29. "Acı Kahve"

Bölüm Şarkıları:

Adamlar, Duende
İkiye On Kala, Bu Kızın Bi Derdi Var
Böyleyken Böyle, Hep Düşerdim Depresyonlara
Pinhani, Dön Bak Dünyaya
Lauv, I Like Me Better


•🤎•


Naz Aslan:


Kalemlerim çok güzeldi.

Dün okul çıkışı favori kırtasiyeme uğrayıp uzun zamandır gözüme kestirdiğim kalem setini almıştım ve Feyza'ya göstermek için sabırsızlanıyordum. Eğer işler sabah saatlerinde çok yoğun olmazsa geçip mutfağa kurulacak, o kurabiyelerini keyifle hazırlarken ben onun enerjisiyle kendimi ilhamlayıp biraz çizim yapacaktım. Gittiğimde onu hangi şarkıyı dinlerken bulacağımı merak ediyordum.

Visal köşesine sapan yola girdiğimde sokakta garip bir huzursuzluk hissettim. Topuklu botlarımın tıkırtısı dışında etrafta hiç gürültü yoktu. Sabah ayazı içimi titrettiği için çenemi büyük bordo atkımın içine daha fazla gömdüm. Bu atkıyı böbreğimi kasada bırakarak almış olsam da buna değdiğini düşünüyordum çünkü kocamandı ve beni sıcacık tutuyordu. Kabanımın ceplerine ellerimi sokup adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce Feyza'yla konuşmak istiyordum çünkü içimdeki tuhaf huzursuzluk başka türlü dinmeyecekti.

Feyza, sabah uyanır uyanmaz ona yurt yatağından attığım oha, saçlarım ne kadar turuncu çabuk bak mesajıma hâlâ cevap vermemişti. Çoktan uyanmış, çoktan Visal'i açmış olması gerekirdi. Otobüste kurduğum senaryoda kendimi şarjının çok az olduğuna ve yanına şarj aletini almayı unuttuğuna inandırdım ama içimdeki sıkıntılı his onu görene kadar geçmeyecekti.

Birkaç adım sonra Visal görüş açıma girdi ve aynı anda kaşlarım çatıldı.

Bir terslik vardı.

Visal'in kapısının hemen yanındaki cam, paramparçaydı.

Büyük camlardan içeride devrik olan sandalyeleri ve masaları gördüğümde kanın beynime sıçradığını hissettim. Elimle çantamın sapını kavrayıp koşarak kapıya ilerlerken bar taburelerinde camlara sırtı dönük halde oturan birini gördüm. Bedeni Feyza'nınkine ait olamayacak kadar iriydi.

Kapıyı iterek açtığımda süsler ses çıkarttı. Feyza bu süslerin sesine bayılırdı ama ben aynı hisleri beslemezdim onlara karşı.

Kapının yanına saçılmış cam parçalarına basmamaya özen göstererek bar taburelerindeki adama doğru ilerledim. Birinin geldiğini duymuş olmasına rağmen arkasına bakma zahmetine bile girmemişti. İçerisi leş gibi sigara kokuyordu ve aynı zamanda buz gibiydi. Feyza olsaydı bunların hiçbiri olmazdı. Bu yüzden onun ismini seslenmek yerine "Eren," dedim telaşla. "Ne oldu burada böyle? Feyza nerede?"

Bedenini hareket ettirmeden başını hafifçe bana doğru çevirdi ve kan çanağına dönmüş gözleri gözlerime tutundu. Koyu renk saçları darmadağınıktı. Çoğu zaman işaret parmağına taktığı gümüş yüzüğü çıkarıp tezgâha koymuştu. Önünde dumanı tüten sert bir kahve, yanında da bir pet bardaktan ibaret olan küllüğü vardı.

"Ne zamandan beri sigara içiyorsun?" dedim gergin bir sesle. Onun yorgun bakışları yüzümde asılı kalırken kendimi gülmeye zorladım. "Kuponumuz tutmadığı için borçlarını ödeyemedin ve tefeciler dükkânımızı mı bastı? Feyza'yı rehin verdiysen öldürürüm seni."

Berbat haldeydi.

Dün akşam uyuyup uyumadığını merak ettim. Kalbimde büyümeye başlayan korkuyu gizlemek için daha büyük bir gülümseme yerleştirmek istedim yüzüme ama Eren'in hiç değişmeyen yüz ifadesi ve boş bakışları bunu yapmama izin vermedi. "Ne oldu?" dedim çantamı yere fırlatıp yanındaki tabureyi çekerken. Ona yaklaşınca ellerinin üzerindeki yaralar çarptı gözüme. "Eren, delirtme beni. Ne oldu?"

"Otur," dediğinde bedenim onunkinin arkasındaydı. Yüksek tabureye tırmanırken bir yandan da boynuma doladığım atkıyı çözmüştüm. Onu soğuk görmeye alışkındım ama ölümden dönmüş gibi görünmesine alışkın değildim. Neler olduğunu anlamak için çabalasam da beynim sanki onun gözlerini görür görmez işlevini yitirmişti. Sigarasını sol eline aldı ve sağ eliyle taburemi kendine doğru çekti. Bedenim onunkine yaklaşırken şaşkınlıktan dilim kilitlenmiş haldeydi. "Burada otur," dedi. "Yanımda. Lütfen."

"Ne oldu?" Kafamın içinde kırmızı alarmlar çalıp dururken ellerimi göğe kaldırıp hazreti kim varsa yardım çağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Sinirle uzanıp tiksindiğim bir şey olmasına rağmen sigarasını parmaklarının arasından aldım ve pet bardağın içine attım. Böylece ilgisi dumandan ayrılıp bana dönebildi. "Beni korkutuyorsun."

"Naz," dedi bana bakarak. Bu bana sataşırken ya da benimle çalışırken ona eşlik eden bakışlarından değildi. Ukala değil, haylaz parıltılar dolu değil, bıkkın hiç değildi. O kadar üzgündü ki kalbimin kapının oradaki camdan bile daha fazla parçalandığını hissettim. "Sence ben kötü biri miyim?"

Sorusu karşısında yapabildiğim tek şey anlamsızca gözlerimi kırpıştırmak oldu. "Bir şey mi içtin sen?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Kahvende ne var be senin? Süt yerine viski mi kattın hayırdır?"

Biz böyle şeyler konuşmazdık. O bana garip isimli Bundesliga takımlarının maçı olduğunu söyler, bir sayı sallamamı isterdi en fazla. Karşıma geçip 2.5 alt mı üst mü diye sorardı. Ben kötü biri miyim diye sormazdı. Sormamalıydı.

Arka cebine uzanıp bir sigara paketi çıkarttığında gözlerim kocaman oldu. Sigara kullanmazdı. Kullansa bunu bilirdim. Üstü kokardı bir kere. Ama bugün paket taşıyordu. "Bir tane daha yakacağım," diye durum bildirdi sanki ben yakma desem yakmayacakmış gibi.

"Nereden çıktı bu?"

Dalı dudaklarının arasına koyduğunda çakmağı ateşleyip ucunu tutuşturdu. Öyle derin bir nefes çekti ki içine yanakları içeri göçerek sahneyi elmacık kemiklerine bıraktı. Sigarayı yeniden parmaklarının arasına alıp başını diğer tarafa doğru çevirdi ve dumanı yavaşça üfledi. "Babamı çok özledim."

"Ne?"

"Duydun." Yanında olmamı istemişti, yanındaydım ama bana bakmıyordu. Soracak bir sürü sorum varken hepsi boğazıma tıkılı duruyordu. "Babamı çok özledim. Bence on yaşındaki oğluna ölmeden önce annenle kardeşin sana emanet demek çok boktan bir şey ama yine de onu hâlâ özlüyorum."

Dün balığın yanında yediğim soğanlı salata yüzünden şimdi burada gözlerim dolmak üzereydi ve bu çok kötü bir şeydi. "Eren... Bugün onun ölüm yıldönümü falan mı?"

"Dün Taner'in ölüm yıldönümüydü," dedi sigarasından bir nefes daha almadan önce. "Bizim ihtiyara verdiğim sözü daha fazla tutamayacağım. Oğlunu adam edemedim. Benden bu kadar. Onunla daha fazla uğraşmayacağım."

"Neler olduğunu anlamıyorum." Aslında bir yanım, neler olduğunu çok iyi anlıyordu. Kalbim hızını iyice arttırınca bacaklarım korkuyla titredi. "Ne oldu ki dün?" Bana yalan söylesin, korktuğum başıma gelmesin istedim. "Burası nasıl bu hale geldi ki Eren?"

"Feyza'ya dokunmuş." Bunu tükürür gibi söylediğinde bedenime büyük bir ürperti yayıldı. "Taner, kız kardeşime dokunmuş."

Gözümün önüne siyah bir perde çekildiğini hissettim. Ne ara kolunu kavrayıp sıktığımı bilmiyordum ama baskım öyle güçlüydü ki taburede dizleri bana doğru dönmüştü. "Ne demek Feyza'ya dokunmuş?" diye bağırdım öfkeyle. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Ne demek Feyza'ya dokunmuş? Nasıl yani?"

"Dorukhan gelmiş." Kendini geri çekmiyor, temasımdan kurtulmayı denemiyordu. Bomboş gözlerle ruhu çekilmiş gibi gözlerimin içine bakıyordu. Omuzları çökmüş, yüzüne acı dolu bir ifade yerleşmişti. "Ben geldiğimde o çocuk Taner'i ikiye bölmek üzereydi. Feyza da çok ağlıyordu ama çok, Naz. Çok korkmuştu."

Dünyanın tam şu an durması gerekiyordu. Hayır, dünyanın Taner Feyza'ya elini sürmeden önce durması gerekirdi. "İyi mi?" diye sordum ayağa kalkarak. "İyi mi? Nerede? Bir şey yapmış mı ona? Ne kadar ileri gitmiş? Nerede senin o kardeşin olacak yavşak? Öldürürüm onu, duydun mu beni? Onu öldürürüm. Ne demek Feyza'ya dokunmak? Ne demek Eren! Neyden bahsettiğinin farkında mısın sen? Senin kardeşin Feyza'yı taciz mi etmiş? Doğru mu anlıyorum ben?"

"Otur," dedi güçsüzce. "Bağırma, başım ağrıyor."

"Başlatma başına ya! Ne başı? Feyza nerede? Bu kırık cam ne? Masaların hali ne? Senin bu halin ne mesela? O sigarayı sana yedirmemi istemiyorsan doğru düzgün anlat bana bir şeyleri!"

Ellerini yüzüne kapattığında "Kayıtlar," dedi. Sertçe saçlarını kavradı. Tüm bunlarla başa çıkamıyormuş gibi mutfağın kapısına doğru dönüp "Silinmiş," dedi ve kahve bardağına vurarak onu diğer tarafa doğru devirdi sinirle. Yerler kahve olmuştu. "O sikik puşt, ben onu insanlık yapıp hastaneye götürdüğümde yüzüne dikiş atılırken bir arkadaşına haber vermiş. Puştun arkadaşı da puşttur. Ne kayıtlar var, ne kasada para. Çalıp çırpması sikimde değil Naz ama el birliğiyle kanıtları yok ettiler."

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Bak bakayım dalga mı geçiyorum?" diye bağırdı. "Sabahtan beri televizyon fişine bakıp kahroluyorum amına koyayım! Feyza bırakmaz fişi prizde. Mutfağın kapısı açıktı. Feyza hep kapatır çıkarken! Yedi yirmi dört gülümseyen kızın korkudan titreyerek ağladığını gördüm ben şu köşede. Aklımı yitireceğim anlıyor musun beni? Kardeşim o benim! Kardeşim!"

"Doruk ne zaman gelmiş?" diye sordum bir umut kırıntısına tutunmak isteyerek. "Zamanında yetişebilmiş mi? Eren, n'olur söyle. Ne olmuş tam olarak?"

"Bilmiyorum," dedi. "O sikik kardeşim konuşmadı benimle. Konuşursa ağzını daha fazla yamultacağımdan korktu herhalde. Ben geldiğimde o çocuk Taner'in üzerindeydi. O kadar gözü dönmüştü ki Feyza'yı duymuyordu bile. Ben yanına gittim de dedim koş şu kıza bak diye. Elleri kan içinde kalmıştı. Aldı Feyza'yı çıkarttı sonra. Buraya hiç gelmemiş olsun, biri sorarsa benim Taner'i dövdüğümü anlatalım dedim. Gencecik bir çocuk, geleceği çok da parlak Naz. Yanmasın başı istedim. Ama sabah Feyyaz amca kayıtları istemiş benden. Şikayet etmeyi düşündüğünü söylemiş. Geldim almaya. Yok işte. Amına koyduğumun kayıtları yok."

Her bir kelimesinin arasında acı çekiyor gibiydi. Sigarasını konuşmasına nokta koyar gibi dudaklarının arasına yerleştirdiğinde dudaklarına uzanıp sigarayı çektim ve bir kez daha tezgâha bastırarak söndürdüm. "İçip durma şunu," dedim ortadaki en basit problemden başlayarak. "Mahvediyorsun kendini."

"Mahvoldum zaten," dedi. "O kız burayı herkesten daha çok seviyor. Biliyorsun. Biliyorsun Naz. Visal demek Feyza demek. Kafayı yiyeceğim ya. Başına gelene bakar mısın? Benim dangalak kardeşimin yediği halta bakar mısın? Gördüğüm en masum şey Feyza lan benim. Sana yemin ederim canımdan çok seviyorum o kızı ben. Nasıl yüzüne bakacağım bir daha? Tutup o kızı nasıl geri getireceğim buraya ben?"

"Sana kızmaz ki," dedim içim cayır cayır yanarken. Bana ihtiyacı olmalıydı. Birazdan yaptığım şey Falezlerin kapısına dayanmak olacaktı ama bu haldeki Eren'e de arkamı dönüp gidemezdim. Onu hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. Dövmeli kollarını göğsünde bağlar, etrafa sert bakışlar atardı. Alışkın olduğum Eren buydu. Gözleri dolmak üzere olan hali kesinlikle değildi. Ben diğer Eren'i de hiç sevmezdim ama bu Eren'i hiç hiç sevmemiştim. "Ben onun seni ne kadar sevdiğini biliyorum," dedim saçma bir çabayla. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kendimi ona teselli vermem gereken bir durumda bulmak tuhaftı.

"Sevse ne yazar," dedi. "İsmim geçince o puşt gelmeyecek mi aklına? Lan ben bundan sonra Taner'i gebertmeden nasıl duracağım? İnsan kendi kanından iğrenir mi? Basıp gitsem keşke. Yüzünü görmesem bir daha."

İşte bu, ilk kez duyduğum bir şey değildi. Eren'in içinde bir yerlerde daima basıp gitmeyi düşündüğünü bilirdim ama onu buraya bağlayan şeyi bugün öğrenmiştim. Evin büyük erkek çocuğu olduğu için tüm sorumluluk ona kaldı sanıyordum ben. Babasının bunu bir vasiyet olarak da onun omuzlarına bıraktığından haberim yoktu.

Bir anda omuzları titrediğinde dişlerini sıktı sertçe. Elimi refleksle alnına koydum. "Biraz ateşin çıkmış." Çocuk sinirden havale geçirecekti. "Buz gibi içerisi," dedim. Kocaman yün atkımı kucaklayıp ona doğru uzattım. "Üşüyorsun belli ki." Suratıma boş boş baktı. Bir anda Fransızca konuşmaya başlamadıysam garip bir bakıştı bu. Atkımı açıp omzuna attırdım. "Al bakalım prenses. Görmeyeli bu işler de mi bize kaldı ya?"

"Ne yapıyorsun?"

"Titrediğinin farkında mısın?" diye sordum. Elimi eline değdirdiğimde "Buza dönmüşsün," dedim. "Önce eri, sonra beni Feyza'ma götüreceksin. Arabayla geldin değil mi?"

"Evet," dedi hâlâ aynı şekilde düz düz bakarken.

"İyi, sana zahmet beni bir bırakıverirsin. Sen de Feyyaz amcayla konuşursun işte."

Ben de yanında dururdum. Feyyaz amcaya birlikte açıklardık durumu. Eren Feyyaz amcanın karşısında da böyle düz düz bakarsa işi yaştı çünkü. Ben en azından araya bir iki şirinlik katar, ortamı yumuşatırdım. Zaten Feyyaz amcanın benim yanımda sesini yükselteceğini de sanmıyordum. Mevzu kız çocukları olduğunda onun için akan sular hep dururdu.

"Naz," dedi tiksinir gibi bir sesle. Elleriyle omzuna kayan geniş atkımı boynuna doğru çekti. "Parfüm şişeni üzerine mi boşalttın bunun?"

"O parfüm için üç gün aç gezdim ben. Tek laf edersen dilini kopartırım."

"İğrenç." Yüzünü buruşturdu. "Diğeri daha iyiydi."

Kaşlarım çatıldı. "Hangisi?"

"Vanilyalı bir şeyler olan. Hep sıkıyorsun ya."

"He... Evet, en sevdiğim o benim de."

"Biliyorum."

"Seviyorsan alayım sana da?" Sırıtıp göz kırptım. "Yeni aldığımı beğenmediysen sen kullanmazsın olur biter canım."

Göz devirdi. "Çok komiksin."

Göz devirdim. "Öyleyimdir. Leş gibi sigara kokuyorsun ve o atkıya ne kadar verdiğimden haberin var mı? Ama ben sesimi çıkartıyor muyum? Çıkartmıyorum. Sen de azıcık çeneni tutarsan dünya güzelleşir. Bir dene."

"Sen salaksın valla bak." Yine o yargılayıcı ses tonuna geçmişti. "Gidip atkı alıyorsun sonra bir hafta aç geziyorsun. İşe giriyorsun, kendi paranı kazanıyorsun, sonra gidip çantaya falan yatırıyorsun. Az yemek ye yemek. Kaldın üç gram amına koyayım."

Ona öyle bir bakış attım ki gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. "Ben zayıf biri değilim, farkında mısın?"

"Yoo," dedi sadece.

"Fazlam var benim." Konuşmayı sevdiğim bir konu değildi ama onun bu tavrı beni hayrete düşürmüştü, o yüzden çenem de düşmüştü. "Diyet yapıyorum ara ara. Yani istikrarı tartışılır ama belki o yüzden sana öyle gelmiştir. Zayıflamadım bu arada. Tartı öyle demiyor."

"Neden diyet yapıyorsun?" diye sorarken gözlerinde ciddi bir merak olduğunu görmek beni iyice şaşırttı.

Ona bariz olanı söyledim. "Kilo vermek için?"

"Niye, Victoria Secret meleği mi olacaksın başımıza?"

Elimi karnıma doğru götürüp kabanımın içinden göbek bölgemi kıstırdım. "Aynen, bununla VS meleği olacağım. Hemen yarın gel başla dediler. Kıramadım biliyor musun..."

"Birisi bir şey mi dedi?"

Arka arkaya sorduğu sorular beni gafil avlıyordu. Ama dün geceden beri tek bir noktaya saplanıp kalmış odağına yeni bir malzeme çıkarabildiğim için onu bozmuyor, bu garip diyaloğu sürdürüyordum. "Kim ne desin bana?"

"Hadsizin biri sana kilonla ilgili bir şey mi söyledi?"

Bu meselenin fazla özelleşmeye başladığını düşünüyordum çünkü ona bir anda annemden ya da yüzlerini bayramdan bayrama gördüğüm akrabalardan bahsetmeye başlarsam çok anlamsız olurdu. "Yok," dedim. "İstediğim bedene düşmeyi deniyorum sadece. Halledemeyeceğim bir şey değil. Azıcık versem kurtarır."

"Siktir et. İyisin böyle."

Galiba ben bugün ölecektim çünkü son günüm değilse Eren'in bana iltifat etmesi çok anlamsızdı. Hoş bir çocuk olduğunu zorla Feyza'ya itiraf etmiş olabilirdim ama bana gıcık gıcık davranmaya devam ederse sevinirdim. Bu şekilde sınırlarımız belli olurdu en azından. Hayatımda kafa karışıklığı kaldıracak halde değildim. Zaten Eren de kafamı karıştırabilecek biri değildi.

"Teşekkür ederim," dedim çünkü başka ne denir bilemedim. "Isındın mı bari biraz?"

"Üşüdüğümü bile hissetmiyorum ki."

"Eren..."

"Kafamın dolu olduğu çok mu belli?" Ne alakaydı canım? Hiç anlaşılmıyordu. "Feyza'yı aradım sabah. Açmadı. Kızın kalkıp işe gelmesini beklemiyorum tabii ama benimle konuşmak istemiyor olabilir mi sence?"

"Uyuyordur," dedim yüzde yüz emin bir sesle. Bana onu söylediğime inandırmam için umutla baktı. Üzülmesin diye demiyordum. Gerçekten uyuduğunu düşünüyordum. "Elli sene sonra sabahın köründe kalkıp Visal'i açmak zorunda olmadığı bir sabah. Ben olsam kesin uyurdum." Sesim son cümlede giderek kısıldı. "Hem Feyza dertlerinden ya dizi izleyerek ya kendini uyumaya zorlayarak kaçar zaten."

"Taner'i o kadar çok öldürmek istiyorum ki. Burnu kırılmış şeref yoksununun. Umurumda bile değil. Sırık çocuğu gördüğümde ona teşekkür edeceğim. O manzarayı ben görseydim sonum cinayet suçundan mahkemede biterdi çünkü."

Başına böyle bir şeyin gelme ihtimalini düşününce kulağımı çekip elimi tahtaya vurdum. "Ay Allah korusun. Çağırma öyle şeyleri."

"Fena mı olur?" dedi alayla. "Kurtulursun benden."

"Senden kurtulmam için mahkemelere düşmene gerek yok ya. Mesaide denk düşmesek yeter."

"Eren bugün kupon yapmıyor muyuz demeyi biliyorsun ama."

Kaşlarımı çattım. "Öğrenciyim be ben. Haftalığıma destek çıksın diye diyorum öyle. E sen de anlıyorsun bu işlerden biraz. Ondan yani. Yoksa çok da meraklı değilim sana."

"Meraklı olmadığın herkese atkını verir misin sen böyle?"

Kalbimde anlamsız bir hızlanma olduğunda bunun sebebini sinirlendiğim için tansiyonumun bir anda fırlamış olabileceğine yordum. "Neyi ima ediyorsun sen? Şuna bak, iyilik de yaramıyor. Ver atkımı geri."

"Yok," dedi ciddiyetle. "Sigara kokmuştur şimdi. Sen bunu gidip yurtta yıkamakla falan uğraşırsan on sene laf yaparsın. Acil bir şey değilse ben yıkar getiririm."

"Atkının ne gibi bir aciliyeti olabilir?"

"Yarınki kombinini geçen haftadan planlayan sen için bir çorap bile çok acil olabilir. Bilemem o kadarını."

Doğru söylüyordu. "İyi," dedim. "Ne yapıyorsan yap atkımı."

"Feyyaz amca sence beni öldürür mü?" Sıkıntıyla iç çekti. Konuyu değiştirip durmasına şaşırmıyordum. Aklı hep aynı yerdeydi. Benim de öyleydi ama çaktırmamak konusunda ondan daha başarılıydım. Burada daha fazla kalmak istemiyordum. Feyza'yı acilen görmem gerekiyordu.

"Gidip ne olacağını görelim," dedim. "Arkama geçersin. Ben seni korurum."

"Feyza'nın çantası da burada kalmış. Onu sen verirsin olur mu?"

"Onu görmeyecek misin?" dedim şaşkınlıkla.

"Bugün değil." Sesi çok kötü çıkıyordu ve hayatımda ilk defa Eren'e sarılasım geliyordu. "Ama sen onun buraya dönmesi için her şeyi söyle tamam mı? Eren sabahları seni evden alıp akşam bırakırmış de. Hiç tek kalmana izin vermezmiş de. Gerekirse eleman alırmış, arkadaşlarına haber verirmiş ne bileyim kapıya güvenlik dikermiş falan de. Yeter ki en sevdiği yerden vazgeçmesin. Her şeyi ayarlarız."

Çaresizce her şeyi yapabileceğini söylerkenki çabasını görmek beni üzüyordu. Feyza ondan da nefret edecekmiş gibi davranıyordu ama benim kızım hak edene hak ettiğini verirken kurunun yanında yaşı yakmazdı. Evinin en büyük kızı olarak Eren'i kendisine bir abi gibi gördüğünü biliyordum. İhtiyacı olan o figür Eren'di. Kendisini onun öz kardeşi gibi hissederdi Feyza. Bunu birkaç kez bizzat kendi ağzıyla bana söylemişliği de vardı ama ben bugün ne yaparsam yapayım Eren'i bunlara inandıramayacaktım. Feyza'yla yüz yüze konuşana dek Eren hep böyle kendi kendini yiyip bitirecekti.

"Şu döktüğün kahveyi kalk da temizle," dedim onu buhranlı havasından çıkarabilmek için uyuz bir tavır takınarak. "Her yeri batırdın. Feyza burayı böyle görse kalp krizi geçirir." Bu sırada ayağa kalktım ve Feyza'nın mutfaktaki çantasını alıp mutfağın kapısını kapattım. Eren hâlâ bıraktığım yerdeydi. "Camı nasıl yaptıracağız?" diye sordum. "Var mı tanıdığın biri?"

"Hallederiz," dedi. "Tek derdimiz bu olsun, kolay iş."

"Kasa peki?" Bu konuyla ilgili hiç konuşmaması bana delice bir şeyler yapacağını düşündürüyordu. "Ne kadar eksiğimiz var?"

"Eksiğimiz yok," dedi sert bir sesle. "O şerefsizi elime geçirip silkelediğimde donuna kadar alıp tamamlayacağım çünkü. Bir hırsız kovalamadığım kalmıştı amına koyayım, onu da yapacağım canım kardeşim sayesinde."

Yürüyüp duvara asılı olan televizyonun fişini çektim, Feyza'nın yapacağı gibi. "Kendini durduk yere belaya bulaştırma."

"Kendimi Taner iti yüzünden bulaştırmadığım bela kaldı da sanki."

"Hadi," dedim orada oturup durması sinirimi bozmaya başladığında. "Kalk, gidelim."

"Gidelim," dedi sadece. Dükkânın girişindeki cam kırıklarını yan yana geçtiğimizde benim kolumda büyük kol çantam ve Feyza'nın el çantası, Eren'in boynundaysa benim büyük atkım duruyordu. "Bu renk açtı seni," dedim gülerek. Oluşturduğumuz garip kombinasyon karşısında yorum yapmadan duramazdım. Yaşanan her şey bir yana, şu anki halimiz basbayağı komikti. "Hiç bu renk gömleğin falan var mı?"

"Bordo mu?"

"Evet."

"Yok galiba."

"Bana kumaş alırsan dikerim sana."

Gülmeye başladı. Ben de gülsün diye demiştim zaten. "İyi alıştın. Bir kerelik bir şeydi o. Daha fazla ağlayıp başımı ekşitme diye almıştım o kumaşı sana."

"Bir tane daha alsan ne olur sanki?"

"Kızım yeni soyuldum ben, farkında mısın?"

"Ee ne olmuş?" Birlikte arka sokağa park ettiği arabasına doğru ilerlerken omzumla omzunu dürttüm. "Dükkân benim diye geziyordun. Üç kuruş para gidince elinden iflas mı ettin sen şimdi? Of Eren, sen de mi fakirsin artık?"

"Susmak planlarının arasında hiç var mı ya?" Bana kaş çatarak, yüzünü asarak baktı. "Ara ara denesene. Çenen de mi ağrımıyor senin?"

"Küstüm."

Arabanın yolcu tarafındaki kapısını benim için açıp çenesiyle sert bir hareket yaptı. "İyi."

Sessiz kalıp içeri oturdum. Kapımı kapattıktan sonra ön taraftan dolaştı ve şoför tarafına oturur oturmaz klimaları açtı. Üşüdüğü için ilk aklına gelen bu oldu galiba. Göz ucuyla bana baktığında çocuk gibi omuz silkip elimi kaldırdım ve dudaklarımın üzerine bir fermuar çekiyormuş gibi yaptım. Eren bana iflah olmazsın sen der gibi bir bakış atınca yeniden omuz silktim. Susmaya devam ediyordum. "Ben Feyyaz amcanın dükkânına uğrayacağım seni bıraktıktan sonra," dediğinde başımı salladım. "Sonra seni Feyzalardan almaya geleyim mi? Yurda bırakırım istiyorsan."

Sustum.

"Şşh," dedi sinirli sinirli. "Bir şey soruyorum burada."

"Küsüz biz."

"Beş yaşındaki Furkan Falez senden daha olgun yemin ederim."

"Ona da susmasını söylüyor musun?"

"Niye içerledin lan buna bu kadar? Bizim normalimiz bu zaten Naz."

Niye içerlediğimi bilmiyordum. Ona yardımcı olmak için konuşup durmuştum aslında. Kafası dağılsın diyeydi ama bu taş kafalı bunu hak etmiyordu. "Yurda kendim dönerim," dedim. "Sen de dönüp döktüğün kahveyi temizler, sonra da camı yaptırırsın. Feyza'yla konuştuktan sonra yazarım sana. Ona göre kızı arayıp konuşursun en azından. Kendi kendine triplere girme."

"Özür dilerim."

Duymayı beklemediğim cümleyle birlikte hayretle ona doğru döndüm. "Anlamadım, ne için?"

"Bazen seninle nasıl konuşmam gerektiğini kestiremiyorum." Şaşkınlığım giderek büyürken o gözlerini yoldan ayırmıyordu. "Kırıcı oluyorsam özür dilerim. Bugün gerçekten benim için bok gibi bir gün ve buna rağmen bana katlanmayı deniyorsun. Derdin kumaşsa alırız. Para lazımsa atarım. Yurda gideceksen bırakırım. Konuşmak istiyorsan sabaha kadar konuş. Sana sus diyor olmam susmanı istediğim anlamına gelmiyor."

O kadar uzun bir süre sessiz kaldım ki en sonunda yoldan gözlerini ayırıp bana doğru çevirdi. Aralık dudaklarımdan dökülecek kelimeleri bekledik ikimiz de ama tek bir ses bile çıkartamadım. Ona baktım, bana baktı. Göz devirmeler, didişmeler, laf atmalar ya da kaçmalar olmadan sadece birbirimize baktık. Arabanın içindeki havanın değişmeye başladığını hissettim ve bunun klimalarla hiç bir ilgisi yoktu. Eli direksiyonun üzerindeyken diğer elini kaldırdı. Tek bir anlığına bana dokunacağını sandım ama bunu yapmak yerine boynundaki atkımı gevşetti. Bileğindeki deri bilekliklere, parmağındaki gümüş yüzüğe ve elini saran damarlara dikkat kesildiğimi fark edince hızla yeniden bakışlarımı gözlerine çıkarttım. "Tamam mı?" diye sordu başını hafifçe eğerek.

"Acı kahve," dedim gözleri yüzünden. "Bir top acı kahve kumaşa barışırız."


🤎


Feza Falez:

"Ablacığım," dedi küçük bir el, yüzüme yavaşça dokunarak. "Ablacığım, hemen kalkman gerek. İşe geç kalmışsın!"

Birbirine yapışmış kirpiklerimi zorlukla birbirinden ayırıp ona baktığımda annemin "Furkan!" diye seslendiğini duydum. "Rahat bırak ablanı."

"Ama anne!" diye bağırdı Furkan. "Ablam işe geç kalmış. Ben onu kaldırıyorum merak etme."

Gözümü açar açmaz yeniden ağlamaya başlamazsam güzel olurdu. Yatağıma tırmanıp oturduğunda işaret parmağını yanağıma bastırıp kirpiklerime doğru götürdü. "Gözlerinin altı kocaman olmuş," dediğinde dudaklarıma kırık bir gülümseme yerleşti. Dün gece çok zor uyuyabilmiştim. Ağlayıp durmam da cabasıydı. En son Doruk saat dördü çeyrek geçerken bana mesaj atmıştı.

Doruk: Uyumamışsın hâlâ

Evet, demiştim ve gecenin o saatinde beni aramaya kalktığında aramasını reddetmiştim. Sesini duymak belki iyi gelirdi ama yine ağlamaya başlamama sebep olurdu ve ben daha fazlasını kaldıramayacaktım. Gözümü ne zaman kırpsam Visal'in kapı süslerinin sesini duyuyordum kafamın içinde. Sonra Taner'in kurduğu cümleler zihnimi işgal ediyor, her şeyi baştan yaşamama sebep oluyordu.

Doruk onun aramasını hemen kapattığımı görünce yeniden WhatsApp'a dönmüştü.

Doruk: Görüntülü arayayım mı?

Doruk: Birlikte uyuyalım

Doruk: Söz hiç konuşmayacağım

Sonra bunu yapmıştık. Gerçekten de hiç konuşmamıştı. Bir kolu yastığının altındaydı, kafası yastığın üzerinde. Beni yatağının kenarına yerleştirmişti. Ben de aynısını yaptım. Gülümsediğinde zoraki bir gülümseme çekiştirdi dudaklarımı. Sonra birlikte uyuduk. Aramıza henüz ülkeler girmemişti ama yine de semtler vardı ve mevcut şartlar altında olabildiği kadar yanımda olmuştu. İlaç gibiydi. Onun yüzünü izlemesem dün geceyi bu sabaha katardım ben. O olmasaydı gözüme uyku girmezdi.

"Bugün işe gitmeyeceğim," dedim Furkan'ı bir kolumla sarıp battaniyenin altına çekerken. "Birazcık geç yattığım için öyle olmuştur gözlerim. Geç yatmak çok zararlı."

"Abim sabah anneme gece seninle konuşup konuşmadığını soruyordu. Neden ki? İyi değil miydin?"

"İyiydim bebeğim. Boş ver sen. Babam işe gitmiş mi?"

"Gitti," dedi Furkan. "Ama çok sinirliydi. Akşam geç gelebilirim, işlerim var dedi annemi öperken."

"İstersen sana bugün kurabiye yapabilirim." Gülümsediğimde canım yandı. Çoktan kurabiyelerimi yapmış olmam gerekirdi. Veysel amca dükkâna uğramış mıydı? Visal bugün açılmış mıydı? Sürekli kütüphaneye giden kızın bugünkü tercihi Americano muydu yoksa sütlü filtre kahve mi istiyordu canı? Hiçbirini bilmiyordum.

"Gerçekten mi?" diye sevindi Furkan. "Çikolatalı olandan olsak olur mu?"

"Çikolatalı kurabiye mi yapalım?"

"Çikolatalı kurabiye yapalalım."

"Yapalalım bebeğim," dedim. "Ama önce abla kahvaltı yapalasın, olur mu?"

"Tamam." Başını kapıya doğru çevirip "Anne!" diye bağırdı. "Çay yaptın mıı? Ablama döker misin?" Bir anda heyecanla yerinden fırladığında koridordaki adım seslerini duyuyordum. Pat pat yere vura vura koşuyordu. "Ablam kurabiye pişirecekmiş bana, biliyoo musun?"

Gülerek battaniyemi tekmeledim. Telefonuma uzandığımda Eren'den cevapsız arama olduğunu gördüm. Naz düzinelerce mesaj atmıştı. Doruk gözünü açar açmaz telefona sarılmıştı ve bir de Ferdi dün gece ona neden reels göndermediğimi sormuştu. Bende bir gariplik olduğunu insanlar çok kolay anlayabiliyorlardı. Sesim soluğum çıkmadığı zaman herkes felaket senaryoları kurmaya başlıyordu kafasında.

Bir anda zil çalmaya başlayınca irkildim. Sanki Taner her an her yerden fırlayabilecek gibiydi. Kapıma dayanmış olma ihtimali beni ürkütürken annem "Feyza," diye seslendi. "Naz gelmiş anneciğim."

Naz mı gelmişti? O kadar berbat durumdaydım ki ayağa kalkıp silkelenmek, en azından pijamalarımı değiştirip yüzümü yıkayarak karşısına geçmek istedim ama bunun yerine yatağa geri bıraktım kendimi. Battaniyeyi yeniden üzerime çekip sessizce bekledim. Kapım tıklatıldı, ardından yavaşça açıldı ve içeriye bir baş uzatıldı.

"Feyza'm?"

Ellerimi yüzüme kapatıp araladığım parmaklarımın arasından baktım ona. "Çok kötü durumdayım Naz. Yeni uyandım. Gözlerim şiş."

"Çek bakayım parmaklarını." Ondan önce parfümünün kokusu doldu odama. Yeni aldığıydı bu galiba. Çantasını kapının arkasındaki askıya asarken ben de yavaşça parmaklarımı yüzümden çektim. "Oyy," dedi yatağıma otururken. "Güneşim şimdi doğdu işte. Gözümün gördüğü en güzel varlıksın." Bana bakarken bilerek yüzünü ekşitti ve elini dikenli bir şeymişim gibi korkuyla başıma yaklaştırdı. "Maşallah sana."

"Çok kötüsün!" dedim gülmeye başlayarak.

"Eldiven var mı ya? Yanlış anlama seni eldivenle sevmek için değil, ellerim üşüdüğü için soruyorum."

"Naz!"

"Balım..." İç çeker gibi ettiği hitaptan sonra battaniyemi açıp yanıma geldi. "İyi misin?"

"Sadece sarılabilir miyiz?" diye sordum kendimi Furkan'dan bile küçük bir çocuk gibi hissederek. "Belli ki duymuşsun olanları ama hiç konuşmasak olur mu?"

"Gel yamacıma," dediğinde kolunu kaldırıp altını işaret etti çenesiyle. Kedi gibi ona sokuldum. Onun kahve ve siyah tonlarını içeren kombinin yanında benim fıstık yeşili pijamalarım çok komik duruyordu ama yumuşak kazağına başımı yasladığım an hiçbir şeyin önemi kalmadı. Benden sadece iki yaş büyük olsa da bugün Naz benim ablammış gibi hissediyordum. Muhtemelen o da benimle aynı duyguları paylaşıyordu.

"Seni teselli etmeden önce sana bir şey söylemem lazım," dediğinde sesinde korkuya benzer bir ton vardı. Vereceğim tepkiden mi korkuyordu? Başımı kaldırıp ona bakacaktım ama kafamı yeniden göğsüne yaslamamı sağladı ve parmaklarını saçlarımın arasına yerleştirdi. "Kayıtlar yokmuş," dedi. "Silinmiş. Eren'le konuştuk sabah. Çok kötü durumdaydı. Babana nasıl bir açıklamaya yapacağını düşünüyordu. Sen benden duy istedim."

Bu beni rahatsız etmek yerine omuzlarımı gevşettiğinde Naz olayı fark edip "Sevindin mi sen?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Doruk," dedim sadece. "Olayın içinde Doruk da vardı. Polise gitsek ne yapacaklardı sanki Naz? O da ifade vermek zorunda kalacaktı. İstediğim bir şey kesinlikle değildi ama babamla Doruk bana söz hakkı tanımadılar. Belki de böylesi daha hayırlı olmuştur herkes adına. Sevinmedim ama üzülmedim de."

Ona konuşmasak olmaz mı demiştim ama o tabii ki de susamadı. Olanları o kadar merak ediyordu ki aynı geceyi milyonuncu kez yaşamak zorunda kaldım. Taner'in bana kurduğu iğrenç cümlelerin tamamını söyleyebildiğim ilk kişi Naz'dı. "Büyümemi beklemiş," dedim tiksintiyle. Nefes bile almadan beni dinliyordu. "Düşünebiliyor musun? Böyle söyledi. Öncesinde de varmış demek ki benimle ilgili böyle fikirleri. Hayatımda hiç bu kadar korktuğum bir gece yaşamamıştım Naz. Doruk olmasaydı kendime bile gelemezdim ben."

"Çok şükür," dedi gözlerini benden başka bir tarafa doğru çevirerek. Muhtemelen dolduklarını görmeyeyim diye böyle yapıyordu ve saçlarımı sevmeye devam ediyordu. "Çok şükür, yetişmiş. Kıyamam sana. O it benim karşıma çıkmasın Feyza. Yemin ederim gebertirim onu ilk gördüğüm yerde."

"Eren bir şey dedi mi?" diye sordum merakla. Onunla böyle battaniyenin altında olmak içimi ısıtıyordu. Bu yüzden Taner'in ne halde olduğunu sorabilecek cesareti bulabilmiştim.

"Yüzüne dikiş falan atılmış, burnu kırılmış bir de. Nerede olduğunu bilmiyorum. Eren onu umursuyor gibi görünmüyordu hiç. Hastaneye götürmüş sadece. Ne bok yerse yesin yesin yine de kardeşi işte... Anlıyorum onu da."

O kafamın içinde Eren'i aklamaya çalışırken ben Taner'in burnunun kırılmasına takıldım. Doruk, babama bunu çok emin bir şekilde söylemişti dün gece. Kırılan bir burun neye benzer bilirim demişti. Nereden bilebilirdi?

"Eren sen dön diye her şeyi yapacakmış," diye mırıldandığında kafa karışıklığımı istesem de Naz'dan gizleyemeyeceğimi biliyordum. "Onunla konuşmak istemezsin diye çekiniyor ama bana ne yap et, onu ikna et dedi. Kapıya güvenlik bile dikermiş."

"Bilmiyorum," dedim. "Visal'den öylece vazgeçemem ama oraya nasıl dönerim bilmiyorum."

"Acelesi yok, düşün güzelce." Sanki o da geri dönmem konusunda emin olamıyordu. Kendini benim yerime koymayı deniyorsa gördüğü tablo onu aynı derecede korkutuyor olabilirdi. Ama bir de göremeyecekleri vardı. İşin en korkunç tarafları.

Benim yapacak başka hiçbir şeyim yoktu.

Bildiğim tek iş, Visal'in işlemesini sağlamaktı.

Hayatımda yeri öyle büyüktü ki orasının, bir gün ellerimden kayıp gitme ihtimalini düşünmemiştim bile. Sonsuza kadar orada yaşarım sanıyordum. Hayatı kendi masalıma çevirme işini fazla abartmış, hayal dünyamda fazla yaşamıştım. Halbuki bana ait olmayan hiçbir şey kalıcı değildi yanımda. Ben belki Visal'e aittim ama Visal bana ait değildi. İşte bu yüzden bütün geleceğimi bir kafenin kapısına bağlamamam gerekirdi.

İleriyi göremiyordum.

On beş sene sonra Doruk bana kendimi nerede gördüğümü sorduğunda yine bir kafede olacağımı ve yaptığım tatlıların satılacağını söylemiştim ama o kafenin içerisini hayal edememiştim. Hayal edebildiğim tek yer Visal'in damalı zemini, tatlı mutfağı, ahşap tezgâhının arkasıydı. Kendimi ne kadar kısıtladığımı o zaman fark etmiştim. Etrafıma aşılması zor sınırlar çizen kişi bendim. Hiç daha fazlasını istememiştim. Sorun saymadığım, bana yeter sandığım şeyler aslında en büyük sorunlarımdı.

"Bugün kafe açılmadı mı yani?" diye sorduğumda "Sensiz Visal döner mi?" dedi hazırcevaplılığıyla.

Çok üzülmüştüm buna. Batı abi Visal'i kapalı gördüğünde kim bilir ne düşünecekti? Tatlısız kalan raflar ben oraya dönmedikçe tozlanmaya başlayacak, televizyon fişi ben onu çekmediğim sürece hep takılı kalacak, kahve makinesinin kenarındaki karton bardakların sayısı hiç azalmayacaktı.

"Seni buraya Eren mi getirdi?" Ondan biraz uzaklaşıp bağdaş kurdum ve gözlerimi yüzüne çevirdim. Naz bakışlarını kaçıracak gibi oldu ama hemen gözlerime döndü. "Ne oldu?" dedim telaşlı bir sesle. "Eren iyi mi?"

"Berbat durumdaydı Feyza." Bu duruma bayağı içerlemiş gibi görünüyordu. "Seni görene kadar gördüğüm en berbat durumda olan kişi Eren sanıyordum."

Bana sataştığını anlayınca gülerek dizine vurdum. "Düzelirim bir iki güne," dedim konuyu değiştirme çabasıyla. İçimde Eren'i aramaya dair duyduğum istek vardı. Bir de aklım Doruk'taydı. Uçağı acaba tam olarak kaçtaydı? Umarım bana yazmayı unutmazdı. "Şu bahsettiğin kalemleri aldın mı?"

Naz bir anda hevesle ayağa kalkıp çantasına koşarak ilerledi. İçinden seti çıkardı ve kutu açılımını keyfim yerine gelsin diye bana yaptırdı. İlerleyen dakikalarda annem elinde bir tepsiyle odama dalana dek biz yeni oyuncağına kavuşan çocuklar gibi Naz'ın kalemlerini inceler durumdaydık. Bizim için getirdiği tepsinin üzerinde kaşarı çok güzel erimiş tereyağlı tostlar ve üç fincan çay vardı. Naz anneme sevecen bakışlar attığında ikisi bir olup beni yataktan çekmiş ve mutfağa kadar götürmeyi başarmışlardı.

Tostlarımızı bitirip çaylarımızı içerken Furkan mutfak halısının desenlerine dizdiği arabaları "Vuu," sesi çıkararak sürüyordu. Biz de Visal dışında her şeyden muhabbet ediyorduk. Annem Naz'a hayatında birisi olup olmadığını sorduğunda Naz kafasını biraz fazla şiddetli iki yana sallamıştı. Sonra annem, kan bağımız için DNA testine gerek kalmamasını sağlayan o soruyu sordu. "Peki Eren'le sen ne iş?"

Naz'a resmen kal geldi. "Anlamadım Canan teyze?"

"Seni o bıraktı kapıya, tanıdım arabasını." Annem çay bardağını dudaklarına götürürken kıkır kıkırdı. "Kız ne bu telaşın, insan bir şeyler saklayacaksa da az profesyonel olur."

"Hiçbir şey saklamıyorum ki," dedi Naz masum masum. Annemin de benim de gördüğümüz en kötü yalancıydı o an. "İşverenimle profesyonel çerçevede bir ilişkimiz var," dediğinde ağzımdaki tostu yutmaya çalışırken kahkaha krizine girdiğim için tuhaf bir ses çıkarttım.

"O ne biçim cümle be? Mahkemede konuşuyormuşsun gibi."

Naz, kolumu dürtüp bana seni öldürürüm temalı bakışlarından birini attı. Umurumda değildi. Doruk'u yeni tanımaya başladığım zamanlarda benimle az dalga geçmemişti.

"Boyu boyuna huyu huyuna," dedi annem. "Neden olmasın kızım? Eren'e kefilim ben. Bal gibi bir çocuktur. Kibardır da hem. Ahlaksız, uğursuz, şerefsiz, haysiyet yoksunu kardeşine biraz bile benzemez. Hastanede karıştırmış onu herhalde Firuzan Hanım."

Naz konu Taner'e kayınca rahatsız hissetmeyeyim diye bana baktı ama benim keyfim çok yerindeydi. Annemin onu köşeye sıkıştırmasına bayılmıştım. Naz da çıkmaza girdiği için nasıl tepki vereceğini bilemiyordu ve onun çırpınışlarını izlemek beni çok eğlendiriyordu.

"Hoş bir çocuk." Papağan gibi kendini de tekrarlamaya başladığına göre olmuştu bu kız. Bana da birebir aynı cümleyi kurmuştu. Eren hakkında daha fazlasını söylerse nasıl başa çıkacağını bilemiyor gibi davranıyordu. "Allah sahibine bağışlasın. Bir şey yok aramızda, gerçekten."

"Tabii canım," dedi annem. "Feyza da Doruk'a aşık değil zaten."

"Tabii canım," dedim ben de. "Hiç."

"Feyyaz amcayı çok takdir ediyorum," dedi Naz bir anda. "Falezlerle uğraşmak hiç kolay bir şey değil. Anneli kızlı saldırıyorlar insanın üstüne."

"Ve bir kişi eksiğiz, sen düşün," dedi annem Ferda'yı kastederek. Güldüm çünkü haklıydı. Onun dili bizden de beterdi.

Kısa sessizlik anında masanın üzerinde duran telefon çalmaya başladı ve ekranda Eren'in adını görür görmez annemle birbirimize bakıp sırıttık. Naz telefonu kapıp hızla açtı. Kulağına götürdüğünde biz kikirdeşip durduğumuz için ayağa kalkmak zorunda kaldı. Mutfak tezgâhına doğru yürürken annem bana doğru eğilip "Çok yakıştılar yalnız," dediğinde ben de onun koluna tutundum ve sesimi alçalttım. "Ben onları ne kadar zamandır yakıştırıyorum bir bilsen anne..."

"Evet," dedi Naz, garip bir telaşla. "Evet, çay içiyordum. İyi. Hıhı, tamam. Hemen mi geçeceksin? Aşağıdasın. Tamam. Evet, iniyorum şimdi. Of konuşma, iniyorum. Kapat hadi Eren. İki dakikaya oradayım."

Kafasını masaya doğru çevirir çevirmez deli gibi sırıtan iki Falezle karşılaştı. "Ay aşağıdaymış da," dedi utanarak. Utanç, onda sık rastladığım bir şey olmadığı için kahkahalar atabilirdim keyiften. "Acilen bir yere geçecekmiş. Beni de yurda bırakacak. Kalmamı istiyorsan tüm gün seninle kalabilirim Feyza. Ne diyorsun, postalayayım mı onu?"

"İki dakikaya ineceğini söyledin?" Daha fazla güldüm. "Bekletme çocuğu."

"Ben onu şeyden söyledim... Muhtemelen acil işi ne biliyorum. Yanında olursam bir delilik yapmasına engel olabilirim diye düşündüm ama bana ihtiyacın varsa sallarım Eren'i, hiç umurumda olmaz."

"Belli belli," dedi annem.

Naz'ın yanakları kırmızıya dönecek gibiydi.

Furkan elindeki arabayı halının üzerine bırakıp kafasını kaldırdığında "Naz abla," dedi. "Siz evlendiniz mi Eren abiyle?"

"Ne?" diye çığlık attı Naz birden.

"Seni almaya gelmiş ya." Kafasını yeniden halıdaki arabaya çevirdi. Onu umursamazca sürerken konuşmaya devam ediyordu. "Babam da annemi almaya gidiyor bazen. Onlar evliler."

"Biz değiliz," dedi Naz.

"O zaman bence evlenin," dedi Furkan.

Naz kendini kapıdan dışarı nasıl atacağını bilemedi. O gittikten sonra annemle o kadar çok güldük ki sanki her kahkahamızda biraz daha hafifledim. İkisinin arasında bir şeyler yoksa bile en kısa zamanda olmaya başlayacağına emindik. Annem beni gülerken gördüğü için çok mutlu duruyordu. Bunu bozmadım ve salonda onunla oturmaya, gündüz kuşağındaki favori programını izlemeye devam ettim. Çünkü yapacak başka bir şey yoktu. Alternatif bulamıyordum. Can sıkıntısından öleceğimi anlayınca Furkan'ı da alıp mutfağa girdim. İstediği kurabiyelerin hamurunu birlikte hazırlamaya başladık.

Telefonumu Doruk yazmış mı diye kontrol etmek için elime aldığımda her bir dakikasında sıkılmış olsam da saatlerin yine de hızlı şekilde geçtiğini gördüm. Bir sürü bildirim gelmişti bana. Doruk ben kendimi oyalamaya çalışırken uçağa binip inmişti bile. Binerken havaalanından fotoğraf atmış, indiğinde Litvanya'dan fotoğraf atmıştı. Hatta bir video da vardı. Orada şu an yoğun bir kar yağışı mevcuttu. Doruk karı ne kadar sevdiğimi bildiğinden elindeki valizi sürüklerken benim için video çekmişti. Sonra otele vardığında odasını bile çekip atmıştı.

Ayrı geçirdiğimiz anlarda bile birlikte olmak istiyor gibiydi. Eskiden mesaj atmaya çekinen, bunun kasıntı bir eylem olduğunu söyleyen o çocuk ben aktif olmasam bile arka arkaya mesajlar diziyor ve bana saniye saniye ne yaptığını anlatıyordu.

1.87'lik bıcır bıcır manita yapmıştım yanlışlıkla.

Kendi kendime utanıp gülümsedim.

Doruk: Hava buz gibi

Bu mesaj silindi.

Doruk: Götüm dondu yazmıştım ama ayıp olur gibi gelince sildim sonra silmem de ayıp oldu gibi hissedince açıklamak istedim

Doruk: Üşüyorum yani

Doruk: Yine Lukas'la oda arkadaşı olduk ve kendisi saniye başı seni sorduğu için kafasına vurdum. Küsüz şu an.

Doruk: Videodakinin ben olduğumu herkes anlamış

Doruk: Aslında herkes değil

Doruk: Shaw konuşulanları görmemiş. Lukas ona videoyu gösterdiğinde de Dorukhan olamaz bu, bizim kid kavgaya karışmaz demiş. Çok da emin konuşmuş. Ben olduğumu anlayanların bile kafasını karıştırmayı başarmış.

Doruk: Uçakta tüm takım tarafından sıkıştırıldım

Doruk: Olayı olduğu gibi anlattım herkese

Doruk: İlk önce Shaw yanıma gelip aferin dedi

Doruk: Adam olayın şokuyla Türkçe'yi söktü sevgilim

Doruk: Yönetimle de konuştum. Müsait olduğunda ara anlatayım

Doruk: Sadece şunu söyleyeyim merak etme diye

Doruk: Problem yok, kadroda olacağım

Son mesajı gördüğüm andan itibaren dünyanın en mutlu insanı bendim. Dün geceden sonra en büyük korkularımdan biri onun kariyerine zarar vermekti. Furkan kurabiye hamurunun başında nöbet tutarken ben Doruk'u görüntülü aradım. Aslında cevaplayacağını düşünmemiştim. Sadece şansımı deniyordum ama çok geçmeden ekrana yüzü geldi. Üzerinde koyu yeşil bir kapüşonlu vardı. Duş alıp saçlarını henüz kurutmamış olduğunu düşündüm çünkü ıslak tutamlar alnına dökülüyordu. Doruk tamamen kıvırcık biri değildi ama ıslak saçları Özge ablanınkileri biraz andırıyordu. "Bebeğim?" demesini beklemiyordum. Onu hemen uyarmayarak büyük hata yapmıştım.

"Ablam bebek değil," dedi Furkan bilmiş bilmiş. Bugün kafaya koymuştu, herkesi utandırmadan durmayacaktı. "Ablaa, Dorukaa abi mi o?"

"Evet." Bu sırada Doruk'a kaş göz yapıyordum. Doruk da bana gülüyordu. "El salla Dorukaa abine," diyerek kamerayı Furkan'a çevirdiğimde Furkan hamuru bırakıp yanıma koştuve telefonu elimden alıp kamerayı adeta ağzına soktu. "Doruka abi, nasılsın?"

"İyiyim abisi." Sesi neşe saçıyordu. "Sen nasılsın bakalım?"

"Çok iyiyim. Ablamla bana çikolatalı kurabiye yapalıyoruz."

Sevgilim kardeşime içten bir kahkaha attığında yüzünü görebilmek için telefon ekranına yaklaştım. "Çok güzel oluyordur eminim ki."

"Daha pişmedi ama istersen piştiğinde bize gelebilirsin."

Doruk ekranı ısırmamak için kendine zor hakim oluyormuş gibi bir ifadeyle dudaklarını birbirine bastırdı. "Davetin için çok teşekkür ederim," dedi büyük bir adamla konuşur gibi. "Ben şu an İstanbul'da değilim ama döndüğümde seni görmek için mutlaka geleceğim."

"Keşke bugün gelseydin. Ablam da işe gitmemişti hem. Belki senin geleceğin gün yine gitmez. Şey, sen neredesin?"

"Litvanya," dediğinde Furkan heyecanla "Aaa," diye atladı. "Anneni görmeye mi gittin?"

Doruk'un gülen yüzü bir anda soldu ama kendini çabuk toparladı. "Hayır, annem Almanya'da."

"Karıştırmışım," dedi Furkan utanarak.

"Önemli değil. Burada maçım var, onun için geldim."

"Çok güzel!"

"Bence de!" dedim telefonu onun elinden alıp yukarıdaki rafa koyarak. Mutfak tezgahının oraya bir sandalye çektiğimde Furkan hemen oraya tırmandı. Böylece Doruk durduğu açıdan ikimizi de görebilecekti. "Anlatırım ararsan demişsin, ondan mesajlarını görür görmez aramak istedim," diye kendimi açıkladığımda Doruk'un gözleri fazla dikkatli bir şekilde yüzümü taradı.

"İyi yaptın. İyi misin?"

Endişeli sorusunun sebebi şiş gözlerimdi. Cevabı biliyordu ama yalan söyleyebilir miyim diye beni deniyordu sanki. "Evet," diye geçiştirdim. "Anlat hadi."

Dudakları oyunbaz bir şekilde iki yana kıvrıldı. "Pijamalarına bakayım önce."

Söz konusu onunla konuşmak olduğunda hiçbir şey düşünmüyor olduğuma inanamıyordum. Rezil halimi Naz'ın görmesiyle Doruk'un görmesi aynı şey değildi. "Doruuuk..."

Gülümsemesi öyle güzeldi ki gözümü kırpmadan ekrana kilitlenmeme neden oldu. "Furkan," dedi iç çektikten hemen sonra. "Senin bu ablan çok tatlı."

Şu an inanılmaz utanıyordum. Furkan da ona katılınca kızarmamak işten bile değildi. Ellerimi yıkadıktan sonra elimi kurabiye hamuruna daldırıp ondan bir parça kopardım ve avucumda yuvarlamaya başladım. "Konuşma da anlat hadi."

Yaslandığı yerden kalktı ve bavulunu açarken bir yandan da merakımı gidermeye başladı. "Hoca beni yanına çağırdı. Videoyu gösterip sen misin bu dedi ben de benim dedim."

"Vay," dedim. "Harikasın."

"Kimseden saklayacak bir şeyim yok benim Feza," dedi net bir sesle. "Durumu açıklamak için fırsat istedim, o da verdi sağ olsun. Anlattım işte olanı biteni. Ne diyebilir ki? İyi yaptığımı söyledi ama aramızda kalacağına söz verdim, o yüzden bilmiyorsunuz ikiniz de hocamın beni tebrik ettiğini."

"Ben anlamadım." Furkan şaşkın şaşkın ona baktı. "Ne yaptın ki?"

"Hiçbir şey abiciğim," dedi Doruk tatlı tatlı gülümseyerek. Onun öfkeyle kararan bakışları aklıma geldiğinde karşımda gördüğüm yüzün dün geceki adama ait olduğuna inanamadım. Tamamen başka birisine dönüşmüştü. "Hak edene hak ettiğini verdim sadece. Kötü bir şey yapmadım."

"Sen kötü bir şey yapmazsın," dedi Furkan da hamura uzanıp ondan küçük bir parça koparırken. Kendinden çok emin konuşmuştu. Doruk'u sanki yıllardır tanıyor gibiydi. Sadece beş yaşında olması ironikti.

"Biraz daha büyük alabilirsin," dedim hamur dolu kabı işaret ederek. "Küçük küçük yaparsan abinin dişinin kovuğuna bile yetmez."

"O zaman küçükleri Ferda'ya veririz."

Bu çocuk Fırat'a fazla maruz kalıyor olmalıydı. Bunun başka bir açıklaması yoktu. "Ferda'ya da büyüklerden veririz. O az mı yesin?"

"Ağlar mı o zaman?" diye sordu Furkan. "Herkes az yesin, ben çok yiyeyim. Kimse de ağlamasın."

"Çok mantıklı," dedi Doruk. Bavulundan çıkarttığı tarağı ve parfüm şişesini almış, banyoya doğru yürüyordu.

"Dışarı mı çıkacaksın?" diye sordum ilgimi yeniden ona vererek.

"Biraz dolanacağız," dediğinde kafasındaki kapüşonu aşağı doğru çekti ve ortaya çıkan saçlarının arasına tarağını daldırdı. Ben de bu sırada avucumda yuvarladığım bir başka kurabiyenin üzerine hafifçe bastırıp onu fırın tepsisine yerleştirdim. "Neyse, ne diyordum? Hoca çok kızmadı işte. Ama yine de ayarı çekmeyi ihmal etmedi. Bir kez daha skandalla gündeme düşersen seni mahvederim dedi bana açık açık." Tarakla ıslak tutamlarını ortadan ayırıp bir kısmını sağa doğru taramaya başladı. "Ben de söz veremem dedim. O da bana kalem fırlattı. Çok iyi anlaşıyoruz yani, hiç sorun yok."

"Sorun olmamasına sevindim," dediğimde Furkan sessizce bizi dinliyor, duyduklarına kafasının içinde anlam vermeye çalışıyordu.

"Bu konuda yalnız olduğumu söyledi," dedi Doruk, düz bir surat ifadesiyle. Telefonunu alt bir açıda kalacağım şekilde lavabonun kenarına koymuştu. Saçlarıyla işi bittiği için tarağı bırakıp kurutma makinesini eline aldı. Çok ses çıkarıyor mu diye önce denedi. Ardından makineyi çalıştırıp yüzünü bana çevirdi. "Kulüp bana sahip çıkmayacak. Tek başımayım. Hiçbir açıklama yapılmayacak Anadolu Efes tarafından. Sorumluluk kabul etmeyeceğini çok net bir şekilde belli etti. Büyü artık dedi, hoş değildi. Güldüğüme bakma. Birazcık canım sıkıldı ama kadroya alacak ya beni, bu bile yeterli."

"Ellerin?" diye sordum. "Yaralarına ne olacak?"

"Parmaklarıma bant sararım." Saç kurutma makinesinin rüzgarı saçlarının önünü komple dağıtırken diğer elini tutamların arasına atarak onları iyice dağınık bir hale getirdi. Az önceki taramasının hiçbir önemi kalmamıştı. Hacim kazanan saçları şu an muazzam bir karışıklık içindeydi. Keşke dokunabilmem mümkün olsaydı. "Eklemlerimde hafif bir morluk var ama kapatırım bir şekilde. Takılma sen."

"Furkan," dedim kurabiyelerin büyük bir kısmı tepsiye dolduğunda. Onu ellerini yıkaması için yönlendirdim. "Daha bitmedi ki," demesine aldırış etmeden onu annemin yanına salona postaladığımda Doruk da saçlarını kurutma işini bitirmişti. Yeniden tarıyordu onları. "Çocuğu neden gönderdin?" dedi. "Ciddi bir şey soracaksın gibi geldi."

Öyle yapacaktım ama beni durdurdu. "Şu kafanı biraz kaldırsana Feza."

"Ne?"

"Boynunu göster bana."

İzlerin ne durumda olduğunu merak ediyordu. Bunu yapmak istemesem de itiraz etmeme izin vermedi. Çenemi yavaşça yukarı kaldırıp boğazımdaki küçük kızarıklığı ona gösterdim. Aynada bakmıştım, o kadar kötü değildi. Muhtemelen dün gece çok daha kötü haldeydi.

"Acıyor mu?" diye sordu bakmaya bile dayanamıyormuşçasına.

Başımı iki yana salladım. "Önemli değil, silinip gitmesini istiyorum sadece."

"Yarın Visal'e gidecek misin?"

Ona soru sormak için müsait bir an kovalayan kişi bendim ama beni soru bombardımanına tutan oydu. "Yarını daha düşünmedim," dedim. "Bugünü nasıl bitireceğimi o kadar çok düşündüm ki yarına sıra gelmedi. Visalsiz günlerimin nasıl geçtiğini unutmuşum."

Gözleri bana doğru çevrildiğinde telefonuna uzanıp onu eline aldı. "Bugünü nasıl bitireceğimi o kadar çok düşündüm ki yarına sıra gelmedi..." diye kelimesi kelimesine tekrarladı söylediklerimi. "Güzelmiş."

"Hı?"

"Bazen öylesine kurduğun bir cümleyle bütün hayatımı özetliyorsun."

Canımın acıdığını hissettim. Artık sormak için kıvrandığım konu göğsüme daha çok batıyordu. Telefonumu raftan alıp sandalyeye bıraktım kendimi. "Doruk," dedim çekingen bir sesle. "Bir şey sorabilir miyim?"

"Duyduğum şeyin hoşuma gitmeyeceğini hissediyorum," dedi. "Ama sor hadi."

"Taner'in burnunu kırmışsın."

Onun adını duymak bakışlarına anında öfkeyi kazırken gözlerinin içinde daha fazlasını yapmaya dair duyduğu istek belirdi. "Az bile yaptım ben o puşta."

"Doruk," dedim bir kez daha. İçime titrek bir nefes çektikten sonra dizlerimi bedenime yaklaştırıp ayaklarımı dibimdeki diğer sandalyeye yasladım. "Bunu yaptığını nereden biliyordun?"

İnatla uzak durduğu bazı konular vardı. Kendini rahat hissetmediği için bana açmaktan kaçınıyordu ama benim artık bir şeyleri bilmem gerekiyordu. Düşündüklerimden emin olmam, vardığım sonuçların doğru olup olmadığını net şekilde anlamam gerekiyordu. Bu sayede ona nasıl yaklaşmam gerektiğini daha iyi anlayabilirdim. Bu sayede içim içimi yemeyi bırakabilirdi. Bu sayede onu daha yakından tanıyabilirdim.

"Onur abi," dedi. "Bir keresinde babamın burnunu kırmıştı. Bunun tek yumrukla nasıl yapıldığını gördüm. Kırılan bir burnun neye benzediğini de o gün öğrendim."

Göğüs kafesimde çırpınan kalbimin duymayı beklediği şey neydi bilmiyordum. Duysa kaldırabilir miydi, hiç sanmıyordum ama yine de kendimi başka bir soru sorarken buldum. "Neden?" İçim ürperiyordu. "Onur abi neden babana vurmuştu?"

Çenesini sıktığını görebiliyordum. Yavaşça yutkunduğunda gözlerini üzerimden ayırdı. "Hak edene hak ettiğini veriyordu," dedi onu korumak ister gibi bir tavırla. Konuşurken zorlandığını hissettim.

"Bu olayın gerçekleşmesinin seninle bir ilgisi var mıydı?"

Yoksa sebep Özge abla mıydı? Aldığım cevap neyi değiştirecekti? Nihayetinde ikisi de o adamın çocuklarıydı. Kâbuslarının sebebi babalarıydı. Bu nasıl olabilirdi?

"Vardı." Birkaç saniyeliğine nefes almayı bıraktı. Gözleri yerdeki bir noktaya saplanıp kaldı ve kendine şaşırdı. Bunu dile getirebilmeyi beklemiyordu sanırım. Kesik bir nefes aldığında "Güzelim," dedi silkelenip bana bakarak. "Bunu konuşmayalım."

"Sana ne yaptı?" Sesim kin ve nefret doluydu. Doruk sesimi ilk kez böyle bir şiddette duyuyordu. Kaşlarını kaldırırken daha sert bir sesle tekrarladım sorumu. "O adam sana ne yaptı?"

Onu alıp herkesten saklamak istedim. Geçmişe dönmek, dünü silmek, onu o adamla aynı evde bir saniye bile yalnız bırakmamak istedim.

"Nereden baksan yanlış bir soru." Dudakları acıyla iki yana kıvrıldı. "Ne zaman? Kaç sefer? Ne kadar? Kullandığın kalıbı zenginleştirmelisin ama bunu yaparsan canım yanar. O yüzden, bu konuyu kapatalım Feza."

"Bu yüzden bu kadar öfkeleniyorsun," dedim aklımın içinde birleştirdiğim parçaları onun önüne atarak. "Bu yüzden gözün dönüyor en ufak bir şeyde bile."

"Sana," dedi üzerine basa basa. "Kimsenin dokunmasına izin vermem. Hiç kimsenin."

"Bu yüzden benimle yukarı bile geldin." O kadar iğrenç bir ağrı toplanmıştı ki göğsüme sanki kalbim çürüyordu içten içe. "Çünkü senin evin bile senin için güvenli değildi, öyle değil mi?"

Doruk'un gülümseyişi, herhangi birinin gözyaşının yapabileceğinden çok daha fazla yaktı canımı. "Ben deplasmanları severim Feza."

Deplasmanları seviyordu çünkü sadece o zamanlarda evden uzaklaşabiliyordu.

Onu havaalanından uğurladığım gün bana anlattığı şey buydu. Giderken arkama bakmam demişti. Bana kadar arkasına bakmıyordu çünkü gitmek, onun için kaçmak demekti.

"Çok üzgünüm." Kendimi çok kötü hissediyordum. Susacaktım. Daha fazla kurcalamayacaktım. "Çok üzgünüm," dedim tekrar. Çaresizdim de. Elimden hiçbir şey gelmezdi. Başına gelenleri değiştiremezdim. O evdeki anılarını ondan sökemezdim. Kalbim çok ağrıyordu.

"Üzülme. Bir gün karşına istediğini sor, ben de anlatayım diye oturmayı çok isterim ama henüz o aşamaya gelemedim. Lütfen bana kırılma. Deniyorum. Çocukluğumu mahvettiği evi kendi içimde yaktım ama küllerine dokunamıyorum. Kaçıyorsam bu yüzden. Senden kendimi saklamaya çalışmıyorum. Bugünkü halimden dünkü halimi saklamaya çalışıyorum. Çünkü bir tek bu şekilde ilerleyebilirmişim gibi geliyor."

"Seni aramızda ülkeler yokken dinleyeceğim," dedim. "Ne zaman hazır olursan. Ne zaman bana ihtiyacın olursa. Tek istediğim iyi olman, yemin ederim. Kendini hiçbir zaman yalnız hissetme. Güçsüz de hissetme lütfen. Dünkü halinin saklanacak bir tarafı yok, her şeye rağmen nereye geldiğine bir bak Doruk. Neleri başardığını sana göstermek için elimde bir aynayla dolaşacağım."

Yüzüne yerleşen ifade orada daima kalsın diye saatlerce konuşmam gerekiyorsa bunu yapardım. O kendini benim onu görebildiğim şekilde göremiyordu. Keşke bir kez bunu yapabilseydi.

Bir kapı açılma sesi duyduğumda Doruk yatağına yeni oturmuştu. "Hey," dediği an odasına giren kişinin Lukas olduğunu anladım. "Are you talking to Feza?"

Onu gülümserken görünce dudaklarından dökülen ilk cümlenin benimle ilgili olması çok hoş bir şeydi. Ben "Hi Lukas," derken Doruk, "She is Feyza amına koyayım," deyince Lukas'ın ve benim kahkaha seslerimiz birbirine karıştı.

"Hi Feza." Lukas kesinlikle inadına yapıyordu. Onu anlayabiliyordum. Doruk'u böyle uyuz etmek eğlenceli olmalıydı. Bana nasıl olduğumu sordu ama bu sırada Doruk hiç kadrajı ona doğru çevirmedi. Yani Lukas'la ettiğim kısa sohbette ikimiz de birbirimizi hiç görmedik. Lukas bilerek telefonu Doruk'tan istediğinde Doruk ona bu defa İngilizce bir küfür savurup başından gitmesini istedi. İkisinin anlaşma şekline bayılıyordum.

Lukas Litvanya'ya erken geldikleri için mutlu olduğunu, belki takılacak birilerini bulabileceğini söylediğinde başka bir İngilizce küfür de benim ağzımdan kaçmasın diye dudaklarımı birbirine bastırdım ve yalnızca Doruk'a dik dik bakmakla yetindim. "Doruk seninle gelmeyecek," dedim Lukas'a, onun anladığı dilde. "Ömer abi, Ivan abi ve Momo ile takılacakmış bugün."

Evli olan isimleri arka arkaya sayışım Lukas'a dünyanın en keyif dolu kahkahasını attırdı. Sonra da "Merak etme," dedi bana. "Seni seviyorum. Duruk'a bir kız asılmaya başlarsa gidip o kızı tavlarım."

Aksanı, zengin sarısı saçları ve şımarık tavırlarıyla bunu gerçekten de yapabileceğini biliyordum ama bu beni güldürmek yerine rahatsız hissetmeme neden olunca konuyu değiştirme ihtiyacı hissettim. "Hep böyle maçtan bir iki gün önce mi gidiyorsunuz?" Soruyu Türkçe sorduğumu fark edince Lukas'a ayıp olmaması için hemen çevirisini yaptım ve alacağım cevabı bekledim.

"Aslında hayır," dedi Doruk. Belki de arada onunla İngilizce konuşmalıydım. Aksanı hoşuma gidiyordu. Bunu belli etmemeye çalıştım. Arada hafif duraksamalar, küçük takılmalar yaşıyordu ve o boşluğu doldurmak için çıkardığı düşünce sesleri oluyordu ama genel olarak kendini ifade etmekte sıkıntı yaşadığını görmemiştim. Telaffuzu oldukça idare eder düzeydeydi. Onunla zorluk yaşadığı kısımların üzerinden birlikte geçtiğimiz bir senaryoyu düşünmek beni gülümsetti. Köşe koltuğunda birlikte otururduk. Muhtemelen benim için kombiyi fullemiş olurdu ve ben de kızarık yanaklarımla ona hiç durmadan İngilizce sorular sorardım. Vereceği büyük röportajların ön hazırlığını birlikte yapardık. Onun etrafındaki insanlarla iletişime geçtikçe içimdeki İngilizce sevgisi alevleniyordu.

Düşüncelerime kapılıp gittiğimi ve Doruk'un cümlelerini kaçırdığımı fark edince çok utanıp "Pardon," dedim. "Galiba bağlantısal bir sorun oldu. Seni duyamadım."

Doruk hiç garipsemeden yeniden açıklama yapmaya başladı. "Normalde gece yarısı uçağa binip günübirlik gittikleri bile olurdu ama bu aralar birkaç gün kalmalı şekilde gidiliyor nedense. Sanırım takımın isteği. Birlikte zaman geçirmeyi seviyorlar. Herkes o kadar aile gibi ki Feza. Mesela Lukas'ın anlattığı gibi dışarı çıkıp tek başımıza gezemeyiz. Mutlaka takımdan buraları bilen biri bize tur rehberliği yapacaktır."

"Ne kadar güzel böyle olması."

"Bence de," dedi. "Her yeri güzelce öğreneyim ki seninle birlikte geldiğimizde rota sorunumuz olmasın."

O uçağa binip ülke değiştirdikçe benim içimde beliren kıskançlık duygusundan dolayı büyük mahcubiyet duydum. Bu zaten başlı başına kötü bir histi ve o böyle konuştukça daha da kötü hissettiriyordu. "Beni de mi götüreceksin?"

Lukas lafa atlayıp "İtalya'da bile hep böyle şeyler söyledi," dedi. "Hatta buralara maç günü değil de daha erken geldiğimiz için mutsuz. Seni göremedikçe deliriyor. Geceleri adını sayıklayarak uyuyor Feza."

Abarttığı belliydi ama yine de onun oda arkadaşından böyle şeyler duymak komikti.

"Babana biraz kendimi sevdirmeyi başarırsam bunu deneyeceğime dair şüphen olmasın," dedi Doruk. "Lukas biraz abartıyor tabii ama gördüğüm her yeri sana da göstermek istediğim doğru."

Bunu düşlemek öyle güzeldi ki deli gibi sırıtmaya başladım. "Ben şimdi kapatayım da hazır vaktin varken gidip gez. Sonra hoca canımıza okudu çok yorgunum diye ağlıyorsun."

"Bu duyduğum en doğru şey!" dedi Lukas. "Koçumuz tam bir sadist, adamım."

"Bunu ona söyleyeceğim." Doruk'un Lukas'tan alacağı bir intikam vardı belli ki. Aralarına hiç karışmayacaktım. "O zaman görüşürüz," dedi yeniden bana dönerek. "Kapatıyorum sevgilim, dönünce sana yazarım."

"Görüşürüz," dedim Türkçe. "Öptüm."

"Is this mean kissing?" diye bağırdı Lukas. Garip bir öğürme sesi çıkardı. "I think I'm gonna throw up."

Kusacağını söylüyordu. Flörtleşmemiz onun midesini bulandırmıştı. Yani özetlemek gerekirse şu an bizi kıskanıyordu.

Doruk ona bir yastık fırlatmadan önce kameraya doğru öpücük attı. Ardından görüntülü aramamızı sonlandırdı. Ben de kardeşlerimin okul çıkış vakti gelene dek kurabiyeleri pişirdim, akşam yemeğini hazırlayan anneme yardım ettim ve sipariş yetiştirme telaşım olmadığı için sıkıntıdan delirmemeye çalıştım. Bugün doğal olarak kimsenin keyfi yerinde değildi. Bu yüzden uzun zamandır katılmadığım toplu akşam yemeğimiz de keyifli geçmedi. Zaten babam da eksikti. Hâlâ işten dönmemişti.

Yine de onun bugün telefonda Karşıyaka altyapısının antrenörüyle konuştuğunu öğrenmek günümü güzelleştirmeye yetti. Fırat hocasının ona çektiği mesajı okumuştu. Baban olumsuz bakmıyor bu işe, yazmıştı hocası. Fırat reşit olmadığı için haliyle velisi olarak babamla da görüşmeleri gerekecekti ve babamın yaktığı sinyalin rengi yeşildi.

"Doruk'la konuştunuz mu peki hiç?" diye sorduğumda Fırat ilk defa onun adına yüksek tepkiler vermek yerine sorumu sakince cevapladı.

"Dün gece yarısı benim meselemin aklında olduğunu yazmış bana. Aklı tamamen sendeyken bunu düşünüp yazmasına şaşırdım çünkü ekrana baktığımda neyden bahsettiğini anlamam bile uzun sürdü. O sırada sadece Taner'i öldürme planları yapabilecek kadar çalışıyordu benim beynim."

Taner mevzusuna hiç bulaşmadan "Litvanya'dan döndüğünde konuşursunuz detayları," dedim. "O da aynı senin gibi, diğerlerine yetişebilmek için çok çalışması gerektiğini düşünüyor. Bu yüzden eminim hocası çok iyidir."

Başını salladı. Bu konuyu konuşmanın sırası olduğunu düşünmüyordu sanırım. Herkes bana karşı aşırı dikkatliydi bugün. Kendimi boğulacak gibi hissediyordum. Babam o kadar geç döndü ki Furkan çoktan uyumuş, Ferda ve Fırat da odalarına çekilmişlerdi o içeri girdiğinde. Ben mutfakta kendime kahve yapıyordum. Odamda ne zaman bunalsam kendime bir bahane uydurup soluğu mutfakta alıyordum. Yine o dakikaların birindeyken duymuştum kapının sesini.

Başımı hole doğru uzatıp onu montunu çıkarırken izledim. Yüzü soluk, bakışları donuk, yorgun ve keyifsizdi babam. Annem onu karşılamak için geldiğinde onun başını öperken gülümsemedi bile. Her şeyiyle zor bir gün geçirdiği belliydi. Yüzünü bana çevirdiğinde "Onu görmeye gittim," dedi. "Ama göremedim. Eren tüm gün eve dönmediğini söyledi. Arıyorum ve açmıyor. Kendisi için en doğru şeyi yapıyor, kaçıyor. Eğer o piçi görürsem öldürürüm. Bunu anlaması için ona gereken mesajları bıraktım Feza."

"Ben de iyiyim babacığım," dedim gülümsemeyi deneyerek. "Sen nasılsın?"

Babam iç çeker gibi derin bir nefes aldı ve buna hali olmadığını net bir şekilde bana belirtti. Zaten yerlerde olan moralim onun bu hareketinden sonra iyice parçalanmıştı. Bu yüzden kahvemi alıp odama gitmeden önce "Yarın Visal'e döneceğim," dedim herkesin duyabileceği bir sesle. "Onu yeterince korkuttunuz. Gelip beni rahatsız edeceğini sanmıyorum ve o kafenin işlemeye devam etmesi gerekiyor."

Kahvem soğudu çünkü odama gidemedim. On beş dakikalık bir nutuk dinlemek zorunda kaldım. Buna kesinlikle izin vermeyeceklerinden bahsettiler. Babama göre bir daha oranın kapısının önünden bile geçmemem gerekiyordu. Annem bunun çok yanlış olduğunu söyleyip duruyorken kimse bir kez olsun benim açımdan bakmayı denemiyordu.

Er ya da geç oraya dönmek zorundaydım.

Evde kalıp ne yapacaktım?

Taner'den korktuğum için sokağa çıkmayacak mıydım? Suçlu olan oydu. Ben neden cezalandırılmak zorundaydım?

Eren'i arar, akşam yanıma gelip gelemeyeceğini sorar ve kabul ederse giderdim. Ben de aptal değildim, bazı şeyleri düşünebiliyordum. Zaten sabahları Visal'de tek tük bile olsa mutlaka müşteri oluyordu. Yalnız kalmazdım. Benim mutfağıma geri dönmem lazımdı. Bazı şeyleri tamamen bende travma kalmadan aşmam gerekiyordu. Yarın sabah gelecek müşterilerim için erkenden uyanıp tatlılarımı hazır etmem gerekiyordu.

Onlar üzerime öğütler ve uyarılar yağdırırlarken ben salonun kapısını çarpıp odama doğru ilerledim.

Bunu Ferda yapardı ya da belki Fırat. Ben yapmazdım. Ben anneme ve babama hiç bu şekilde davranmazdım ama orada daha fazla oturmak istememiştim. Aklıma gelen tek şey buydu.

Kendimden uzaklaşıyordum.

Sanki gerçekten tek bir günde çürümeye başlamıştım.

Her şeyin normale dönmesi gerekiyordu. Bunun için de rutinimi sürdürmeli, Visal'e gitmeliydim.

Telefonuma sarılıp Doruk'a mesaj atarken içimdeki anlamsız öfkeyi yatıştırmaya çalışıyordum. Bu öfke tamamen kendimeydi. Az önceki tavrım yüzünden kendimi bir ergen gibi hissediyor ve geri adım atmamaya çalışırken de bacağımı sallayıp kafamın içinde annemlerle kavga ediyordum.

Sorunu bu şekilde çözebilir, yarın hiçbir şey yaşamamış gibi uyanabilir ve yine herkese gülümsemeler saçabilirdim.

Feza: Yarın sabah Visal'e gideceğim için yatacağım birazdan. İyi geceler.

Birkaç saniye sonra telefonuma mesajı düşmüştü.

Doruk: Tamam bebeğim, iyi geceler ❤️

Çok kolay olmuştu.

En azından biraz konuşuruz ve ben de az önce yaşananları anlatırım sanmıştım.

O oraya dönmemde bir sakınca görmüyor muydu?

Annem ve babamın yaptığını fazla müdahaleci bulurken onun bu cümlesini de fazla umursamaz bulmuştum.

Galiba ben ne istediğimi bilmiyor, yavaş yavaş aklımı kaybediyordum.

İğrenç geçirdiğim bir gece ve evde kaldığım koca bir gün bana bunu yapmıştı. Çalışmadan durmak hiç benlik değildi. Bunu bugün çok daha iyi bir şekilde anlıyordum.

Kendime iyice sinirlenip her şeyi unutmaya çalışarak uykuya sığındım. Ertesi sabah normalde uyandığım saatten bile daha erken kalkıp hazırlanmaya başladım. Montumu ve çantamı alıp evden çıkarken hiç kimseyi uyandırmamak konusunda çok dikkatliydim. Merdivenleri hızlı hızlı indim. Kendimi sokağa attığımda montumun cebinde otobüs kartımı arıyordum.

Sonra evin tam karşısına park etmiş araba çarptı gözüme. Cam bir anda sonuna kadar açıldığında irkildim fakat içerideki kişi "Feza," diye seslendiğinde bu sesin Taner'e ait olmadığını anlayarak rahatladım. Başımı hafifçe eğip arabaya doğru yalnızca bir adım attım.

Bir çift kahverengi göz bana kilitlenmişti. Fazla uzun olmayan koyu renk saçlara sahip bir adam, sonuna kadar açtığı camdan elini çıkarıp arabanın kapısına vurdu eliyle. "Atla hadi."

"Sizi tanıyor muyum?" diye sorduğumda çok yanlış bir şey yapmış gibi yüzünü buruşturdu ve "Kusura bakma," dedi hemen. "Seni o kadar çok dinledim ki hiç tanışmadığımızı unutmuşum."

Kafam karışmıştı. "Anlamıyorum."

"Onur ben," dedi. "Onur Değirmenci. Özge'nin eşiyim, Doruk'un abisi hani? Hadi ama, adımı mutlaka duymuş olman lazım. Ben seninkini en az elli kere duydum!"

Karşımdaki adama hayretler içerisinde baktım.

Beni umursamadığını düşündüğüm Doruk, hiçbir cümlesinin fikrimi değiştirmeyeceğini bildiği için ağzını açmak yerine sorunu kendi yöntemleriyle çözmüştü.

Kendisi benden binlerce kilometre uzaktaydı ama sabahın altı buçuğunda kapıma dünyada en çok güvendiği adamı göndermişti.


🏀🧁🏀


Çözüm odaklı birisi.

Merhabalar efendim, hoş bulduk diye başlayarak DF girişi yapayım. Nasılsınız? Naz'dan okumayı sevdiniz mi?

Eren, Eren, Eren... Naz ve Eren'in birbirlerini hiçbir şekilde sevmedikleri konusunda hepiniz hemfikirsiniz değil mi?

Feza'nın işe dönme kararını sorgularken onun on sekiz yaşında ne yapacağını bulmaya çalışan bir kız olduğunu unutmayın. Bu kadar bağlı olduğunuz, içinde büyüdüğünüz bir yerden tamamen ayrılmak zor bir şeydir ama bu demek değildir ki önünüzde tek bir yol var. Ne demişti Feyyaz Falez: "Yol bir tane değil. Sana şu an öyle geliyor olabilir ama yol bir tane değil."

Doruk ve Feza'nın görüntülü konuşmalarına gelelim :'))) Aynı bölümün içinde iki kez çünkü birbirlerini göremezlerse delirirler. Öyle ki Doruk yağan karın bile videosunu çekip Feza'ya atacak aşamada. Lukas birkaç sefer daha Feyza demek yerine Feza derse kısa devre yapabilir gibi duruyor, hayırlısı.

Gitmeden önce bölümü oylar mısınız? DÇ'nin şimdiye kadarki en uzun bölümüydü. Twitterde (X demeye bir türlü alışamadım, benim için orası hâlâ tw) #DörtÇeyrek etiketinin altında sizi bekliyor olacağım.

Teşekkürler ve tatlı günler!

Instagram, twitter:
azraizguner

Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Niyet ettim Allah rızası için bugünkü bölümü okumaya

    YanıtlaSil
  2. anlık doruğun tepkisizliğine şaşırdıktan sonra bölüm sonu şokesi ÖAŞDJQĞKDĞQKSĞAL çözüm odaklı birisi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bölüm sonu olmasa söverdim sdfskjg

      Sil
    2. Kesinlikle bölüm sonu olmasa doruğa trip atardım

      Sil
    3. Bi an bu çocuk değişti mi diye düşünmedin değil

      Sil
  3. fezanın visali çok sevmesine rağmen bir gün artık oradan kopmasa bile dışına çıkacağı ve ilgilendiği alanda daha fazla işler başaracağını görmek çook istiyorum belki tekrar sınava hazırlanıp gastronomi okur ya da gastronomi üzerine eğitimler alır bilemiyorum ama bir gün visal mutfağından çıkıp daha da büyük işler başarabileceğinin farkına varmasını istiyorum şu anki hayatından memnun evet ama zamanla herkes illaki gider bizim kız da inşallah içinde ukte kalan hayallerini gerçekleştirir

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. enn başlarda kitabın adı neden visal kafe fln değil diyordum meğersem visal lanetliymişş

      Sil
    2. Bu olacak yazar bunu yapacak bence. Visal önemli değil önemlimolan Feza Visali Visal yapan ona anlam katan. Sadece Feza henüz bunun farkında değil. Visalden ayrılsın ayrılmasın kendi kafesini açsın açmasın oraya bağımlı olmadığını öğrenecek ve istediği o yurt dışı kurslarına katılacak bu kitapta bunları da okuyacağızzzz

      Sil
  4. Çok güzel bir bölümdü kesinlikle. Uzun bölümler çok hoş oluyor bence

    YanıtlaSil
  5. bana bir büyük boy eren lütfen

    YanıtlaSil
  6. naz erenin ayrı kitabı olsa güzelliklerinden kalp krizi geçire geçire okurmuşum onu farkettim sdfjhsfjg

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayrı kitabıı bekleyememm burada da olsunlar bol bollll

      Sil
  7. Bölüm her şeyiyle mükemmel bayıldım böyle bisey yok
    Bölümün herşeyi güzel ama sonuna ayrı bir düştüm doruğun ince düşüncesi beni benden aldı bayıldımmmm bayıldımmmm

    YanıtlaSil
  8. acı kahve erenin gözlerinden esinlenmiş olabilir misin acaba naz'ım bee

    YanıtlaSil
  9. Evet Naz ve Eren kesinlikle birbirini sevmiyor katılıyorum.

    YanıtlaSil
  10. Doruk'un çözüm odaklılık ve hanımının sözünü dinleyiş olmuş bu çocuk

    YanıtlaSil
  11. Fezammmmm kuşummm bir tanemmmmm
    Kendini Visalle tanımlıyor ve sınırlandırıyorsun seni o kadar iyi anlıyorum ki ama öğreneceğiz bebeğim.
    Unutma ki Visal sen olmadan Visal olmaz. Visali Visal yapan bir zamanlar neydi bilmiyorum ama şu an Feyza adınında bıcır bıcır bir kız. Sen iyi olup kendinin farkına varırsan mekan fark etmez her kafeyi Visal yaparsın

    YanıtlaSil
  12. Furkannnn sabah şekeriii ya insanın böyle tatlı kardeşi olur muuuu bal bal bu çocuk Şifaaa

    YanıtlaSil
  13. Ulan Taner ne puşt, ahlaksız, haysiyetsiz birisin ya sen para çalmak ne gerzekk sen nesin ki arkadaşın ne olsun zaten gereksiz. Umarım kafedeki görüntüleri sadece silmiştir puştlar bir de saklarlarsa onları Doruk'a zarar vermek için. Bir kopyaları onlardaysa yandık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kadar yaptığın şeyin üstüne hırsızlık mı bir de diye sövdüm orada sinirden yazamamışım yanlış anlaşılmasın

      Sil
    2. Yüzsüz utanmaz arlanmaz ahlaksızzzz

      Sil
    3. Bu yorumla o kadar içimi rahatlattın ki vallahi bende evd bağıra bağıra küfür ediyorum

      Sil
  14. Azra İzgüner19 Şubat 2025 21:14

    Bölümde Fırat'ın altyapı konuşmasından bahsederken Karşıyaka yazmışım dalgınlığıma gelmiş. Kasımpaşa olacak. Kafa karışıklığı olmasın ❤️

    YanıtlaSil
  15. Naz ve eren bolca görmek istediğimiz o ikili bayıldım onlara yaaa dorukhana yorum yapamıyorum Fezanın yanında oluş biçimine hayran kaldım

    YanıtlaSil
  16. Feza bazı ünlü tatlıcıların tariflerini falan deniyordu. Ya da kurslara ve eğitimlere bakıyordu. Visal'den ne zaman çıkar bilemiyorum. Ama bi eğitim alacak gibi. Çok sevinirim çünkü hakediyor...

    YanıtlaSil
  17. Şu paragraflar arası doruğun fezayı gurbette sallamadığını düşünüp kahrolmuştım

    YanıtlaSil
  18. Harika bir bölüm 🥰🥰

    YanıtlaSil
  19. doruk doruk doruk…

    YanıtlaSil
  20. Direk tamam sesinin altında birşey olduğu belliydi 😁 Ahhh Dorukhan Ahh üzümlü kekim🩶

    YanıtlaSil
  21. Bölümü bitidim dorukhan diyorum başka bir şey demiyorum

    YanıtlaSil
  22. Ne ara 29.bölüme geldik hala anlamadım

    YanıtlaSil
  23. NAZ VE ERENE BAYILDIM daha çok bölüm olmalı eren ve naza özel

    YanıtlaSil
  24. İçinde sadece doruk olan bölüm diyorum
    Gelirmi diyorum
    Saaaadeceee dorukhan falayy diyorumm

    YanıtlaSil
  25. Bi sonraki bölüm 25. Gibi mi olsaaaaaa

    YanıtlaSil
  26. Ayy yine mükemmeldi. Ayrıca Dorukhan’ın en son yaptığına resmen düştümmm😍

    YanıtlaSil
  27. Bolumlerin hepsi mi guzel olur azra abla ya doruk da şaka mı ya bana da bi adet doruk lutfen

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"