28. "Korku ve Nefret"
Bölüm şarkıları:
Kahraman Deniz, Garezi Var
Zemin Kat, Çok mutsuzum ama iyiyim
Sufle, Hatırla
Andrew, Sisyphus
Dikkat dikkat. Bu bölüm rahatsız edici olabilecek düzeyde küfür ve şiddet ögeleri barındırmaktadır.
•🧁•
"Seni öldüreceğim," dedi Doruk. Ne ara içeri girdiğini bile anlayamamıştım ama bir saniye sonra boğazımdaki baskı yok oldu. Taner'in gömleğinin arka kısmını yakalayıp onu benden uzak tarafa doğru çekti ve bir saniye bile beklemeden sıktığı yumruğunu onun yüzüne geçirdi. Ayakta durmak konusunda çok zorlanıyordum. Ellerimi boynuma götürüp soluk almayı denerken başka bir yumrukla Taner arkasındaki masaya doğru savrulmuştu. "Yemin ederim, seni burada bu gece geberteceğim."
Gözlerim ciddi şekilde karardığı için titreyen elimle yakınımda olan sandalyeyi geriye doğru çektim ve bedenimi zar zor o sandalyeye bıraktım.
"Orospu çocuğu!" Bir patırtı sesiyle beraber Taner'in yaslandığı masa yere devrildi. Doruk az önce boğazımı kavrayan Taner'in boğazına sarmıştı avucunu. "Ne oluyor burada amına koyayım? Ne yapıyorsun lan kıza sen? Ne geçiyordu aklından senin? Yemin ederim öldürürüm seni."
Taner ellerini Doruk'un ellerine sarmıştı. Onun tutuşundan kurtulmaya çalışıyor, tırnaklarını onun elinin üzerine geçiriyordu ama ben nasıl ondan kurtulmayı başaramadıysam o da Doruk'tan kurtulmayı başaramıyordu. Her şey saliseler içinde olurken öne doğru eğilip öksürmeye başladım. "İyi misin?" Öksürüyordum. İğreniyordum. Midem bulanıyordu. "Feza!" diye bağırdı Doruk, kontrolden çıkmış bir sesle. Bir başka yumruk Taner'in yüzünde patladığında "Parmaklarını tek tek kıracağım," dedi ona. "Kırıp sana yedireceğim. Amına koyduğumun piçi seni."
"Sikmedik sevgilini," dedi Taner'in bir daha asla duymak istemediğim sesi. Gülüyordu.
Doruk'tan bir saniyeliğine kurtulmuş, yakasını silkmeyi deniyordu ama aynı saniye Doruk bir sandalyeyi tekmeleyip önüne alan açtı ve onun ensesini kavrayıp yüzünü masaya gömdü. "Ne dedin sen?"
"Doruk..." dedim çaresizce. Gözyaşlarım görüşümü bulandırıyordu. Yaşadığım şok yüzünden hâlâ titriyor, hiçbir şeye tepki veremiyor, yalnızca onun adını söylüyordum. "Doruk."
Beni duymuyordu.
"Ne dediğimi duydun." Hâlâ konuşabiliyordu. Doruk'un bacağına bir tekme savurdu ve yüzünü masadan kaldırıp hırsla onunkine çevirdi. "Korkma, yetiştin. Kız hâlâ senin."
İma ettiği şeyler yüzünden kanım donmuştu. Doruk, daha önce benzerini hiç görmediğim bir ifadeyle Taner'e baktığında sağ yumruğunu bir kere daha onun yüzüne geçirdi. Taner'in başı savruldu. Eğildiği yerde gülümsedi ve Doruk'a doğru adeta koşup onu tezgâha yapıştırmayı denedi.
Sorsan sarhoştu. Sorsan ayakta zor duruyordu. Buraya gelmiş, beni bir köşeye sıkıştırmıştı ve şimdi aldığı darbelere rağmen hâlâ ayaklarının üzerine basabiliyordu. Bu alkolün getirdiği bir bilinç kaybı falan değildi, bu onun benim bunca sene görmezden geldiğim iğrenç karakteriyle yüzleşme anımdı. Boğazım yanıyordu.
"Aldığın soluğu sikerim senin," dedi Doruk, onu göğsünden sertçe itip birkaç adım gerilemesine neden olarak. "Soyunu sopunu, yedi sülaleni sikerim." Gözümü kapatıp açtım, bir de baktım ki Taner yerdeydi. Sürünerek gerilerken Doruk karnının üzerine ayağıyla bastırarak onun kaçışını engelledi. "Puşt herif, seni kim kurtaracak lan şimdi benim elimden?"
Bir anlığına kafasını kaldırıp bana baktı. Belki de ilk kez bakıyordu. O da bir şoktaydı ve hiç de sıyrılmışa benzemiyordu. "Sana dokundu," dedi dişlerini sıkarak. Çenesi kaskatı olmuştu ve göz bebekleri karanlığı yutuyordu. "Sana dokundu mu?" İnanamadı kendi söylediğine. Halbuki elini boynuma sarmışken onu gören de oydu. "Eceline mi susadın lan sen?" diyerek bir kez daha Taner'e döndü. "Kime dokunuyorsun lan sen? Cevap ver cevap! Ben dilini kökünden sökmeden önce konuş son kez. Ne yapıyordun sen az önce?"
"Doruk..." Bacaklarımı sabit tutamaz haldeydim. Titreyip duruyorlardı. Nefret ediyordum. Boğazımda hâlâ bir elin varlığını hissediyor gibiydim. O kadar çok korkmuştum ki hâlâ bunun bir kâbus çıkmasını bekliyordum ümitsizce. Uyanmak istiyordum. Sıcak yatağımda olmak, güvende olduğumu bilmek.
Ama değildim. Gece vardiyasının sonunda tek başına kapanışı yapan bir kızdım, işimin başındayken bunca sene tanıdığım biri tarafından az önce tacize uğramıştım.
"Bana bak bana!" Doruk, Taner'in kaldırmayı denediği kafasını tutup damalı zemine çarptı. "O gözlerin ona dönmeyecek, anladın mı beni? Ona bırak dokunmayı, göz ucuyla bile bakmayacaksın şu saatten sonra. Anladın mı lan beni?"
"Götür beni," dedim bilincimi kaybedecek gibi hissettiğimde. Galiba fısıldamıştım. Kendi sesimi duyamıyordum. "Doruk, ne olur... Yalvarırım çıkar beni buradan."
"Geberteceğim seni." Yumruklarını arka arkaya onun yüzüne indiriyordu. Kemik ve çarpışma sesleri Visal'in içini dolduruyordu. Onun bedenini kafeslemişti. Taner hareket bile edemiyorken Doruk'un elleri kan içindeydi ve buna rağmen Taner hâlâ kanlı dişleriyle sırıtıyordu. Bu görüntünün aklıma kazınmasını engellemek istedim. Başımı ellerimin arasına alıp iki yana salladım. Bu anın hafızamdan silinmesini diledim. Hiç yaşanmamış olmasını diledim
Ben başımı iki yana sallamaya devam ederken kapı süsleri yeniden ses çıkarttı. Birisi Doruk'u çekmeye çalışıyordu ve konuşana kadar onun Eren olduğunu fark etmemiştim. "Ne oluyor lan burada?" diye bağırıyordu. "Ne yapıyorsun?"
Doruk'u tüm çabasına rağmen Taner'in üzerinden çekmeyi başaramamıştı. "Kardeşin, Feza'yı taciz ediyordu," dedi Doruk, kin dolu bir sesle. "Olan bu. Şimdi çek o elini üstümden çünkü onu öldüreceğim."
"Ne?" Eren şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzereyken bakışlarını bana çevirmiş olmalıydı. "Feyza..." dedi, Taner demek yerine. "Ne?
Nefes alamıyordum. "Eren, ben... Ben dükkânı kapatacaktım. Ben... Hiçbir şey yapmadım ben. Özür dilerim. Hi-hiç..."
Konuşamıyordum. Konuşmama gerek kalmadı. "Kardeşimiz lan o bizim!" diye bağırdığında ayağımın altındaki zemin bile titremeye başladı sanki. Bana inanmıştı. Eren bana inanıyordu. "Belanı sikerim senin. Biz bu kızla beraber büyüdük lan! Ne yapıyorsun sen? Kafayı mı yedin sen? Kardeşimiz o bizim."
"Senin," dedi Taner, nefes nefese halde. "Benim değil. Eskiden de değildi."
Olanları takip edemiyordum. Başımı çevirdim çünkü Doruk katil olmak üzereydi ve ben buna şahit olmak istemiyordum. Onun öfkesinin kontrolsüzlüğünü görmek istemiyordum. Nasıl da başka birisine dönüştüğünü, onu öldürmek istese bunun yalnızca beş saniyesini alacağını bilmek istemiyordum. Bunu bilmeme gerek yoktu.
Kendimi andan soyutlanırken buldum. Kapı süsünün sesleri aklımda yankılandı. Elimde bir bez vardı. Taner sarhoştu ve bana doğru yürüyordu. Ondan kaçamıyordum çünkü benden daha güçlüydü.
"Feza." Omzumdaki dokunuşu hissettiğimde kendimi geriye çektim. Başım öne eğik olduğu için görüş açıma yalnızca bir çift ayakkabı giriyordu. Doruk kendimi geri çekmemle sesli bir nefes aldı. "Feza," dedi önümde dizlerinin üzerine çökerek. Eren arkada Taner'e bağırıp duruyordu. Artık Taner'in sesini duyamıyordum, belki de bayılıp kalmıştı. "Bana bak."
"Hiçbir şey yapamadım." Gözyaşlarım durmuyordu. "Hiç...
Üzerinde kan lekeleri olan ellerini pantolonuna sildikten sonra omuzlarımı kavradı. "Nefes al," dedi gözlerimin içine bakmayı deneyerek. "Feza, geçti. Bak ben buradayım. Hadi güzelim."
Başımı bir kez daha iki yana salladım. Uzaklaşmak istiyordum ama ayakta durabileceğimden emin değildim. Kapıya gitmem için onun yanından geçmem gerekecekti. Bunu yapacak olmaktan korkuyordum. "Feyza," dedi Eren. "Çıkın abim. Çık bir hava al. Elini yüzünü yıkayalım mı?" Ne diyeceğini o da bilmiyordu. Bu halde olmamın sebebi öz kardeşiydi. O da benim gibi dehşete düşmüştü.
"Dorukhan," dedi sert bir sesle. "Bugün buraya gelmedin, duydun mu beni? Ben yaptım bunu. Ben gelip gördüm, tamam mı? Ben müdahale ettim olaya. Bu puştu biraz tanıyorsam başını yakmayı dener senin. Soran olursa böyle diyeceğiz. Gidin şimdi. Sen buraya hiç gelmedin."
Böyle bir anda benim düşüneceğim son şey bu olurdu ama Eren doğru söylüyordu. Taner bu durumdan bile kendine pay çıkarmayı sağlayacak bir şeyler bulurdu.
"Kayıtlar..." dediğimde "Sikerim kayıtları," dedi Doruk. "Bu alçak puşt bana bir sikim yapamaz, düşünme sen şimdi bunu. Götüreyim mi seni buradan?"
Ellerimin tersiyle gözlerimi kurulamayı denediğimde Doruk'un yüzünde büyük bir acı ifadesi belirdi. İki adım ötemizde yerde yatan adamın başına dönüp başladığı işi bitirmemek için iradesiyle büyük bir savaş veriyordu. "Hadi," dediğinde elini belime yerleştirdi ve beni ayağa kaldırdı. Parmakları parmaklarımın arasından geçtiğinde elimi öyle sıkı tuttu ki yumruğunun üzerine açılmış yaraları hissettim parmak uçlarımda.
Taner'in ayaklarının olduğu kısımdan geçerken başım hâlâ öne eğikti. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmak geçti içimden ama Doruk'un iri bedeni, kasıtlı yapılmış bir hamleyle görüş açımı kapattı. Visal'in kapısını benim için açtığında dışarıya adım atmamı bekledi. Ardından Eren'e döndü. "Gözünü açabilirse ona bunun bir başlangıç olduğunu söylersin."
"Gözünü açabilirse onun gözünü ben kapatırım." Yüzünü benimkine çevirdiğinde kardeşinden benim kadar tiksindiğini gördüm. "Özür dilerim abim," dedi onun hiçbir suçu olmamasına rağmen. "Çok özür dilerim. Yanına geleceğim, tamam mı?"
Yapabildiğim tek şey boş boş bakmaktı. Doruk beni kafeden çıkarıp boş yolda yürütmeye başladı. Elimi tutup peşinden sürüklemiyor olsaydı yığılıp kalırdım. Tek kelime etmiyordum. O da belki bir milyon sorusu olmasına rağmen ağzını açmıyordu. Kenarda kalan çocuk parkını görür görmez beni oraya soktu ve bomboş parktaki banklardan birine oturmamı sağladı. Yeniden önümde dizlerinin üzerine çöktü, ellerimi ellerinin arasına aldı. "Feza, hadi bak bana. Güvendesin, sorun yok."
"Çok korktum." Omuzlarımı düşürdüm ve toparlanmam gerektiğini kendime hatırlatmayı denedim ama ilk defa başıma böyle bir şey geliyordu. Onun yanında geçirdiğim bunca zaman geçti gözlerimin önünden. Her seferinde bana bakıp böyle şeyler mi düşünmüştü? Büyümeni bekledim demişti. Şüphelerim doğruydu. Gece beni bilerek tek yakalıyordu. Beni evime bırakırken aklından neler geçiyordu? "Midem bulanıyor." Elimi ağzıma kapatmasaydım öğürmeye başlayacaktım.
Elini titreyen dizime bastırdığında onun elinin de aynı şekilde titrediğini gördüm. Öne doğru eğildiğim için yüzüme gelen saçlarımı kulaklarımın arkasına doğru ittirip yüzümü açığa çıkardı. Gözyaşımı işaret parmağının tersiyle silip "Geçti," dedi yumuşak bir tavırla. "Geçti bitanem, korkma artık."
"Sen gelmeseydin-"
"Geldim." Aksini düşünmek bile istemiyorduk ikimiz de. "O da dua etsin, Eren geldi. Diri diri gömerdim onu oraya. Korkma sen, bir daha sana yüz metre bilr yaklaşamaz o şerefsiz. Ne Eren ne de ben buna izin vermeyiz."
"Doruk..."
"Ağlama," dedi dayanamıyormuş gibi. "Ağlama n'olursun." Bir başka gözyaşını daha silerken, "Feza," dedi ve sesinin sertleşmesine engel olamadı. "Titriyorsun."
Ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırıp burnumu çektim. "Çok korktum."
"Sarılayım mı sana?" Beni öylece tutup çekmek yerine benden bunun için izin alıyordu. Başımı salladığımda ona duyduğum güven, o an için kalbimi attıran tek şeydi. Doruk çöktüğü yerden kalkıp bedenini yanıma bıraktı ve beni kolunun altına çektiğinde başımı omzuna bastırdım. Gözyaşlarım kazağını ıslatırken elini sırtıma yerleştirdi, sonra geri çekti. Ne yapacağını o da bilemedi ama kollarının sıcaklığı bana iyi geldi. "Ne dedi sana?" dedi fısıldar gibi bir sesle. "Çok mu geç kaldım? Özür dilerim."
"Gözlerimin içine beni boğabilecekmiş gibi baktı." Sesim çok cılızdı. "Boğazımı sıktığında benim nefes alamamam hoşuna gidiyormuş gibiydi. O korkunç birisiymiş. Korkunç. Psikopatın tekiymiş."
"Geçti," dedi bir kez daha. "Bir daha asla böyle bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Sana asla yaklaşamayacak, yemin ederim."
"Her şey mahvoldu." İçimdeki paniğin göğsümü daha hızlı sarsmaya başladığını fark ettim. "Her şeyi mahvetti. Ben nasıl oraya geri döneceğim? Ben bir daha Visal'in önünden nasıl geçeceğim?"
Bu gecenin nelere sebep olabileceğini düşünmem krizimi şiddetlendirdi. Orası onlarındı. O çocuk, kafenin sahibi sayılırdı. Her zaman orada olabilirdi ve bunu kimse engelleyemezdi. Her an tehlikede olacağım anlamına geliyordu bu. Ben ne yapacaktım?
Doruk, boğuklaşan sesim yüzünden hâlâ ağladığımı anladı ve başımı omzundan ayırdı. Parmaklarının dışı doğrudan boynuma gittiğinde gözlerim korkuyla açıldı. Yavaşça boynumu okşarken boynumda Taner'in parmak izleri kalmış olsa gerek, kendine hakim olamayıp "Pezevenk," dedi sertçe. "Onu doğduğuna pişman edeceğim."
Aniden sinirle ayağa kalktığında kolundan tutup onu durdurdum. "Gitme." Neredeyse yalvaracaktım bunun için. "Lütfen gitme."
"Kafayı yiyeceğim," dedi başını gökyüzüne doğru kaldırarak. Yumruğunu sıkmıştı. "Seni ne hale getirdiğine bak. Gerçekten kafayı yiyeceğim."
Telefonumun zil sesi sessizlikte yankılanmaya başlayınca şaşkınlıkla üzerime baktım. Ses benden yükselmiyordu, onun arka cebinden geliyordu. "Tezgâhın üzerindeydi," diye açıkladı telefonumu çıkarırken. "Çıkarken aldım." Ekrana baktı, sonra yine bana baktı. "Baban arıyor."
"Geç kaldım. Çok merak etmişlerdir." Geçen gün Fırat için aynı senaryo yaşandığında herkes deliye dönmüştü. Onları aynı durumun içine sokmuştum. O telefonu açmam gerekiyordu ama bunu yaparsam her şey daha da beter bir hale gelirdi. Babam sesimi duyduğu an deli gibi ağladığımı anlardı ve sonra dünyanın ucunu tutuşturur, benim için yakmaya başlardı. Bir başka kaos şu an ihtiyacım olan son şeydi. "Konuşamam ki." Telefon çalmaya devam ediyordu. "Ne diyeceğim?"
Doruk derin bir nefes alıp öfkesini yatıştırmayı denedikten sonra bekletmeden telefonu kulağına götürdü. "İyi geceler Feyyaz Bey."
Başımı bir kez daha öne eğdiğimde Doruk'un büyük avucunu başımın üzerinde hissettim. Bacakları dizlerimin önündeydi, ayakta dikiliyordu. Bir eliyle saçlarımı okşayıp beni yatıştırmayı denerken diğer elindeki telefonla babamla konuşuyordu. "Evet, yanındayım."
Başımı karnına yasladığımda parmakları saçlarımın arasında dolaşmaya devam etti. "Kusura bakmayın. Yarın teslim etmesi gereken siparişleri yetiştiremediği için çok gergin şu an. Size haber vermeyi unutmuş olmalı. Evet, onu ben bırakacağım. Biraz geç kalacağız. Tabii, tabii. Ben ona söylerim. İyi geceler efendim."
"Teşekkür ederim," diye fısıldadım.
"Eve gittiğimizde ona her şeyi anlatacağız," dedi kararlı bakışlarıyla. Reddetmemin mümkün olmadığını sesiyle de gözleriyle de anlatıyordu. "Her şeyi. Daha fazla saklayamazsın bunu. Babana yalan söylemeyeceğiz."
"Onu öldürür."
"İyi," dedi Doruk. "Ben de bir kürek bulur, mezarını kazmasına yardım ederim."
"Doruk..."
"Seni resmen taciz etti!" dedi öfkeden köpürerek. "Onu ne bileyim gidip polise falan şikayet etmen gerekirken babandan saklamaya devam mı edeceksin?" Haklı olduğunu bildiğim için verecek hiçbir cevabım yoktu. "Sen etsen bile ben etmeyeceğim. Güvendiğin herkes, senin burnunun dibinde asla güvenilmeyecek bir herif olduğunu bilmek zorunda. Bir saniye bile yalnız kalmazsın böylece."
"Anlamıyorsun. Babam ve Fırat bu olaya dahil olursa neler olabileceğini hayal edebiliyor musun?"
"Ben yarın gideceğim Feza." Yüz hatları yumuşadığında sesi de ona uyacak şekilde alçak perdedendi. "Yarın burada olmayacağım, senin yanında olmayacağım ve seni yanında olabilecek birilerine emanet etmek zorundayım, beni anlıyor musun? O herif bugün sarhoş, yarın ayılacak ve seninle konuşmak isteyecek belki de. Ben senin güvende olduğundan emin olmak zorundayım. Düşün, bunlar benim düşüncelerimse baban bu konu hakkında ne düşünecektir? Kızının peşinde dolaşan bir sapığın olduğunu senden değil de bir başkasından öğrenirse o zaman ne olur?"
"Ama-" Tüm bunları düşünmek istemiyordum. Ben zaten düşünemiyordum ki. Birisi beni boğmaya kalkmıştı. "Tamam," dedim. "Tamam, ben eve gideceğim. Git sen de. Dinlen. Yarın yolculuk yapacaksın sonuçta. İyiyim ben. Evet, iyiyim. Bakma öyle. Gidebilirim eve."
"Benimle dalga geçiyorsun herhalde?" Gözlerimdeki yaşlar kurumaya başlamıştı. Bu yüzden onu artık daha net görebiliyordum. "Tut elimi, bir taksi çevirelim şuradan."
"Gitmeyecek misin?"
"Bana gitme demedin mi?"
Doğru, öyle demiştim. "Benimle gelip ne yapacaksın ki?"
"Babana durumu anlatacağım ve katil olmaması için onu tutmayı deneyeceğim, sırf sen istemiyorsun diye. Sen uyuduktan sonra neler olur bilemem ama. Belki birkaç mezar yeri bakarız."
Beni güldürmeye çalışıyordu, çabası çok tatlıydı ama ben kendimi hâlâ çok kötü hissediyordum. Bunu fark ettiğinde iki eliyle yüzümü kavrayıp yanaklarımı kuruladı. Bir anda, "On beş sene sonra kendini nerede görüyorsun?" diye sorduğunda ona dünyanın en anlamsız bakışını attım. "Kendimi çok kötü hissettiğim zamanlarda ablamla oynadığımız bir oyundu," diye açıkladı hızlıca. "Küçük bir çocuksan, hayal gücün sınırsızdır. Bu da benim küçüklüğüme ait bir oyun olduğu için şimdi sen de sınırlar yokmuşçasına hayal kurmalısın. İlk aklına geleni söyle."
Onu üzmek istemedim ama dudaklarımdan dökülenler yüzünü düşürdü. "Bunun şu an bende işe yaracağını sanmıyorum," dedim. "Hem, verecek bir cevabım olduğunu hissetmiyorsam?"
"Mutlaka vardır," diye üsteledi. "Hiç ışık olmadığını sandığın gecelerde bile yıldızlar bulutların arkasındadır. Evet, bunu da ablam söylerdi. Senin gibi birinin mutlaka hayalleri vardır, şimdiye kadar hiç dile getirmemiş olman onların içinde bir yerlerde yaşamadığı anlamına gelmez."
"Peki," dedim gözlerimi bir kez daha silerek. Odağımı dağıtmaya çalıştığı için ona bir şans vermek istedim. "Sen ne diliyordun o yaşlardayken?"
"Kopya çekemezsin benden." Yine de gizli bir sırrı benimle paylaşacakmış gibi yüzüme doğru eğildi. "İlk dileğim fındıklı çikolata fabrikası sahibi olmaktı," dediğinde gözyaşları içinde burnumu çeke çeke gülmeye başladım. "Gülme," dedi kızar gibi yaparak. "Bu oyuna dair en eski anımda dört beş yaşındaydım. O zamanlar bunu istiyorum diye beni suçlayamazsın."
"Ablanın sana hayaller kurdurmaya çalışması çok tatlıymış yine de."
"Sana beni yaşattığını söylerken şaka yapmıyordum," dedi minnetle. "Onur abi bana top sektirmeyi öğrettikten sonraki zamanlarda ablam neredeyse hep basketbolla ilgili cevaplar aldı benden. Bir gün artık bu oyuna inancımın kalmadığını ve hayal kurmak istemediğimi çünkü her seferinde hayal kırıklığına uğradığımı söyledim. Küçük bir çocuğa göre büyük cümlelerdi. Sonra ablam, on beş sene sonra onun kendini nerede gördüğünü sormamı istedi. Verdiği cevapsa hâlâ yan yana uzanıyor olup bu oyuna devam etmemizle ilgili bir şeylerdi ve ben, hayatım boyunca onu kırmaktan korkan bir çocuktum. Bu yüzden o günden sonra hiç bu oyunu bırakmak istemedim, onun hayalini gerçekleştirebilelim diye."
"Bayıldım size." İçim gitmişti. "Ben de mi oyuna dahil oldum şimdi kuralları öğrendiğime göre?"
"Evet," dedi keyifle. "Şimdi söyle. On beş sene sonra neredesin? Çabuk çabuk. Düşünmeden, hızlı hızlı oynanır bu oyun."
"Acemiyim ben, biraz anlayış lütfen."
"On dokuz yaşındayım," dedi. "Yirmi de sen ona. Otuz beşimde hâlâ basketbol oynuyorum. Genç oyuncular bana bakıp oha dedem yaşına geldi ama hâlâ efsane bir basketbolcu diyorlar. Evet, öyle diyorlar. Kırkıma kadar oynayacak fiziğe sahip olmaya çalıştığım için de muhtemelen yine spor salonundayım. Söyle, sen neredesin?"
"Visal'de," dedim. "Değilim." Cevabım beni şaşırttı. "Yine de bir pastanedeyim ama. Yaptığım tatlıların adına artık kendim karar veriyorum ve satılacak mı korkusu yaşamıyorum, çünkü hepsi satılıyor. Evet, satılıyor."
"Otuz üçsün," dedi. "Üf, nasıl güzelsindir."
Omzuna vururken gülüyordum. O da ben güldüğüm için gülüyordu. "Sivilce izlerim geçmiş," dedim hemen. "Güzel olmuşum. En azından yoldan geçen çocuklar bana bakıp benim şimdi başkalarına baktığımda içimden geçirdiğime benzeyen şeyler geçirsin içinden. Bunları da isteyebiliyor muyuz yoksa daha mı kariyer odaklı olmalıyım?"
"İste lan," dedi birden yükselerek. "Hiçbirine gerek yok, sen her halinle çok güzelsin ama içinden bu geçiyorsa iste onu da. Ben de otuz üç yaşındaki sana bu konuşmayı hatırlatıp on sekizindeyken de gördüğüm en güzel şey sendin diyeyim."
"Sen de varsın yani..." İçim tek bir cümlede eriyip gitmişti yine ona.
"Tabii varım." Kafası karışmış göründü. Tek kaşını kaldırdığında "Olmayayım mı?" diye sordu şüpheyle.
"Bilmem, sen hâlâ basketbol oynuyormuşsun ve spor salonundaymışsın falan ya. Ben yoktum sanki orada."
Bunun tribimsi bir cümle olduğunu artık ayırt edebiliyordu neyse ki. Öyle tatlı güldü ki her şeyi unutturdu bana. "Eh," dedi. "On beş sene sonra kol saatim hâlâ sende kızım, istediğim zaman gelirim yanına."
"Hadi ya, saklamış mıyım o kadar sene saatini? Tam benden beklenecek bir enayilik."
"Hıı..." diye mırıldandı muzip bir tavırla. "Arka plandaki resmi de değiştirmişiz. Kişi sayısı çoğalmış, zor sığmışız kadraja hatta."
Anlamazdan gelip elimi göğsüme götürdüm ve "Ay babamlar mı?" diye sorduğumda Doruk garip bir sesin ardından gülmeye başladı kontrolsüzce. "Altı kişiyiz biz, senle yedi. Cidden zor sığarız ya."
"O şişmiş gözlerinle, kıpkırmızı olmuş burnunla gülerken bile nasıl bu kadar tatlı gözükebilirsin?" diye sorduğunda utanıp dudaklarımı birbirine bastırdım ve çenemi eğerek güldüm. Burnumu parmaklarının arasına sıkıştırdı. "Yüzündeki gülümsemeyi sileni yeryüzünden silerim," dediğinde gözleri, yemin eder gibiydi. "On beş sene sonra da aynı şeyi düşünüyor olacağım."
Aramızda bir sessizlik boy gösterdiğinde elimi elinin üzerine koyup yavaşça yüzüne doğru yaklaştım. Dudaklarım dudaklarına tutundu ve ayrıldı. Yavaşça dudaklarımız bir kez daha birleşti ve tekrar ayrıldı. Üçüncü öpücükte Doruk, elini boynumun kenarına yerleştirerek başımı sabit tuttu ve dudaklarını öyle bastırdı benimkilere. Konuştuklarımızı mühürlediğimizi hissettim. Bu parkta, bu bankta kalacaktı hepsi. Bu kadar iğrenç geçen bir geceye bile onun sayesinde güzel bir anı bırakmayı başarabilmiş olacaktım böylece.
"Seni seviyorum." Alnımı alnına yasladım. "Teşekkür ederim Doruk."
Bu ona o kadar ağır gelmişti ki bir anda nefes almayı bıraktı. "Öyle söyleme," dedi. "Bana teşekkür etme. Bu teşekkür edilecek bir şey değil."
"İleri giderdi." Korku yeniden kalbimin etrafına toplanmıştı. Gözlerim kapalı, alnım alnına yaslı halde öylece dururken bu gerçeği acı bir şekilde kabulleniyordum. "Yetişmeseydin ileri gidecekti. Ben de hiçbir şey yapamayacaktım." Burnumu çektim. "Hiçbir şey."
"Sen güçsüz biri değilsin, o iğrenç biri," dedi omuzlarımı tutarak. "Olan hiçbir şey senin suçun değil. Yaşananların seninle hiçbir ilgisi yok, tamam mı? Sakın kendini suçlamaya kalkma, sakın Feza. Seni daha da geç olmadan eve götüreyim. Biraz sakinleşmeyi dene, olur mu? Ben yanındayım."
"Canın acıyor mu?" diye sordum Taner'in onun ellerini mahvettiğini hatırladığımda. Yüzüne hiç darbe almamıştı en azından. Buna şükrediyordum.
"Bir şeyim yok benim," dedi hızlıca. "Feza," dediğinde geri çekilip çekingen bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. "Korkmuyorsun değil mi benden?"
Taner'i yumrukladığı ve bunu yapmaya sabaha kadar devam edebileceği an gözlerimin önüne geldi ama onu hemen geri gönderdim. Başımı olumsuz anlamda salladığımda sanki onun canını yakmışım gibi gözlerini yumup açtı.
"Kelimeler," dedi. "Kelimelerine ihtiyacım var. Benden korktun mu? Olabilir. Bu olabilir. Beni daha önce hiç öyle görmediğin için kendini rahatsız hissetmiş olabilirsin. Bunu bana söyleyebilirsin. Ne düşündüğünü söyle bana."
"Korkmadım," dedim. "Bunu hak ediyordu."
"Ama?"
"Ama... Alışkın olduğum bir şey değil. Ona vururkenki yüz ifaden... Tekrar hatırlamak isteyeceğim bir şey değil işte. Kontrolünü kaybetmiş gibiydin. Başka birisi gibiydin."
"Özür dilerim," dedi hiç gerek olmamasına rağmen. "Böyle bir şeyi görmek zorunda kalmanı istemezdim."
"Dileme. Önemi yok. Ona vurmanı yanlış bulmuyorum. Keşke ben de ona vurabilseydim. Kendimi savunamadığım için çok kötü hissediyorum." Ayağa kalkarken elini omzuma yerleştirip beni kolunun altına çekti. Sokağın sonundaki taksi durağının oraya doğru yürümeye başladığımızda duraksadım. "Çantam Visal'de kaldı. Cüzdanım içindeydi."
"Düşüneceğin son şey bu olsun." Ellerini üzerimden hiç çekmiyordu. Bana sarılmasında, boynuma dolanan kolunda, bedenimi bedenine yakın tutmasında... Hepsinde güven vardı. Temasları sakinleştirici gibiydi. Yanında küçücük hissediyor olmak beni germek yerine rahatlatıyordu. Ona sırtımı yasladığımda hayal kırıklığına uğramayacağımı biliyordum. İhtiyacım olduğunda benim için orada olacaktı.
Gözlerini üzerime çevirdiğinde durağa epey yaklaşmıştık. "Çantanı almamı ister misin?" diye sordu. "Geri dönebilirim."
"Hayır hayır." Gitmesini istemiyordum. Hiçbir yere, hiçbir zaman. "Önemli değil. Ben sana yolun ücretini atarım sonra."
"He Feza he." Taksinin kapısını benim için açarken içerideki abiye arabaya geçtiğimize dair bir işaret yaptı. Şoför kalkıp taksiye doğru yürürken Doruk da arka koltukta yanıma yerleşmişti.
Adresi söyledikten sonra sessiz kaldım. Doruk bu sırada arka cebinden telefonunu çıkarmıştı. Cam kenarına gitmek yerine bacaklarını açmak zorunda kalarak orta kısma oturmuştu. Bu yüzden omzu omzuma değiyordu. Telefonunun yanıp sönen bildirim ışığını gördüğümüzde gözlerimi ekranına çevirdim. Bakmamda bir sakınca var mı diye Doruk'la göz göze gelmeyi denedim ama sorun olsaydı ekranını gizlerdi diye düşündüm.
Ablasından, Onur abisinden, Bekir'den, Lukas'tan ve menajerinden gelen aramaların altında onlarca bildirim sıralanmıştı ama onları incelememize fırsat bulamadan telefon bir kez daha çalmaya başladı. Arayan yine Özge ablaydı.
Hızlıca kulağına götürdü telefonu. "Efendim?"
"Sana attığımı gördün mü?" diye sordu Özge ablanın inanılmaz telaşlı sesi. "Sensin videodaki, değil mi Doruk? Kavgaya mı karıştın? İyi misin? Çabuk anlat bana."
"Görmedim videoyu," dedi Doruk sakin bir sesle. Elimi yüzüme vurduğumda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı korkuyla. Ne videosundan bahsediyorlardı? Görüntüler internete mi düşmüştü? "Ama benimdir abla. İyiyim, sorun yok. Merak etme tamam mı? Sonra konuşuruz. Çok müsait değilim şu an."
"Neredesin?" diye sordu ablası. "Visal miydi orası? Feza'yla ilgili bir şey mi ablam?"
Doruk, burun kemerini sıkarken sesli bir nefes aldı. "Evet. Sonra anlatacağım. Kapatıyorum."
"Feza iyi mi?"
Yeniden ağlamaya başlayabilirdim. "İyi," dedi Doruk. "Yanımda. İyi geceler abla, ben arayacağım seni. Onur abiye de söylersin, o da aramış. Problem yok."
Telefonumu çıkarıp çoktan Twitter'e girmiştim. Videonun önüme düşmesi için ana sayfamı biraz kaydırmak yeterli oldu. Visal iki sokağı birleştiren köşedeki bir dükkândı. Çekilen video ise karşı sokaktan, oldukça uzaktandı. Tabela görünmüyordu. Başlayan kavgaya zoom yapılıyor, Doruk'un Taner'i önce masaya ittiği ardından attığı yumrukla yere düşmesine sebep olduğu an sokaktan geçen biri tarafından kayıt altına alınıyordu.
12 saniyelik bir şeydi. Aşırı düşük kaliteli bir videoydu. Anadolu Efes'in yeni çocuğu değil mi bu? diye paylaşmıştı biri.
Videoda Doruk'un yüzü çok net bir şekilde görünmüyordu. Çoğu zaman sırtı cama doğru dönüktü. Sadece son saniyede, yan profili kadraja giriyordu ama yine yüzü net değildi.
Ay tost makinesiyle mi çektiniz bunu?
Oğlum saçmalamayın yatın uyuyun. Alakası yok Dorukhan'la bu adamın.
Yeni yıldız diye pohpohlanan çocuğun her gün başka haberi düşüyor siteye. Efes bulmuş kendine göre topçuyu. Ahlaksızın teki belli ki.
"Allah'ın Fenerlisi," dedi Doruk, benimle birlikte kendisine atılan tweetleri okurken. "Efes'i kötülemek için uçan kuşu bile kullanabilir bunun gibi holiganlar."
"Doruk..." Sesim ağlıyor gibi çıkmıştı ama henüz gözyaşlarım akmaya başlamamıştı. "Ne yapacağız?"
"Bir şey olmaz." Hâlâ stres olmamıştı, hatta videoyu gördüğü anda ayrı bir rahatlama gelmişti sanki yüzüne. "Hiçbir şey çıkmaz buradan."
"Sen olduğunu düşünen az buz kişi yok." Telaşla tweetleri kaydırmaya devam ediyordum. Videoda hiç görünmediğim için çok mutluydum. Oturduğum köşe, kadraja sığmamıştı. Çeken kişi yalnızca kavgaya odaklanmıştı.
Oğlum ne mal adamsınız. Siz burada konuşurken çocuk evde NBA2K oynuyor amk. İftira atmaya bayılıyorsunuz yemin ederim.
Altına bir fotoğraf eklenmişti. Bir Instagram storysinin ekran görüntüsü alınmış haliydi bu. Story atılan hesap Bekir'e aitti. Doruk'la onların salonunda çekildikleri bir fotoğrafı paylaşmıştı. Ellerinde joystickler, masanın üzerinde cipsler vardı. Ezdim bizimkini, yazmıştı sol köşeye de. On iki dakika önce atılmıştı.
"İnanırlar mı?" dedim panik içinde ona dönerek
Bana cevap vermek yerine WhatsApp'ına girip en üstteki mesaja dokundu.
Bekir: Sensin dimi lan o gri sweatshirtli çocuk?
Bekir: Kazağını dolapta görüp beğenmiştim ya oradan emin oldum
Bekir: Kime daldıysan eline sağlık brocum, hak etmiştir it
Bekir: Ama insanlar konuşuyor bir şey yapmak gerek
Bekir: Aklıma bir fikir geliyor ama yapsam mı ki?
Bekir: Meşgulsün galiba da bizim fotolardan birini paylaşıyorum aga, haberin olsun
Bekir: İşe yarar gib
Bekir: Yumruğuna taş değmesin yiğidim, eline koluna bileğine yüreğine sağlık ama bir daha bensiz kavgaya girersen hakkımı helal etmem bak söyleyeyim
Bekir: Uygun olduğunda yaz bana
Bekir: Gerçi zaten senin evdeyim 😜
Doruk gülmeye başladı. Küçük kahkahasıyla beraber parmakları klavyeye yerleşti.
Doruk: Adamsın Bekom
Doruk: Eyvalla
Sonra da ekranı kilitleyip kapattı.
Ben şaşkın şaşkın ona bakarken o arkasına yaslandı. "Halledilmeyecek bir şey değil," dedi sırf beni sakinleştirmek için. Ona kalsa ağzını yormaz, konuyu kapatırdı.
"Kariyerini etkiler mi?" Sallanan dizime avucunu bastırarak dizimi durdurdu. "Bir açıklama yapmam gerekir mi?" dedim. "Benim yüzümdendi. Eğer yap dersen yaparım. Öyle çok takipçim yok ama insanlar beni az çok tanıyorlar sayende. Gerekirse bir açıklama yazısı paylaşabilir, gerçeği anlatabilirim."
Birkaç saniye öylece yüzüme baktı. Birilerinin onu kurtarmaya çalışmasına pek alışkın olmasa gerek, az önce telefon ekranına attığı minnet dolu bakışları şimdi bana yolluyordu. Dudaklarını başımın tepesine bastırıp "Gerek yok hiçbirine," dedi. "Halledeceğim ben. Sen dert etme."
"Neyi halledeceksin Doruk? Nasıl halledeceksin? Evet, Bekir seni kurtarmayı denemiş ama insanlar konuşmaya devam edecekler. Koçun kulağına giderse ne olacak? Benim yüzden azar yer ya da cezalandırılırsan vicdan azabım yüzünden yataktan çıkamam."
"Yavrum," dedi tüm konuşmamı sabırla dinledikten sonra. "Düşünme bunları. Sen iyi ol, başka bir şeyin önemi yok. Siluetimden ben olduğum belli oluyor ama bundan sadece arkadaşlarım emin olabilir, başkaları çıkıp da ellerindeki 144p'lik görüntüyle o kişinin ben olduğumu kanıtlayamazlar. Hadi diyelim ki kesin emin oldu herkes, Dorukhan Falay bu dediler. Çıkıp söyleyecek iki çift sözüm olur benim de. Problem yok, tamam mı? Önemli değil."
"Menajerinin de aramasına geri dönmen gerekmez mi?" dedim. "Lukas'ı da habersiz bırakma hem."
"Cengiz abiye gece dönerim. Bekir de Lukas'ı haberdar eder. Dediğim gibi, sorun yok. Takılma sen."
Dizime bastırdığı elini ellerimin arasına aldım. Tırnak darbeleri elinin sırtını kaplamış, küçük yaralar açmıştı ve eklem yerleri mora dönecek gibi duruyordu. Parmaklarımı yaraların üzerinde gezdirirken yüzüm düştü. "Sen bir de karşı tarafı gör," diye takıldı Doruk. O güldü ama ben gülecek dermanı bulamadım. Eve de yaklaşıyorduk. Şimdiye kadar zor anlar yaşadığımı sanıyorsam bu sadece bir yanılgıydı, asıl zor zamanlar o kapıdan içeri girdiğimde başlayacaktı.
Doruk, elimi tutup dudaklarına bastırdı ve bunu yaparken gözlerimin içine baktı. Her şeyin geçeceğini anlatmaya çalışıyordu. Araç evimin önünde durduğunda istemsizce irkildim. O da elimi daha fazla sıktı. Ardından bırakıp şoföre ödemeyi yaptı ve üzerimden uzanıp kapıyı açtı. Önce ben çıktım, arkamdan o indi. Kapıyı kapattı ve taksinin tepesine iki kez eliyle vurdu. Şoför gaza yüklenip uzaklaşırken ben başımı kaldırıp evin yanan ışıklarına baktım. Salonun ışığı kapalıydı ama perdede farklı renkler oynaşıyordu. Babam televizyon izliyor olmalıydı.
Parmakları parmaklarıma dolandı ve çenesiyle yürümemi işaret etti. "Yukarı mı geleceksin?" diye sorduğumda o çoktan elini kaldırmış, dördüncü katın ziline basmıştı.
"Seni yalnız bırakmayacağım," dedi bana. Apartmanımızın kapısı açıldı. Birlikte merdivenleri tırmanırken bile elimi tutmaya devam ediyordu.
Annem "Feyza?" diye seslendiğinde sesi merdiven boşluğunda yankı yaptı. "Biziz," diye karşılık verdim ben de. Doruk'la beraber bizim kata vardığımızda ona kalsa elimi tutmaya devam edecekti ama ben bizimkilerden laf yememesi için bıraktım. Kapıda bekleyen annem önce Doruk'u gördü ve bu durumu garipsemek yerine "Aa," dedi. "Hoş geldin oğlum. Gel gel, geçin içeri."
Doruk en üst basamağa çıkıp kapının önüne vardığında bir adım gerisindeydim. O adımı atınca annemin görüş açısına girmiş oldum ve aynı saniye annem "Feyza?" dedi yüksek bir nidayla. "Ne oldu annem? Kıpkırmızısın. Ağladın mı sen?"
Uyanık olan kim varsa sesi hepsine ulaşmıştı. Babam kanepeden öyle bir hışımla kalktı ki yaylar gıcırdadı. Fırat'ın ranzadan atladığında çıkarttığı sesi duydum. O ve hemen arkasında Ferda odalarından çıkarken babam da salondan kafasını uzatmış, bir Doruk'a bir bana bakıyordu.
"İyi geceler Feyyaz Bey," dedi Doruk. "Bu saatte rahatsız ediyorum ama içeri girebilir miyim?"
"Abla?" dedi Fırat sertçe. "Bu halin ne böyle?
Gözlerim o kadar kötü müydü? Hepsi birbirine benzeyen şok dolu ifadelerle bana bakıyordu.
Babamın kendini sakin tutmayı denediğini, olaya anlam vermeye çabaladığını görebiliyordum. Twitter'e düşen haberleri görmemişlerdi belli ki. Çünkü görselerdi Visal'in tabelası kadrajda görünmemiş olsa da Visal'i tanırlardı. Oradaki kişinin Doruk olduğunu da hemen anlarlardı.
Önce Doruk içeri girdi, sonra ben girdim. İçim üşüyordu. Kapıyı arkamdan kapatırken açıklama bekleyen aile üyelerime nasıl bir giriş yapacağımı düşündüm ama bunu kolay ifade etmenin hiçbir yolu yoktu. Kaçmak istedim. Koşarak odama gidemez miydim? Kimse bana bir şeyler sormasa olmaz mıydı?
Beyaz ışığın altında kalmamla birlikte annemin gözleri boynuma kaydı. "Bu ne?" Bana doğru bir adım atıp yakamı çekiştirerek boynuma doğru eğdi başını. Refleksle geri adım atmış olmamsa kimsenin gözünden kaçmamıştı. "Feyza, bu ne?"
Tahminim doğruydu. Boynumda parmaklarının izi kalmıştı.
Babam ve kardeşlerim olayı anlamak için bana doğru yaklaşırlarken Doruk, "Yalan söylediğim için özür dilerim," dedi. "Feza, yarınki siparişleri yetiştirmeye çalıştığı için geç kalmadı eve. Onu sakinleştirmeye çalışıyordum."
Fırat'ın gür sesi, salonun ortasına bomba gibi düştüğünde Ferda onun zamanında koluna yapışmasaydı Fırat, Doruk'un üzerine yürüyecekti. "Sen mi yaptın lan bunu?"
Doruk bu suçlamaya kendini hazırlamadığı için afalladı, sonra dudaklarını aralayıp küfreder gibi "Taner," dedi.
Babam anlık bir gafletle Doruk'u göğsünden itti. "Ne diyorsun lan sen?"
Beklemediği hamle yüzünden gerileyen Doruk'un sırtı duvara çarptı. Babam öfke saçan gözleriyle onun önünde durduğunda Doruk irkilerek avuç içini duvara yaslamış, başını diğer tarafa çevirmiş ve gözlerini kapatmıştı.
Verdiği refleks, gözlerimi doldurdu.
Babamın ona vurmasını bekliyordu.
Babam ona bakarken kamyon çarpmışa döndü. Bir yanda kızının boynundaki izler, diğer yanda Doruk'un bir tokat yemiş gibi diğer yana çevirdiği başı vardı. Dehşete düşmüş halde ona yaklaşıp "Doruk," dedi. "Vurmayacağım oğlum sana."
Doruk hızlı hızlı nefes alıp vermeye başlamıştı
Benim için burada olmak isterken başına bunun geleceğini hesap etmemişti.
"Taner," dedim ilgi ondan uzaklaşsın diye ama benim de sesim titreyince bir kez yutkundum. "Ben Visal'i kapatırken... Ben masaları siliyordum, kapı açıldı sonra. Baktım ki Taner." Cümlelerimi toparlayamıyordum çünkü o anı yeniden yaşayıp duruyordum. Doruk gözlerini kırpıştırarak sırtını duvardan ayırdı ve hafızasını boşaltmak ister gibi kafasını sertçe salladı. Ardından kendini toparlamayı denedi.
"Sarhoştu," dedi sözü benden devralarak. "Ben içeriye girdiğimde onu Feza'nın boğazını sıkarken gördüm."
Küfürler, bağırışlar, hakaretler... Tüm sesler birbirine girdi. Babam kapıya doğru bir hamle yapacakken annem gözlerini her yerimde endişeyle gezdiriyor, başka bir yara almış mıyım diye kolumu sağa sola büküyordu.
Doruk, babamı kolundan tutarak durdurdu. "Efendim," dedi kısık bir sesle. "Feza korkuyor. Ne kadar iğrenç bir durum olduğunun farkındayım ama sakin olmalısınız."
"Bana o şerefsizin kızıma elini sürdüğünü söylüyorsun ve sakin olmamı mı bekliyorsun?" Babam da annem de bunca zamandır Taner'i tanıyorlardı ve akıllarının ucundan bile böyle bir ihtimal geçirmediklerinden emindim. Buna rağmen durup sorgulamamışlar, Taner mi bunu yapan diye üzerinde durmamışlardı. Kimseye güvenmemem gerektiğini bir kez daha anlıyordum. Çünkü onlar, tehlikenin her yerden gelebileceğini biliyorlardı. Bense yeni öğreniyordum.
En başında hislerime güvenmem gerekirdi.
Rahatsızlık hissettiğim ilk anda, bunu birilerine söylemem gerekirdi.
Birisinin yanında kendinizi huzursuz hissediyorsanız bu iş asla o huzursuzlukla sınırlı kalmıyordu. Benim bunu bilmem gerekirdi.
Babamın tepkilerini durdurabilen Doruk'un gücü Fırat'ı durdurmaya yetmedi. "Belliydi!" diye bağırmıştı Fırat, kendi başına aptal kafam der gibi vurarak. "Seni her gece almaya gelmeliydim. Seni yalnız bırakmamam gerekirdi. O herifin feri gitmiş gözünden, sana bakışından belliydi! Onu öldüreceğim. Nerede şimdi o pezevenk?"
Keşke ağlamaya başlamasaydım. Keşke daha sakin olabilseydim. Keşke o anları aklımdan atabilseydim ve keşke ellerini hâlâ üzerimde hissediyor olmasaydım.
Doruk, karmaşayı dindirmeye çalışırken annem kollarını boynuma sararak yanıma geldi ve başını boynuma gömdü. İzlerin üzerine dudaklarını bastırırken "Ah annem..." diyordu benden daha çok parçalanmış bir sesle. "Ah anneciğim... Kıyamam ben sana. İyisin değil mi şimdi? Hastaneye gidelim mi? Bir şeyler yapalım. Bir şeyler yapalım mı annem?"
Ferda, "Abla," diyerek yanıma gelip elimi sımsıkı tutmuştu. "Dorukhan abi yetişti ama değil mi? Başka bir şey olmadı, değil mi abla?"
Fırat'ın da babamın da gözü adeta döndü akıllarına gelen ihtimaller yüzünden. Doruk, "Lütfen," dedi onlara bakarak. "Salona geçebilir miyiz? Feza biraz otursun. Siz de biraz oturun."
"Çekil şuradan." Fırat, Doruk'u kapının önünden ayırmak için onun kolunu kavramıştı. Doruk kolunu çekiştirip gözlerinin içine öfkeyle bakan kardeşime hiçbir karşılık vermiyordu ama yerinden bir santim bile kıpırdamıyordu. Onu anladığını düşündüm. Aynısı ablasının başına gelmiş olsaydı o da aynı Fırat gibi durduğu yerde duramazdı. Bu yüzden onun tüm öfkesine karşılık gözlerinde yalnızca anlayış vardı.
"Döndüğün yerde onu bulamazsın." Konuşurken kardeşimin gözlerinin içine bakıyordu. "Hastanede falandır. Evden çıkıp gitmenin ablana hiçbir faydası olmayacak Fırat."
"Onu dövdün mü?" diye sordu babam. O kadar sinirliydi ki sesi kulağa korkutucu geliyordu.
"Onu paramparça ettim," dedi Doruk sert bir sesle. "Biz oradan çıktığımızda bayılmıştı. Bu sizin içinizi rahatlatacaksa, burnunu kırdığıma eminim. Kırılan bir burun neye benzer biliyorum."
"Sen iyi misin?"
Annemin birden dönüp sorduğu soru, Doruk'u beklemediği yerden yakaladı. "Evet," derken sesi daha da kalınlaşmıştı. "Evet Canan Hanım, ben iyiyim. Şimdi lütfen içeri geçebilir miyiz? Çünkü Feza gerçekten iyi değil."
Gerçekten değildim.
Korku yalnızca o an içime dolup sonra beni terk eden bir duygu değildi. Korku dozunu giderek arttıran şiddetli bir dalga gibi içime vurup duruyordu. Şimdi de babamın yapabileceklerinden, Fırat'ın gidip başını yakacak bir şeyler yapmasından korkuyordum. Zaten Doruk çoktan internete düşmüştü. Her şey benim yüzümden mahvoluyordu ve ben her şeyden daha çok mahvoluyordum.
Ferda beni salona yönlendiren hamleyi yaptığında "Hadi baba," dedi arkasına dönüp. "Tam olarak ne olduğunu öğrenelim. Ona göre yaparız ne yapılacaksa."
"Çok korktum," diye fısıldadığımda annem elini nefes alabilmek için göğsüne bastırdı. "Kıyamam sana. Çok üzgünüm anneciğim. Geçecek. Geçti bile. Her şey yoluna girecek. Bir daha böyle bir şey yaşanmayacak. Korkma sen."
Doruk bir yolunu bulup herkesi yanımda durmaya ikna etmişti. Fırat koltuğun ucuna her an kalkabilecek gibi durarak otursa da yumruğunu dizine bastırıyor, sessiz kalmak için çaba gösteriyordu. Babam boynuma bakmak için önüme gelip dizlerinin üzerine çökmüştü ve bunu yaptığı için ağlamam daha da şiddetlenmişti. Gözyaşlarımdan önümü göremiyordum. Çok utanıyordum, çok korkuyordum, böyle bir durumda olduğum için de kendimi çok iğrenç hissediyordum.
Babam yüzümü kavrayıp bakışlarımı ona çevirmemi sağladı. "Sakin ol," dedi. "Baştan sona anlat ne olduğunu bana. Ben de gidip Doruk'un başlattığı işi bitireyim. Kırık bir burun kemiğinin yanına birkaç kaburga da ben ekleyeyim."
"Bunları duymanın onu sakinleştireceğini sanmıyorum," dedi Ferda yaşından büyük davranarak. "Kavga dövüş isteğinizi çok iyi anlıyorum ama kızın halini görmüyor musunuz? Yalvarırım biraz durun."
Öne doğru eğilip babamın boynuna kollarımı doladığımda görmesem de gözlerini kapattığını tahmin edebiliyordum. Titreyen bedenimi bir koluyla sararken başını saçlarımın arasına gömmüştü. "Bir şey yok," dedi çok şey olmasına rağmen. "Feza, böyle yapma. Elim ayağım boşalıyor. İçimi söküyorsun. Geçti göz bebeğim, geçti bitanem. Sen ağladıkça beynim uyuşuyor, parmaklarım karıncalanıyor. Sen ağladıkça benim dünyayı yakasım geliyor." Kocaman elini saçlarımın arasına yerleştirip başımı okşadığında "Nefes al," dedi. "Bu seni ilk taciz edişi miydi?" Bu kelimeyi duymak tetiklenmeme sebep olunca dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. "Öncesi de mi vardı?"
"Ablamı arabayla eve bıraktığı bir gece onunla konuşmuştum," dedi Fırat. Kendinden ettiği nefret cümlelerine yansıyordu. Bunu durdurmak istedim. Kendini suçlamasın istedim. "Bana sanki bilerek beni tek başıma yakalamaya çalışıyormuş gibi geliyor artık demişti. Bir şeylerden şüpheleniyordu. Bu tek seferlik bir şey değil. O herif, ablamı bakışlarıyla rahatsız ediyordu önceden de."
Ben bu halde olmasaydım babam dönüp Fırat'a bunu anlatmadığı için bağırmaya başlardı ama şu an ilgisini benden başka hiçbir şeye yönlendiremiyordu. Geri çekildiğimde gözlerinin dolduğunu gördüm. "İyisin," dedi. Durum tespiti değildi, iyi olduğum da yoktu ama o bu halime bile şükrediyordu. Çok daha beteri de olabilirdi çünkü. "İyisin babacığım."
"İyiyim." Gözlerimdeki yaşları silerken parmaklarım titremeyi sürdürüyordu. "Ama lütfen bağırmayın."
Başımı kaldırıp Doruk'un nerede olduğuna baktım. Kendine oturacak bir yer bulamamış gibi kapının pervazına yaslanmış, hızlı hızlı nefes alıp veriyor ve gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Buraya kadar geldiği için ona teşekkür edecektim. Yanımda olduğu için, babamlara neler olduğunu anlatmaya çalışırken beni yalnız bırakmadığı için... Hepsi için bir sürü teşekkürüm birikmişti. O olmasaydı babamın ve Fırat'ın durulmasını sağlayamazdım.
Nedense sadece bunlar için burada olmadığını da hissediyordu bir yanım. Ters bir tepki alırsam diye de inat etmişti sanki yukarı gelmekte. Ailemden birinin raydan çıkmış öfkesi yön değiştirip de beni bulursa, o kişinin bile karşısında dururdu. Böyle bir şey Falezlerde yaşanmazdı ama yaşansaydı, o beni kendi ailemden bile korumak için burada olacaktı.
"Hiçbir şey yapmanızı istemiyorum," dedim. "Onun adını tekrar duymak dahi istemiyorum. Doruk zaten... Kavga ettiler Doruk'la işte. Bir de baba, internete düşmüş görüntüleri. Bunun için bir şeyler yapabilir misin? O olduğu tam anlaşılmıyor. Bir sürü taraftar sana çok saygı duyuyor biliyorum. Belki onun böyle bir şey yapmayacağını söylersen sana inanırlar. Başı yanmasın bu olay yüzünden."
"Önemli olmadığını kaç kez söyledim sana," dedi Doruk bu konudaki net tavrını koruyarak.
Konuşmaya devam edecekti ama babam "Göster bana," diyerek onun sözünü kesti. Doruk gönülsüzdü, Ferda sessiz ve annem de gözünden akan yaşı gizleme çabasındaydı. Fırat, annemin elinin üzerine elini koyup onu sakinleştirmek için kendince bir adım attı. Bu gece şüphesiz bu evde geçirdiğimiz en zor gecelerden biriydi. Herkes aklını kaybetmiş, herkes delirmişti ama çaresiz halde birbirlerine destek olmaya çalışıyorlardı
Doruk babamın sözünü ikiletmedi. Cebinden telefonunu çıkarıp ona doğru uzattığında 12 saniyelik video kaydı oynamaya başladı. Babam hâlâ bacaklarımın önünde, yerde oturuyordu. Gözlerini ekrana eğdi. Kalan herkes de görebilmek için ona yanaşmıştı.
Ben yardım dilenirken sesimi kimse duymamıştı ama Doruk'un kavga ederkenki görüntüsü birileri tarafından kaydedilmişti. İş müdahale etmeye geldiğinde etrafınızda kimse olmuyordu. Eğer iş sadece durup izlemekse, seyirciden bol şey yoktu.
"Açı kötü," dedi Ferda. "Çok şükür."
"Ay," dedi annem. "Görüntüyü yakınlaştırmak yerine Visal'e yaklaşsaymış kabak gibi görünürmüşsün oğlum."
"Onu keşke öldürseydin," dedi Fırat.
"Eline sağlık," dedi babam. "Aferin sana. Yüz tane maçını izlesem şu anki kadar gurur duyamazdım seninle."
Doruk gülse mi ağlasa mı bilemedi. Telefonu ona uzatan babama doğru yaklaşırken babam oturduğu yerden ayağa kalktı ve onun karşısında dikildi. "Ne diyebileceğimi bilmiyorum," dedi. "Ama teşekkür ederim."
"Daha erken orada olmadığım için ben özür dilerim," dedi Doruk. "Hiçbir şey yapmanıza gerek yok benim için. Bırakın konuşsunlar. Umurumda değil. Pişman da değilim."
"Visal'in kamera kayıtlarını şikayet için kullanmam senin başını yakar mı Doruk?" diye sordu babam büyük bir ciddiyetle. "Taner sana vurdu mu hiç? Bu karşılıklı bir kavga mıydı yoksa onu sadece sen mi yumrukladın?"
"Taner bana vurmadı ama problem değil." Telefonunu arka cebine atarken yüzünden rahatsız bir ifade geçti ve babam bunu yakalayarak onu konuşması için teşvik edecek bir baş hareketi yaptı. "Yarın akşam üzeri takımla birlikte Litvanya'ya uçacağım," dedi bunu söylemekten nefret ediyor gibi. "İfade için çağırılırsam Zalgiris maçına gidebileceğimi sanmıyorum. Kaçıyormuşum gibi görünür."
"Hem ifade için çağırılman koçun da gözünden düşürür seni." Babam işin içinden çıkamıyormuş gibi derin bir nefes alıp şakağını ovaladı. "Zaten insanlar senin bir yanlışını bulabilmek için pusuya yatmış durumdalar. Karakoldan görüntün falan sızarsa başlamadan bitirmeye çalışırlar kariyerini."
"Hatalı değilim Feyyaz Bey," dedi Doruk. "Takım arkadaşlarım muhtemelen bu kişinin ben olduğumu anlamışlardır zaten. Olayı yönetime de açıklamayı düşünüyorum. Yani siz de beni korumak için bir şeyleri gizlemek zorunda değilsiniz. Şikayetçi olursanız ifade için gelirim, kimin arkamdan ne diyeceğini umursamıyorum. Bu olay benimle ilgili değil. Bu olay Feza'yla ilgili ve onun güvende olması için ne gerekiyorsa öyle yapalım."
"Ucu sana dokunacak hiçbir şey yapmayalım," dedim oturduğum yerden. Göz göz geldiğimizde Doruk yine bunun sorun olmayacağını anlatmaya çalışıyordu ama ben bunun kocaman bir sorun yaratacağının farkındaydım. "Eren'in dediği gibi yapalım Doruk. Baba, Eren de gördü her şeyi. Doruk geldiğinde o da gelmişti."
"Eren Taner'in Feza'yı sıkıştırdığını görmedi," dedi Doruk. "Ama kardeşini benden kurtarmaya çalışmak yerine bir yumruk da o attı. Sunduğu öneri, benim orada hiç bulunmamış olmam ve Taner'i dövenin kendisi olduğunu söylememiz yönündeydi. Dediğim gibi, yaptığım şeyin arkasında durmayacak değilim. Yalana dolana gerek yok."
"Eren abi şimdi onun yanında mıdır?" diye sordu Fırat. "Ben onunla bir konuşayım."
"Fırat," dedi Doruk. "Bu işe bulaşma abim." Fırat'ın bakışları kendisine saplandığında aynı kararlı ifadesiyle devam etti konuşmaya. "Ablanın bana anlattığı kadarını biliyorum ama sen bir şeyler kovalıyorsun belli ki. Benim haddime değil belki bunu söylemek ama başını en ufak beladan bile uzak tutman gerekiyor senin şu aşamada."
"Hani bu olay seninle benimle ilgili değildi de ablamla ilgiliydi?" diye sordu Fırat. "Hani kimin arkandan ne dediğini umursamayacaktın? Ben niye umursayayım o zaman?"
"Benim yerim belli," dedi Doruk. "Senin henüz değil. Siciline işlenmiş bir kavgayla da zor bulursun o yeri. Kimse takımında patlamaya hazır bir bomba tutmak istemez. Nereden bildiğimi sorma ama ne olursun dinle beni, tamam mı? Kendi başına iş yapmaya kalkma."
"Doğru söylüyor," dedi Ferda da hızla. "İtin birinden yeterince zarar gördük, daha fazlasını yapmasına izin vermeyelim."
Annem bana dönüp "Her şey yoluna girecek," dedi yine. Onların kariyerlerini olumsuz etkileme ihtimalinin beni ne hale getirdiğini görebiliyordu. "Bunlara takılıp kendini üzme. Sen iyi ol Feza. Kimse başka hiçbir şey istemiyor."
"Aynen öyle," dedi Fırat, kendine hakim olarak. "Konu buralara geldiği için özür dilerim. Bir de bizim için korkma bunca şeyin arasında. Ben sadece seni böyle görünce aklımı yitirdim. Seni üzecek hiçbir şey yapmayacağım, söz veriyorum tamam mı?"
"Bizim ilişkimizi biliyor," dedim. "Bunu takıntı haline getirdiğini bana gayet net bir şekilde belirtti. Onu biraz tanıyorsam Doruk'a zarar vermeyi deneyecektir. Benim için bir şey yapmak istiyorsanız buna izin vermeyin."
"Ya bana zarar vermeyi n'olur denesin ya," dedi Doruk anlık tepkilerini frenlemeyi başaramayarak. "O piç bir kez daha benim karşıma çıkmayı n'olur denesin ya." Durdu, kocaman olmuş gözlerini benden çekerek annemlere çevirdi. "Çok özür dilerim efendim."
Babam sorun olmadığını söyler gibi onun omzunu sıktığında "Hadi oğlum," dedi. "Cuma maçın var senin. Önümüzdeki günlerde ona odaklanmak zorundasın. Yarın yola çıkacakmışsın, git de dinlen biraz. Ben halledeceğim her şeyi."
"İzin isteyebilirim. Verirler mi bilmiyorum ama şansımı deneyebilirim."
"Bunu yaparsan Feza'yı daha çok üzersin." Nokta atışı bir cümle kurmuştu babam. Bunu yaparsa gerçekten ağlamaktan komalık olurdum. Onunla basketbol arasına dolaylı yoldan bile girersem kendimi bir daha asla affetmezdim.
"Doğru," dedim yerimden doğrularak. Ayaklarımın üzerine basabilmiştim, güzel bir gelişmeydi. Kapıya doğru yürürken daha fazla gözyaşım kalmamıştı. Artık ağlamıyordum ama yine de ıslak yanaklarımı sertçe sildim. "Bunu yapmanı istemiyorum. Litvanya'ya gitmen gerekiyor. Daha Potsdam konferansıyla Rusya'ya bırakılan Kaliningrad'ı fethedecek, Belarus'la Letonya'yı da cebine koyup öyle geleceksin."
Tavrım Doruk'u güldürürken Falezler bana uzaylı görmüş gibi bakıyor olmalılardı.
"Geçir çocuğu," dedi babam benim az önce oturduğum yere gidip otururken. Bize özel alan tanıyordu yine. Bunun için ona minnettardım. Başımı sallayıp salonun kapısını çıkarken arkamdan çektim. Doruk holün ortasında öylece durduğunda gitmek istiyor gibi görünmüyordu.
"Gerçekten her şey için çok teşekkür ederim," dedim kapıyı onun için açarken. "N'olur aklın bende kalmasın."
"Aklımı da kalbimi de avucunun içinde tutuyorsun," dediğinde olduğum yere mıhlandım. "İyi olursan iyi olurum Feza."
Kapının eşiğinden istemeye istemeye geçip ayakkabılarını giydikten sonra yüzünü yeniden bana çevirdiğinde "Beni bu olayların dışında tutamazsın," dedi. "Seni tanıyorum. Odağım dağılmasın, aklım kalmasın diye sessiz kalacak, bana yazmayacaksın. Her şeyi bilmek istiyorum, tamam mı? Oturup yine ağlamaya başlarsan kaç gözyaşı döktüğünü bile bilmek istiyorum. Yalvarırım beni uzaklaştırma kendinden."
Başımı salladığımda salondaki babamın varlığından çekinmeden yüzümü kavrayıp "Kelimeler," dedi bir kez daha. "Kullan onları. Söz ver. Sana sürekli yazacağım sen de bana her şeyi anlatacaksın. Üç gün burada yokum ama ölene kadar senin yanındayım ben. Kendini yalnız hissetmene izin vermeyeceğim. Beni uzaklaştırmayı sakın deneme olur mu? Çünkü delirmeme sebep olur bu."
"Tamam," dedim. "Konuşacağım seninle. Söz veriyorum." Ela gözlerinde inancı gördüm. Dudaklarımdan dökülenlere koşulsuz şartsız inanıyordu her seferinde. "Zaten konuşmazsak ne yaparım bilmiyorum." Yanağımı avucuna bastırdım. "Sana ihtiyacım var. Ama lütfen, sen de beni haberdar et. Birisi sana hesap sorarsa bunu bilmek istiyorum. Bu yüzden ceza alacaksan üzülmeyeyim diye bana söylememezlik yapma."
"Anlaştık." İşaret parmağını burnuma değdirip burnumun ucuna doğru kaydırdı. "Seni çok seviyorum."
"Ben de öyle," dedim. "Sarılabilir miyiz yoksa babamın görme ihtimali yüzünden kalp krizi mi geçirirsin?"
"Sarılalım bebeğim." Kollarını benim için açtı. Başımı gömdüğüm göğsü, beni huzurlu hissettiren bir kokuya ev sahipliği yapıyordu. Bu an hiç bozulmasın, o hiç gitmesin, biz hep böyle kalalım istedim. "Sana dokunmaya korkuyorum," dedi. "Dokunmaya korktuğuma parmak ucuyla bile değmeye kalkanı mahvederim Feza. Hiçbir şeyden korkma, tamam mı? Ailen senin yanında. Ben senin yanındayım."
"Sen de benim ailemsin," dediğimde kulağımı dayadığım kalp atışlarının hızlanmasına şahit oldum. Durmadım, aramıza binlerce kilometre girmeden önce konuşmaya devam ettim. "Kendini neden ayırıyorsun? Sen zaten benim ailemsin."
🏀🧁🏀
Bu bölümün Feza'sı beni mahvetti. Bu bölümün Doruk'u da beni mahvetti. Galiba genel olarak bu bölüm beni mahvetti. Siz nasılsınız?
İnternete düşen görüntüler başımızı yakacak mı dersiniz?
On beş sene sonra Feza'yı ve Doruk'u nerede görüyorsunuz? :'))) Bu oyunu unutmayalım, bu oyun çok özel.
Yine #DörtÇeyrek etiketinin altında toplanıyoruz değil mi? Toplanalım bence çünkü. Ben çok seviyorum orada sizi görmeyi.
Yeniden görüşene dek hoşça kalın. Teşekkürler ve mümkün olduğunca tatlı günler. 🤍
Instagram, twitter:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
BÖLÜMDE HÜNGÜR FOŞUR AĞLADIM. ÇOK HIZLI BİTTİ NASIL BEKLİCEZ YAAA
YanıtlaSilBölümler ne zaman geliyor??
SilYine on beş oyunda da 🥲
YanıtlaSilAy ben bunlari yerim ya
YanıtlaSilBekir kardeşimmmm bekirrr sen adamsın adammm
YanıtlaSilAy lütfen görüntüler bi sorun açmasınn
YanıtlaSilT*ner Doruk'a da herhangi bir şekilde zarar verirse yakarım ortalığı
YanıtlaSilİnşallah eren çözer. Bence taner'in annesi de biliyordu doruk'la sevgililik çıkınca oda bozuk atmıştı fezaya
YanıtlaSilEvet ya o kadın bende hiç iyi izlenimler bırakmadı bu kadarını bilmiyorsa da bir şekilde işleri Feza için zorlaştıracağını düşünüyorum Eren gibi yanında durmak yerine düşene de bir tekme o atacak gibi hissetiriyor
SilHatta güvenlik kameraları sorun olursa onun yüzünden olur gibi geliyor Eren saklarken o açığa çıkarabilir
SilEren güvenlik halledip kendi ifade verirse bekir'de foto attığı için kalan tek sıkıntı Doruk'un ellerindeki yaralar
YanıtlaSilBu adam basketçi yedi yirmi dört spor salonunda diyebiliriz onuda öyle kapatırız bir şekilde inşallah yani
Sildört çeyrek atağım bir süre dindi diyebilir miyiz deriz deriz
YanıtlaSilDoruğun başı belaya girmez gibi bir vibe alıyorum çünkü Feyyaz Falez her şeyi toplar çocuklarına zarar gelmesine izin vermez 🥺
YanıtlaSilYazarcım bir arkadaş taner şerefsizinin nerede olduğunu soruyor da kitaba girebilme şansı var mı polis yakalanmadan çıkar intihar süsü veririz biz ona
YanıtlaSilTane'ir Lir'e kaydettirelim yeni üye olsun (upuzun listeyi ben doldururum dert etmeyin)
SilListeyi doldururken seve seve yardım ederim. Mümkünse kaya öldürsün onu. Ben gidip baştan analize başlicam kaya sevgim kabardı jdjdkdjk
SilKaya ve görkem beraber dalsınlar tanerin yanına kaanıda alsınlar meydan dayağı atsınlar bizde bir oh çekelim
SilAyyy analizciler el atsa olaya mük olur aklımdan geçti bu gün benim de
SilLütfen sonraki bölümde Doruk ve takım arkadaşlarının konuşması olsunnn
YanıtlaSilÖzellikle bekir okumak istiyoruzz yazarcım ama diğer arkadaşlarıda tanısak fena olmazz
SilTaner ve eren in annesi bence şüpheli ya
YanıtlaSildoruğun fezaya karşı olan tavrı beni o kadar etkiledi ki. çok güzel bi çocuk umarım hepimizin hayatına doruk gibi biri girer
YanıtlaSilDorukkkk tavrın en aklı başında tavırdı olabilecek umarım başına bela açmaz fezanın da hızlıca toparlanmasını umuyorum Fırat doruk ilişkisi mükemmel bir ikili olucak eminim önümüzdeki bölün musmutlu olması lazım artık gam kederden bittik ya
YanıtlaSilDoruk'un "He Feza he" dediği yerde gülmekten bir yerlerim yırtıldı yazarımm 😁🤣
YanıtlaSilYazarım deni çoook seviyomm haa 🤍🎀
YanıtlaSilAy bendee
Sil+1000000000000000000000000000000000000000000000000000000000
SilAllah'ı belanı versin Tanerrr diye diye içim çıktı ama taner mevzusu burada bitmeyecek diyede bir takım korkularım var ahhh devam ahhh üzümlü kekim ahh dorukhan bu çocuk al bağrına baş 😥
YanıtlaSilSende benim ailemsin❤️🥺🥺
YanıtlaSilYeni bölümü nasıl bekleyeceğim şimdi ya
YanıtlaSilKitap olucak hissediyorum ve ufacık grubumuz unutulcak gibi hissediyorum
YanıtlaSilyalnız yazarımız bizi unutmaz
SilKitap olsun daha da büyük bir aile olalım 🥰
SilBen dizisi olsun istiyorum asıl
SilAğlamayayım diye kesik kesik okudum bölümü her ağlama isteği geldiğinde gülecek bir şeyler aradım. Sona kadar dayandım en son sen de benim ailemsin dediği yerde kayış koptu. Eren ile taner💩'u kardeş olamaz ya eren imin mükemmelliğine birde şu gereksiz vasıfsız insan olamayacak kadar iğrenç varlığa bakıyorum kesin eren karışmış. Anası da bir ara fezanın üzerine gitmişti ama oğul mal bunlar.(taner 💩ile anası 💩)
YanıtlaSil*ana oğul mal bunlar yazıcaktım soryy
SilBende anasından bir 🚾 kokusu alıyorum da görecezzz
SilÇok güzellerrr
YanıtlaSilDün instagramdan şans eseri görüp okumaya başladım ve şimdi bitti :((( yeni bölümler ne zaman geliyor baaayıldım
YanıtlaSilFeza üzümlü kekim.. Çok kötü şeyler yaşadı ama atlatacak ben inanıyorum. AİLESİ yanında...
YanıtlaSilKayıtlar Doruk'un başına dert olabilir, ama herkes destek olur. Çünkü ortada bir taciz olayı var. Feza yerine başka biri de olsa Doruk'un bakıp geçecek hali yoktu. Tabi ki Feza'yı kurtarıp Taner'i dövecekti.
YanıtlaSilİlk bölümleri okuyordum ve Batı Abiyi gördüm o kayıtları ve dertlerimizi halledecek gibi geldi
YanıtlaSil