. "Sen nasılsın Hande?"
"Teşekkür ederim, ben de çok iyiyim."
"Niloya'nın şarkısı geldi aklıma," dedi Arda. "Nasılsın iyi misin daha daha nasılsın diye bir şarkısı vardı. Neyse, ne yapıyoruz?"
"Piramit'e nasıl gireceğimi konuşacağız herhalde." Barış'ın gerginliğini iliklerime dek hissediyordum. Geldiği zaman bana sarılması sıcaktı ama çatıya çıktığımız an hep koruduğu gülümsemesi yüzünden silinmişti. "Resmi bir gizli görev mi olacak yoksa izin kullanıp gözden uzaklaşayım mı? Kafanda ne kurduğunu bana söylersen ona göre aksiyon alacağım."
"İzin kullanıp gözden uzaklaşmak mı?" Benimle dalga geçiyor olmalıydı. "Kafayı yedin herhalde. Barış, sonunu düşünmeden balıklama atlamaya kalkma bir şeylere."
"Sınır yok," dedi beni es geçip Görkem'e bakarak. "Burada her şeyi göze almış biri olarak oturuyorum. Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım."
"Barış-"
"Ben söyledim Asya," dedi konuşmama izin vermeyerek. "Ben istedim. Yalvardım hatta planın herhangi bir köşesine dahil olabilmek için. Ne söyleyeceğini çok iyi biliyorum. Sen de dinlemeyeceğimi çok iyi biliyorsun. O yüzden birbirimizi yormayalım, tamam mı?"
"Seni Hermes'in burnunun dibine sokmayı teklif edecek." Sesimdeki öfke bütün masanın bakışlarının bana dönmesine sebep olmuştu. "Uzaktan asıp kesmek kolay. Karşısına çıktığında elin kolun rahat durabilecek mi? Sen şu olanlardan sonra Hermes'in yüzüne gülebilecek biri misin Barış Allah aşkına ya?"
"Batırmam," dedi Barış. "Planı bozacak hiçbir şey yapmam. Bilgi toplamam gerekiyorsa bilgi toplarım. O orospu çocuğunun yüzüne gülmem gerekiyorsa bunu da yaparım. Sonunda cezasını çekecekse her şeyi yaparım."
"Seni Yunan Tanrısı mı vurdu be? Hermes ne biçim isim?" diye sordu Hande. Can siniri bozulmuş şekilde güldüğünde de "Yaa Can..." dedi. "Böyle de komik biriyimdir."
"Ah be Hande," dedi Arda. "Keşke biliyor musun... Keşke yani."
Keşke Can da seninle ilgilenseydi de gelinimiz bir katil olmasaydı demekti bu.
Görkem, masanın üzerinde ellerini birbirine kenetlediğinde gözlerinde yalnızca otoritesini görebiliyordum. Herhangi bir şaka kaldırmaya hali yoktu bugün. Ciddiyeti yüzündeki çizgilere konuşlanmışken hafifçe boğazını temizledi. "Hermes, Piramit'te bizi en çok uğraştıran adam," dedi Hande'nin sorusunu cevapsız bırakmamak adına. "Ve bu ismi ben açıklayana kadar karakolda başka herhangi birinin ağzından duyarsam bunu senden bilirim Hande. Bu masada ne konuşulursa burada kalacak, hemfikir miyiz?
"E Barış da biliyor Hermes'i, niye bana yönelik konuşuyorsun?" Kollarını göğsünde bağladığında eyelinerle çevrili bakışlarını Görkem'e dikti sertçe. "Dedikoduya meyilli olan benimdir diye mi bu şekilde söyleme gereği duydun? Cinsiyetçi bir lider misin sen, Asya haddini bildirmedi mi hiç sana?"
"Ne ilgisi var?" dedi Görkem. "Barış'ın dedikodu yapmaya ayıracak vakti olmayacak. Bu yüzden sana yönelik konuştum. Hermes'ten kısa süre içinde haberdar olacaklar ama haberdar olmalarını sağlayan ben olacağım. Seni de kibarca uyarıyordum."
"Pek de kibarca değildi."
"Emin ol, bu kibarcaydı," dedi Arda. "Onun Hermes köpeğiyle nasıl konuştuğunu bir görseydin... Bu adamın karşısında kalmaktansa üç beş tırın altında kalmayı seçerim. Abartmıyorum, çok ciddiyim. Doksan tekerlek üzerimden geçebilir ama Görkem'in ettiği tek lafın altında kalırım, kurtulamam. Öyle bir adam bu adam."
Arda, Eylül'ün yanındayken sanki daha bir Arda'ydı. Uzun zamandır bu kadar neşeli, bu kadar ortalığı neşelendirmeye çalışırken görmemiştim onu. Eylül yüzünde küçük bir gülümsemeyle onun mimiklerini izlemişti sessizce. Ardından arka çıkmak için lafa atladı. "Çok haklı."
Hande o da bir şeyler söyleyecek mi diye Can'a döndüğünde Barış'ın bakışlarının da Hande'ye kaydığını gördüm. Tek bir saniyeydi. Hemen ardından önüne dönmüştü.
"Ben bu eve her önüme geleni sokmam," dedi Görkem, o sabit ses tonunu korumaya devam ederek. "Bugün o sandalyelerde oturuyor olma sebebiniz, Yağmur'un size ne kadar güvendiğini biliyor olmam. Onun güvenini boşa çıkaracak kişiler değilsiniz, ki eğer öyleyseniz bu bizim canımızı iki kat sıkar, daha kötü bozuşuruz. Gizliliğin ihlal edilmeyeceği konusunda netleştiysek uzatmadan içeriğe geçeyim."
"Bir kere daha vurgulamana gerek yok," dedim gergin bir sesle. "Arkadaşlarım belediye hoparlörlerinden Hermes diye bağırmayacaklar toplantımız sona erdiğinde. Kimse ona senin kadar takıntılı olamaz, dert etme."
"Bebeğim," dedi Görkem herkesin içinde dan diye. "Hadi sen bugün biraz sus."
"Yuhh," dedi Hande birden. "Bu çok seksiydi yalnız."
Tek kaşımı kaldırarak hızla ona döndüğümde "Pardon?" dedim kendime engel olamadan. Yemin ederim bunu söylemeyi planlamamıştım, öylece ağzımdan çıkmıştı.
"Aşkım kocan olay," dedi Hande. "Tadını çıkarıyorsundur diye tahmin ediyorum. Maşallah size. Ben çok yakıştırdım. O entel Feridun'la sen ne alakaydın hiç anlamıyordum zaten. Lider adam sana cuk olmuş."
"Ay ortalığı çift taraflı kızıştırıyorsun," dedi Eylül hayretle. Hande'nin her söylediğine bir öncekinden daha çok şaşırıyordu. "Ya birbirlerine girecekler ya kıskançlık komasına. Derdin ne kızım senin? Düşman mısın nesin...
"Ya Eylülcüğüm..." dedi Hande. "İlişkilerine renk katıyorum, fena mı?"
"Gayet renkli bir ilişkileri var," dedi Arda. "Bence hiç dokunma sen."
Görkem, Hande'ye verdiğim tepkiye keyiflenecekti ama konunun Kaan'a kaymasıyla dudaklarında henüz belirmeyen o gülümsemenin izi silinip gitti. "Konuya döneyim mi gırgıra devam edecek misiniz?"
"Gıcık bu bugün, üstüne gitmeyin," dedi Kaya gözlerini bilgisayar ekranından kaldırmadan. "Arada gelirler ona böyle.
"Bu da senin kuman mı?" diye sordu Hande. "Bu evdeki ilişkileri inanılmaz merak etmeye başladım yalnız." Yönünü Arda'ya çevirdi. "Mesela sen çıkıyor musun bu Paris Hilton kadınla?"
Arda dudaklarını araladı, sonra geri kapattı. Öpüşmeye dayalı ilişkilerine belli ki bir ad koymamışlardı. Ya da Arda öyle sanıyordu çünkü Eylül, "Evet canım," dedi. "Alevlerin önünde öpüşen çifti duymuşsundur, bizdik onlar."
"Aaaa!" dedi Hande. "Şaka yapıyorsun. Nasıl oldu peki?
Arda'nın kızaran yanakları bugün gördüğüm en tatlı şeydi. "Evet Görkem," dedi. "Bence de gir konuya sen."
Görkem, telefonundan bir resim açıp Barış'a çevirdi ekranını. "Barbaros bu. Koruması vasfıyla yanında dolaşacağın adam. Ona Ros diyorlar."
"Siktiğimin ceylanı," dedi Kaya. Bu tepkisi otomatikleşmişti. Hiçbirimiz şaşırmıyorduk ama Hande'nin merakı katlanarak artıyordu. Bunu görebiliyordum. "Görkem ve turuncu saça olan düşkünlüğünü asla hafife almayın."
Görkem, Kaya'ya ters bir bakış atarken bugün bu kadar gergin olmasını bir sebebe bağlayamıyordum. Son zamanlarda gerçekten yüksek gerilim hattı gibi geziyordu ortada. Yüzündeki gülümsemelerin sayısı giderek azalmış, alnındaki çizgiler ise artmıştı sanki. "Barbaros Ceylan ve seni uygun bir zamanda buluşturacağım. Kendisi şu an Piramit'e ait olduğunu bildiğimiz otellerden birinde kalıyor. Bir süre önce Hermes'in güvenini kazandı. Bizim içerideki gözümüz. Başına bir şey gelmesi felaketimiz olur. Sen, sözde onu koruyacaksın ama bu sırada asıl görevin başka bir isme yaklaşmak olacak."
Barış başını sallarken telefondaki turuncu saçlı kıvırcık adamın yüzünün her detayını hafızasına kazımıştı bile çoktan. Onun görev bilincini Mete hep çok takdir ederdi. Yardıma ihtiyacımız olduğunda gittiğimiz ilk kapı hep Barış Atik olurdu bizim. Yıllar geçse de bazı şeyler değişmiyordu.
Kaya elini mousenin üzerine koydu ve birkaç tık sesinin ardından bilgisayarı Barış'a doğru çevirdi. Her şeyin başladığı serginin kamera kayıtlarıydı bunlar. Bizim Kaya ile göreve çıkıp Cengiz'i içeri aldığımız, benim Hasan'la tanıştığım yerdi. Kırmızı elbiseli kadın yüzü görünecek şekilde kadraja girdiğinde kaydı durdurdu ve "Selma Çıracı," dedi.
"Dalga geçiyorsunuz," dedim. Görkem benim hiçbir şeyden haberim yokken planının taslağını Kaya ile konuşmuş olmalıydı. Belki diğerleri de biliyordu. "Selma nereden çıktı şimdi?
"Hırstan gözü dönmüş, üst basamağa tırmanmak için her şeyi yapabilecek bir kadın," dedi Görkem. "Ros onun en sevdiği filmi, en sevdiği markayı, kahveyi nasıl içtiğini, neler yapmaktan hoşlandığını... Her şeyi biliyor. Adım adım takip etti."
Gözlerim yuvalarından çıkacaktı. "Bunu çok önceden beri planlıyordun," dedim aydınlanma yaşayan bir sesle. "Selma'nın peşine Barış'ı takacağın da belli miydi?"
"Selma'nın her şeyi çözebilecek anahtar olduğunun farkındaydım," dedi Görkem. "Çıkarları doğrultusunda atıyor her adımını. Zayıflığı hırsı. Bunu kullanabileceğimizi biliyordum. Barbaros'tan onu markajına almasını istemiştim. Zamanı geldiğinde kullanmamız için bilgiler topluyordu içeriden. Selma hakkında da yaptı bunu. Ne sanıyordun ki? Barbaros'u tatile diye mi gönderdim Piramit'e ben?"
"Şu kızla düzgün konuş yoksa alacağım ayağımın altına seni," dedi Kaya.
Görkem, benimle nasıl konuştuğunun farkında olmasa gerek gözlerini şaşkınlıkla açıp kendine baktı. Yüzünü bana çevirdiğinde "Özür dilerim," dedi. "Farkında değilim." Barış'a ve Hande'ye döndü. "Son zamanlarda sinirlerim çok yıprandı. Bilerek yaptığım bir şey değil. Bir an önce bitsin istiyorum her şey ve hiçbir hatayı kabul edecek durumda değilim. İnsanlar beni o kadar çok sorguladılar ki çok bunaldım bundan."
"Şimdi," dedim. "Barış, Ros'u koruyup Selma'yı mı ayartacak? Bu mu planın? Hermes ve Selma arasında bir şeyler olduğundan şüphelendiğimi söylemiştim sana. Beni hiç mi dinlemiyorsun son zamanlarda sen?"
"Dinliyorum." Gözlerini bana çevirdiğinde yüz ifadesi biraz bile yumuşamadı. Sinirleri yıpranmış değildi, sinir telleri kopmuştu. Hissiz bir robot gibi oturuyordu o sandalyede. Biz birlikte olmadan önceki halini andırıyordu. "Dinliyorum ama duygusal davrandığın için bir yere kadar haklı buluyorum seni. Barış'ı göndermemek için her yolu deneyeceksin. Hepimiz farkındayız. Her şeye itiraz edip duracaksın, baştan sessiz olmanı bu yüzden rica etmiştim ben de zaten."
"Çok gıcık oluyorum sana şu an."
"Farkındayım," dedi. "Bu işin içinden başka türlü çıkamam zaten, onun da farkındayım. Barış'ı tehlikeye atacağım için beni alkışlamanı beklemiyordum. O yüzden kızabilirsin istediğin kadar bana. Hazırladım kendimi."
"Selma Çıracı hakkında detay almaya başlayacak mıyım yoksa didişip durmaya devam mı edeceksiniz?" diye sordu Barış. Kollarını göğsünde birleştirdiğinde kol kasları kazağının kumaşını gerecek derecede şişkinleşti. Aşırı ciddiydi. Lakabı gırgır olan bir adama göre çok fazla ciddiydi ve Mete burada olsaydı onun bu hali karşısında huzursuz hissederdi kendini. Barış bu kadar gerginse işler hiçbir zaman iyiye gitmezdi.
"Ne yaparsan yap," dedi Görkem. "Ne yaparsan yap Barış, ondan ufacık bile hoşlanmaya başlarsan gelip bana söyle."
Görkem konuşmaya devam edecekti ama Barış alaycı bir kahkahayla onun sözünü kesti. "Piramit üyesinden hoşlanmak mı? Şaka yapıyorsun herhalde. Hobilerim arasında suçlulara aşık olmak yok." Ortama buz gibi bir sessizlik çöktü.
"Barış bırak üyeyi müyeyi, dümdüz bir kadını bile sevemez ki," dedi Hande. "Aseksüel o, o anlamda hoşlanmaz kimseden."
"Aynen," dedi Barış, yüzü iyice düşerken soğuk bir sesle. "Sevemem ben kimseyi, haklısın."
Arda ile göz göze gelişimiz aniydi. O gözlerin içine milyonlarca soruyu asmış, cevapları da benim gözlerimin içinde aramaya başlamıştı. Şüpheden başka bir şey yoktu içimde. Barış, Hande'den bir dönem hoşlanmıştı ama bunun geride kaldığını sanıyordum. Belli ki yanılıyordum. Ben, en yakınım saydığım insandan epey uzak kalmıştım.
"Çıkar karşına elbet sana da söylediklerini yutturacak bir kadın." Görkem, Barış'a bakıp gülümsediğinde masaya oturduğu andan beri ilk kez bunu yapıyordu ve sebep dolaylı yoldan bendim. Eririm sandım ama ona eriyemeyecek kadar sinirlenmiştim. "İnsan bazen bir çift göze baktığında bütün ezberini şaşırıyor. İnanmıyorsan buna, belki vakti gelmemiştir daha."
Tamam, artık o kadar da sinirli olmayabilirdim.
Barış derin bir nefes aldı ve "İnanıyorum," dedi sadece. "Ama belki o vakit gelip geçmiştir benden."
"Ay sigara yakasım geldi, ki ben kullanmam bile," dedi Hande kıkırdayarak. "Romantik bir prenssen bunca zaman iyi saklamışsın Barış."
"Saklarım ben öyle."
Arda ağlamaya başlayacak gibi görünüyordu. "Ben yakacağım bir sigara biraz daha konuşursanız," dedi ortamı yumuşatmak için bir kez daha kendini ortaya atarak. "Valla iki dakikada duman altı yaparım burayı, şok olursunuz."
"Azalttın sen sigarayı sanki bayağıdır," diye takıldı Kaya ona. "Bırakırsın bence yakında."
"Bırakmalı, değil mi?" dedi Eylül de. "Dudaklarına daha fazla yakışan şeyler biliyorum."
Bebeklerim gözümün önünde cilveleşiyorlardı. Hiçbirimiz bu duruma alışık değildik ve hepimizin ağzı açık kalmıştı bu yüzden. Arda iyice utanarak yerine sindiğinde ağzını açıp tek kelime etmedi. Eylül'se onun bu haline gülmekle meşguldü.
"Selma'ya aşık olmaması için Barış'ı uyarıyordun en son," dedi Can, katı bir sesle. Bugün herkesin kafasının içinde başka şimşekler çakıyordu. Bir kavga çıkmadan sağ salim bu masadan kalkabilecek miydik merak ediyordum.
"Sütten ağzı yanan-" diye lafa girecek olan Arda'yı Görkem tek bir bakışıyla susturdu. "Seninle Selma hakkındaki detayları paylaşacak kişi Barbaros," diye devam etti Görkem. "İçeriye tabii ki kimlik değiştirerek sızacaksın. O detayları da sonrasında şekillendirmek için bir araya geliriz."
"Peki benim burada olma sebebim Barış'a destek sağlamak mı?" diye sordu Hande. "Tek başına gitmesi gerçekten Asya'nın söylediği kadar tehlikeliyse ona eşlik edebilirim. Sonuçta bahsettiğiniz adamlar beni de tanımıyorlar, öyle değil mi?"
"Senin burada olma sebebin o değil," dedi Görkem. "Ama uyuşturucu olayını hatırlarsın. Tuvallerin arkalarında satış yapılmıştı hani, on yedi eş zamanlı baskın düzenlenmişti."
"Onlar sizin işiniz miydi?" dedi Hande. "Büyük yankı uyandırmıştınız."
"Her zamanki halimiz," dedi Arda, ukala bir gülümsemeyle
"Geçenlerde bir eş zamanlı baskın daha olmuş," diye devam etti Görkem. "Fazıl Beyhanlı adında bir şahıs tutuklanmış. Ekibin içinde sen de varmışsın."
Kirli sakal, kırk beşli yaşlar, düşük göz kapakları, kavisli bir burun, ince dudaklar, dudağın sol köşesinde bir uçuk, kepçe kulaklar, koyu gri bir kazak... Fazıl Beyhanlı'yı daha önce masanın üzerine yaydığımız o kağıtların arasında görmüştüm.
"O kim?" diye sordu Can.
"Piramit'ten," dedim Görkem'den önce davranarak. "Üçüncü basamak bir üye. Fatih'te ikamet ediyor. Bir nakliyat firmasında çalışıyor. Bir oğlu var, o da Piramit'te beşinci basamak üyesi." Oğlunun adını sayfanın sol köşesinde görmüştüm ama dikkat etmemiştim. Resim gözlerimin önünde belirdiğinde "Nedim," dedim kanım donarken. "Nedim Beyhanlı."
Can "Bu Nedim-" diyecekken "O Nedim," dedi Görkem.
Otel odasında ellerim bağlı bir şekilde uyandığımda bana dokunan Nedim. Vega ve Hermes'in kurduğu tuzağa düştüğümüzde sandalyemle boğduğum Nedim. Görkem'in paramparça olmuş sırtıyla oradan çıkarken bile parmağıyla gösterip onu bana bırakın dediği Nedim
"Oğlu dışarıda gezerken kendisi içeri alınmış."
Arda'dan duyduğum cümleyle birlikte elim boynuma doğru gitti. Oraya dudakları değmişti o iğrenç insanın. Bıraktığı izi gizlemek için sürekli fondöten kullanmak zorunda kalmıştım ben bir dönem. "Dışarıda gezerken mi?" Kulaklarım uğulduyordu. "Ne demek dışarıda gezerken? İçeri aldık biz onu."
"Ve sonra Piramit avukatları devreye girdi," dedi Kaya, adı kadar sert bir sesle.
Nefret dolu yüz ifadesine iki saniyeden fazla bakamadım çünkü bakışlarım Görkem'i bulmuştu. "Ve sen bunu bana söylemedin mi?"
"Asla duymaman gereken bir şeydi," dedi Can. "Biz de öğreneli çok olmadı, olay yeni. Elimizden hiçbir şey gelmedi. Yeteri kadar kanıt gösterilemedi, birileri susturuldu, serbest bırakılmasına karar verildi. Salındıktan sonra haberi oldu Görkem'in de. Aksi halde o herifin bu adamın elinden kurtulma şansı var mıydı?"
"Bu bahsettiğiniz herif, benim düşündüğüm kişi mi?" dedi Barış. Bu evde yaşadığım en zor gecelerden birinden sonra beni görmeye geldiğinde boynumdaki izi de görmüş, olayı ben anlatmasam da anlamıştı ve parçaları birleştirmek onun uzmanlığıydı.
Biraz daha konuşursak kusmaya başlayacaktım. Midem çalkalanıyor, nefesim daralıyordu. Onunla bir kere daha karşı karşıya gelme ihtimalinden etimle kemiğimle nefret ediyordum.
Görkem'in eli masanın altından benimkini bulup sıkıca tuttuğunda parmaklarımı parmaklarının etrafına saramadım. Yaşadığım şoku atlatmam için zamana ihtiyacım vardı ama o zamanla yarışıyor olmalıydı. Elimi sıkı sıkı tutarken "O," dedi Barış'a. "Fazıl ile Can'ın görüşmesini istiyorum. Senin Fazıl'a yaptığın sorgu yeterince kapsamlı değildi Hande, çünkü onun Piramit'ten olduğunu bilmiyordun. Yine de elindeki kayıtları bizimle paylaşmanı talep edeceğim."
"Yalnız Fazıl, benden başka kimseyle konuşmamak konusunda diretmişti," dedi Hande. Can'a yakın olmak için yapmıyordu, oldukça ciddiydi.
"Karşısına hiç ben çıkmadım çünkü," dedi Can. Bu egodan ziyade kibir gibiydi ve Can'ı öyle etkileyici bir hale getirmişti ki gözlerimi bir süre üzerinden ayıramadım. Özgüvensiz hallerini çok iyi bildiğim için onu bu şekilde kendinden emin konuşurken görmenin tarifsiz bir hissi vardı. Durup keyfini çıkardım.
"İşinizi kolaylaştırmak için buradayım," dedi Hande. "Birlikte neler yapabileceğimize bir bakabiliriz. Piramit çerçevesinde bir sorguya gireceksek öncesinde detaylı bir şekilde bilgi almak istiyorum. Karşılıklı güven inşa edelim ki işbirliğimiz düzgünce ilerlesin, öyle değil mi lider adam?"
"Can detayları seninle paylaşır," dedi Görkem. Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda kasıtlı olarak yapıp yapmadığını anlamaya çalıştım ama hiç renk vermiyordu.
"Piramit hakkında neler bildiğini öğreneceğim, değil mi?" dedi Can. "Alfonso ve ikisini aynı gün halletmem iyi olur aslında ama Alfonso'yla iletişim sıkıntısı yaşıyorum kendisi Almanca konuştuğu için."
"Yardımcı olmam gerekirse birlikte gideriz karakola," dedim ama bu fikir de midemi bulandırıyordu. Tenim, Alfonso'nun dokunuşlarına da maruz kalmıştı. Gözümü diktiğim her köşede başka bir travmayla karşılaşıyor olmak ruhumu boğuyordu. Boştaki elim ne ara karnımın üzerine doğru gitmişti bilmiyordum ama beş saniye bile orada kalamadı çünkü Görkem elimi yaramın üzerinden çekmemi sağlamıştı.
"Bir tercüman var fakat ben odada üçüncü kişi bulunmasını istemediğimden Translate kullanarak iletişime geçtim daha önce onunla. Yine aynısını yapacağım. Bu sefer Vega'nın neden onun hayatını bu kadar önemsediğinin detaylarını öğrenmeden de onu bırakmayacağım.
"Benlik bir şey yoksa ben yavaştan kalkayım," dedi Barış. "Uykusuzum bugün biraz. Barbaros'la ne zaman görüşeceğimizi bana yazarsınız. Yarın başla dersen de yarın gider başlarım. Hep müsaitim, bilgin olsun."
"Eyvallah," dedi Görkem. "Ve Barış, seninle bir ara Nedim hakkında da konuşacağım."
"Çok isterim."
Devamlı yok sayılıyordum. Buna daha fazla katlanmak istemiyordum. Elimi Görkem'in elinin içinden kurtardığımda "Ben de uykusuzum," dedim öyle olmasam da. "Benlik bir şey yoksa gidiyorum diyeceğim ama zaten benlik hiçbir şey yokmuş belli ki. Söylemeye tenezzül bile etmediklerinizi kendi aranızda konuşmaya devam edin siz, ben rahatsızlık vermeyeyim."
Dizime bastırarak beni olduğum yere mıhlamasaydı kalkmaya yeltenecektim ama avucu, bacağımı sardığında parmakları adeta tenime saplanmıştı. "Otur," dedi emreder gibi. Ağzımı açmama müsaade etmeden "Lütfen," diye ekledi sonuna. "İyileşme sürecine girmiş bir kadına eskiden aldığı bir yaranın yerini açıp göstermediğim için özür dilemeyeceğim." Nedim'den bahsediyordu. "Senden gizliyorsam senin için yapıyorum."
"Seninle paylaşmak için de zamanını beklemiş, şimdi anlıyorum," dedi Can. "Barış gelmiş, Hande gelmiş. Güvendiğin insanları bir araya toplamış, masaya getirmiş. Sana en rahat hissedeceğin ortamı yaratmaya çalışmış. Ben söylemesem o söylemeyecek, aranız bozulmadan söylemek istedim o yüzden. Görkem seni çözmüş, Asya. Gözlerin dolmadıysa bu haberi duyunca, yine Görkem sayesinde olmuş bu."
Görkem Can'a teşekkür eder gibi baktı birkaç saniye boyunca. Konuşulmadan anlaşılmaya hasret kalmıştı.
"Ben o adamı bıçakladım Can," dedim dilimin ucunda biriken ateşe daha fazla dayanamadığımda. "Kan kaybından kıvranırken yarasına bastırdım. Başka bir gün, bir sandalyeyi onun boğazına yasladım. Nefes almaya başladığı ilk an benden intikam almayı düşünecek bir adam dışarıda elini kolunu sallayarak geziyorsa ben bunu bilmek zorundayım. Ben, kendimi ona göre korumak zorundayım. Beni anlıyor musunuz? Anlamıyorsunuz. On yedi saat boyunca bir aynanın karşısında kendinizi izlemediyseniz beni anlamayacaksınız. Her şeyi tolere etmemi bekleyin, bunu beklemeyin. Peşimde biri varsa bunu bilmek benim hakkım."
"Sana on metreden fazla yaklaşanın kafasına sıkarım," dedi Görkem. Sesine ölümün soğukluğu sinmişti. "Sınırın, sınırımın içinde. Sana yaklaşmaya kalkanı görürüm. Bir kez uyarır, ikincisinde öldürürüm. Nedim uyarılacak aşamayı çoktan geçti. Senin peşinde olsaydı ölü bir adam olurdu."
Deliliği kelimelerini delip geçecek kadar kuvvetliydi. Kalbimin durduğu an, onun için başka bir milattı sanki. Nabzımı hissedemediği saniye kendi kimliğinden sıyrılıp yeni bir kimliğin içine işlemişti kişiliğini ve bazı özelliklerini kökten değiştirmişti. Söylediklerinin doğru olduğunu bilmek için onları uygulamaya koymasına gerek yoktu. Benim için ölürdü, benim için öldürebilirdi.
Ve bu çok tehlikeliydi. Bu kadarı doğru değildi. Bu rahatsız edici bile olabilirdi, zaten onun kaldırabileceğinin de çok ötesindeydi.
"Hermes peşimdeydi." Gardımı önüme aldım, bir ayna gibi ona çevirdim. Benim gibi bakmasını, benim gibi görmesini istedim. "Hermes hâlâ peşimde ve-"
"Ölü bir adam," dediğinde ses tonu yutkunmama sebep oldu. "Ona da söyledim. Sıra ona geldiğinde nefeslerini ondan çalmak için hiç acele etmeyeceğim. Sanıyor musun ki keyif kahvesini yudumlayıp sigarasını tüttürüyor? O hangi delikteyse orada korkudan titriyor ve onun için geleceğim anı bekliyor.
Gözlerimin içine o kadar kendinden emin bakıyordu ki nefesimin kesilmesine sebep oldu. O nefes almamı söylemeden nefes bile almazdım, otoritesi kanıma karışıyordu.
"Sağını solunu kontrol etmeden tek bir adım bile atamaz bir süre. Çünkü duydu, çünkü Yalçın'ı aldığımız gece konuştu benimle. Onun ruhu bile duymadan neler yapabileceğimizi gördü. Kaman dedim, soyadını bildiğimi gördü. Burnunun dibinde olduğumu ama bunun için hiçbir şey yapamayacağını gördü. O bir ölü, Yağmur. Bir kefenin içinde yatıyor, onun için kazacağım mezarı bekliyor. Ben de yer beğenmeye çalışıyorum. Durum bundan ibaret."
"Bu yüzden onun yanında durduğumda dünya da karşımda olsa korkmam." Eylül bunu mırıldanarak söylemişti. Plansız, programsız, hayran hayran. "Şu bakışı gözlerinde gördüğüm an kazanacağımızı bilirim. Hiç değişmedi bu."
Arda'nın kabaran sevgisi gözlerinden taşarken Can'ın uzun süredir gergin olan omuzları sırtını ona yaslamışçasına gevşemişti ve Kaya'nın dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrım kazanmıştı. Görkem'in bu hali onlar için yenilmezlik demekti. Ayağa kalkışını izliyorlardı ve hepsi gözleriyle alkış tutuyordu ona.
Duruşu güven veriyordu. Bakışı aynıydı. Alnına düşen bir tutam saçına bile güven duygusu asılmıştı. Varlığı üstümüze düşen gölgeydi. Dümenin başına geçtiğinde bizi durdurabilecek hiçbir şey yoktu. Fırtınalara en dayanıklı gemi bizimkiydi çünkü kaptanımız, bütün denizlerin hakimiydi.
Bakışları içimi aleve verirken öfkemi geri getirmeye çalıştım ama başaramadım. Karnımdaki kramplarla savaşmak zorunda kaldım. Yakıyordu. Temas etse tutuşurdum.
"Her şey tamamsa," dedi Barış. "Biz kalkalım. Can Hande'yle iletişime geçer, sen benimle geçersin Görkem. Yeniden konuşuruz."
"Barış," dedi Görkem. "Teşekkür ederim."
Bu teşekkürün her şeyi kapsadığını hissettim. Hastane odasında benimle ilgilendiği anları, Piramit'i bitirmemiz için varını yoğunu ortaya koymaya hazır oluşunu, ayağımıza kadar gelip planların temelini atmamıza yardım edişini... Son zamanlarda sırtını yaslayabileceği yeni bir yeri olmuştu Görkem'in. Ona güvenebileceğini adı gibi biliyordu.
"Ne demek," dedi Barış. Sonra gözlerini benimkilere çevirdi. En çok istediğim şey, saçlarını yeniden uzattığını görmek olabilirdi. Bana bunu söylediği andan beri topuzlu zamanlarını hayal edip duruyordum. Onlara öyle bir bakardı ki birdenbire kesmiş olduğunu gördüğümde kalbim kırılmıştı. Gerçi o zaman Mete ölmüştü. Kırılacak bir kalbim kalmamıştı. "Benekli," dediğinde o ofisin içindeydik. Masama yaslanmış, saçlarımı karıştırıyordu. Mete'ye bin kere Vanessa'dan kahve istediğini söylemiş, Mete bin kere onu reddetmiş ama en sonunda kıyamayıp makineyi çalıştırmıştı sanki az önce.
"Efendim," dedim gülümseyerek. Lakaplarla yaşıyordum. 13'ü de Benekli'yi de çok seviyordum.
"Konuşur muyuz?" dedi eski günlere duyduğu hasret sesine bulaşırken.
"Tabii ki," dedim hemen. "Beni arada arabanla gelip evden kaçırsan çok güzel olur hatta."
"İki elim kanda da olsa bir alo uzağında olacağım hep."
Dostlarım, dostuma parlayan gözlerle baktılar. Benim biri tarafından böylesine sevildiğimi görmek hepsinin hoşuna gitmişti. Analizciler Barış'ı çoktan bağrına basmışlardı aslında. Ben yokken, onun mahvoluşunu izlediklerinde gerçeklemişti bu. Hepsi aynı dipte birbirine arkadaş olmuştu. Şimdi de kenetlenip o dipten kurtulmaya çalışıyorduk hep birlikte.
"Ben de canım," dedi Hande, içtenlikle. "İhtiyacın olursa ara demeyeceğim, senin hiçbir zaman hiç kimseye ihtiyacın olmaz çünkü ama canın isterse yazarsın bana da. Benim arabam olmasa da seni özel şoförümle alabilirim kapıdan. Özel şoförüm Barış bu arada."
Arda ve Barış'ın göz göze gelişinin altına gizlenmiş bir metin vardı. Arda o an Barış'ın gözlerinin içine bakmak istemiş, Barış da bunu hissedip kafasını ona çevirmişti. Sonra Arda'nın yavaşça başını salladığını gördüm. Bu onun onu anladığını ifade etme şekliydi. Barış hiçbir şey söylemedi, hiçbir tepki vermedi. Yeniden bana döndü ve konuşmamız gereken çok fazla şey olduğunu fark etmeme sebep oldu.
"İkinize de çok teşekkür ederim," dedim. "Zaten ilerleyen günlerde de sıkça görüşeceğiz gibi duruyor."
"Bahsettiğim listeyi bana bu gece atabilirsen sevinirim Hande," dedi Görkem. Yine neyden haberim yoktu acaba? Yüzümü ona çevirmeme gerek kalmadan bu kez kendi kendine açıkladı. "Narkotikten gözü kapalı güvenebileceği birkaç kişinin ismini istedim. Ekipleri kurmaya başlayacağım. Amirlerle de iletişimdeyiz devamlı."
"Ne çok şey yapıyorsun bu aralar," dedi Eylül. "Maşallah sana."
"Eyvallah," dedi Görkem. "Daha ben neler yapacağım, sadece zamanını bekliyorum. Bir şey gördüğünü sanıyorsan, bu sadece fragman."
Onu öpmemi istiyorsa bunu bana söylemesi yeterliydi. Çünkü bu şekilde konuşması canıma kast etmesi demekti. Midemdeki kramplar yeniden yerini alırken gözlerimi kısıp yüzüne odaklanırken buldum kendimi.
"Tanıştığımıza çok memnun oldum," dedi Hande. "Yeniden görüşene dek hoşça kalın. Can, telefon numaramı bir peçeteye falan yazıp girişe mi bırakayım yoksa direkt söylesem kaydeder misin?"
Can gülmeye başladı. "Her ikisi de istediğin yola çıkan iki farklı seçenek sunarak başkalarını kandırabilirsin ama bende sökmez," dedi artist artist bir tavırla. Kaya bile kafasını kaldırmış, dudaklarını birbirine bastırıp öyle mi bakışı atmıştı Can'a hayretle. Sonra Can, Hande'ye gülümsemeye devam etti. "Numaranı Görkem'den alırım Hande. İyi geceler."
"Hande Ertekin," diye bir kere daha kendini tanıttı Hande. "Instagram'da falan aratacaksanız sonuna 07 eklersiniz." Göz ucuyla Kaya'ya baktı. "Sen annemin kızlık soyadına kadar beni araştıracak gibi duruyorsun. Tamamen işini kolaylaştırmak için verdim bu bilgiyi."
Kaya'yla bir gram bile ilgisi yoktu. Can için söylemişti.
Bu kadın flört etmek üzerine bir ders vermeye başlasa fena şekilde parayı kırardı.
Can güldü, Görkem güldü, Eylül güldü.
Ben gülmedim, Barış gülmedi, Arda gülmedi.
Kaya ise bu muhabbetle hiç ilgilenmedi.
"Sizi geçireyim," dedi Can. "Tesla da ne yapıyor diye bir bakarım hem."
"Ne kadar da centilmen," dedi Hande yerinden kalkarken. Gelip yanağımdan bir makas aldı ve parmaklarını geri çekmeden önce kıstırdığı yanağıma sesli bir öpücük bıraktı. "Görüşürüz balım."
Görkem gözlerini kaldırıp Hande'ye sert sert baktığında oturduğum yerde kıkırdamaya başladım. Bana bal diye hitap ettiği anları düşünecek olursam bunu başka kimsenin ağzından duymak istememesi normaldi.
Ama ben bu bakışa bile yükselemezdim. Bu kadarı normal değildi.
Hande, Barış ve Can üçlüsü ortamdan ayrılır ayrılmaz, belki de henüz birkaç basamak inmişlerken Eylül masaya doğru eğilip "Hande ne hoş kadın yalnız," diye fısıldadı. Bu sırada Arda, "Bana da Barış'ın numarası lazım," dedi. "Belki onunla kahve içmeye falan gidersen ben de size eşlik edebilirim Asya."
Yarası olan, kendi yarasından taşıyanı nasıl da tanıyordu ilk bakışta.
Ben Arda'yı onaylamak için başımı sallarken "Can ne ayak?" diye sordu Kaya. "Hande ne ayak belli, Can ne ayak onu anlamadım tam."
"Daha fazla dramayla uğraşabilecek gibi değilim bu ara," dedi Görkem. "Beni üç dört saat ellemeyin olur mu?"
"Aha matematik çözmeye gidiyor," dedi Arda hevesle. "Her şey normale dönüyor gibi hissettim."
Keşke ben de böyle hissetmeye başlasaydım artık.
"Benim de biraz Yıldız Tilbe dinlemem gerekiyor," dedi Kaya. "Ama önce Asya çok önemli bir soruya cevap vermeli." Ne soracağını deli gibi merak etmemle merakımın gülüşlerime dönmesi arasında yalnızca bir saniye vardı. "Barış'a hiç abi dedin mi?"
"Salaksın," dedim yüzündeki muzip ifade bana küçük bir kahkaha attırırken. "Bilmiyorum ki. Demişimdir illa."
"Vayyy be..." Hüzünlü bir edayla omuzlarını düşürüp yüzünü önüne eğdi. "Öyle olsun."
"Deli," dedi Eylül. "Koskoca adamsın ya sen. Buna alınamazsın."
"Yok yok, ben anladım anlayacağımı.
"Ne anladın?" diye sordu Görkem. "Bir tepsi börek yap şuna da sussun Allah aşkına. Bir hafta tavır yapar yoksa sana."
"Seç," dedi Kaya. "Bir hafta tavır ya da bir tepsiye tavım."
"Yaralıyım be ben," dedim gülerek. "Merdiven çıkamıyorum, börek mi pişireceğim?"
"Nasıl yani?" dedi Kaya gözlerini kocaman açarak. "Alt tarafı karnından vuruldun, kalbin durdu, bir süre komada kaldın. Bu bana börek yapmana engel mi gerçekten? İnanamıyorum sana Asya ya."
O akşam Eylül bana yardım etti ve birlikte börek yaptık.
Kaya ben odama dinlenmeye gittim sanıyordu. Görkem kendi odasında çekildiği inzivada nefes bile almıyordu. Arda Tesla'ya evimizin parkını tanıtıyor, en sevdiği salıncağa oturmasına izin veriyordu. Can ve Kaya ise çatıda çalışmaya devam ediyordu. Bu yüzden kimse bizim mutfakta neler karıştırdığımıza dikkat etmemişti. Kaya'yı arayıp aşağı acilen gelmesini söylediğimde Can'la ikisinin bana bir şey olduğundan korkup yukarı kattan koşarak gelmesiyle birlikte evi saran börek kokusu karşılamıştı onları önce. Yüzlerindeki ifadeler her şeye değerdi.
Arda kucağındaki Tesla ile sandalyeye yerleşti. Gelirken Görkem'in de kapısını çalmıştı ama Görkem bize katılmayacağını söylemişti. Arda bunu robotik sesini kullandı olarak tanımlıyordu. Bana dokunanı vururum demedi, okumuş insan tabi.
"Bazen huysuz aksi bir pislik gibi davranıyor," dedi Arda. "Bundan keyif alıyor bence. Bilerek yaptığını düşünüyorum. Kaya'nın karakterini çalmaya bayılıyor."
Can, "İstediği kadar yalnız kalsın, bırakın," diyerek katıldı muhabbete. "Bizi toparlamanın yolunun kendisini toparlamaktan geçtiğini nihayet anladı galiba. Kafasını resetleyince çıkar odasından, hep yaptığı gibi."
"Kendisini soyutlaması hiçbir zaman onun yararına olmuyor aslında," diyen Eylül'dü. "Kendi içine çok kapandığı zaman delirmeye başlıyor bu adam. Dikkat etmek lazım."
Derin bir nefes aldı Kaya. İç çekişe benzettim bunu. Dakikalardır gömüldüğü böreklerden kafasını kaldırıp bize bakmasına sebep olacak kadar ciddi bir konuydu bu onun için. "Çoktan delirdi," dedi önce. Kelimelerine yaptığı vurguda kabullenmişlik vardı. "Görmüyor musunuz? Göreceksiniz. O öyle bir delirdi ki durdurmaya çalışanı devirip geçecek. Yoluna çıkanı önüne katacak. Fırtına öncesi sessizlik değil bu, kıyametten önceki gün."
"Aklından neler geçirdiğinden biraz olsun bahsetmedi mi size?" Sorumla birlikte tüm gözler bana döndüğünde omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bana yaklaştı sanıyordum ama kendini benden öyle uzaklaştırmış ki, bugün fark ettim ben de. Nedim'i söylememiş, arkamdan iş çevirmiş, Barış'a ve Hande'ye görevler vermiş, beni hiçbir plana dahil etmemiş. Belki de fazla hassas olduğumu düşünüyordur. Belki artık kaldıramam diyedir, zayıf görüyordur halimi."
Bana defalarca kez beni böyle görmediğinden bahsetmişti ve ben de ona inanmıştım. Onun söylediğine göre onun gözünde ben dünyanın en güçlü insanıydım ama bilinçaltında yatanlarla dile vuranlar bir olmazdı. Korunmaya muhtaç biriydim bu aralar, bu da beni savunmasız kılıyordu. Görkem en yakınımdan beni izliyordu. Her halimi görüyor, her gözyaşımı kalbine asıyordu ve böyle düşünüyorsa bunu anlayışla karşılayabilirdim. Yine de bazı şeyler canımı sıkıyordu.
Kaya alayla güldüğünde "Asya," dedi. "Elli tane koruması olan eve tek başına dalacaktı biz ona yetişmemiş olsaydık. Üç dakikalığına görebilmek için seni, dizlerinin üzerine çöküp yalvaracaktı az daha doktorlara. Hermes'le yaptığı telefon konuşmasını duysaydın var ya... Mosmor hale gelmemişse o piç kurusu, benim de adım Kaya değil. Yalçın'ı bir yumrukla yere devirdi. Yaktı, yıktı. İçim soğumuyor dedi."
"Ne yapacağım?" Can ve Arda aynı anda aynı sahneye dönmüşlerdi. Mırıldanarak konuştukları sırada ikisi de masadaki bir noktaya dalmıştı. "O uyanmazsa ben ne yapacağım?"
Görkem'in o an kurduğu cümleleri tekrarlıyorlardı. İçlerine nasıl işlediyse aynı karanlık bakışı gördüm ikisinde de. Görkem'in o hali gözlerinin önündeydi. Muhtemelen ağızlarını açamamış, hiçbir şey diyememişlerdi.
"O adam sen iyileşene kadar ne Nedim'i söylerdi sana, ne başka bir şeyi," diye devam etti Kaya. "Verdikleri sakinleştiricilerden sonra ismini hatırlamıyordu ama senin adını sayıklıyordu. Güçlü olman zayıf olman değil mesele, her şeyi olman. O kadar sen olmuş ki o, sensizken tanıyamadı kendini. Hepimiz bir şey söylesin diye Görkem'in ağzının içine bakıyorduk, Yağmur diyordu başka da bir şey demiyordu."
"Kendimi kötü hissedeyim diye mi bana bunları anlatıyorsun?" diye sordum çünkü hissediyordum. Onun bensiz nasıl mahvolduğunu ben hep görüyordum. Geçmeyeceğini, izinin hep kalacağını da adım gibi biliyordum.
"O kendini senden uzaklaştırmıyor," dedi Kaya. "O kendinden çok uzak. Ne kadar ilaç varsa şu evde, geldim hepsini dolaba kilitledim ben elim titreye titreye. Anlatabiliyor muyum? Şimdi bu ruh halindeki bir adamdan daha bu olay yepyeniyken koca bir operasyonu yönetmesini bekleyecekler. Bekleyeceğiz hatta. Ve o da yapacak. Üstesinden gelecek."
"Yapar," dedi Eylül. "Seni korkutan intikam hırsı Görkem'i alevlendiriyor. Hatta bebeğim, sen kabuğuna çekildikçe Görkem daha fazla gemi yakıyor. Hepsinden tek tek hesap soracağı gün geldiğinde elimde çekirdekle bir adım gerisinden onu izliyor olacağım."
"Ayak izlerini takip etmek," dedi Can da. "Tam olarak bu. Bize anlatmasına gerek yok bir şeyleri, önümüzden yürümesi yeterli."
"Benim ona güvenmediğimi mi sanıyorsunuz?" diye sordum hayretle. "Benim onu anlamadığımı mı ya da? O kaybetme korkusu yaşadıysa ben kaybın bizzat kendisini yaşadım, Can. Buraya geldiğimde nefes almaya hali kalmamış birisiydim ben. İki haftayı tek başıma geçirdim. O iki haftayı bir ben bilirim. Şimdi üç saat kaybolsa gözümün önünden, en çok bu yüzden endişelenirim. Birisi kabuğuna çekildiğinde o kabuğun onu boğacağını biliyorsanız, onun isteğine saygı duymanızın hiçbir anlamı yok. İçeride oksijenin olmadığını bildiğim bir odadaysa o ve ben buna müdahale etmezsem katil ben sayılmaz mıyım?"
Eylül'ün yaptığı salatayı yemek için kullandığım çatalımı masaya bıraktım ve tabağıma birkaç dilim daha börek koydum. "Ayak izlerini takip etmeyeceğim," dedim sandalyemi geriye iterek. "Önüne o kadar odaklanmış bir adam dönüp de arkasına bakmaz ki kim geliyor diye. Ben onun yanından yürüyeceğim. Ne zaman ben hallederim dese halledeceğiz diye düzelttim cümlesini. Şimdi bunu ona gösterme zamanım."
"Yanında olma çaban ters tepebilir," diyerek iyi niyetiyle beni uyarmak istedi Arda. "Yalnız kalmak istediyse yalnız bırakmamız gerekir Görkem'i. Zor yollardan öğrendik."
Bir keresinde bana da olmuştu bu. Hatta hediyesi de koca bir kalp kırıklığıydı. Buradan gidişime yol açmıştı. Uslanmıyor muydum? Hatalarımdan ders çıkarmak gibi huylarım yok muydu? Umurumda değildi. "Bazen yanında olayım mı diye sorulmaz insana, sadece yanında olunur." Elimi karnıma bastırarak ayağa kalktığımda anlık bir sızı hissettim, ardından börek tabağını elime aldım. "Size afiyet olsun, ben halledeceğim."
"Ne yaparsın," dediğini duydum Arda'nın arkamdan. "Aslanın dişisi de aslandır."
Elimden geldiğince hızlı adımlarla ilerlemeye çalıştım onun odasına. Tek bir saniye bile kaybetmek istemiyordum. Ona uyuz da olsam, beni sinir de etse yanında olmam gerektiğini hissediyordum.
Kapısına iki kez tıklattım, sonra bir ve sonra yine iki kez. Ses gelmesini beklemiyordum çünkü onu masasının başında son ses müzik dinlerken bulacağımdan emindim. Bu yüzden beklemeden kapıyı açtım.
Varlığımı fark etmesi için tek bir saniye yeterliydi. Eskiden olsa belki hemen fark etmezdi ama son zamanlarda aldığım nefes sesine bile duyarlı hale gelmişti bu adam. Başını omzunun üzerinden bana çevirdiğinde kulağındaki kulaklıkları hızlıca çıkarıp kalemini de kitabının üzerine bıraktı anında. Elimdeki börek dolu tabağı görene kadar yüz ifadesi gergindi, sonrasında gevşedi.
"Selam," dedim aramıza giren birkaç saati birkaç yılmış gibi sayarak. "Acıkmadın mı?"
"Çok güzel olduğuna eminim ama canım yemek istemiyor," dediğinde gözüm masanın üzerinde yarısı tüketilmiş şekilde duran nane şekeri paketine takıldı. Eminim ki Görkem ağrı kesicileri çok arıyordu bugünlerde. Dirseklerinin iç kısımlarına canını acıtacak bir nesneyle iz bırakıp bırakmadığını kontrol etmek istedim ama bunu öylece yapamazdım. Kapıyı arkamdan kapattığımda "Biraz midem bulanıyor," dedi. "Geçtiği zaman yerim olur mu?"
Kırılacağımdan korkuyordu.
Börek tabağını yatağının yanındaki zekâ küplerinin olduğu komodine bırakıp ona doğru ilerledim. Benimle göz teması kurabilmek için kafasını kaldırdığında benim bakışlarımın hedefinde işlemini yarım bıraktığı test sorusu vardı. Sonra gözüm masanın diğer tarafında üst üste dizilmiş kağıtlara kaydı. Onlar matematiksel şeyler değildi. Ne olduklarını henüz bilmiyordum.
Ona yaklaşıp bacaklarının arasına girebilmek için sandalyesini biraz geriye doğru ittirdim. Bir dizinin üzerine ağırlığımı verip yüzüne bakacak şekilde oturduğumda Görkem'in eli otomatik bir hareketmişçesine belime yerleşti. "Bir şey mi oldu?" diye sordu ilgiyle. "Söyle, çözeyim."
"Seni özledim." Ellerimi ensesine sardığımda tırnaklarımı yavaşça saç diplerine sürttüm ve gergin omuzları kendini salana dek yaptım bunu gözlerinin içine bakarak. Kollarında iz falan yoktu. Bu iyiye işaretti. "İyi misin?"
"Yoruldum bebeğim." Başını göğsüme yaslamasına hazırlıksız yakalandım. Kolları belimin çevresine sıkıca dolandı. Bu sırada benim parmaklarım saçlarıyla dans etmeyi sürdürüyordu. "İyiyim ama. Şimdi iyiyim."
"Yalnız kalmak istediysen kimseyi kabul etmezmişsin, öyle dediler." Göğsümde bir mırıltı sesi çıkardı. Verdiği onaydan sonra konuşmaya devam ettim. "Ama ben Asya Yağmur Tunçbilek'im, beni reddedemez o dedim."
"Şimdilik," dedi ya da ben öyle dediğini sandım. Sesi boğuk geldiği için doğru anlayıp anlamadığımdan emin olamadım.
"Ne yapıyordun?" diye sordum. "Sayfalara adımı kazıyor muydun, doğru söyle."
"Ekibi topluyordum yavaştan. Harfler birbirine girmeye başlayınca rakamlara sarılayım demiştim. Yeniden isimleri gözden geçirecektim sonrasında."
"Gözlerin kızarmış resmen." Başını biraz yükseltip burnunu boynuma sürtmeye başladı yavaşça. Temaslarının her biri içimi gıdıklıyordu. Parmaklarıyla belime daireler çizerken düzenli soluk alış verişlerini dinledim bir süre sessizce. "Bebeğim," dedim sonra. "Biraz dinlen istersen."
"Sabah erken kalkmak mı yoksa gece geç yatmak mı diye düşünüp geç yatmak konusunda karar kıldım." Yerinde rahat olmalıydı, giderek mayışıyordu. "Ama bir soruyu çözemedim," dediğinde ise sesi tamamen gerginlikle çevrelenmişti. "Sayfayı yırtıp atmadan önce kendi kendime on üç soru çözdükten sonra o soruya geri döneceğim demiştim. İstesem de onu çözmezsem uyuyamam bu gece."
Gülüşüm göğsümü titrettiğinde dudaklarıma vuran yansımasını izlemek için başını kaldırdı. "Hadi çöz," dedim. "On üç soruyu tamamla, sonra çözemediğine bakalım beraber. Ben muhtemelen anlamam ama seni izlerim."
Bu fikir onun da hoşuna gitmişti. Beni tek dizinin üzerinden alıp yüzüm masaya doğru bakacak şekilde önüne oturttuğunda rahat bir pozisyon almak için kalçalarım yanlışlıkla kasıklarına sürtündü. İlki gerçekten yanlışlıklaydı ama ikincisi kesinlikle bilerekti.
Görkem'in elleri belimin iki yanındaki yerini alırken yarama dokunmasın diye avuçları kasıklarıma daha yakın bir noktaya yaslanmıştı. Beni sıkıca tutup olduğum yere sabitlerken "Rahat dur," diye fısıldadı kulağıma. "Kanımın beynime gitmesine ihtiyacım var, aşağılara değil."
"Çok edepsiz bir adam olmaya başladın. Rahat etmeye çalışıyordum sadece." Her zamanki bahanemdi. Safa yatmaya bayılıyordum
"Hıhı..." Nefesini kulağımın dibine bıraktı. "Kesin öyledir." Omzumun üzerine çenesini yasladığında eline kalemi aldı. Hedeflediği on üç soruya ulaşmasına altı soru kalmıştı. Altı soruyu öyle şipşak çözdü ki ben daha konunun ne olduğunu tam olarak idrak edememişken o sayfanın sonuna gelmişti bile.
"Beyninin nasıl işlediğini hiçbir zaman anlayamayacağım galiba," diye mırıldandım hızı tarafından büyülenmişken. Bir soruyla kaybettiği en uzun vakit, kalemi parmaklarının arasında dört beş tur döndürme süresi kadardı.
"Fazla uğraşma," dedi. "Senin yanındayken çalıştığı yok zaten."
Gülümsedim ve çözemediği soruyu açmasını bekledim. Açtığı sayfa fazlasıyla yıpranmıştı, neredeyse yırtılmak üzereydi. Sorunun bir paragrafı andırmasına hazırlamıştım kendimi nedense. Oysa beni karşılayan, birçok üçgenin iç içe koyulduğu tek bir resimdi.
"Geometrim iyidir," dedim ona ukala bir bakış atarak. "Ben iki saniyeye çözerim şimdi bunu."
O hiç eğlenmiyordu. Soruya yeniden baktığı an başına ağrılar girmiş gibi alnını kırıştırdı. "Aklıma gelen bütün teoremleri kullandım," dedi. "Sinüs, cosinüs, menelaus, steawart, carnot, steiner... Sikik bir üçgen sorusunu çözemiyor olmak çıldırttı beni. İşlem hatası yapıyorum galiba. O kadar çok silgi kullandım ki resmin kenarları silikleşmeye başladı. Normalde silgiyi masaya bile çıkarmam ben amına koyayım."
"Bebeğim," dedim önümdeki kağıda birkaç saniye baktıktan sonra. Bunu yaparken lacivert kaleminin arka kısmını dudağıma vuruyordum. "Öklid'le çözülmez mi bu soru?"
En son lisede kullandığım beyaz renkli soru bankamın doksan dördüncü sayfasında bu sorunun çok benzerini gördüğüme emindim.
Görkem, çenesini omzuma bastırıp bir kez daha soruya baktı. Ben de bir dikme indirdim iç kısımda kalan üçgenin tabanına. Soru ilk bakışta karışık görünse de inanılmaz kolaydı aslında. O büyük bir kısmını çözmüştü zaten. Kalan işlemleri hızlıca yapıp A şıkkının altını çizdiğimde "Böyle sanki?" dedim gözlerimi ona çevirerek.
Dudakları aralanmıştı. Aklıma bu kadar takılan bir sorunun bu kadar basit bir çözümü olmasına ben olsam sinirlenirdim ama onun bakışlarında gördüğüm şeyin öfkeyle hiç alakası yoktu. "Doğru mu cevap?" diye sordum başımı omzuma eğerek. Parlayan gözlerinin tadını çıkartırken sesim gülümsüyordu.
"Aşkım," dediğinde içimde bir şeyler yanmaya başladı. "Galiba bu gördüğüm en etkileyici şeydi."
Öyle büyük bir kahkaha attım ki elimi karnıma bastırmam gerekti. Görkem'in kucağında oturup matematik çözmenin beni bu kadar eğlendireceğini bilseydim bunu daha önceden de yapardım diyecektim ama yapamazdım, bugünkü tamamen şans eseri çözdüğüm bir soruydu. Normalde onun çözemediği şeyleri ben sittin sene uğraşsam çözemezdim.
"Ne sandın?" dedim saçlarımı geriye doğru atıyormuş gibi yaparak. "Her konuda yeteneklidir senin sevgilin. On parmağında on üç marifet."
Ben gülüyordum, o cidden etkilenmişti. Etkilendiğini yalnızca gözlerinden hissetmiyordum artık. Fazlası vardı. Bir türlü durmadı kahkahalarım ve o da hiç utanmadı düştüğü durumdan. Aksine beni kendine daha fazla bastırmayı seçti. "Görkem," dedim o bacağıma yasladığı avucunu biraz daha yukarı kaydırırken. "Beni mi daha çok seviyorsun yoksa matematiği mi? Seni de."
"Seni," dedi anında. "Her şeyden çok."
"Başka çözemediğin soru yoksa birlikte uyuyalım mı?" Kucağının ortasında oturmayı bırakıp yüzüne rahatça bakabilmek için yeniden ağırlığımı tek dizine verdim ve gözlerimi ona çevirdim. "Çok işin var mı daha?"
"Önemli değil," dedi hâlâ hipnozumun etkisindeyken. "Sabah erken kalkıp hallederim." Başını hafifçe iki yana salladığında parmağını bir tutam saçımın etrafına dolamaya başladı. Kendini sakinleştirmeye çalışır gibi göründü gözüme. "Galiba güzelliğin bana atak geçirtecek."
"Sen ciddi misin?" diye sordum gözlerimi hayretle açarak.
İri göz bebekleri gözünün mavisini yutarken "Kalbim çok hızlandı," dedi. Haline gülmeye başlayana kadar onun için gerçekten korkmuştum. "Yok artık," diye dalga geçti kendiyle. "Gerçekten aşkından öleceğim."
"Bir tane üçgen sorusu nelere kadirmiş, şaka gibi." Kıkırdadım. Şöyle bir durum vardı ki, ben güldükçe Görkem daha zor durumda kalıyordu. Gözlerimi pantolonuna indirmeme gerek yoktu, gerginleşen omuzları ve derinleşen solukları bana gerekli ipuçlarını veriyordu. "Lisedeki matematik hocama teşekkür ediyorum."
"Bana kızsan bile günün sonunda şöyle oluyoruz ya seninle, köpeğiyim bunun." Burun buruna bir şekilde, bol temaslı halde oturup sohbet etmemizi kastediyordu. "Susuz üç dört gün yaşarım da sensiz bir saat daha yaşayamam ben."
Kalbi deli gibi hızlanan şimdi bendim. Umarım bir atak da ben geçirmezdim. Bir elimle yüzünü kavradığımda ona onu çok sevdiğimi söyledim. Bunu tekrar söylemeden önce dudaklarımı çenesine bastırdım. Sonra dudağının kenarına, yanağına, burnuna, kirpiklerine. Yüzünün her köşesini öpücüklere boğarken her seferinde ona onu ne kadar çok sevdiğimi söyledim. Ben saymamıştım ama o saymışsa eğer, bensiz geçirdiği saatleri telafi edecek sayıya ulaşmış olabilirdim.
En sonunda dört parmağını bir yanağıma, baş parmağını diğerine koyarak dudaklarımın öne doğru büzülmesine neden olarak beni durdurdu. Bir saniyenin ardından kucağında, diğer saniye ise yatağındaydım. Hızlı hareket etmişti ama beni yavaşça bırakmıştı açtığı battaniyenin içine.
Hareketleri yeniden hız kazandı. Bir dizini yatağa bastırdı. Ben başımı yasladığım yastıkta gülerek ona bakarken o elini ensesine atıp tek hamlede tişörtünü üzerinden çıkardı ve sandalyesine doğru fırlattı. "Gel bakalım evine," dediğinde yaşadığım dejavu gözlerimi doldurdu. Göğsü, evimdi. O gün de öyleydi, bugün de. Yarın da öyle olacaktı.
Bedenini yanıma bırakır bırakmaz başımı yastıktan kaldırıp göğsüne yasladım. Avuç içim karnının üzerine yerleşti. Kolu, ensemin altından geçerek bedenime dolandı. Üzerimize battaniyeyi çektiğinde sıcacık olmuştum bile.
"Şeyi söylemiş miydim?" Elimi göğsüne koydum ve çenemi de elimin üzerine yaslayıp gözlerine baktım yine. Görkem beni kavramayan elini ensesinin altına yaslamıştı, bu yüzden kol kasları bana müthiş bir şölen sunuyordu. "Neyi," diye sorduğunda "Seni çok sevdiğimi," dedim bir kere daha.
Küçük gülümsemesi, şükür gülümsemesiydi. "Söylemedin," dedi. "Tekrar söyle."
Dudaklarımı göğsünün soluna bastırdım. Bu sefer kısa sürmedi. Başıma birazcık baskı uygulasa göğüs kafesine giriverirdim sanki. Kokusunu içime çekerken hayatın yaşamaya değer olduğunu düşündüm. Uzun bir ömür geçirmek istedim ilk kez. Upuzun bir ömür. Yüz yaşına kadar yaşasak bile ona doyamazdım gerçi ben. Böyle bir şey mümkün değildi.
Dudaklarımda kalp atışı vardı. Uzaklaşmak istemedim. Yerini hemen kulağım aldı ve hissetmeye devam ettim. Benim için atan bir kalbe karşılık kalbim kasıla kasıla kan pompaladı damarlarıma. Ölümün izleri silindi, yaşama hevesi karıştı kanıma. Sevgim gözlerimi doldurdu.
Görkem aynı şekilde yatmaya devam ederken keyfini hiç bozmadı. "Dudaklarını dudaklarıma yasla," diye buyruk verdiğinde bana, ona karşı koymam mümkün değildi. İçin için yanan gözlerine birkaç saniye baktım. Kolu belimi kavradı ve beni neredeyse üzerine çıkardı. Dikiş izimin olduğu kısım dışında birbirine değmeyen çok az yerimiz vardı.
Onu öpmeye başladığımda saçlarımı kavradı. Bana karşılık verirkense nefes bile almadı. Tempoyu ben hızlandırmayı denedikçe o yavaşlattı. Beklentiye soktu beni, benimle oyun oynadı. Ağır ağır, yavaş yavaş öptü ve hiç de hızlanmadı. En son geri çekti kafasını. Ben ona yarı açık gözlerimle bakarken onun parmaklarının dışı çillerimin üzerinde dolaştı.
"Teşekkür ederim," dedi. Onu öptüğüm için bana teşekkür etmesi kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Sesinin boğuk çıkmasını beklerdim ama muhtaç halde çıkmıştı. Gözlerimin içine uzun bir süre baktı. O bakışta bir şeyler vardı. Ben anlayamadım ama onun bakışlarına kararlılık çöktü. Kafasının içinde dağınık olan ne varsa düzene giriyordu sanki.
"Ne düşünüyorsun?" dedim alçak bir sesle. Toparlanan zihnine bir karmaşa eklemekten korktuğumdan gürültü yapmak istememiştim.
"Birçok şeyi, hiçbir şeyi." Duraksadı, yutkundu. Benim gözlerim ondayken o gözlerini tavana çevirdi. Parmakları sırtımda dolaşmaya başladı. "Bazen çok yoğun oluyor içim. Tek saniyede yüz tane şeyi düşünüyorum belki. Bütün ihtimalleri diziyorum önüme. Doğru düzgün düşünmeye, aklımı koruyarak karar vermeye çalışıyorum."
"Sonra?"
"Sonra kan bulaşıyor parmaklarıma." Gözlerinin beni bulmaması, zihninin içini göz bebeklerinden görürüm diyeydi. "Sana ne yaptıklarını hatırlıyorum. Bize ne yaptıklarını hatırlıyorum." Onu rahatlatmak için parmaklarımı çenesine sürttüm. Kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyordu. "Eskiden de aklımla kalbim savaşırdı benim ama bu sefer öyle değil. Bu sefer kalbimi kanattılar, benden almayı denediler. Aklı olan korkunun da gerekli olduğunu bilir çünkü korku, insanı biraz olsun dizginler. Ama ben bir süredir o kadar korkmuyorum ki Yağmur."
"Tek korktuğun kendinmişsin gibi hissediyorum." Burukça gülümsedim. "Bence sen, sadece kendi potansiyelinden korkuyorsun."
"Bu iyi bir şey mi yoksa kötü mü ayırt edemiyorum." Gözlerini benimkilere çevirdiğinde "Ama bunu kullanacağım," dedi. "Bunu bile kullanacağım."
"O kadar mahvettin ki kendini..." İçim gidiyordu. Gözlerimin dolduğunu görünce bütün cümlelerini içine gömmek istedi. Kalan dakikalarda susmayı seçecekti ama ben buna izin vermeyecektim. "O kadar mahvoldun ki. Hep bir şeyler beklediler biliyorum. Anlıyorum ben. Ama öyle yapmasalardı ayağa kalkmayacaktın ki. Dibe çöküp ölmeyi bekleyecektin. Sen söz konusu sana sırtını yaslayan insanlar olduğunda ayakta durmayı başarabiliyorsun. Yalnızlık değil ilacın senin."
"Ben bu enkazdan çıkarmaya çalışıyorum bizi. Mahvolayım, sorun değil." Her kelimesi canımı yakıyordu. "Yağmur," dedi. "Ama o enkazın altında olur da bir ben kalırsam siz mahvolmayın. Çünkü bu da sorun değil."
"Ne demek şimdi bu?"
"Hiçbir şey demek değil," diye karşılık verdi. Yalan söylüyor gibi değildi. Yalnızca her ihtimali düşündüğünü hissettirdi. "Eğer yakıp yıkacaksan, yanmayı da bir taşın altında kalmayı da göze alıp çıkarsın yola. Ben bugün o yolun tam ortasındayım."
"Yanında da ben varım."
"Söz ver," dedi. "Hep olacaksın."
Bir saniye bile düşünmedim "Söz," derken. Bacaklarımdan birini onunkinin üzerine atarak kendime rahat bir pozisyon bulduğumda canımın yanmaması için kendini geriye çekti. Sürekli diken halinde yatacaktı tüm gece belli ki.
Bunu o da biliyor olacak ki "Sen düz yat," dedi. Yan dönmesiyle birlikte yatağın ona ait tarafı biraz göçtü. "Ben böyle dönerim." Bu sefer elini kaldırıp karnıma yaslayan oydu. Bu bir sebepten nefesimi tutmama sebep oldu.
Parmaklarını üzerimdeki tişörtün altına sızdırıp doğrudan tenime yasladı. Dikiş izini hâlâ ondan saklıyordum. Baş parmağı yaramın bir kısmına denk geldiğinde bunu yanlışlıkla yaptığı için elini ateşe değmiş gibi geri çekti. Rahatsız olmamdan korkup gözlerimin içine baktığında göğsündeki sızı yüzünden nefes almakta hâlâ zorlanan o kadının gözleri karşıladı onu. Canı çok fazla yakılan, küllerinden doğmaya çalışırken bir fırtınada savrulan, kendisini devamlı en baştan bir araya getirmek zorunda olan o kadın, bütün hayatına bakar gibi baktı ona
"İstersen bakabilirsin." Bir yutkunuş delip geçti boğazımı. "Ama biraz büyük. Sanırım hasar gören organlara ulaşabilmek için biraz fazla kesmeleri gerekmiş beni." Gülmeye çalışıyordum ama gözlerim her saniye daha fazla doluyordu.
"O kadar umurumda değil ki," dediğinde sesi küçük bir çocukla konuşurken kullandığı türdendi. Şefkati göz bebeklerinden sızmaya başladı. "Ama bakacağım. Çünkü benim için kaldıracağın yara bandını geri kapatmanı istemiyorum, söküp at istiyorum."
Konuşamadım, hareket edemedim. Sadece durup bekledim. Parmakları tişörtümün ucunu kavramışken gözlerimin içine baktı. "Her yarayı solumuzdan alıyoruz," dedi. "Ve yine ayağa kalkıyor, yine yaşıyoruz."
"Çok sebebimiz var."
"Çok sebebimiz var." Parmaklarıyla tişörtümü göğsümün altına dek sıyırdıktan sonra battaniyeyi de üzerimizden ittirdi ama hâlâ gözleri gözlerimde, kulağı nefeslerimdeydi.
Baş parmağı yokladı önce karnımın üzerini. Ben bir kez başımı salladığımda gözlerini de karnıma indirdi. Solumu kaplayan iğrenç imzaya bakarken bakışları tamamen değişti. Parmağını kasığımın biraz üzerindeki başlangıca yerleştirdi ve göğsüme doğru yükselen yay boyunca yavaşça sürterek gezdirdi. Bir damla yaş göz pınarımda direniyordu.
"Acıyor mu?"
"Sızlıyor arada." Gözlerimi tavana çevirip dudaklarımı dişledim. "Seninle çıkacağımız tatil için bikini hayali kuruyordum. Ben omzumdaki yara yüzünden vedalaşmıştım bikinilerle ama belki yeniden deneyebilirim diye heveslenmiştim öyle kendi kendime." Gülmeye başladım. "Çok saçma bir dert olduğunun farkındayım." Ve o yaş, kayıp gitti şakağımdan. "Yine de istiyordum."
Yatakta aşağı doğru kaymasıyla dudaklarını dikişin üzerine bastırması bir oldu. Avucu karnımın sağlam kısmını sarmışken dudakları o yolu takip ederek yukarıya tırmandı. Sonra tam karnımın üzerine diğerlerinden farklı, iç çekişli bir öpücük bıraktı. "Kurduğun her hayalin ihtimali var," dediğinde yeniden tuttum nefesimi. "Mümkün," dedi. "İmkânsız değil."
Aynı şeyden bahsettiğimizden emin değildim. Tek kelime etmeme izin vermeden "Alırım sana," dedi. "Rengini ben seçeyim mi? Asla tahmin edemezsin ama."
"Görkem..." Bir kez daha öptü karnımın üzerini. Yaşlar yeniden belirdi gözlerimde. Fiziksel acı geçip gitse bile canımın yanmaya devam edeceğini en çok hissettiğim anlardan biriydi bu. Yarayı sadece ben almamıştım, biz almıştık. Ailemiz, hayallerimiz.
"Bir gün sana hak ettiğin hayatı sunacağım. Her şeyimle çabalayacağım bunun için, yemin ederim." Başını karnımdan kaldırıp yanıma yattı yeniden. Beni göğsüne çektiğinde ağlıyordum, ağladığımı biliyordu, ağlamaya ihtiyacım olduğu için sesini çıkarmıyordu yine. Eliyle başımı kendine bastırdı ve gözyaşlarımın hepsi göğsüne aktı. "Ben ihtimallere tutunacağım, sen de bana tutun," dedi gözlerimi kapattığımda. "Vazgeçme istemekten. İkimiz için bu sonu kabul etmeyelim, kendi sonumuzu biz yazalım."
•⚓•
Analiz'i yazarken çok fazla şey hissediyorum. Duygular içime sığmıyor gibi. Son sahneye gömüldüm kaldım mesela. Bir süre buralardayım.
Nasılsınız? Aradan biraz zaman geçtiğinin farkındayım. Final sınavlarımla boğuşuyor, bir yandan da Analiz'in gidişatına kafa yoruyordum. Önemli bölümlerdeyiz. Yokuşlu yollardan düzlüklere mi geçeceğiz yoksa aslında uçurumdan aşağı mı bakıyoruz fark edemeyeceğimiz bölümler.
Lacivert iplilerin yeni üyesi Tesla aramıza katıldı. Barış ve Hande de olaylara dahil oldu derken düşük tempoda sayılabilecek ama aslında önemli bir bölümü geride bıraktık. Neler düşünüyorsunuz genel olarak?
Görkem'in kucağına kurulup soru çözmedik de demeyiz. 3-4 senedir şu sahnenin geleceği anı bekliyordum ahshsmamsö
52 için de heyecanlıyım çünkü 13×4. Her şey istediğim şekilde giderse dördüncü milat yani :)
Twitter'de #Analizwattpad etiketinin altında sizi bekliyor olacağım. Ayrıca Dört Çeyrek'in yarın gelecek olan bölümünden sonra da Instagram üzerinden soru cevap yaparız diye planlıyorum.
Bir kere gülümseyip öyle gidelim olur mu? Var çünkü ihtimaller. Tutunalım ihtimallere :)
Teşekkürler ve iyi günler!
🔵🤝🔵
Instagram: azraizguner
Twitter: AzraIzguner
Acayip iyiydi her zamanki gibi. Can ın vega yla asla olmasını istemiyorum hatta geçen bölüm Hande yle olsun demiştim ama Hande yle de olmasın Barış ıma kıyamam Hande ve barış olsun Can a da kedi kadar çok sevebileceği ve aşık olucağı biri gelir inşallah
YanıtlaSilOff çok ben bu yorum ya katılıyorum
SilAĞLİCAM ÖZLEMİŞİM BEBEKLERİMİZİ
YanıtlaSilHala son sahnedeyim
YanıtlaSilher karaktere ayrı ayrı içim gidiyor ne yapacağız biz bu işi böyle
YanıtlaSilO kadar özlemişim ki çok güzeller
YanıtlaSilBurnumda tütüyorlardı resmen harikaydı
YanıtlaSilvalla bölüm aşırı iyiydi. bence handeyi de görmek iyi oldu iyi geldi kfskvrlvmkrv. kedi alma durumunu çook önceden kafamdan geçirmiş ve olursa inanılmaz tatlı ve duygusal bir an olur diye düşünmüştüm. düşündüğümden de iyiydiii BAYILDIMM. görkemin bu halleri aşşşıırı iyi umarım sonu da iyiye gider yoksa ölürüm heralde. valla o kadar yoğun olduğun halde analizi de yayınladığın için teşekkürler çook iyi geliyor. ANALİZ OKUMAYA BAYILIYORUMM. kaya da çok tatlııı:D
YanıtlaSilkayaa üzümlü kekim, baharı görsün artık da mutlu olsun çocuk çok yoruluyor o da
YanıtlaSilVegayı sevmiyorum ya. Umarım Can onu unutabilir.
YanıtlaSilharika bir bölümdü doğrusu, yeni bölüm ne zaman gelir acaba tahminen?
YanıtlaSilyeni bölümmm, gelsin lütfen
YanıtlaSilhala yeni bölüm gelmedi ve ben analizi baştan okudum çok fazla heyecanlıyım hemen gelmesi lazım
YanıtlaSil