52. "Ev"

Bölüm Şarkıları:

Dolu Kadehi Ters Tut, Dilerim Ki
Yüzyüzeyken Konuşuruz, Uykusuz ve Dengesiz
Gökhan Türkmen, Aşk
Lady Gaga & Bruno Mars, Die With A Smile
Taylor Swift, Love Story
The Weeknd, Sao Paulo
Sabrina Carpenter, Juno

🏡

Ait olduğum yerdeyim
Göğsün evim, sen benim.

•⚓•

O sabah yanımda Görkem'i bulamadım çünkü henüz ben uyanmamışken yataktan kalkmış ve evden ayrılmıştı ama akşam yemesi için getirdiğim börek tabağı boştu. Bayatlamış da olsa uyandığında onları yemiş olmalıydı. Gülümsedim ve odama geçtim. Her şey normaldi. En azından, normal denilebilecek düzeydeydi.

Sonraki iki gün ise endişelerim artmaya başladı. Görkem'i çok az görüyordum. Barış'a yazdığımda bana geç dönüyordu. Kaya kendi işine gömülmüştü ama çok mutsuz görünüyordu. Arda ve Eylül zamanlarının büyük çoğunluğunu karakolda geçiriyordu ve Can da Tesla'yla birlikte odasına kapanıp duruyordu.

Yine Görkem'in nerede olduğunu bilmediğim saatlerin birinde kendimi Çağdaş Hoca'nın hislerimi yazmak için tutmamı önerdiği defterin başında buldum. Sayfaların birinde Kaya'nın benim için aldığı ilk sarı lale buketinden kopardığım, artık kurumuş yaprak bulunuyordu. Diğer sayfada da Analizcilerin beni eve döndürmek için ikna etmeye çalışırken aldıkları sarı lalelerden birer yaprak vardı. İkisinin de tarihlerini köşeye not düşmüştüm.

Yazmak için başına geçtiğim defterimi okurken buldum kendimi. Sonra tek bir ismi nasıl evirip çevirip her yere yazdığım gerçeğiyle yüzleştim. Görkem diyordum neredeyse her satırda. Beni etkileyen olayları unutmayayım diye küçük notlar almam için Çağdaş Hoca'nın bana tutturduğu bu defterin her köşesine onun adını iliştirmiştim.

Bugün Görkem'in göğsünde uyandığım bilmem kaçıncı gün, yazmıştım ikinci dikiş izimin olmadığı günlerin birinde. Parmaklarını saçlarıma dolaması, en sevdiğim şey. Kolu kesin uyuşuyor olmalı üzerinde yattığım için ama bana sarılmayı hiç bırakmıyor bütün gece.

Bugün Görkem neden liderin o olduğunu bir kez daha hatırlattı bana, diye not almıştım bir başka güne. Bu kesinlikle bu defterle benim aramda kalacak bir bilgi ama yazmam gerek. Bu adamın otoriter sesi nefesimi kesiyor. Bana istediği her şeyi yapabilir.

Kendi kendime gülmeye başladım. Ona duyduğum arzuyu içime zar zor sığdırabiliyordum, dayanamayıp deftere dökmüş olmam beni şaşırtmıyordu.

Maça gitmeyi planladığımız güne kadar geçen zamanda çok daha sık notlar bulunurken vurulduğum günden beri tek bir cümle yazmıştım deftere. Ne yazdığımı biliyordum. Unutmam mümkün değildi ama bir kere daha okudum sarı satırların arasına kıvrılan harfleri.

Görkem beni hayata döndürmüş, yine.

Uzun uzun baktım. Kalemi yerine bıraktım. Tek kelime yazmadım üzerine. Tekrar tekrar okudum. Kelimeler kafamın içinde yankılanıp dururken beni bu denli düşünmeye itenin ne olduğunu sorguladım. Ona olan bağlılığımın, aldığım nefesin bile ona bağımlı oluşunun altında yatanları düşündüm. Hiç kimseye ihtiyacım olmadığını savunup dururken şimdi ona muhtaç olduğumu kabul edecek bir noktadaydım.

Birlikte geçirdiğimiz bunca zamanı düşündüm. Her bir evresini, her bir saniyesini. Kahvemden bir yudum aldım ve bakışlarımı yatağıma çevirdim. Oradaki duvara yaslanıp bana Yağmur dediği ilk an canlandı gözlerimin önünde. İkinci ismimi ilk kez telaffuz ettiğinde hissettiklerimi hatırladım. O günlerde yanmaya başlayan ateşin bugün nasıl göğsümde bir volkana dönüştüğünü düşündüm.

Görkem beni hayata döndürmüş, yine.

Telefon numarasını tuşladığımda nerede olduğunu sabahtan beri merak etmeme rağmen "Sevgilim," dedim açar açmaz. "Geç oldu saat, eve dönmeyecek misin?"

"Az bir işim kaldı." Muhtemelen onu çalışırken bölmüştüm, sesinde ince bir sabır tınısı vardı. Benimle konuşurken beni kırmamaya ekstra özen gösterdiğini hissettiğim bir andaydık. "Uyu sen, bekleme beni."

"Sensiz uyumak istemiyorum. Sensiz uyanmaktan da bıktım bu arada."

"Ben de." Zorunluluktan olduğunu hatırlatmak istedi sanki bana. "İki saate gelirim herhalde, cidden zorlama kendini bekleyeceğim diye. Sadece bir şey isteyebilir miyim senden? Kaya'yı bir yoklar mısın? Canı sıkkın gibiydi sabah."

"Değişen bir şey yok," dedim. "Yoklarım, aklın kalmasın. Sen iyisin değil mi?"

"Evet bebeğim," dedi ve ona inandım. "Yarın benim için önemli bir gün olacak. Birazcık stresliyim sadece, halledeceğim."

"Peki," dedim üzerine gitmeden. Bu uysallığım ikimize de yabancıydı ama yemin ederim ki fazlasına halim yoktu bu gece. "İyi geceler o zaman. Döndüğünde ben uyumuş bile olsam yatağıma gel olur mu?"

"Tabii ki," dedi aksi mümkün değilmiş gibi. "Kokun olmadan uyuyabileceğimi düşünmen komik."

Güldüm. "Kapatıyorum?"

"Kapat," dedi. "Merak etme, kafana takma. Her şey yolunda. Her şeyin benim istediğim yolda olmasını sağlamak için mesaiye kaldığımı varsay."

Kendini iyi hissettiğine ikna olmuştum böylelikle. Telefon konuşmamız sona erdiğinde beklemeden çatı katına yol alan merdivenlere vardım. Yavaş da olsa artık bu merdivenleri tek başıma çıkabiliyordum. Dikiş yerim yürürken eskisi kadar gerilmiyordu.

Yukarıya vardığımda ayak seslerini duyan Kaya başını bilgisayar ekranından kaldırmıştı. Siyah kapüşonunu başına geçirmişti her zamanki gibi. Omuzlarında ince bir battaniye vardı. Üşüyor olmalıydı. Soğuk onu diri tutsun diye salona inip kalorifere sokulmak yerine burada durmaya devam ediyordu sanki.

Gözleri kıpkırmızıydı. Damarlanmış haldeydi. Yirmi dört saatinin büyük kısmını burada böyle iki büklüm, ekrana bakarak geçiriyordu. Parmakları hep tuşların üstündeydi. Hep bir şeylerle uğraşıyordu. Gören onun dünyayı kurtaracağını sanırdı. Belki de yaptığı buydu. Bizim dünyamızı kurtarmaktı.

"Görkem döndü mü?" diye sordu. Yeşil gözlerinin etrafındaki akın gerçekten kırmızıya boyanmış olduğunu daha yakından görmüş oldum yanındaki sandalyeyi çekip oturduğumda. Başımı iki yana salladığımda "Arda, Eylül'de kalacakmış bu akşam," dedi. "Can nerede?"

"Tesla'yla odasında."

"Güzel." Yeniden ekrana çevirdi suratını.

Bilgisayarın arkasına elimi koyup ekranı ittirdim. Baktım ki tepki vermiyor, komple kapattım laptopunu. "Kardeşinle ilgilen."

"Ne oldu şımarık?" diye sordu gülümseyerek. "Annenin uçağı mı rötar yapmış? Karadeniz'de gemiler batmış da çapalar kıyıya mı vurmuş? Ne oldu?"

"Annemler daha uçak bileti almadılar," dedim. "Geçen babam aradı, sesini duymak istedim dedi. Bana senelerdir görmediğim ama görüştüğümde yine aynı şekilde samimiyet kurabileceğim türden arkadaşlarımmış gibi hissettiriyorlar. Hayatımda tamamen olmalarına gerek yokmuş gibi. İnsan anne babasına karşı böyle hisseder mi?"

"Tam adamına sordun." Elleriyle kendisini gösterdi. "Sence fikrim var mı?"

Güldüm. "Eminim vardır Kaya."

O da güldü çünkü doğruydu. "Kan bağı bir sikim etmiyor şu hayatta," dediğinde canının tahmin ettiğimden de sıkkın olduğunu anladım. "Yanında olmak isteyen her şekilde bulur bir yolunu, Asya. Kimseye sevgi borçlu değilsin."

"Sen?" diye sordum. "Sevgi borçlu musun birine sence?"

"Dolaylama," diyerek işimi kolaylaştırdı. Konuyu kime getireceğimi anlamıştı. "Söyle ismini."

"Bahar," dedim.

"Bahar," dedi. "Yanında olmak istediğim halde hiçbir şekilde yolunu bulamadığım Bahar."

"Bunu mu dert ediyorsun kendine bu kadar?" Küçümsemek değil, derdini anlamak istiyordum. Kelimelerimi yanlış anlar mı diye de filtreleyip çıkarmıyordum dudaklarımdan çünkü Kaya, beni yanlış anlamazdı. "Bu işler karşılıklı olmaz mı? Onun da sana ayırabileceği vakti yok ki şu an."

"Bahar bekler, Asya," dedi derin düşüncelerinin arasından. "Söylemez ama ister de. Randevulara çıkmak ister. Zaman geçirmek ister. El ele sokaklarda dolaşalım, güzel yerlerde yemek yiyelim, birlikte değişik şeyler yapalım ister. Herkesin isteyeceği, herkesin hak ettiği gibi. Bir noktada içimden sokayım Piramit'e demek geliyor, beni anlıyor musun? Burnumun dibindeki kızın yüzünü göremiyorum. Aramızda şehirler varken daha yakındık belki de."

"Böyle düşünmüyorum," dedim. "Bahar sana aşık ve dünyanın en anlayışlı kadınlarından biri aynı zamanda. Sen ne kadar yoğunsan o da o kadar yoğun, bu onun için sorun olsaydı inan ki ben bilirdim. Dedikodulaşıyoruz biz arada. Üç Idiots grubumuza Bahar'ı da ekledik, adı Dört Idiots artık."

"Böyle bir grubunuz mu var?" diye sordu Kaya hayretle. "Kim kim lan?"

"Bige abla, Eylül, ben, bir de Bahar işte."

"Ne konuşuyorsunuz?"

"Erkekleri."

"Bizi yani?"

"Yok," dedim. "Johnny Depp'i falan konuşuyoruz."

Ciddiyetle "Bahar çok sever o adamı," dediğinde bir kahkaha attım.

"Evet, öğrendim."

"Önümüzdeki hafta çok önemli bir duruşması varmış," dedi. "Yanında olabilir miyim diye sordu. Net bir cevap verememek o kadar canımı sıktı ki. Kem küm edince de sorun değil dedi bana. Apaçık sorun halbuki."

"Olursun. Sana ihtiyacı varsa yanında olacaksın tabii ki. Geç Görkem'in karşısına söyle şu gün işim var diye. Boş kalmanı sağlayalım o gün."

"Görkem'in bana Bahar'ın bana duyduğu ihtiyaçtan daha çok ihtiyacı var," dediğinde sözleri bir duvara çarpmış gibi hissetmeme neden oldu.

"Kaya," dedim gözlerimi önce ellerime, sonra ona çevirerek. "Diyelim ki o gün Görkem'in yerinde olan senmişsin. Bahar varmış önünde, bir de Görkem. Seç denilmiş sana. Sen de Görkem'i mi seçerdin?"

"Evet demem sana kendini iyi hissettirecek mi?"

Herkes o günle ilgili aşamadığım şeyler olduğunu düşünüyordu hâlâ. Oysa ben bir kere bile Görkem'in Kaya'dan vazgeçmesini istememiştim. Yine aynı konumda olsaydık yine önceliğinin Kaya olmasını isterdim. "Sadece soruyorum."

"Evet," dedi düşünmeden. "Değiştir seçenekleri, değiştir yerleri," diye devam etti sonra. "Görkem sabit kalsın. Koy yerime herhangi birini, diğer seçeneğe de başka birini. Görkem hep seçilen olur Asya. Çünkü içten içe hepimiz, geride kalanlar için onun yaşaması gerektiğinden eminiz."

"Sence," dedim yine. "Bu çok fazla yük demek değil mi?"

"Çok fazla yük demek," dedi başını anlayışla aşağı yukarı sallayarak. "Bu kadar güvenilmek dayanılmaz bir şey olmalı ama onu yenilmez kılan da bu değil mi?"

"Hiç her şeyi bırakmak istedin mi Kaya?"

Tek kaşını kaldırarak yüzüme baktığında buraya onun için geldiğimi sanırken aslında kendim için geldiğimi anladım. O ve ben, on dakikalık molalarımızda içimizi birbirimize gösterebiliyorduk. En şeffaf halimizle karşılıklı oturduğumuz tüm o anlardan sonra bu gece, biraz kırılgan bir kabuğun arkasındaydım. "Ölmek gibi mi?" diye sordu doğrudan gözlerime bakarak. Arkasına yaslanmayı bıraktı, gözlerinin çevresine telaş kazındı ve bana doğru yaklaştırdı sandalyesini. "Asya," dedi sakin olmaya çalışarak. "Ölmek gibi mi?"

"Hayır," dedim. "Hayır, öyle değil."

"Aramızda kalacağına yemin ederim," dedi hızla. Elimi ellerinin arasına aldığında gözlerim hayretle açıldı. "Böyle bir şey geçtiyse aklının köşesinden, yalvarırım söyle bana. Son zamanlarda düşündüğün oldu mu hiç gerçekten?"

"Hayır," dedim yine şok içinde. "Onu kastetmemiştim, gerçekten. Tüm bu olaylar bittiğinde mesela... Yani biterse. Bunlarla uğraşmayı bıraktığımız bir evreni varsayarsak... Sence nasıl olurdu?"

"Bahar'a giderdim," dedi dalgaya vurarak. "Kalırdım. Bahar'da kalırdım. Arda çok şanslı, kıskandım bu gece şerefsizi."

"Sence..." Derin bir nefes aldım. "İyi bir hala olur muydu benden? Kaç çocuk yapardın mesela sana kalsa?"

"Üç derdi Bahar hep, biz küçükken. İki kız bir erkek. Öyle hayal ederdi o."

"Sen peki?"

"Başım gözüm üstüne," dedi. "Üçse üç, beşse beş, hiçse hiç. Ne derse o." Elimi tutup sıktığında "Bunun onun hiç önemli olmadığını biliyorsun değil mi?" diye sordu. Konunun aniden değiştiği falan yoktu, konu aslında en başından beri buydu. Gözlerimin dolduğunu gördü ve "Asya..." dedi güçsüz bir sesle. "Yapma. İyi bir hala da olurdun, iyi bir anne de olursun."

Bıraksam kendimi sabaha kadar ağlardım. "İstiyor," dedim boğazım düğüm düğümken. "Baba olmak istiyor. Biliyorum. Her şey geride kalsa bile, biz Piramit'i devirsek bile istediği hayatı ona veremeyebilirim."

"İstediği şey sensin," dedi. "Sen ameliyattan çıktıktan beri tek kelime etti mi sana bu konu hakkında? Yaşadığın için günün her saniyesi şükreden bir adamın senden vazgeçmeye kalkacağını düşünme bile."

"Sadece bazen diyorum ki-"

"Deme," dedi. "Senden başka bir ihtimal yok onun için. Nasıl ki Bahar benim tek yolum, sen de onun tek yolusun. Seçeneklerimizle ilgisi yok bunun. Kader çizgisi derler buna. Elinde değildir insanın. Bir kadın, bir adamın kaderiyse ölüm gelse koparamaz onu diğerinden. Tut elini, önüne bak. Ne yol ayrımı var ne sapak. Sadece yürüyeceksiniz. Senin de dediğin gibi olacak üstelik, hep yan yana. Bir aile olarak."


🌜


Saati bilmiyordum ama Görkem'in yanıma yattığı anı hayal meyal hatırlıyordum. Ona uyku sersemi halimle "Geldin mi?" diye sormuştum.

Başını omzuma yerleştirdiğinde sırtımı göğsüne yaslamamı sağlamıştı. "Dağıtma uykunu, buradayım."

"Her şey yolunda mı?" diye sorduğumu da hatırlıyorum ve o sırada hâlâ uyukluyordum. Yine de işlerin nasıl olduğunu öğrenmek için komik bir çaba harcıyordum. Sanırım bu çabamdı onu güldüren. Benim boğuk ve uykulu sesim gece gece ona ilaç olmuştu.

Baş ucumda kısık bir kahkaha atıp boynuma sokulduğunda "Evet," demişti. "Yarın önemli bir gün, dinlen güzelce."

Analizcilerin tümü yarın için bazı hazırlıklar yapmıştı ama Görkem kadar yok olmamıştı ortalıktan hiçbiri. Neredeyse tüm günü karakolda geçireceğimiz bilgisi vardı elimde. Toplantımız saatler sürecekti ve resmi olarak operasyonun başlama tuşuna bugün basılacaktı.

Onun da dediği gibi, bugün büyük gündü.

Gözlerimi açtığımda yine yoktu yanımda ama bu kez şaşırmamıştım buna. Erken çıkacağını ben yeniden uykuya dalmadan önce kulağıma fısıldamıştı. Yataktan zorlukla kalktığımda hazırlanmam gerektiğinin bilincindeydim. Geçiştirmece bir kahvaltı yapmak için mutfağa gitmeden önce odamın düzeni çarptı gözüme.

Birisi bir cetvel alıp her yeri elden geçirmiş gibiydi. Ben de çok dağınık biri değildim ama takılarımın bulunduğu kutuların bile aynı çizgide, nizami bir düzen içinde durduğunu görünce odama Görkem'in elinin değdiğini anlamış oldum.

Sonra bu izlerin evin her köşesinde olduğunu fark ettim. Salondaki yastıklardan tutun raflardaki kitaplara kadar her şey fazla topluydu. Günlerdir çalışmaktan derbeder olmuş bir ekip olduğumuza kimseyi inandıramazdık, her yer pırıl pırıldı.

Mutfak masasında kahvaltının hazır olduğunu gördüm. Kenarda Kaya ekmeğinin arasına çikolata sürüyordu. Görkem evden çıkmadan önce bizim için masayı da hazırlamıştı. Çatalların alt uçları masanın kenarına değecek şekilde konumlandırılmış, tabaklar aralarında eşit mesafe olacak şekilde dizilmişti. "Evet," dedi Kaya. "Buradan Görkem geçmiş, sana da günaydın."

Buzdolabının içine eğilmiş Can, kafasını kaldırıp bana baktığında "Süt alacağım ben, canım kahve istemiyor," dedi. "Sen ne içeceksin? Kahve de var. Görkem onu da yapmış."

"İyi değil," dedim. "Onunla konuştunuz mu?"

"Sabah denk geldim ben ne yazık ki," dedi Kaya. "Ayağının altında dolanmama kızıp beni odama gönderdi, cezalıydım."

"Durum o kadar ciddi demek," dedi Can ama kurduğu cümlenin aksine sesi alaycıydı. "Takılma Asya, bugün şov yapacak kocan."

Onların rahatlığının bana da bulaşmasını bekleyip sessizce ettim kahvaltımı. Arda gruba yarım saate bizi evden almaya geleceklerine dair bir mesaj attı, karakola birlikte geçecektik. Mesajı okuduktan sonra kahvaltıyı öylece bırakıp üzerlerimizi değiştirmek üzere odalarımıza dağıldık. Askılığın en dibinden polis üniformamı çıkardığımda bir süre ellerimin arasında tuttuğum takıma dalıp gitti gözlerim. Çok uzun zamandır giymediğim üniformamı ne kadar özlediğimi bu zamana kadar fark etmemiştim.

Aynanın karşısına makyajımı yapmak için emin adımlarla yürümem bana da sürpriz oldu. Kimseyi yanıma çağırmadım, kimsenin desteğini beklemedim. Lacivert perdeyi çekerken elim de titremedi. Kendime baktım. Saçlarımı düzelttim, kirpiklerime rimel sürdüm, halka küpelerimi kulaklarıma geçirdim. Bugün iyi görünmek zorundaydım. Bugün yaralandığımı bilen herkesin acı dolu bakışlarına maruz kalacaktım ve başıma gelen her şeyin altından kalkabiliyor olduğumu görmeleri gerekiyordu.

Banyodan çıktığımda bizimkileri holde ayakkabılarını giyerken yakaladım. Önce Kaya'yla, sonra Can'la göz göze geldik. Tıklatılan kapıyı Kaya'nın açmasıyla birlikte Arda'yla da göz göze geldik. Herkesin üzerinde üniformalar vardı ve ilk defa bu şekilde görüyordum onları. Duygulanmama neden oldu bu durum. "Vay be," dedi Arda. "Karizmamız karşıki dağları yıkacak."

"Birileri bugün Asya'yı tutmalı," dedi Kaya. "Çünkü Görkem'i böyle gördüğünde ne olacağını bilemeyiz."

Sadece güldüm. Diğerleri güldü, onlara da eşlik ettim. Eylül'ün kullandığı arabaya atlayıp karakolun önüne son sürat yol almaya başladığımızda hepimizin üzerinde fazla miktarda ciddiyet vardı. Günün gerginliğini beşe bölmüş, kendi içimizde sindiriyorduk. Biz bir aradayken böyleysek Görkem'in tek başına ne durumda olduğunu merak ettim.

Karakola yakın bir yere park ettiğimizde "Heyecanlandım," dedi Eylül. Kendi kapısını açıp adımını dışarıya attı. "Lacivert İpliler için gösteri zamanı."

Arda koşup kapımın önüne geldi ve benim için arka kapıyı açtığında bir film yıldızı gibi indim arabadan. Özgüven damarlarımdan akıyordu çünkü kendimi gerçekten de iyi hissediyordum.

Eylül ve ben önde; Arda, Can ve Kaya arkada olmak üzere içeriye adımladığımız an birtakım gözlerin bize çevrildiğini fark etmemek mümkün değildi. Bunu hiçbirimiz kafaya takmadık çünkü biz bugün bakılmayacak gibi değildik, doğrudan göze çarpıyorduk. Yürüdük, yürüdük, yürüdük. Eylül bizi yönlendirdiğinde artmaya başlayan uğultuyu işittim. Koridorlar giderek kalabalıklaşıyor, yüzlerini daha önce görmediğim memurlardan oluşan bir polis denizi beni karşılıyordu. Yürümeye devam ettik ve tüm bunların kaynağına ulaştık.

Büyük bir odanın içi tıka basa dolmuş durumdaydı. Projeksiyon perdesi çekilmişti. Boş bir yazı tahtası kenardaki yerini almıştı. Ahşap bir kürsü, salonun soluna konuşlandırılmıştı. Diğer tarafsa tamamen dolu masa sandalyelerden oluşuyordu. Barış'ı gördüm, Hande'yi Muhip'i. Aynı sıraya dip dibe oturmuşlardı. Sonra Ceyhun'u gördüm, kiracım olan polisi. Görkem, büyük çaplı operasyon planı için güvendiklerimizi bir araya toplama kararından bana bahsettiğinde onun da burada olacağını bilmiyordum.

Elimi kaldırıp salladım ona doğru. O da bana gülümseyerek karşılık verdi ve yanındaki tanımadığım, belki de arkadaşı olan bir genç Ceyhun'un kulağına yanaşıp ona bir şeyler sordu. Muhtemelen benim kim olduğum hakkında bir sorguydu bu.

Başka bir köşede Necip Amir'i gördüm. Kürsüye yakın olan masada duran kalın bir dosyanın sayfalarını çeviriyordu. Kaya aramızdan ayrılıp onun yanına doğru ilerlemeye başladığında cebinden bir yığın USB çıkarıp o masaya bıraktı. Arda, elini belime yerleştirip beni oturmam için yönlendirirken rahatsız olmuş görünüyordu. Muhtemelen bana dönen bakışlardan kaynaklı bir rahatsızlık yaşıyordu. Bu kalabalıktaki insanların bir kısmı benim Görkem'in sevgilisi olduğumu bir yerlerden duymuş olmalıydı, bu yüzden onlar için ilgi unsuruydum şu an.

"Harun Amir de gelmiş," dedi Eylül. Bu Görkem'in Necip Amir bile ona saygı duyar ama ilişkimizi öğrenmesini istemeyeceğin biridir, diye bahsettiği adamdı ve şimdiye dek öğrenmemişse bile o da bir şeyler duymuştu çünkü kendisi bana biraz garip bakıyordu.

Barış, Hande ve Muhip'in ön sırasında yerimizi aldığımızda arkama dönüp onlara nasıl olduklarını sordum. Ruhumu saran kaygıdan biraz olsun uzaklaşmak için Barış'a sığınmak istemiştim ve beni yanıltmadı. Kafamı dağıtmak için her şeyi yaptı. Hande de ona ayak uydurunca her geçen saniye biraz daha hafifledim. Hande Can'a bir iki laf attı, Can utanıp Arda'yı da muhabbete dahil etti, sonra Hande ve Eylül pahalı markalarla ilgili bir sohbete daldı. İçerisi giderek kalabalıklaşırken kimse kimseyi rahatsız etmiyor, herkes kendi dünyasında takılıyordu fakat sonra mikrofonun cızırtısını duydum ve tüm salonu bir sessizlik kapladı.

Başımı sesin geldiği kürsüye doğru çevirdim.

Aynı saniye nefes alamadığımı hissettim.

Görkem'in siyaha çalan koyu lacivert üniformasının içinde nefesimi kesmesi için tek bir saniye yeterliydi.

Tıraş olmuştu. Sakallarını kesmiş, saçlarını kısaltmıştı. Üzerindeki ceketi çıkartıp kenara bıraktığında gözlerimi kırpmadan ona bakıyordum. Kaslı kolları gömleğin içine zar zor sığıyordu. Bu üniforma her ne zamandan kalmaysa o zamandan beri vücudunu geliştirdiği belliydi çünkü kumaş, göğüs kısmında da geriliyordu. Belindeki kemerin sağında silahı asılıydı. Kalabalığa bakarken çenesini sıktığında yara izi belirginleşti. Mavi gözlerindeki otoriter bakışlarla birkaç saniye daha sessiz kaldı, ardından bir kez daha mikrofonunu düzeltti.

"Merhabalar öncelikle," dediğinde tok sesi, karnıma indirilen bir yumruk darbesiydi. Arda yaralı olmayan tarafımı dirseğiyle dürttükten sonra kulağıma "Ağzının sularını topla," diye fısıldamış ve yanımda sessizce kahkaha atmıştı ama umurumda değildi. Hâlâ gözümü kırpmamıştım.

Derin bir nefes aldı Görkem. "Bugün buraya sizi ben topladım," dedi. İçimizde ondan çok daha genç olanlar da vardı yaşı onunkinden büyük olanlar da. Tanıdık yüzlerin yanında hiç görmediğim kişiler de bulunuyordu. Daha yüksek rütbeliler, çaylak olanlar... Hepimiz susmuş, gözümüzü onun üzerine dikmiştik.

"Varlığımızdan haberiniz vardı fakat çoğunuzla daha önce yüz yüze gelmedik. Kendimi tanıtarak başlayayım, ben Komiser Görkem Duman. 3 senedir Analiz ekibinin lideri olarak teşkilata hizmet ediyorum. Siz bizi Lacivert İpliler olarak biliyorsunuz."

Bütün bakışlar anında değişirken arkamızdan yeniden fısıldaşmalar yükseldi.

Görkem elini bileğindeki ipe götürdü. Bir saniye durdu, ardından kararlı bakışlarını tekrar salona çevirdi. "Adımı duydunuz, adımı unutacaksınız," dedi. Kullandığı ses tonu, kalbimi yerinden çıkarabilirdi. "Yüzümü gördünüz, yüzümü unutacaksınız. Sesim silinecek aklınızdan. Bugün burada kurduğum her cümle bu karakolun sınırlarının içinde kalacak. Ekip arkadaşınız dahi olsa hiç kimseyle hiçbir bilgi paylaşmayacaksınız. Toplam 97 kişisiniz. Hepiniz buraya tek tek, özel olarak davet edildiniz. Hepiniz buraya gelirken bir gizlilik yemini etmiş oldunuz ve ihlali halinde gerekli işlemlerin başlatılacağına dair sizi uyararak başlamak istiyorum bu konuşmaya."

97...

97 saniye boyunca sırtı yakılmış bir adam, bugün burada toplam 97 kişiye Piramit'i anlatacaktı.

Sır gibi saklanan kimliklerimiz, onun attığı adımla birlikte 97 kişiye ifşa olacaktı ve biliyordum ki bu, henüz operasyonun ilk ayağıydı. Sayımız çoğalacak, gücümüz giderek artacaktı.

Bir kez boğazını temizledi Görkem. Ardından aynı eminlikle konuşmaya devam etti. "Sizi buraya toplayarak, kimliğimi açık ederek çok büyük bir kumar oynadım. Bunu kabul ediyorum. Bilmeniz gereken, bu kumarı ikinci kez oynuyor oluşum. Birazdan detaylarını sizlerle paylaşacağım organize suç örgütü, beni ismen tanıyor. Bu sizin için şu aşamada hiçbir anlam teşkil etmese bile şunu bilmeniz için veriyorum bu detayı: ailemi, yakın çevremi, kendi canımı, varımı yoğumu, her şeyimi ortaya koydum ben bu operasyon uğruna. Olayın ne kadar ciddi olduğunu görün istiyorum. Bu yola benimle çıkarsanız kaybedebileceklerinizi görün istiyorum. Ben, ihtimaller konusundaki uzmanlığım sayesinde bulunduğum konumdayım ve size de ihtimalleri en başından sunuyorum."

Kenardaki masanın üzerindeki dosyalardan birini alıp yeniden kürsüye döndü. Dosya kürsüye çarptığında çıkan ses yüzünden kimse irkilmedi çünkü herkesin ilgisi zaten Görkem'in hareketlerindeydi. Görkem, bakışlarını tek tek polis ordusunun üzerinde gezdirdi. İçlerinde heyecandan nefesini tutmuşlar vardı. Bir tanesi de bendim. Yaş ve rütbe fark etmeksizin 97 kişinin 97'sinin de gözlerinden Görkem'e duydukları saygı okunuyordu.

"Eğer aranızda buna dahil olmak istemeyen varsa anlayışla karşılayacağım." Necip Amir'in kaşlarının havaya kalktığını gördüm. Belli ki bu Görkem'le aralarında geçmeyen bir konuşmaydı. Görkem bir kez ona baktı ve kaldığı yerden devam etti. "Belki de Türkiye'nin aktif olan en büyük çetesinin peşindeyiz. Bu operasyonun çok geniş kapsamlı olduğunu bilmelisiniz. Aylar sürebilir, yıllara devrilebilir, kan da dökülecektir fakat öyle ya da böyle, ben onların köklerini kurutmadan durmayacağım. Tek başıma da kalsam bu yolda mücadele ederken vereceğim son nefesimi."

Salondan çıt çıkmadı ama tek bir kişi bile dönüp kapıya bakmadı. Görkem'in dudaklarına gurur dolu bir gülümseme yerleştiğinde oturuyor olduğum için mutluydum çünkü benim onunla duyduğum gurur bacaklarımı titretiyordu.

"Burada olduğunuz için teşekkür ederim," dedi. "Size hitap edebilme fırsatına sahip olduğum için amirlerime de teşekkür ederim. Beni bugün aranızda ilk kez görenleriniz de daha önce iş birliğinde bulunduklarımız da var ama öyle ya da böyle hepiniz adımızı duydunuz, biliyorum. Polislerin arasında geçen, birçoğunuzun şehir efsanesi olarak adlandırdığı muhabbetlerden de haberim var."

Benim Mete'yle ortak olduğum dönemlerde bile onların adları Lacivert İpliler olarak kulağıma çalınırdı. Şimdi onlardan birisiydim. Benim de bileğimde bir ip vardı. Hayatın beni nereden alıp nereye sürüklediğine bir kez daha hayret ederken dikkatimi toparlayıp yeniden Görkem'e verdim. Bu benim için hiç de zor olmamıştı çünkü zaten ondan başka bir yere bakmam mümkün değildi.

"Konuşulanların hiçbiri efsane değil, sayın meslektaşlarım. Benim yaptıklarımın, bizim başarılarımızın hiçbiri içi doldurulmuş, abartılıp şişirilmiş senaryolar değil. Bugüne dek tek bir başarısızlığı bile olmamış, kendilerine verilen her görevin üstesinden bir şekilde gelmeyi başarmış bir ekibe ortaklık etmek üzeresiniz."

Arda'nın omuzları dikleşirken biz bize kaldığımız ilk anda bunun ona ne kadar havalı hissettirdiğini söyleyeceğini tahmin ediyordum. Ona katılmıyor değildim. Ortamın kontrolünü eline geçirmiş mavi gözlü liderimizin bizi bu şekilde insanlara takdim etmesi insanı elbette gururlandırıyordu.

"Ekibimin üyelerinden biri, ağır bir yara aldı geçtiğimiz günlerde. Bunu duyanlarınız vardır." İnsanlardan nefes sesi bile yükselmiyordu. İçimizden bir polisin vurulması, teşkilatta en hızlı şekilde yayılan durum olabilirdi. Herkesin yüzünde aynı ciddi maske vardı. "Elimizde failin eşkâli mevcut. Kendisi, Piramit denen yapının ikinci basamağında bulunan Hermes Deneb kod adlı bir şahıs. Her şeyi size tek tek açıklayacağım ve kimlerin peşinde olduğumuzu da bir bir sunacağım. Öncesinde son kez burada bulunmaya devam etmek istemeyen var mı diye soracağım. Hiç kimse davranışından ötürü farklı bir muamele görmeyecek fakat kararı vermeniz için size yirmi saniye tanıyorum. Çünkü kaybedecek vaktim yok benim."

Kimse ayağa kalkmadı.

Kimse birbirine de bakmaya çalışmadı.

97 kişinin de yüzü bir komutandan emir almış askerler gibi Görkem'e çevrik ve duruşları dikti.

Sonra gülümsedim. Gülümsedim çünkü bir şey fark ettim. Kalkıp buradan yirmi kişi, otuz kişi, elli kişi de gidebilirdi ama yine de hepsi Hermes Deneb ismini duymuş olacaklardı. Buradan gitmiş olsalar bile, operasyondan ayrılsalar bile dışarıda bir yerde bu isme rastlarlarsa Görkem'e durumu bildirmeleri gerektiğini biliyor olacakları anlamına geliyordu bu.

Görkem, neyi nerede söyleyeceğini de oturup planlamıştı.

Bir saniyeliğine, tek bir saniyeliğine bakışları bana döndü ve göz göze geldik. Gülümsememi aynı ciddi ifadesiyle izledi ama ben, gülümsediğimi fark ettiği için yüzünü bana çevirdiğini bilecek kadar tanıyordum onu. Yeniden topluluğa döndüğünde "Belli ki tam kadro yola devam ediyoruz," deyip güldü. Ona eşlik eden gülümsemelerle doldu salon. "Uzun bir gün olacak," dedi sonra. "Başlamadan önce sormak istediğiniz bir şey var mı?"

"Vurulan polisin durumu iyi mi?" diye sordu adının Nehir olduğunu bildiğim, bu karakolda çalışan bir kız.

"Evet," dedi Görkem fakat hikâyemi biraz daha açmak istedi. "Ciddi bir hayati tehlike atlatıp bir süre yoğun bakımda kaldı. Şimdi durumu gayet iyi."

"Hermes Deneb denen adamın sizinle şahsi dertleri olduğu doğru mu?" diye sordu kalın bir erkek sesi. Koridorda duyduğumu hatırladım bu sesi. Burnunun kenarında epey küçük kahverengi çiller olan, sarışın ve renkli gözlü bir polise aitti. Arkama bakmama gerek yoktu onu tanımam için.

"Doğru," dedi Görkem. "Daha önce ekibimle Hermes Deneb tarafından rehin edildik. Bu olayın da kulağınıza geldiğini biliyorum. Soruları filtresiz bir şekilde sormanızda sakınca yok. Bir süre sonra basın mensupları size bu şekilde soracak çünkü. Medyada şimdiye dek Piramit ibaresi geçmedi fakat geçmeye başladığında açıklamaları ben değil, sizler yapacaksınız."

"Gizli yürütülen bir operasyon olarak kalmayacak mı?" dedi arkalardan biri.

Görkem önce durdu, sonra dudakları iki yana kıvrıldı. "Şimdilik," dedi ardından. "İlerleyen zamanlarda duyulmamasının imkânı yok. Çok ses getirecek çünkü üyeler arasında halkın da tanıdığı insanlar olduğunu göreceksiniz. Avukatlar, şirket sahipleri, reklam yüzleri, parasının kaynağı hakkında fikrinizin olmadığı ama memleketin önde gelen zengin isimleri... Nicesi. Yeraltından başlayıp sokaklara uzanan, oradan sosyeteye dek dallanıp budaklanan bir sistemi birlikte çökerteceğiz. Yani hayır, sessiz sedasız kapanmayacak bu mevzu. Bu ülkenin vatandaşları, Türk polisinin dipten uca nasıl bir temizlik yaptığını görmeyi hak ediyorlar."

"Peki," dedi Ceyhun. "Bu örgütleşmeden sizin nasıl haberiniz oldu?"

Gelen soru, Görkem'i memnun etmişe benziyordu. İnsanlar merak ediyordu. İnsanlar, onun ağzından bir şeyler duymayı hevesle bekliyordu. Görkem'in kariyerinin belki de en önemli günündeydik. Başımı ondan daha kıdemli amirlerin bulunduğu tarafa doğru çevirdim. Hiçbirinin gözlerinde küçümser ifadeler yoktu. Sanki herkes, onun potansiyelinin farkındaydı ve yalnızca yaptığı şeyle gurur duyuyorlardı.

Görkem acele etmeden, ilk adımdan itibaren olayları anlatmaya başladı. Zamanında bir kumarhaneye müşteri olarak gitmesinden fakat birinin ondan şüphelenip peşine adam takmasından, o fotoğrafların iki adam arasında takas edileceği geceden, haliyle Hasan ve Cengiz'den, sonrasında biraz da Selma'dan bahsetti. Olayı burada kesti ve Can'ın peşinde olduğu intihar olaylarına değindi kısaca. Konu Lir'e geldiğinde durdu.

"İzninizle," dedi. "Yerimi burada bir başkasına bırakacağım. Kendisini ilk kez görecekler için muhtemelen onu son kez görüyor olacağınızı söylemiş olayım. Ben bile aynı evde kalmama rağmen onu nadiren görüyorum çünkü."

Esprili tavrıyla birlikte ortamı ısıtmayı başarmıştı. Yerini Kaya'ya devredeceğini anladım ama bunu yapamadan önce "Görkem Bey," dedi Harun Amir'in kinayeli sesi. "Yani Görkem Komiserim, ben de bir soru yöneltebilir miyim?"

Onun bu öğretmenine soru sormak isteyen çocuk gibi davranması, ortamdaki samimiyeti arttıracak türden bir hamleye benziyordu ama Görkem'in ilişkimizi bilmesini istemeyeceğimizi söylemesi aklımdan çıkmıyordu. Belki de tek yaptığı bir maske takıp onu küçük düşürmeye çalışmaktı.

"Buyurun Amirim."

"Bahsettiğiniz kişiyle beraber daha önce bir banka hesabını boşalttığınız söyleniyor, bu da doğru mu acaba?"

Kaya'nın yüzüne sert bir ifade yerleşirken Harun Amir'in kendisine baktığını bile bile ona pis bakışlar attı. Eylül ve Arda'ysa önümüzdeki masanın altından ellerini birbirlerinin dizlerine vurarak gülmemeyi deniyorlardı.

Görkem profesyonellik çizgisinden çıkmadan gülümsedi ama ben o gülümsemenin arkasında yatan senin ben amına koyayım cümlesini net bir şekilde algılayabilmiştim. "Kendisiyle faili meçhul yetimhane cinayetlerinin aydınlığa kavuşturulması için çabalamıştık, doğrudur," dedi ciddi bir sesle. "İnsanlar benim görevimde yedinci yılımda olduğumu söylüyor ama ben on sekiz yaşındayken de bir arkadaşımla beraber aydınlatılmamış suçlar üzerine çalışıyordum." Yine gülümsedi. Kendini herkese sevdirmeye yemin etmiş gibi bir hali vardı ve izlenimlerime göre bunu çoktan başarmıştı.

"Yani soygun hikâyesi gerçek mi?" Harun Amir'in Görkem'le uğraşmaktan keyif aldığını o an fark ettim. Bunu kötü niyetle yapıyormuş gibi gelmiyordu, kendisine kafa tutacak birisini bulmanın hazzını yaşıyor gibi görünüyordu.

"Arkadaşımın yetenekleri kesinlikle gerçek," dedi Görkem. "Dilerseniz az sonra banka hesabınızı bir kontrol edin."

Salondan kahkahalar yükseldiğinde zevkten dört köşe olmuş haldeydim. Görkem'in üzerine atlamak istiyordum. Doğrusu, bunu istemem için onun bir kürsüye çıkmasına gerek yoktu çünkü ben bunu normalde de hep istiyordum ama bugün, her şey bir başkaydı. Tamamen onun etkisi altına girmiş durumdaydım.

Kaya oturduğumuz sıradan ayağa kalkıp Görkem'in yanına doğru yürümeye başladığında "Ödül konuşması sanki," diye fısıldadı Can. "Altın Tabanca ödül töreni," diye atladı Arda bu espriyi anında yakalayarak. Kendi aramızda gülüştüğümüzde Görkem dönüp bize baktı ve ben de dudaklarıma fermuar çekip uslu bir öğrenci olacağımı ona masum bir tavır sergileyerek anlattım. Bakışları birkaç saniye dudaklarımda oyalandığında Kaya'nın mikrofonu hareket ettirmesiyle beraber ilgisi o yöne döndü. Yine de bunu yapmadan önce yutkunduğunu sarsılan adem elmasından anlamıştım.

"İyi günler herkese," diyerek resmi bir giriş yaparken insanlara bakmadı Kaya. Bunun yerine kürsüye götürdüğü bilgisayar ekranına bakıyordu. Görkem, projeksiyon kumandasını alıp bir tuşa bastıktan az bir süre sonra, Kaya'nın önümüzdeki ekrana Lir'in girişindeki anket sorularını açtığını görmüştüm.

Sözü devralıp yüzden fazla soru olan, yalnızca belli bir kesimin geçebileceği tuhaf testi aşağı doğru kaydırdı. Ardından bizim Lir'deki hesabımıza girecek sandım ama bunun yerine geçmişte gördüğüm ekranlardan birine ait bir resim yansıdı duvara. Sonra Kaya, Lir'in eski halini insanlara göstermeye başladı. Hazırladığı bu slaytın sonunda ise onları bir sürpriz bekliyordu. "Bu da yeni hali," dedi. "Amirlerimden af dileyerek animasyonu oynatıyorum. Ne yazık ki ben böyle biriyim ve göreceğiniz şeyden her seferinde aynı keyfi alıyorum."

Hermes'in kazığın üzerine oturmuş fotoğrafı ekranda belirdi ve kayboldu. Kaya tüm şovu sunmanın ayıp olacağını düşünmüş olmalıydı. Bu yüzden yalnızca iki saniye ile, ana fikri anlayacakları şekilde anlatmıştı onlara ne yaptığını.

"Ana sayfayı hackleyerek sohbetin durmasını sağladım," dediğinde salondan yükselen gülüşme sesleri, neredeyse tezahürata dönecekti. Amirlerin de kendilerinden farksız olduğunu gören polisler de daha rahat tepkiler vermeye başlamışlardı.

"Çok pardon," dedi biri. "Tam göremedim. Tekrar oynatabilir miyiz?"

Kaya güldü ve yönünü Necip Amir'e çevirdi bir onay bekler gibi. Sonra Necip Amir, Görkem'i işaret etti. "Patron o," dedi keyifli bir sesle. Oğullarıyla gurur duyduğu her halinden belliydi.

Görkem, "Bence tüm animasyonu gösterebiliriz," dediğinde Arda küçük bir kahkaha atıp "Liderim," dedi Görkem'in de duyabileceği bir sesle. "Sen var ya, mükemmelsin bugün. Bence de kimse bu keyiften mahrum kalmamalı."

Böylece herkes, Hermes'in öpücük atmasını da G harfinin gelip Hermes'in oturduğu kazığı devirdiği ve ona diz çöktürdüğü anı da izlemiş oldu. Bunun bir fragman olduğuyla ilgili yazı altta yerini aldığında salondaki tüm polislerin yüzünde birbirine benzeyen sırıtmalar vardı.

"Kendisi," dedi Görkem, başını animasyondan salona doğru çevirdiğinde. "Beni dizlerimin üzerine çöktürmek için çok uğraşmıştı. Rüyasında bile göremeyeceğini ona anlatmak istedik."

"Belki özel bir soru olacak ama..." Konuşan kadın, Arda'nın patlamadan sonra binadan çıkarken destek olduğu kadındı. "Yara izinizle bu adamın bir ilgisi var mı? Ben ve diğer ekip arkadaşlarım patlamanın olduğu gün sizi görmüştük. O günle ilgili detayları da bizimle paylaşacak mısınız? Çünkü biz, yalnızca sizi kurtarmamız gerektiğini biliyorduk."

Görkem elini çenesine götürdüğünde onun rahatsız hissettiğini anlamıştım ama ifadesini korumaya devam etti. "Ateşe tutulmuş demir bir çubukla yapıldı bu," dedi. "Hermes tarafından, doğru. O gün Piramit'in adımı öğrendiği gündü fakat sebebi işkenceler değildi."

"Bir kadın mıydı?" dedi arka sıradaki Ceyhun. Mırıldanır tonda söylemişti ama o anki sessizlik yüzünden bir kesim onu duymuş olmalıydı. O kesime Görkem de dahildi.

"Öyleydi," demesini beklemiyordum. Nefes alamadığımı hissettim. "Hata gözüyle bakıyor, beni eleştiriyor olabilirsiniz. Sorun yok. Yaptıklarımın arkasında durmaktan gocunan biri değilimdir. Adımı verişim biri 'yüzünden' değil biri içindi. O an yapılacak en doğru şey miydi, burası tartışmaya açık ama bugün yine yapar mısın diye bana soracak olursanız bir saniye bile düşünmeyeceğimi söylerim. Başka soru var mı yoksa Lir'den bahsetmeye devam edelim mi?"

Kendisini olduğu haliyle sunuyordu ve bunu yapışı, herkesin ona daha da güvenmesine yol açıyordu. Emin duruşu şimdiye dek hiç sarsılmamış, cevaplarını verirken bir saniye bile duraksamamıştı. Görkem bugün gerçekten de yenilmez görünüyordu. 97 kişi değil de 97 bin kişi olsaydık karşısında, onun adımlarını takip etmeyecek bir kişi bile çıkmazdı bence aramızdan.

Kimseden ses çıkmadığında bu kez intihar haberleri gelmeye başladı ekrana tek tek. "Can," dedi Görkem ve bu yeterli oldu. Can ayağa kalktıktan sonra duvarın önüne geçtiğinde haber başlıklarındaki kelimeler duvar yerine onun üzerine yansıyordu. Işığın ve kelimelerin altında kalmış bu görüntüsüne bakıp gülümsedim. Can Günay, tam olarak bu adamdı.

"Muhtemelen beni daha önce görmeyeneniniz yoktur," diyerek başladı söze. "İçimizde buraya ve çağrıldığım sorgular sebebiyle farklı karakollara en sık uğrayan isim benim. Tanınma potansiyeli en yüksek kişiyim ve Piramit, Görkem gibi benim de adımı biliyor."

Bu ikiliyi özellikle son zamanlarda çok daha sık birbirine benzetmeye başlamıştım ama bu, benim de dikkat etmediğim bir şeydi. İkisi de bazı anlarda bazı kararlar vermişlerdi ve aramızda Piramit tarafından kimlikleri bilinenler de yine onlardı. Birisi Hermes'e, birisi Vega'ya takıntılıydı. İkizleri kendi aralarında bölüşmüşlerdi. Satranç masasında oturan onlardı. Biz en fazla taktik verebiliyorken tüm hamleleri onlar yapıyordu.

"Size kapatılan davalardan, benim bunların peşine nasıl düştüğümden ve sonra Lir'in bu mevzunun neresinde olduğundan bahsedeceğim."

Yavaş yavaş anlatmaya başladı fakat uzak durduğu bir konu vardı. Akıl hastanesinde tanıştığı kadın, Vega. Sanki yasaklı kelimesiydi. İntihar olaylarının arkasındaki kadının sitenin de kurucularından biri olduğunu keşfedişimizi anlattığı kısımda Görkem araya girip "Ve," dedi. "Sonrasında biz Hermes'le Vega'nın ikiz olduğunu öğrendik.

Vega ve Can'ın aralarındaki bağlantıdan hiç kimseye bahsetmeyeceklerdi. Bu, ortak aldıkları bir karara benziyordu. Konunun dışında tutulduğum için ben de sınırları anlamaya çalışıyordum.

"Piramit de işte buradan geliyor," dedi Can, yeniden ipleri eline alarak. Kaya ekrana Hermes'in bir fotoğrafını getirdi. Boynuna doğru zoom yapılmıştı. Kulağının arkasındaki üçgen dövmesinin görüldüğü net bir açıydı bu. "Aynısı, aynı yerde Vega'da da var. Henüz hiç görmediğimiz ama babaları olduğunu bildiğimiz Altair'de de aynı dövmeden bulunduğunu düşünüyoruz."

"Deneb, Vega ve Altair, yaz üçgenini oluşturan yıldızların isimleridir," dedi Arda oturduğu yerden herkese hitap ederek. "Kendilerine yıldız isimleri seçmelerinin arkasındaki nedeni bilmiyoruz fakat Piramit'te kod adlarının bu şekilde olduğunu biliyoruz: Hermes Deneb, Vega Venom ve babaları, Altair."

Bu kez ayağa kalkma sırası ona gelmişti. Eylül, boşalan sırada yanıma doğru kaydırdı bedenini. Eli, dizimin üzerinde duran elime uzandı ve sıkı sıkı tuttu beni. Heyecandan yerinde zor duruyor gibiydi.

"Vega Venom'un bir kimya mühendisi oluşu, beklemediğimiz bir olaydı. Çıktığımız bir operasyon sonucu ekip arkadaşlarım zehirlenerek etkisiz hale getirildiler. Öncesinde bir fikir ayrılığı yaşadığımız için ben onlarla beraber değildim. Sonrasında da kurtarma operasyonunu içinizden birileriyle birlikte yürütmüştük zaten."

"Hermes Deneb'se babası tarafından uyuşturucu bağımlısı olmaya zorlanmış biri," diyerek Arda'nın karşısına geçti Can. Görkem, kürsüye yaklaşmış ve sahneyi ikisine bırakmıştı. "Bu ikizlerin ortak özelliği, babalarından nefret etmeleri. Bu adam, çocuklarını katil olmaya zorluyor. Lir üyelerini intihar düşünceleriyle boğuşan gençler oluşturuyor. İçerideki oyunlara, gençlerin sohbet ekranlarındaki konuşmalarına ve bir çeşit puanlama sistemine göre bu üyelerin arasından Piramit'e katılacak olanlar ayrıştırılıyor. Kalanlardan ise bir bir kurtulmaları gerekiyor. Yüksek binaların çatılarından düşmüş halde bulunan bu isimlerin tümü, Piramit'in kurbanlarıdır. Onları kendi elleriyle çatılardan itmiyorlar. Vega Venom denilen şahıs, zaten intihara meyilli olan bu gençlerle konuşmalar yaparak onların akıllarındaki düşünceyi gerçekleştirmelerine sebep oluyor."

Aylardır peşinde olduğumuz için oradan oraya savrulup durmuştuk fakat şimdi bu şekilde yaptıklarımızı dinlemek, ağzımı açık bırakıyordu. Biz bunlarla uğraşmıştık. O cesetleri görmüştük, ikizlerin bağlantılarını bulmuştuk, Lir'i hackleyip sohbet ekranını durdurmuştuk, kaçırılmış ve kurtulmuştuk. Piramit gibi bir örgütün varlığından haberdar olmuştuk. Şimdi de bunu temizlemeye uğraşıyorduk.

Bu mesleği yapmayı bütün kalbiyle isteyen Asya, ayaktaki arkadaşlarının hepsine tek tek baktı ve kalbinin heyecanla çarptığını hissetti.

Onlarla başardıklarımız ufak şeyler değildi ve daha önümüzde başarılacak bir sürü şey duruyordu.

"Vega içinde bulunduğu düzenden nefret ederken Hermes, kabul etmese de bu düzene sadık birisi. Elinde tuttuğu güçten hoşlanmadığını sanıyor fakat babasına benziyor. Bu güç, onu diri tutuyor. Hem babasının hem de hırslarının mahkumu o."

"Vega ise daha sessiz görünen ama çok daha tehlikeli birisi," dedi Can, Arda'dan sonra. "Sona bırakılacak kişi. Çünkü onun dışarıda olması, onun içeride olmasından daha fazla fayda sağlıyor bize şu aşamada. Bununla ilgili bilgilerin gizli tutulmasına karar verdiğimiz için söyleyebileceklerim sınırlı fakat size asıl odaklanmanız gereken kişinin Hermes ve Altair olduğunu söyleyebilirim. Vega, bu operasyon planının dışında bizim özel olarak ilgilendiğimiz bir kadın."

Belki biraz fazla özeldi ama orayı karıştırmamak gerekiyordu. Can da zaten hiçbir renk vermiyordu. Görkem'in ona biraz kendisine güvenmesini öğretmeye çalıştığı zamanları düşündüğümde Can'ın gelişimi göz doldurmayacak gibi değildi.

"Altair'e gelelim," dedi. "Çocuklarına fiziksel ve psikolojik anlamda türlü işkenceler çektiren baba figürümüz. Ellili yaşlarda, muhtemelen uzun boylu ve heybetli bir adam. İmparatorluğunu kendisi genişletip bu hale getirmiş. Kendi babasının mafyatik bağlantıları varsa bile onun öldüğünü ve tüm bu örgütün köklerini atan kişinin bizzat kendisi olduğunu düşünüyorum. Bu aileyle ilgili aydınlatılmamış noktalardan biri İspanya ile olan bağlantıları. Vega, İspanya'da Erasmus yaptığı için İspanyolca'ya hakim olabilir fakat Hermes'in de akıcı bir şekilde aynı dili konuştuğunu biliyoruz ve Altair'in de aynı şekilde olduğuna eminim. Şahsi görüşüm ikizlerin annelerinin bir İspanyol olduğu yönünde. Bir intiharla aralarından ayrılmış. Zamanında Altair'e karşı sevgi besliyor olsa da yaşadıklarına bir noktada katlanamamış birisi olmalı. Bileklerini kestiğini düşünmüyorum, kendisini asarak ölmüş olabilir. Çocukları da buna şahit olduklarında yüksek olasılıkla on yaşından büyük değillerdi."

"Nasıl yani?" dedi biri. "Bunları biliyor musunuz yoksa tahmin mi? Bileklerini kesmediğini neye dayanarak söylüyorsunuz?"

"Hermes de Vega da kan görmekten biraz bile korkmuyorlar. Vega, şahit olduğu intiharlardan sonra o cesetlerin yanından yürüyüp ayrılıyor sokak aralarından. Hermes, bizzat cinayet işleyen birisi. Ne silahların ne de bıçakların onları korkuttuğunu görmedim fakat sözlerle korkutulabildiklerinin şahidiyim."

Ve Vega, kendi bileklerini kesmişti Can'ın dikkatini çekmek için. Annesi bileklerini kesmiş olsaydı bunu yapmaya cesaret edemeyebilirdi, öleceğinden korkardı çünkü. Ama o Can'a kavuşmak, Can'la konuşmak istiyordu. Can'ın düşüncelerini okuya okuya onun gibi düşünmeyi öğrenmeye başlamıştım.

"Annelerinin konuştuğu dili yaşatmak, ona duydukları saygıyı sürdürmenin bir yolu olabilir. Bir nevi bu dili Piramit'in resmi dili gibi kabul edebilirsiniz. Bazı telefon konuşmalarının da tamamen bu dil kullanılarak yapıldığına şahit olmuştuk. Bu, dayanağı olmayan bir tahmin fakat ben annelerinin adının İspanyolca'da yıldız anlamına gelen Estrella olduğunu düşünüyorum. Böylece bir şeyler mantık çerçevesine oturmuş oluyor."

"Yuh," dedim. "Yuh," dedi Eylül de. Barış'ın ağzının açık kaldığını, Hande'nin kafayı yemek üzere olduğunu ve Ceyhun'un yerinde zor durduğunu görmek için arkama bir saniye dönmem yetti. Can yine görüşleriyle herkesi büyülemişti.

"Kimlikleriyle ilgili araştırmalarımız devam ediyor," dedi Kaya. "Net bir şeyler bulduğumuzda hepiniz bilgilendirileceksiniz."

Milat Kaman'dan bahsetmemiştik. Çünkü yalnızca onun adını bulmamız, neden diğerlerini bulamadığımıza dair bir soru işareti bırakacaktı insanlarda. Bize güvenmeleri için teker teker hamleler yapıyor ve yine bize güvenmeleri için de Vega'yla ilgili şeyleri kendimize saklıyorduk.

"Tüm bunları sindirebildiyseniz size Alfonso Mayer isminden bahsedeceğim. Piramit için oldukça önemli olan, Altair'e oldukça yakın bir ismi geçtiğimiz günlerde tutukladık ve sayesinde elimize oldukça önemli bilgiler geçti." Arda, konuşmasını sürdürürken Kaya şirketle ilgili görseller getirdi ekrana. Yürüttüğümüz operasyonu, benim içeriye sızışımı, Alfonso'nun aynı gün az daha öldürülmek üzere olduğunu ve imha ettiğimiz bombayı, ardından Alfonso'nun evinde girdiğimiz çatışmayı anlattı Arda. Bir noktada Muhip'e de selam göndermiş ve yardımı için kendisine ve ekibine teşekkür etmişti.

"O gün Piramit üyelerinden oluşan bir liste ve birkaç USB geçti elimize," dedi Kaya. "Şifreleri yine ekiplerimizin desteğiyle kırmayı başardık. Elimizde her ay dudak uçuklatacak türden ödemelerin yattığı banka hesapları, üyelerin bir kısmının fotoğrafları ve adres bilgileri, kimin hangi işlerle uğraştığına dair birkaç yönerge, hangi basamaktaki insanların hangi basamaktaki insanlara çalıştığını gösteren birkaç tablo, Piramit içi bağlantılar hakkında fikrimiz olmasını sağlayacak metinler, yine Piramit'le bağlantılı iş yerleri ve şirketler bulunuyor."

"Siz neymişsiniz ya böyle," dediğini duydum Muhip'in. Utanmasa parmaklarını dudaklarına götürüp bir ıslık öttürecekti.

"Ve," dedim sıranın bana geldiğini anlayıp ayağa kalkarak. Attığım adımların sonunda yaşama hevesimi ellerinde tutan erkeklerin arasındaydım. Beni ait kıldıkları yerde. Bileğimi lacivert ipin üzerinde gezdirirken gözlerini kırpmadan bizi dinleyen üniformalılara baktım. Böyle bir topluluğa hitap ediyor olmak kalbimi güm güm attırıyordu. "İçeride bir ajanımız da var," dediğimde insanlar daha neler duyacağız der gibi bir bakış attılar bana. Barbaros'un fotoğrafının ekrana gelişinin ardından onunla nasıl tanıştığımızı, tacize uğradığım otel görevini ve onun Arda'yla iş birliği yaparak bizi kurtarma operasyonunda da görev aldığını anlattım diğerlerine.

"Barbaros Ceylan," dedim. "Bizim kilit adamımız. Kendisi ben hastanedeyken bizim peşimize gönderilen bir suikastçıdan da haberdar olmamızı sağladı. Onu çıktığınız operasyonlardan birinde görürseniz, operasyonu durdurmamız gerecek. Ne olursa olsun ona hiçbir şekilde zarar vermeden yapacağımız işleri tamamlamanın bir yolunu bulacağız."

"Başına gelen olay yüzünden çok üzgünüm," dedi Harun Amir. "Hazır seni görmüşken geçmiş olsun demek istedim Asya."

Birçok geçmiş olsun dileği havada uçuşurken korktuğumun aksine insanların gözlerinde acıma ifadeleri değil, gurur dolu bakışlar vardı. Birkaç gün önce hastanedeydim, bugünse buradaydım. Bana bunu yaşatanların köklerini kurutmak için çıktığımız yolda oluşturduğumuz planları insanlara sunuyordum.

"Teşekkür ederim hepinize," dedim. "Lütfen kimse bunun yalnızca bir intikam operasyonu olduğunu düşünmesin. Bu bize yapılanlarla ilgili olmanın da dışında, ülkemiz adına bir güvenlik sorunudur. Böylesi bir yapılaşmaya dur diyecek olan bizleriz çünkü önünü alamadığımız takdirde, Altair'in bu sahte krallığı büyüyerek farklı tehditler oluşturabilecek aşamaya da gelebilir."

Onaylayan sesler, takdir bakışları, bazı fısıldaşmalar... İlgimi asıl çeken, Necip Amir'in yüzünde beliren geniş gülümsemeydi. Görkem'e, Kaya'ya ya da diğer oğullarından birine bakmıyordu. Bizzat bana bakıyordu. Hem de neredeyse içimi ısıtan bir ifadeyle. Ben de ona gülümsedim.

Arkamızda Piramit üyelerinin elimizdeki bilgileriyle oluşturulmuş bir sayfa belirdi. Kaya bizim için resmen bir aplikasyon geliştirmişti. "Birbirimizle iletişime geçeceğimiz yer burası," dedi. "Yardım talep edilecek, durum bildirilecek yer burası. Operasyon sonuçları da yine buradan paylaşacak. Tüm Piramit üyelerine dair elimizdeki bilgileri aynı çatı altında topladığımız alan gibi düşünebilirsiniz."

Bir Piramit görseline tutturulmuş küçük küçük fotoğraflar vardı. Elimizdeki üyeleri basamaklara ayrıştırarak oraya yerleştirmişti. Örnek göstermek için dördüncü basamağa tıkladığında basamak büyüdü. İçlerinden bir üyenin resmine tıkladı ve bilgileri ekrana geldi. Yaşadığı şehir, uyuşturucu taciri olarak Piramit'e hizmet edişi, bağlantılı olduğu düşünülen üyeler, banka hesap bilgileri... Sonra Kaya, bir tuşa bastı ve görseldeki adamın yüzü karardı. Geriye gittiğinde Piramit'te diğer fotoğraflar canlı, onunkisi soluk bir griydi. "Tüm tabloyu siyah beyaz yapana kadar durmayacağız," dedi Kaya. "Kıyıda köşede kimse kalmayacak. Kimse, gözümüzden kaçamayacak. İsimleri bir bir içeri almaya başladığımızda fotoğraflar kararacak. Böylece kalabalık olmamıza rağmen kim kimi yakalamış, hangilerini bu oyundan çıkarmışız herkes bilecek. Diyelim ki bir üyeye ulaşmanız için başka bir üyeyle konuşmanız gerekiyor, onu yakalayan meslektaşınıza tek bir tuşla ulaşabileceksiniz. Sistemi olabildiğince basit dizayn etmeye çalıştım, şurada da birbirimizle iletişime geçebileceğimiz bir kutucuk mevcut. Anlık konum bildirimlerini yine aynı yerden yapabilir, bu hat üzerinden destek talebinde de bulunabilirsiniz."

"Karakoldaki temsilcimiz Eylül Ayyıldız," dedi Görkem. "Biz sürekli buralarda olmayacağız ama o her zaman buralardaki elimiz ayağımız. Doğrudan bizimle iletişime geçmenizi gerektirecek bir durum yaşanırsa onun aracılığıyla bağlantı sağlayabilirsiniz. Şimdi o durumlardan birine gelmek istiyorum: Nedim Beyhanlı."

Midem bulanmaya başladı.

"Onu görürseniz ya da adını duyarsanız anında benim haberim olacak." Arka fonda onun fotoğrafı belirdiğinde altındaki bilgiler çok çok azdı. Nedim Alfonso'dan aldığımız listede bulunan birisi değildi. Bu yüzden biz onu ne kadar tanıyorsak, o kadar şey yazılıydı aşağıda. Görkem bu konuya kısaca değinip benim peşime düşebilecek isimlerden biri olduğunu söyledi insanlara. Aramızda kişisel bir husumet olduğu için tehdit unsuru olabileceğini anlattı yalnızca. Ardından Selma'ya geçti. Bu da Barış'ın görevine değineceği anlamına geliyordu.

Ros'un içerideki yerinden, bir keresinde sırf Hermes'le araları iyi olduğu için diğer üyeler tarafından kıskanılıp yediği dayaktan, sonrasında Hermes'in ona kendini koruyacak birilerini bulmasını söylemesinden bahsetti ve Barış'ı Piramit'e sokma işine geçtiğinde insanların gözlerinde hemen hemen aynı korkuyu gördüm. Hande bunu ilk kez duymuyor olmasına rağmen gözlerini kocaman açmış halde Görkem'i dinliyordu.

"Barış da bizim Piramit'teki gözümüz olacak," diye devam etti Görkem. "Peşine düştüğünüz olayın herhangi bir yerinde karşınıza Barış Atik çıkarsa o yoldan geri döneceksiniz. İçerideki ajanımızı deşifre etmeyeceğiz. Siz bugünden itibaren Barış Atik adında birini tanımıyor olacaksınız. Uğur Sezgin'i tanıyorsunuz. Kendisi hırsızlık suçundan içeride yatıp çıkmış, belalı bir tip."

Barış, ayağa kalktığında gırgır lakabına yakışacak şekilde halkını selamlar gibi bir tavır takındı. Mete'yi tanıyan herkes, ona baktığında Mete'nin sesini duyuyor olmalıydı. Boş Barış, beleş Barış. Boş beleş bir Barış.

Günün neredeyse sonuna kadar salona öyle çok bilgi yükledik ki insanların beyninin yandığı her hallerinden belliydi. Kalabalık ekibin gözlerinde kıvılcımlar vardı. Herkes en az bizim kadar heyecanlı, bizim kadar bu mevzuya odaklanmış durumdaydı. İkinci oturum adını verdiğimiz kısımda kısaca elimizdeki üyelerin üzerinden geçtik. Bürolara isimler bölüştürülecekti fakat bunlar Amirlerin kontrolünde olan bir işti. Ekipler kendi içlerinde planlarının taslaklarını belirlediklerinde yeniden bir araya gelinecek, önümüzdeki günlerde eş zamanlı operasyonlar yapılacak, yer yerinden oynatılmadan durulmayacaktı.

Narkotik, beşinci basamaktaki uyuşturucu satıcılarını temizleyerek sokakları temizlemeye başlayacaktı. Vergi kaçırmayla ya da kara para aklayarak Piramit'in sermayesine katkı sağlayan şirketlerle ilgilenecek başka bir ekip oluşturulacaktı. Analizciler bu kez savunmada değildi, bu kez dört bir yandan saldırılar planlıyorlardı.

Detaylar konuşuldu, sorular cevaplandı, yorgunluktan ölmek üzere olduğumuz için ayrılma vakti geldiğinde Görkem, bir kapanış konuşması için kürsüye geçti ve herkese teşekkür etti. Gün boyu sarsılmayan otoriter tavrı yerli yerinde duruyordu. Yüzlerindeki ifadelere bakılacak olursa insanlar, onun peşinden yürümek için sıraya geçecek gibilerdi.

Sonra Görkem kürsüden indi. Salonun tam ortasında durdu. Kapıya doğru yöneldiğini sandığım için ben de arkasından ayaklanmıştım ama bir anda durunca afalladım. Elini geriye doğru uzattığında ise gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

Elini tutayım diye bekliyordu.

Herkesin önünde, elini arkasında tutmaya devam etti. Bir iki adım atıp aradaki mesafeyi kapattığımda emin mi diye ona sormak istedim aslında. Hani bazı amirlerin bizi bilmemeleri gerekiyordu? Öyle dememiş miydi?

"Hadi sevgilim," dedi omzunun üzerinden bana doğru dönerek. "Bugünlük bu kadar."

Elini tuttum. Beni yanına çekti. Gözler üzerimizdeydi. Eylül ellerini çenesinin altında birleştirdi, Hande bir "Ayy," sesi çıkardı ve ben o kadar çok utanmıştım ki koşarak buradan çıkmak istedim ama Görkem acele etmeden, kararlı adımlarla elimi sıkı sıkı tutup bizi herkesin önünden geçirdi.

Kalbim hızlı hızlı çarparken parmaklarının etrafındaki parmaklarımı sıktım. Eline tutunmasam düşüp kalacağımı hissediyordum. Beni yanında tutuşunda, bizi oradan el ele çıkarışında bir şeyler vardı. Saklanmaktan, hesap vermekten, bizim hakkımızda konuşulanlardan, ona durmasını söyleyen herkesten, etrafına çizmesi gereken sınırlardan, hepsinden bıkmıştı.

"Görkem..." dediğimde Analizcileri geride bırakmıştık. Kapıdan çıkmadan önce lacivert ipli herkesin yüzünde bir tür sırıtışın asılı olduğunu gördüm. Bana mı gülüyorlardı yoksa benim bilmediğim bir şeyi mi biliyorlardı anlayamadım.

Hiç duraksamadı, elimi hiç bırakmadı. Karakoldan çıktığımızda arabanın kapısını benim için açtı. Gözlerimi ondan alamıyordum. İçeriye oturmadan önce uzun bir süre gözlerim gözlerinde kaldı. Yüzünde hiçbir mimik oynamadı. Ben hayranlıkla bakarken bile o ciddiydi. Bu yaptığı ona pahalıya mâl olur muydu? Birileriyle araları bozulur muydu? Birkaç ikaz daha alır mıydı? Hiçbiri umurunda gibi durmuyordu.

"Bunu yapman mı gerekiyordu?" diye sordum o da yanıma oturduğunda. Arabayı çalıştırmadan önce oluşan kısa sessizliği bölmüş olmuştum böylece. "Birisi sana yapmamanı söylediği için mi yaptın yoksa?" Güldüm. "Harun Amir'e nispet falan mıydı?"

"Elini tutmam mı?" diye sordu bu sıradan bir olaymış gibi. "Ne ilgisi var Yağmur?" Güldü. "İnsanlara ait olduğum yeri göstermeye çalıştığımı falan mı düşünüyorsun?"

Öyle düşünüyordum ve o tam olarak öyle yapmıştı.

Artık dedikodular, söylentiler yoktu. Yalnızca bizim çalıştığımız karakol değil, hemen hemen herkes ikimizin birlikte olduğunu kesin şekilde öğrenmiş olacaktı. Lider ve yeni kız. Gerçi artık yeni kız da sayılmazdım. Son üye denebilirdi belki. İlk günden son güne kadar insanlar bir şeylerden şüphelenmiş, bir şeylerden korkmuşlardı. Ona da bana da geri adım atmamız gerektiği defalarca kez söylenmişti ama biz burada, bir aradaydık. Onu ve beni hiçbir şey ayıramamıştı. Onunla beni biz bile ayıramamıştık.

"Diğerlerini neden beklemedik?" diye sordum yüzümde bir sırıtma asılı kalırken. Görkem bir eli direksiyondayken başını bana doğru çevirdi ve yüzümde bıraktığı gülümsemeyi izledi.

"Onların işi var," dedi sadece. Bana bakmaya devam etti.

"Üniforma sana çok yakışıyormuş," dedim bunu daha fazla içimde tutamayarak. "Arabayı kenara falan çekme niyetin varsa üzerine atlamayı planlıyorum. Daha fazla bekleyebilecek gibi değilim."

Attığı kahkaha kalbimin etrafını sardı sanki. Göğüs kafesimden çıkmasın diye onu elimle yerine bastırmamak için kendimi zor tuttum. Görkem'le yalnız kaldığımız ilk an bir kalp krizine sürüklenişime artık şaşırmamalıydım. Geçen gecelerin birinde bana söylediği şeyi hatırladım. Güzelliğin bana atak geçirtecek, demişti. Aynısıydı. Ben panik ataklar geçiren birisi değildim ama onun güzelliği bana bir kalp krizi geçirtebilecek türdendi.

"Beğendin mi beni?" diye sordu kalın bir sesle. "İyiydim, değil mi? Batırmadım hiçbir şeyi."

"Bu adam benim diye bağırmamak için kendimi zor tuttum." Patır patır dökülen itiraflarım inanılmaz hoşuna gidiyordu. O keyifle sırıtırken ben heyecanla yüzümü onunkine çevirdim. "O kadar iyiydin ki. Kendinden öyle emin görünüyordun ki. Bana bir uçurumdan atla desen atlarım mesela ben şu an. Tek bir bakışın yeter biliyor musun?"

"Bana biraz yükselmiş gibisin Yağmur."

"Biraz mı?" dedim sesimi hayretle yükselterek. "Biraz mı? Çek kenara göstereyim sana ne kadar yükseldiğimi."

Çoktan ikna olması gereken bu fikre neden atlamıyordu? Neden hemen şu an arabayı durdurmuyordu? "Çekmeyeceğim kenara falan," dediğinde kaşlarımı çattım ve bir saniyeliğine beni istemediği gibi bir düşünce geçti aklımdan. "Saçmalama," dedi yüzüme bakarak. "Saçmalıyorsun."

Gerçekten zihin okumaya başlamış olmalıydı.

"Öyle bir ihtimal var mı sence bebeğim?" Yola doğru başımı çevirdiğimde çeneme uzanıp göz teması kurmamızı sağladı. "O dikiş izi tam anlamıyla iyileşmeden unut sen araba koltuklarını," dediğinde sesinde kendisiyle verdiği savaşın izleri vardı. Cümleyi bana değil kendine kuruyor gibiydi. "Bize bir yatak lazım sadece. Ortadaki tek sorun bu. Seni istemediğim falan yok benim. Tek bir saniye bile yok."

"İyi," dedim kollarımı göğsümde kavuşturarak. "Yola odaklan şimdi."

"Lan küstük mü?"

"Bugün sana küsemem ya," dedim trip atamadan yelkenlerimi suya indirirken. "Yok, yapamam yani. Hatırlat başka bir zaman atayım bunun tribini olur mu? Eve kadar sana bakmak istiyorum çünkü."

Dudaklarının kenarında çizgiler belirdi. Elimi tutup dudaklarına götürdüğünde sesli bir öpücük kondurdu oraya. "Eve kadar bak o zaman," dedi. Ben de söylediğini yaptım. Uzanıp ekrandan rastgele bir şarkı çalsın diye bir tuşa bastım. Başımı koltuğa yasladım ve onu izlerken sanki önceden planlanmış gibi çalmaya başlayan şarkı, beni güldürdü.

Hep beni bil beni söyle dilinden düşmeyeyim.
Fırtınalarım olsa da bu ara güneşliyim.

Kucağımda bana aldığı tatlılar varken birlikte bu şarkıyı dinlediğimiz ilk anı hatırladım. Arabanın içindeydik. Evin önünde durmuştuk ama şarkı bitene kadar oturmaya devam etmiştik. Ben ona bakmıştım, o bana bakmıştı, şarkıya birlikte eşlik etmiştik.

O zamanlar sevgili değildik ama belli ki flörtleşiyorduk. Biz Görkem'le beni boğduğu günden beri flörtleşiyor gibiydik zaten. O benden uzak durduğu anlarda bana bakıyordu, ben hislerimi kabullenmemek için çareler arayıp duruyordum ve o da sağ olsun bana çok güzel bahaneler veriyordu. Bu kaçma kovalamaya dayanan oyunun galibi ben miydim o muydu bilmiyordum. Yine de bu ilişki için az çabalamamıştım, bunu biliyordum.

Şarkıya mırıldanarak eşlik ettim ve o da gülerek dinledi. Nakarata geldiğimde sesi benimkine karıştı. Eli yine elime dolaştı. O gün yalnızca bakışarak dinlediğimiz bu sözleri bu kez el ele tutuşarak dinledik.

"Akıyormuş zaman, ben ittirmesem de," dedik aynı anda. "Gülümsersem sana, gülecek misin sende?"

Gülümsedi, gülümsedim.

Sitenin içine girdik. Evin ne kadar süre boş olacağını düşünmediğimi söylersem yalan olurdu. Aklımdan acaba Analizciler kaçta döner diye hesap etmeye çalışıyordum ama eksik bilgilerimle bunu yapamıyordum çünkü ne işleri olduğu hakkında fikrim yoktu.

Görkem, sola dönmek yerine arabayı ileriye sürmeye devam ettiğinde kaşlarımı çattım. Geri dönmesini, döneceği arayı kaçırdığını söylemesini bekledim ama o bunu yapmak yerine bir başka aradan döndü. Arabayı sürmeye devam ettiğinde "Nereye?" diye sordum. "Eve gitmiyor muyuz?"

"Eve gidiyoruz bebeğim."

Açık renkli büyük bir binanın önünde arabayı durdurdu.

Aşağı indi, kapıyı açtı. Ben karşımdaki kocaman evin bahçesine bakarken o arabanın içine doğru uzandı. Ardından kapıyı arkamızdan kapattı ve arabayı kilitlediğini duydum. Ağzımı açamadan öylece kalmıştım. Söylediklerine bir anlam vermeyi denerken bugün bir kez daha elimi tuttu ve beni büyük bahçe kapısından içeriye soktu.

Kocaman bir havuz vardı bahçede. Yan kısımlarda sıralanan ağaçlara sarılı ışıklar, her yeri aydınlatıyordu. Üzerimizde kararmış gökyüzü uzanırken beni ışıklı yoldan yürüttü. Havuzun kenarından geçtiğimizde hâlâ tek kelime edememiştim.

Ahşap beyaz ev öyle güzeldi ki hayretler içinde yalnızca güzelliğine bakabiliyordum. Bizimkine benziyordu şekil olarak, yalnızca renkleri daha açıktı. Üst tarafta bir çatı katı olmalıydı. Bir de arka bahçedeki park yerine ön bahçede havuzu vardı.

Görkem kapının önüne geldiğimizde adımlarımızı durdurdu. Evi incelemem için bana süre tanıdığını anladım.

"Benim için açtığın kapı, bütün hayatımı değiştirdi," dedi ben evin kapısındaki çapa figürüne bakarken. İlk karşılaşmamızı, daha doğrusu benim onu ilk gördüğüm anı kastediyordu. Evimdeydim. Ölmeyi dileyerek günlerimi geçiriyor, ayağa zor kalkıyordum. Saçlarını dağıtmış, içeri girmiş, beni oradan çıkmaya ikna etmişti.

Belimden tutarak yönümü kendisine doğru çevirdi. "Bugün açacağımız kapının ardını da anılarımızla dolduralım," dediğinde dolu gözlerimi ona çevirdim ve kalbim deli gibi çarpmaya başladı. "Bütün hayatımı seninle geçirmek istiyorum," diye devam etti. "Her saniyemi. Her nefesimi sana adamak, her şeyimi seninle paylaşmak... Yap planını demiştin, yaptım Yağmur."

"Görkem," dedim neredeyse titreyen bir sesle. "N'oluyoruz?"

"Soyadını seviyorum," dedi. "Ama sen de ondan sıkılmadın mı? Benimkini denemenin zamanı geldi bence."

Görkem Duman, önümde diz çöktü.

Bacaklarım titremeye başladı. "Görkem..." diyebildim sadece. O kadar şok olmuştum ki hiçbir şey söyleyemiyordum. Arkasında uzanan havuza, bahçeyi saran ışıklara, önünde durduğumuz eve baktım. Rastgele olduğunu sandığım şarkıyı dinleyerek gelmiştik, aslında bu bile onun tarafından ayarlanmıştı. Görkem Duman, bunca şeyin arasında benim için bir evlilik teklifi planlamıştı.

"Sevgilim," dediğinde sesi normalden daha kalın geldi. Sanırım o da duygulanmıştı. "En az yüz kez şu konuşmayı kafamın içinde yapmıştım, yemin ederim tek kelimesini hatırlamıyorum şu an heyecandan."

Cebinden çıkardığı yüzük kutusunu ellerinin arasında tuttu. Parmaklarındaki küçücük titremeyi gördüm. Yine de kutuyu açmayı başardı.

"Sana çok aşığım." Ezberini bozmuştu. İşlerin planladığı gibi gitmediği tek yerdeydik. Karşımda heyecandan titremek üzereydi ve ben de bayılmamak için kendimle savaş veriyordum. Kalbimin sesi kulaklarımı uğuldatıyordu. "Çok aşığım, 13. Bana kafayı yedirtecek, bende akıl bırakmayacak kadar çok. Aynada kendime bakıp bana ne olduğunu sorguladığım zamanlarım oldu benim. Yatağımda yatarken senin duvarına bakıp iç geçirdiğim gecelerim... Orada olmanı çok bekledim, geldiğinde de hep orada kalmanı istedim ama artık yetmiyor bu kadarı bana. İstediğim bu. İstediğim seninle bir hayat. Son neresiyse oraya kadar. Seninle sonsuza kadar."

Dolu gözlerimden bir yaş aktığında gülümseyerek onu sildim. "Sağanağım, sığınağım oldu," dedi. "Sen benim her şeyim oldun." Derin bir nefes aldı. "Anlatamıyorum, anla. Konuşamıyorum, hisset. Karşında iki kelimeyi bir araya getirmek inan ki çok zor ama ben bir tek senin için diz çökerim. Senin için şu dünyaya kafa tutarım. Senin adın, bende akan suları hep durdurur. Hep, Yağmur. Antin kuntin hisler, baş edemediğim kadar büyük bir aşka dönüştü. Seni o kadar çok seviyorum ki bunu nasıl tarif edeceğimi düşünürken sözcüklerin yetersiz olduğunu fark ettim. Sana demiştim, benim sözlüğümde aşkın tanımı sensin."

Ondan gözlerimi ayıramadığım için yüzüğe daha bakmamıştım bile. O da bunun farkında olduğu için gülüp gözleriyle yüzüğü işaret etti.

"Evlen benimle." Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. "Yenilişlerim de sanaydı, savaşlar da senin içindi, zaferim de sendin. Her şeyim sensin, her şeyim. Evlen benimle, çok mutlu edeyim seni."

Onun gibi ben de dizlerimin üzerine çöktüm ve kutuyu kavrayan ellerinin etrafına sardım titreyen parmaklarımı. Başımı sallıyordum. "Sor," dedim ağlamayla karışık bir gülmeyle. "Emir verme, soru sor."

"Ha..." Yüzünü buruşturdu, ardından gülümsedi. "Benimle evlenir misin?"

"Evet," dedim kıkırdayarak. "Tabii ki evlenirim seninle. Delinin tekisin." İkimiz de evimizin önünde diz çökmüşken gülmeye başladık. "Asla beklemiyordum. Asla. O kadar aşığım ki sana."

Boynuna sarılmak için ellerimi ensesine götürecektim ama o kendini geriye doğru çekti ve dengesi bozulmasın diye çaba gösterdi. "Dur, yüzüğü takmamız lazım."

"Ya sen yüzük de mi aldın?" Gözyaşlarım bahçedeki ışıklar yüzünden parlıyor olmalıydı.

"Sana bugünün benim için önemli bir gün olduğunu söylemiştim."

"Karakol yüzünden olduğunu sanıyordum."

"Yanılıyordun," dedi. "Dünyadaki en önemli şey sensin."

Elimi ona doğru uzattım. Tektaşı parmağıma geçirirken bunu ilk kez yapıyormuşuz gibi hissetmedim. Bileğime bağlı ipler, birbirimize verdiğimiz sözleri taşıyordu. Şimdi bir de parmağıma yüzük eklenmişti.

Elini boynuna attığında üniformasının yakasını çekiştirdi ve künyesinin zincirini tutup dışarı çıkardı. Künyeye geçirilmiş gümüş alyans, daha fazla şaşıramam sandığım bir anda beni şaşırtmayı başarmıştı. Bugünkü konuşmayı yaparken M harfinin yanında kendi alyansını da taşıyordu. Alyansını bile almıştı.

"Annenlerin geldiği gün nişan yapıyoruz," dedi. "Annenler gitmeden de düğün. Evimizin içini seninle doldururuz diye düşündüm. Analizcilerin evindeki odalarımız kalır, istediğimizde orada kalmaya devam ederiz. Burayı tamamen yerleştirince de bakarız gerisine. Seni bir evden çıkardım, sana iki ev verdim Yağmur. Bundan sonra sen ne istiyorsan öyle yaparız."

"Hâlâ evin benim için dört duvar demek olduğunu sanıyorsun," dedim gülümseyerek. "Benim tek bir evim var, onun da gözleri mavi."

"Beğendin mi burayı peki?" diye sorarken hâlâ dizlerimizin üzerinde olduğumuzu fark etti. Ayağa kalktı ve elini bana doğru uzattı. Benim de kalkmamı sağladı, defalarca kez olduğu gibi. "Gezelim mi içeriyi?"

"Eylül sponsor mu oldu bize?" diye sordum küçük bir kahkaha atarak. "Havuzu olmasına bayıldım."

"Her zaman tatile gitmek istiyordun," dedi. "İstediğimiz her an, tatil yapabilmek istedim."

"Her şeyi düşünmüşsün yine." Başımı omzuna yasladım ve ona sımsıkı sarıldım. "Yemin ederim inanamıyorum sana. Hayatımda hiç kimseye bu kadar hayran olmamıştım. Evlilik teklifini ev aldıktan sonra yapmak o kadar senlik bir hareket ki." Sırıtmadan duramıyordum. "Alyansını bile almışsın şimdiden."

Birkaç adım sonra gözüme çarpan başka bir detayla bir şeyi düşünürken en ince ayrıntısına kadar girişine yeniden şahit oldum.

Kapı zilinin üzerinde baş harflerimiz duruyordu.

Y. & G. Duman

"Emindin yani kabul edeceğimden?" diyerek ona sırnaşmayı denedim.

"İlk teklifi sen ettin ya zaten," dedi gülerek. "Yani, bayağı düşündüm. Değerlendirdim. Sana baktım, söylediklerine baktım. Uzun analizler sonucu benimle evlenmek istediğin sonucuna vardım. Nasılım?"

"Muazzam bir adamsın."

Anahtarı cebinden çıkardı ama kilide takmak yerine onu benim elime verdi. "Sen aç," dedi. Heyecandan kalbim duracaktı. Anahtarı kilide takıp çevirdim ve yeni başlangıcımızın kapısını ittirerek açtım.

Görkem eşikten geçmeden önce beni kucağına aldı. Omzuna yüzüklü elimle vurup "Deli," dedim. Tektaşım inanılmaz güzeldi. "Düğünden sonra yapılan bir şey o."

"Siktir et, o zaman da yaparız. Seni aldım mı aldım, bırak tadını çıkartayım."

Boynuna sımsıkı sarıldım ve ciğerlerime kokusunu çektim. O kadar mutluydum ki renkler gözüme daha canlı geliyor, boş evde yaşayabileceklerimiz gözümde canlanıyor, girişe koyacağımız vestiyerin rengini düşünüyordum.

Beni etrafı gezmem için yere bıraktı ama elini belime koydu ve benden bir adım bile uzaklaşmadı.

"Üç oda, bir salon," dedi ben boş salona doğru başımı uzatmışken. Duvarlar kırık beyazdı. Salon kocamandı. Ne renk koltuk istediğimi henüz bilmiyordum ama bakmak için çok sabırsızdım. Pencerelerin önüne saksılar koymayı düşündüm. Havuza bakan pencereler büyüktü ve hava aydınlandığında bolca Güneş vuracaktı o köşeye.

"Bahçeye şezlong alırız. Aklında tut. Unutturma."

"Sana da bikini," dedi. "Aklımda." Gözlerinin içine baktım. "Denize gittiğimizde belki insanlar var diye giymekten kaçınacaksın ama burada, evimizde bir tek ben olacağım. Yara izini gördüm, yara izini öptüm. İstediğini istediğin gibi giyersin."

Bu kadarını düşünmesi çok fazlaydı. Görkem Duman, her şeyin en fazlasıydı. Yeniden ağlamaya başlamayayım diye uzanıp onun yanağını öptüm. Parmağımda yüzük olan elimle çenesini sıkıca kavramıştım. Sonra geri çekilip yüzüğümü salladım. "Bak, benim."

Beni gülerek salondan çıkardı ve boş olan iki odanın önünden geçirdi. İkisi de kare şeklindeydi. Üçüncü odanın kapısı kapalıydı ama orası, diğer odalardan daha geniş olmalıydı.

"Buraları ne yapacağız?" diye sordum bir cevabı olmasını bekleyerek.

"Boş bırakacağız." Dudakları iki yana kıvrıldı. "Üç sene bir odayı boş bırakıp seni bekledim. Şimdi de bu odaları boş bırakacağım." Künyesindeki M harfine dokundu. "Hiç, öylesine."

Mete ve Mayıs için.

Daha fazla duygulanamam sandığım her an başka bir darbe alıyordum. Durdurak bilmiyordu. Beni kırmıyor, beni üzmüyor, avucuma hayaller bırakıyordu. Birlikte bu dört duvarı ev yapacak olmamız fikrine kapılıp gitmiş durumdaydım. Burada koşturacak birilerinin varlığını düşlemek, kocaman bir gülümseme yerleştirdi dudaklarıma.

Son odanın önünde durduk ve heyecanla kapıya uzandım. Burası yatak odamız olur diye düşünmüştüm ama o bunu da benden önce düşünmüştü.

Koca eve ait tek eşya, evin en geniş odasının içinde bulunan büyük yataktı. Üzerine geçirilen lacivert nevresim takımı beni güldürürken tepkilerimi büyük bir dikkatle bekleyen Görkem'e çevirdim gözlerimi. "Gerisini yavaş yavaş doldururuz," dedi yavaşça. "Ama ben bir yerden başlamak istedim Yağmur."

"Burası komple bizim mi yani şimdi?" diye sordum hevesle. Daha önce bana bir oda hediye ettiklerinde ne hissettiysem bu evi gördüğümden beri hissettiğim heyecan onun birkaç katıydı. Aittim. Buraya aittim. Burası bizimdi. İkimizin. Biz evlenecek, sonra da buraya yerleşecektik.

"Aynen öyle," dedi. "Aynen öyle sevgilim." Bana doğru bir adım yaklaştığını hissettim. Ben içinde yalnızca yatak olan bu odanın her köşesine dikkatle bakarken o ellerini belime sardı ve sol omzuma bıraktığı öpücüğün ardından çenesini oraya yasladı. "Aynen öyle, müstakbel eşim. Aynen öyle, sevgili karım."

Karnımda büyük bir kasılma boy gösterdiğinde kendimi tamamen onun kollarının arasına yasladım. "İnanamıyorum sana," dedim belki bininci kez. Sesime hayranlık bulaşmıştı. "Bunca şeyin arasında bununla uğraşmana inanamıyorum."

"Sana ayıracak vaktim hep var benim."

Boynuma bir öpücük bıraktı. Ben de hızla yüzümü ona çevirip ellerimi boynuna sardım ve hiç düşünmeden dudaklarımı dudaklarına yasladım. Bir saniye daha dayanamazdım. Onu öyle sert öpmeye başlamıştım ki afallayışından sıyrılması zor oldu. Alevden bir çemberin bizi sardığını hissettim. Yeni evimiz, yakılmaya oldukça müsait görünüyordu.

Başta canımı yakmaktan hâlâ korktuğu için nazikçe yüzümü kavradı fakat ben tırnaklarımı ensesine sürtüp dilimi ağzının içine sızdırdığımda işin rengi onun için de değişti. Eli belimi sararken "Yağmur," dedi. Bir adım üzerime geldi ve bir adım geri gittim. Dudaklarımız birbirinden ayrılmazken bunu tekrarladık. Kendini geri çekmeye çalıştıkça üniformasının kumaşını çekerek onu yeniden beni öpmesi için yönlendiriyordum.

Zaten camdan olan direnişi yere düşüp tuzla buz olurken sırtımı duvara yaslamamı sağladı. Kaçacak yerim yokmuş gibi bütün heybetiyle önümde dikildiğinde beni daha da kafeslemek için bir elini başımın yanından sertçe duvara bastırmıştı. Bu daha çok benden çıkarmaya korktuğu hıncını duvardan çıkarmak istediği için yaptığı bir hareketti.

Dilimi alt dudağı boyunca kaydırdığımda Görkem'in parmakları çenemi sertçe kavrayarak beni durdurdu. "Bak bunun dönüşü olmaz," dedi hırıltılı bir nefesle. Göğsü şiddetle şişip iniyordu. Göz bebekleri öyle büyümüştü ki irisi kaybolmak üzereydi. Bana duyduğu ihtiyaç sanki somuttu, aramızda asılı duruyordu.

Belimi kavislendirerek ona çarpmaya çalıştım bedenimi. Bunu benim için kolaylaştırarak üzerime yaslandı. Sertleşmişti. Öğrenmeyi istediğim şey de buydu. Yüzüme arsız bir gülümseme yerleştiğinde alt dudağımı dişlerimle ezdim. "Hiç mi olmaz? Tüh. Bize bir yatak gerekiyor dememiş miydin?"

Kendini bir kez daha bana bastırdığında "Siktir," diye inledi. Onu özlediğim kadar özlemişti beni. İçgüdülerine engel olamayıp bir kez daha kendini bana sürttüğünde yüzünde rahatlamaya duyduğu ihtiyacı gördüm. Gerilimi hat safhadaydı ve biliyordum ki bu da beni düşünmeye çalıştığı içindi.

Bu kez ben kendimi ona yasladım ve sertliğinin karnımın yukarısına yaptığı baskı beni çileden çıkarmaya yetti. Tırnaklarımı omzuna geçirirken, "İhtiyacımız olan her şeye sahibiz," dedim.

"Canın yanar diye korkuyorum bebeğim." Dişlerini sıkarak konuştuğundan çenesinde bir kas seğirdi. "Çünkü bu kez kendime hakim olabilir miyim bilmiyorum."

"Müstakbel karın seni istiyor," dedim. "Fena halde, tam şu an."

"Yağmur..."

Konuşmasına izin vermeden üniformasının üzerini çıkarması için onu yönlendirdim. Forma öylece yere düştü. Altına siyah, kısa kollu bir tişört giymişti. Sıra bundaydı. Bana karşı koymaya fırsat bulamadı. Aslında bunu yapabilirdi ama bekledi. Neyi beklediğini anlayamasam da uğraşacak durumda değildim. Bu yüzden ellerimi ateş gibi yanan tenine değdirip parmaklarımla tişörtünün eteklerini kavradım. Kollarını benim için kaldırdı ve hızlıca tişörtünü de üzerinden sıyırıp zeminle buluşturdum.

Sonra sol göğsüne baktım.

Hafif kızarık derisinin üzerine kazınmış olan figüre.

Minimalist bir çapa dövmesi yaptırmıştı.

Çapa, oraya bir dikişle tutturulmuş gibiydi.

"Görkem..." Yutkunarak gözlerimi gözlerine çıkardığımda derin bir nefes aldı. Künyenin zinciri göğüs kaslarının arasında sallanıyorken o zinciri tutup sıkı sıkı kavradım.

"Evine evimi yaptırdım," dedi. "Neden nefes almam gerektiğini bana hatırlatsın diye."

(Yetişkin içerik uyarısı. Eğer okumayı tercih etmiyorsanız doğrudan bölümün sonuna kaydırabilirsiniz. Okumaya devam edecek iseniz rica ediyorum satırları boş bırakmayın. Yoksa kendimi Irgandı Köprüsü'nden atarım, utançtan yerlerde yuvarlanırım, size de küserim. Derin bir nefes aldıysanız sahneyi yeniden onlara bırakıyorum.)

Zinciri kendime doğru çektim ve bir kez daha dudaklarına yapıştım. Diğer avucum karnındaydı. Kaslarının arasına yerleşen soğuk parmaklarım, onun ısısını kendilerine çalıyordu.

Görkem ellerini belimde, sırtımda, omuzlarımda gezdirdi. Sonra karnındaki elime götürdü ve bileğimi kavradığı gibi onu başımın üzerine doğru kaldırdı. İki bileğimi de sıkıca kavrayıp duvara sabitlediğinde saf bir arzuyla dudaklarıma yapıştı. Kibar bir öpücük değildi, ruhumu dudaklarımdan çekmek isteyen ısrarcı bir öpücüktü. Dili dilime karıştı, damağıma çarptı, beni her şeyini ortaya koyarak öptü. Aklım buharlaşmaya başladığında kendimi ona bir kez daha sürtmeyi denedim. Ona dokunamıyor olmak beni delirttiği için "Görkem," diye inlerken sesimde sitem vardı.

"Bugün," dedi derin bir sesle. "Burada kalıyoruz."

Başımı hiçbir şey düşünmeden aşağı yukarı salladım. Sonsuza kadar onunla burada kalabilirdim, benim için sıkıntı yoktu. Hâlâ bileklerimi sıkıca kavramış haldeyken gözlerimin içine baktı. Diğer elinin parmakları pantolonumun düğmesini kolayca açtı. Çamaşırımın lastiğini çekip bıraktığında göz temasımızı kesmiyordu. "Şimdiden ıslandın değil mi?"

Cüretkar bir baş sallayışla onayladım onu. Cesaretime gülümsedi ama bu daha çok ukala bir gülümsemeydi. Bana neler yapacağını önceden kafasında oynatmış gibi, bu sahnenin en sonunda ne halde olacağımı şimdiden görüyor gibi.
Kendimi iyi hissedeyim diye sabah güzel bir iç çamaşırı takımı giymiştim. Bunun için bir ara kendime kahve falan ısmarlayacaktım.

Çenemi bir kez daha sıkıca kavrayıp bakışlarını dudaklarıma indirdi. Şişmiş olan dudaklarını diliyle ıslattıktan sonra gözlerimin içine hayranlık denilebilecek türden bir ifadeyle baktı. "Sevgilim," dedi boğuk sesiyle. "Her şeye yeten gücün, bugün beni bacaklarının arasından çıkarmaya da yetebilecek mi bakalım?"

Heyecan dalgası içimi ürpertiyordu. Gözlerimi kırpıştırarak onun değişen ifadesini, bakışlarına yerleşen karanlığı izledim. Dümdüz dururken bile etkileyici bir adamdı ama bana böyle baktığında bacaklarımı titretecek kadar etkileyici oluyordu. "Hadi deneyelim," dedim istekle. Bana dokunmasına gerek bile yoktu bu hale gelmem için. Konuşsa yeterdi. Ben de onun sınırlarını zorlamak istedim. "Ama önce beni ne kadar istediğini bana göstermen gerekiyor."

"Birazdan titreyerek ağzıma boşalacaksın. Seni ikincisi için zorladığımda üçüncüye halin kalırsa beni içine alırsın, olur mu?"

"Bunu kaç kez hayal ettiğini sormalı mıyım?"

"Son zamanlarda artış gösteren duş sürem sana bir şeyler anlatmamış mıydı?" diye sordu aklımı kaçırmama sebep olan bir gülüşle. "Belli bir dakikanın üzerinde banyoda kalmazdım ben eskiden."

"Üzgünüm," dedim dudaklarımı büzerek. "Sana eşlik etmek isterdim. Keşke beni çağırsaydın."

Ecelime susamış olmalıydım.

Yanağımı okşarken başımı avucunun içine yatırdım. Görkem parmaklarını yüzümde gezdirdi, ardından boynumu okşadı ve boğazıma doğru kaydırdı avucunu. "Öyle bir bakıyorsun ki az daha bunun telafisi için dizlerinin üzerine çökeceğini düşüneceğim."

Sertçe yutkunmama sebep oldu. "Bunu ister miydin?"

"Dudaklarının arasında kaymayı mı? Deli gibi." Güler gibi sarsıldı göğsü. Küçük bir kahkahaydı bu. "Herhalde öldürürdün beni. Titreyerek akan ben olurdum."

"Ağzın çok pisleşti senin," dedim içinde bulunduğumuz odanın sıcaklığı yüz dereceymiş gibi hissettirirken.

"Bunu sevdiğini biliyorum," dedi hızlıca. "Böyle konuştuğumda ne hale geldiğini biliyorum ve o halini çok özledim."

"Ve benim konuşmamı da istemiyorsun belli ki." Gözlerimi kısıp sesimi alçalttım. "Ağzımda olacakmışsın ya..."

Çenemi ona doğru kaldırmamı sağladığında "Siktir," dedi. "Bunu yapmayı bile mi istiyorsun?"

"Sonrasında şartları eşitleyeceksen neden olmasın?"

Görkem'in boynundaki damarlar tenini yırtmak üzereydi. Bakışları bir süre dudaklarımda sabit kaldı. Ölçüp biçer gibi göründü gözüme. Her an pantolonunun düğmesine uzanabilir ve saniyeler içinde aklından geçirdiğini yapabilirdi ama durdu. Bir yutkunuş adem elmasını sarstı. "Seni zorlamak istemiyorum."

"Sence beni herhangi bir şeye zorluyor musun sen?" Gözlerimi kırpıştırarak önümde beliren siyah noktaları kovalamaya çalıştım. Nefes almak giderek zorlaşıyordu.

"Çok fazla giyiniksin," dedi.

O üzerimi çıkarmakla meşgulken ben sol göğsüne dokundum. "Dövmeni beğendim."

"Beğen diye yaptırdım. Ben Kuzey'ken elimdeki dövmeler dikkatini çekiyor gibi görünüyordu."

"Dikkatimi çekmen için ekstra bir şey yapmana hiçbir zaman gerek olmadı ki," dedim. "Gözlerin yetiyordu." Dövmenin etrafına tüy gibi dokunuşlar bırakırken "Beğeneyim diye yaptırmadın," diye ekledim. "Kendin için yaptırdın. Hiçbir şeyden korkmadığını ve bunun tehlikeli olduğunu söylemiştin. Çapa, dümeni etkisiz hale getirsin istedin."

Sözcüklerim yüzüne çarpmışçasına durdu. Gözlerimde cevaplar aradığı belli oluyordu. Daha fazla konuşayım istedi. Ona onun düşündüklerini anlatmaya devam etmemi istedi. "Kalbim durdu," dedim. "Kalbin durmuş gibi hissettin. Ölürsem ölecektin, öyle demiştin. Şimdi bunu kendine hatırlatmak istiyorsun. O dövme, sana benim kalbimin durduğunu hatırlatacak. O dövme sana kalbinin benimkiyle birlikte attığını hatırlatacak. Bir dikiş izin olsun istedin. Defalarca kez benim omzuma çizdiğin çapayı aldın kendi göğsüne diktin. Yaralarımı almak istedin, yaralarımı taşımak, yaralarımla yaşamak."

"Sana seni ne kadar sevdiğimi anlatmak istedim." Başımı kavrayıp alnını alnıma yasladı. "Demir attığın yerde yaşa istedim 13."

Kaybedecek bir şeyin yoktu, olsun istedim.

Vardı. Artık vardı.

Elleri yakalarıma gitti. Kumaşı tutup önce sol omzumu sıyırdı. Dudaklarını bir saniye bile beklemeden dikişe bastırdı, ardından diğer omzumdan da kumaşı itti. Böylece bir engelden daha kurtulduk.

Üzerimdeki zümrüt yeşili dantelli sütyene birkaç saniye baktı. Güzel göründüğümü biliyordum. Bu renk saçlarıma yakışıyordu. Onun gözleri göğüslerimin arasındaki çizgiye inmişken ben özgüveni bir elbise gibi üzerime geçirdim. Uzun kirpiklerini aralayıp gülümsememi izledi.

"Üşür müsün?" diye sorduğunda "Evet," dedim göz devirerek. "Çok üşüdüm. Hadi giydir şimdi beni. Sanki ellerini üzerimden çekebileceksin."

"Çok haklısın amına koyayım." Birden aklını kaybetmişti. "Ben ısıtırım seni. Boş ver ceketi falan."

"Denediğini görmek isterim."

Dudaklarını boynuma yaslar yaslamaz elim ensesini buldu. Tırnaklarımı sürttüğüm ensesini avucumla kavradığımda çenemi havaya kaldırdım. Dudakları boynumu talan ederken onu daha fazla hissetme ihtiyacıyla bir bacağım bacağının etrafına dolandı. Görkem'in eli oyalanmadan belimde duran pantolonu aşağı doğru çekiştirdi. Bileklerime dek indiğinde ise ayağıyla kumaş yığınına basarak içinden çıkmamı bekledi. Ayakkabılarımın hâlâ ayağımda olduğunu o an hatırladım. Önce onları çıkardım, ardından pantolonun içinden sıyrıldım.

Elleri kalçalarıma gitti. Beni havaya kaldırdığında hızlıca bacaklarımı beline doladım. Sırtımı duvara yaslayıp dudaklarını tekrar boynuma indirdi. Köprücük kemiğimle başlayan yolculuğu göğüslerimin açıkta kalan kısımlarıyla devam ederken ıslak öpücükleri beni devamlı inletiyordu.

"Çok özledim," dediğinde ıslattığı tenime sıcak nefesi çarptı. İçim ürperirken saçlarına asıldım. "Çok özledim. Delireceğim."

Sırtıma çarpan soğuk, onun ateşinin yanında hiçbir şeydi. Bir inilti daha dudaklarımın arasından kaçıp gittiğinde Görkem sırtımı duvardan ayırdı. Beni yatağa taşıyorken bile başını boynumdan ayırmıyordu. Bir elini belime sarmış, diğer eliyle bacağımı sıkıca kavramıştı. Parmak izlerinin orada uzun bir süre kalacağından emindim. Benimle işi bittiğinde tenim kıpkırmızı hale gelecekti. Sanırım o da bunu istiyordu.

Beni yatağa bırakamadan önce bacaklarımı belinden çözüp ayaklarımı yere bastım. Şaşkınlıkla gerdanıma öpücükler bırakmayı durdurup gözlerini bana çevirdi. Bir adım atarak yatağa doğru olan sırtımı duvar tarafına çevirdim. Bunu yaptığımda Görkem de yüzümü görebilmek için sırtını yatağın olduğu tarafa çevirmişti.

Parmaklarımı göğsüne yasladım ve onu yatağa ittim. Bir adım geri gitti, iki ve üç. Göğsüne bir kez daha baskı yaptığımda kendini büyük yatağın ucuna bıraktı. Yüzündeki gülümseme öyle arsızdı ki kafayı yemek üzereydim. Dirseklerini yatağa bastırdı, başını hafifçe geriye yatırdı ve bacaklarının arasında duran bedenimi baştan ayağa süzdü aynı gülümsemeyle.

Omuzlarını geriye doğru ittiği için gerilen bicepsleri ve karın kaslarının sunduğu görüntü dilimi damağımı kurutuyordu. Lacivert nevresim takımının üstünde yarı çıplakken adının hakkını verecek kadar görkemli görünüyor, aklımı kaçırmama neden oluyordu.

"Ee bebeğim," dedi meydan okurcasına. "Öyle durup izleyecek misin?"

Alt dudağımı dişlerimle kıstırıp yanaklarım alev alev yanarken gülümsedim. "Çok iyi görünüyorsun."

"Ve biliyor musun? Çok iyi hissettirebilirim de." Orada oturup beni hamle yapmam için teşvik etmeyi denerken göz kırparak işleri daha da kızıştırdı. "Tek yapman gereken kucağıma çıkmak."

"Bugün dünyanın en şanslı adamısın," dedim yüzüme aynı derecede tehlikeli bir tebessüm asarak. Gözlerimle kendimi gösterirken artık daha fazla sırıtıyordum. "Seni deli gibi isteyen bir kadına yüzük taktın. Bir adam başka ne ister bilmiyorum."

"Gerçekten bende zerre akıl bırakmayana kadar orada öyle durup konuşacak mısın? Çok çabalamana gerek yok eğer öyleyse." Gözleriyle pantolonunu işaret ettiğinde kumaşın geriliş şekli yüzünden yutkunmak zorunda kaldım. Dokunma isteği kanıma karışmış bir zehir gibiydi. Her bir parçam her bir parçasına değsin istiyordum.

"Ellerini orada tutmaya devam et," derken bir dizimi bacağının yanından yatağa yasladım. Gözlerine yerleşen karanlık ifadeyle birlikte kaşları da çatıldı. Diğer dizimi de yatağa bastırıp onun kucağına tırmanırken bir elini belimi kavramak için hareketlendirecekti ama buna izin vermeden omzundan iterek onu durdurdum. Bu sırada dilimi damağıma vurup ses çıkartarak bunu yapmaması gerektiğini ona anlatmaya çalışıyordum. "Bana dokunmayacaksın."

Yüzü sert bir ifadeyle kasıldı. "Anlamadım?"

"97 saniye." Yüzümdeki gülümsemeyle beraber kucağına iyice yerleştim. "97 saniye boyunca bana dokunmayacaksın. İstediğimi yapacağım. Saymaya başla."

"Ellerim üzerindeyken de istediğini yapabilirsin," dedi sitemle ama dirseklerine yaslanmaya devam etti. İsteğime saygı duymaya çalışıyordu ve bunu yaparken resmen dişlerini sıkıyordu.

"Oyunbozanlık yapma." Omuzlarını kavrayarak dizlerimin üzerinde yükseldim. Yavaşça yeniden kucağına oturduğumda altımdaki sertliğe sürttüm kendimi. "Say, sevgilim."

"Sırtımın yakılmasını tercih ederim amına koyayım," dedi göz bebekleri kocaman haldeyken. "Bu nasıl bir işkence böyle?"

Kıkırdayarak yüzümü ona doğru eğdim ve çenesini sımsıkı kavrayıp geriye doğru yatırdım sertçe. Bir kez daha kalçalarımı hareket ettirip kendimi ona sürttüğümde sesli bir nefes bıraktı burnundan. Dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdım. Öpeceğimi sandı ve dudaklarını araladı ama bunu yapmak yerine başımı boynuna doğru yatırıp burnumu sürttüm oraya. Parmak uçlarım adem elmasının üzerinden geçip göğsüne doğru inerken dilimi boynu boyunca kaydırdım. Görkem kısık bir sesle inlediğinde yatağa bastırdığı kolları titredi.

Künyesini kavrayıp sertçe kendime doğru çektim ve "Kaç saniye oldu?" dedim bir anda ona dokunmayı bırakarak.

"Bilmiyorum." Altımda kaskatı kesilmişti. "Sayamadım."

"O zaman baştan başla." Kalçalarımı geriye doğru itip belimi bükerek göğsüne yaklaştım. Öpücüklerim karnına doğru inerken kucağında iki büklüm olmuş durumdaydım. Daha aşağı inemiyordu dudaklarım. Bu da beni kızdırıyordu. O da bir şeylere kızıyordu. Omuzlarına tutunup kendimi ona sürtmeye başladığımda bacaklarımın arasındaki sızıyı biraz olsun dindirmeye çalışıyordum. Bana yardım edemediği için kızgın olabilirdi. Başını geriye doğru itip gözlerini kapattığında inledi ve o iniltide içinden geçen her duyguyu bana hissettirmeyi başardı.

Çileden çıkmış ifadesi her geçen saniye çaresizliğe bürünüyordu ve bu bana tarifsiz bir keyif veriyordu. "Şimdi kaç saniye oldu?" dediğimde nefes nefeseydim. Zor durumda kalan tek kişi o değildi. Kendi işimi de yokuşa sürüyordum.

"Kendini neye bulaştırdığının farkındasındır umarım," dedi giderek daha da boğuklaşan sesiyle. Adem elması derin bir yutkunuşla sarsılırken durmaksızın kalçalarımı kasıklarına sürtmeye devam ediyordum. Ben şeytani gülümsememi koruyordum ama onun yüzünde ufacık bir tebessüm bile yoktu. Yalnızca göğsü hızlı hızlı şişip iniyordu. Bakışlarımı tektaşıma ardından yeniden ona kaydırdım. "Al istediğini bebeğim." Artık sesi, bir mezardan bile daha derindi. "Ama bu sana yetmeyecek. Azı sana hiçbir zaman yetmez. Sen en fazlaların kadınısın. Daha fazlasını istiyorsun. Daha fazlasını istiyorsan, direksiyona benim geçmem gerektiğini de biliyorsun."

İç çamaşırım pantolonunu ıslatıyor olsa da bu hiç umurunda değildi. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Dirsekleri, bedenini daha fazla taşıyamayacak gibiydi çünkü parmak uçları bana dokunmak için karıncalanıyordu. Yine de sınırlarını zorlayarak sözümü dinliyordu. Muhtemelen küçük oyunum bana pahalıya mâl olacaktı. Terlemeye başladığımı hissediyordum. Bana öyle bir bakış attı ki bedenimden bir titreme geçti. İşte bu Görkem'i güldürdü, bu kez de ben donup kaldım.

Ona baktım, bana baktı. Aramızdaki gerilimi iliklerime kadar hissettim. Yeni evimizin havası etrafımızda çatırdamaya başladı. Göz temasımız can yakıcı bir hal alırken ciğerlerime oksijenin ulaşmadığını hissediyordum. Altımda uzanırken bacaklarımın arasındaki baskının artması için duyduğum istek çok fazlaydı ama hareket edemiyor, kucağına oturmuş halde yalnızca gözlerine bakıyordum.

"Sikerler," dediğinde elleri belimi buldu. Avuçlarının arasında küçük kaldığımı hissettim. "Yeterince eğlendin." Doğrulup tek bir hamlede yerlerimizi değiştirdi. Sırtım yatağa çarpar çarpmaz belimi kavrayarak beni kaldırıp bedenimi biraz daha yatağın ortasına doğru bıraktı. Elim telaşla pantolonunun kemerine gittiğinde bileğimi yakalayıp beni durdurdu ve avucumu yatağa bastırdı. Keyifle gülme sırası şimdi ondaydı. "Çok beklersin Yağmur."

"Görkem..."

Sırtımı kaldırmamı sağladı. Parmakları sütyenimin kopçasını buldu ve onu aramızdan çekmesi yalnızca birkaç saniye sürdü. Hiç beklemeden, nefes almama izin vermeden dudakları göğsüme kapandığında olduğum yerde kıvrandığım için bedenim kasıklarına çarptı. "Bir de seni istemediğimi falan düşünüyorsun." Dilini çillerimin etrafında dolaştırdığında ılık nefesi göğsüme vurdu. "Sen hiç kendine bakıyor musun?" Avucunu göğsüme sarıp dilini diğerine doğru kaydırdı. "Hiç kimse hiç kimseyi benim seni istediğim kadar isteyemez Yağmur. Hiç kimse. Şuna bak. Sana bir bak."

Üzerime ağırlığını bırakarak göğsüme sataşmaya başladı. Ruhum dudakları tarafından çekiliyor gibiydi. Israrcı öpücüklerinin arasında dişlerini de göğsüme sürtüyordu. Aşağıya doğru kaymaya başladığında karın kaslarıma gereken özeni göstermeyi es geçmedi. Bu vücudu zamanında bu hale getirmek için uğraştığım her saniyeye değdiğini hissettiriyordu.

"Öleceğim," dedi. Karnımı öptü. "Bir gün yemin ederim senin için, sen diye diye öleceğim." Belimin iki yanını kavrayıp bakışlarını yüzüme çıkarttı. Bedenimde öpülmedik nokta kalmamasına yemin etmiş gibiydi. Dikişin yanından geçip göğsümün altına yasladı başını. "Aferin, inleyip dur öyle. Aman iki gram aklım kalır falan, hiç kalmasın tamam mı? İyice zıvanadan çıkart beni."

"Hiç kalmasın," dedim. "Çık zıvanadan, istediğim bu."

Gözlerini iç çamaşırıma diktiğinde avucumun içine çarşafı toparladım. "Sırılsıklamsın." İnkâr edilecek tarafı yoktu. Öyleydim. Onun için her zaman hazırdım. Dikiş izinin üzerine dikkatli bir öpücük bırakıp parmaklarını çamaşırımın kenarlarına yerleştirdi. İşini kolaylaştırmak için belimi havalandırdım ve üzerimdeki son kumaş parçası da yeri boylamış oldu.

Görkem diliyle dudaklarını ıslattı. Dizlerimi birbirine bastırma isteğiyle dolup taşıyordum. Avuç içini uyluğum boyunca sürterek yukarı doğru çıkarırken gözleri gözlerimdeydi. Beklediğim şey parmaklarının bana temas etmesiydi ama tam bunu yapmak üzereyken "Hay sikeyim ya," diyerek durdurdu elini. Sonra bir anda eğildi ve dudaklarını bacaklarımın arasına yerleştirdi. Hayatım boyunca hiç bu kadar yüksek sesle inlediğimi hatırlamıyordum.

Refleksle kendimi geriye çekecek gibi olduğumda parmakları bacağımın etrafına dolandı. Kendisine açtığı alana daha rahat yerleşebilmek için bacağımı büktü. Kesik kesik nefesler alırken elimi çığlık atmamak için ağzıma bastırdım. Bana diliyle işkence çektirmeyi bırakıp biraz geri çekildi. Kafasını kaldırıp baktı ve "Şşt," diyerek yaptığım hareketi yargıladı. "Sesini duyacağım. Bu evin en sevdiğim özelliği sesini duyabilecek tek kişi olmam. Bunu benden esirgeyemezsin."

"Beni mahvediyorsun..."

"Sana daha hiçbir şey yapmadım. Sen daha hiçbir şey görmedin bebeğim." Tehlike çanları kafamın içinde çalmaya başladı. "Delirtene kadar uğraşıp sonra böyle yalvararak bakıyorsun ya bana... 97 saniyeymiş. Göstereceğim ben sana 97 saniyeyi."

Bir kez daha aynı noktada dilini hissetmek, gözlerimin kararmasına sebep oldu. Bunu şimdiye kadar hiç yapmamıştı. Yapmamış olması benim adıma iyiydi çünkü galiba şu an ömrüm kısalıyordu. Bedenim bu kadar kasılmayı kaldıramayacak gibiydi.

Elimle saçlarını sertçe kavrayıp öleceğimi hissetmeme rağmen kafasını bacaklarımın arasına bastırdım. "Evet..." Gülümsemesini hissetmek bana hiç iyi gelmedi. "Lütfen." İçimdeki bütün hisler aynı kazanda fokurduyordu. Onun tarafından hiç böylesine mahvedilmemiştim. Hamlelerine ara vermeksizin devam ederken çaresizce kalçalarımı kıvırıyor, kendimi diline doğru itiyor, asla sabit duramıyordum.

Dişlerini sürttüğünü hissetmek beni çıldırtırken diliyle hemen bunu telafi etti. "Ahh..." Gözlerim geriye doğru kayıyordu. "Görkem!"

"Geleceksin," diye fısıldadı. "Altıdan geriye saya- Ah, tutturamadım bu sefer."

Bacaklarım o kadar çok titredi ki parmakları bacaklarıma gömüldü. Kasıklarımda hissettiğim patlama o daha cümlesini bitiremeden gerçekleşmeye başlamıştı. Ben kasıla kasıla akarken Görkem ağzını tekrar bana yasladı.

İçimde yanan volkan biraz bile sönmemişti. Hâlâ canımı yakacak kadar çok sızlıyordum ve dili bile bunu geçiremiyordu. O haklıydı. Konu o olduğunda benim hep daha fazlasına, en fazlasına ihtiyacım vardı.

Bacaklarımın arasından doğrulup gözlerime baktığında tamamen dağılmış haldeydim. Eliyle pantolonuna uzanıp kendini düzeltmek zorunda kaldı. Bir kez daha o gerilim dolu sessizliği yaşadık. "Ama Yağmur," dedi birden bunu bozarak. "Tek sayıda mı bırakalım şimdi?"

Yeniden bacaklarımın arasına dilini ittiğinde bu sefer saçlarını sertçe kavrayıp kafasını kaldırmasını sağladım. Gözlerine yalvaran bakışlar atıyordum. "Lütfen," dedim. "Dayanamayacağım. İçime girmen gerekiyor."

"Dayanacaksın."

"Görkem!"

Ondan nefret ediyordum. Her söylediğini yapmadan bırakmaması şaka gibi bir özelliğiydi. Gerçekten de beni ikincisine zorladı. Ben onun kontrolü altında tamamen kaybolmuşken dudaklarını üzerimden çekmedi. Bacaklarımın içini öptüğü sırada parmaklarıyla beni hazırladı. Ardından işin içine yeniden dilini dahil etti. Tamamen kafayı yemiştim. Tamamen eline düşmüş, tamamen teslim olmuştum.

"Seni öldüreceğim," dedim bir yerde. "Seni-"

Devamını getiremedim bile. "Canıma minnet," dedi. "Öl de öleyim, Bal."

Bir kez daha beni çıkardığı uçurumun tepesinden yuvarlandım. Keyifle gülerken yemin ederim ki tükenmiş durumdaydım. Sesim yarına kesin kısılacaktı. Yataktan kalkıp doğrulduğunda elleri pantolonunun kemerini buldu. Ben hâlâ kasıklarıma vuran zevk dalgalarıyla boğuşuyordum. "Ee," dedi o ukala sırıtışıyla önümde dikilerek. "Tamam mı devam mı?"

Bedenimde kalan son gücü pantolonunun kemerine uzanarak harcadım. Düğmesini çözer çözmez birbirine dolanan ellerimizle pantolonunu aşağı çekiştirdik. Sanki acelemiz vardı. Sanki bugün dünyanın son günü, birlikte geçirdiğimiz son saatti. Sanki birbirimize karışmazsak ölecektik.

Ona ilk söylediğim andan beri cüzdanından kondomu eksik etmiyor oluşuna bir ara bayağı gülecektim. Şimdi sırası değildi. Şimdi sırası olan tek şey içime girmesiydi. "Dikkatli olacağım," dedi. Umurumda değildi. İstediğini yapabilirdi. "Canın yandığı an hiçbir şeyin önemi kalmaz, tamam mı? Dikişin sızlarsa bana söyleyeceksin."

Başımı salladım. İçime yavaşça kaydığında bedenini de üzerime bıraktı. Elini başımın yanından yatağa bastırırken dudaklarını dudaklarıma bastırıp biraz daha derine gömüldü. Ben bir karşılık veremiyor da olsam öptü beni. "Devam et," diye kızdım buna rağmen. Basbayağı canıma susamıştım. O da bu halimle aşırı eğleniyordu.

"İyi bakalım," dedi dalga geçerek. Yaptığı hamlenin ardından ben bağırdım, o inledi. Aniden durduğunda gözlerimi açtım. Kendini biraz geri çekti. "Gevşe," dedi gözlerimin içine bakarak. Yeniden içime girdi. Sınırlarımın sonuna dek zorlandığını hissediyordum. "Hadi bebeğim," diye fısıldadı. "Daha fazlasını alabilirsin."

"Evet." Omuzlarını kavradım. "Seni köküne dek alabilirim. İkimiz de bunu biliyoruz."

"Al o zaman."

Sertçe içime çarptığında "Siktir," dedim bilinçsizce. Yüzüğüm yanlışlıkla göğsünü çizdi. Nasıl olduğunu bile bilmiyordum ama göğsünü kanattım. Yaptığım şey yüzünden utanarak gözlerinin içine baktım ama o "Unutma," dedi karşılığında. "Senin bıraktığın her izi imza diye taşırım ben."

Tırnaklarım sırtına saplanmadan önce bunu hatırlattığı iyi olmuştu. Nasıl ki o bana acımadıysa ben de ona acımadım. Her yerini çiziyordum. Dokunduğum her yerde bir yara izine rastlıyordum ama benim dikişlerimin de onun yaralarının da artık hiçbir önemi kalmamıştı. Konu biz olduğumuzda kusurlarımız devre dışı kalıyordu.

"Sen şimdi," dedi iki elimi de yatağa bastırırken. "Karım mı olacaksın benim? Kesin evleniyoruz değil mi biz?"

Başta kelimeleri kullanamadım. Konuşmamı söyler gibi içime bir kez daha sertçe çarptığında dudaklarımı parçalarcasına ısırdım. Hızlı hızlı başımı sallıyordum. "Kesin."

Gözleri vücudumu yavaşça taradı. Belimi destekleyerek hamlelerine devam ederken bacaklarım etrafına dolandı. "Rüya gibisin." Eğilip dudaklarımızı buluşturdu. Sonra geri çekilip sertçe inledi. "Sikeyim, yavaş falan olmuyorum amına koyayım. Keyfin yerinde zaten."

Kıkırdamaya başladım. Gülüşlerim kesik nefeslerimle bölünüyordu. Görkem'in terleyen saçlarını avuçladım. Onu yeniden dudaklarımın hizasına getirdim ve bu kez öpücüğümüzü ben başlattım. Yana doğru yuvarlanmasını sağladığımda beklemeden kucağına oturarak kaybettiğim kontrolü devraldım. "Umarım cüzdanında ağrı kesici taşıyorsundur," dedim gülerek. "Çünkü aksi halde sabahı göremeyecek gibiyim."

"Sabahı gördüğünden emin olacağım." Gözlerindeki ifadenin ardından kalçalarımı sararak yaptığı başka bir sert hamleden sonra beni yeniden yatağa mıhladı. "Bazanın altına bizim için birer yedek kıyafet koymuş, henüz görmediğin küvetimizin yanına da bornozlarımızı asmış olabilirim."

"Bu planlı bir sevişme!" dedim yaşadığım şokla birlikte.

"Evet." Göğsünde bir kahkaha yükseldi. "Sadece lanetimiz bizi yeniden bulmasın diye önceden söylemedim. Seni tanıyorum sevgilim. Bugün ilk baş başa kaldığımız anda üstüme atlayacağın çok barizdi."

Omzuna bir tane geçirdim ama sonra onu yeniden üzerime çekmekte gecikmedim. "Çok kötüsün."

"Kötü müyüm?" Sırıttı. "Memnun duruyorsun, bence bayağı iyiyim." Lafı istediği yerden alıp istediği yere çekmekte üstüne yoktu. "Kaldır bakayım yüzüğünü," dediğinde gülerek parmağımı gözüne doğru salladım. "Of, buradan her şeyinle benim gibi görünüyorsun."

"Öyleyim. Şimdi senin de her şeyinle bana gelmeni istiyorum." Boynundaki damar öyle belirgin haldeydi ki onun da rahatlamaya ihtiyacı olduğu anlaşılıyordu. İçime kontrolsüz bir ritimle girip çıkmaya başlayınca kendimi kasılmalarını hissetmeye hazırladım. O kalın sesiyle inlerken ben "Bırak kendini aşkım," dedim nefes nefese. "Karın seni bekliyor."

•⚓•

Nasıl konuşacağım ki ben şimdi.

Evlilik teklifi aldığımızı konuşabilir miyiz? Son kısımda da yeni evimizi değerlendirdik sadece. Evet öyle oldu.

GÖRKEM YAĞMUR'A EVLİLİK TEKLİFİ ETTİ!!! Hem de ev aldıktan sonra. Hem şaşırtıyor hem de hiç şaşırtmıyorsun Görkem Duman.

Dördüncü miladımızı hissettiniz mi? Görkem, yanına bir ordu topladı. Sonra da gidip Yağmur'a yüzük taktı. İşler yalnızca yolunda değil, işler onun istediği yolda.

Nasılsınız görüşmeyeli? Bölüm değerlendirmelerinizi buraya alabilirim.

Bugün 13 Şubat 2025. Analiz'i ilk yayınladığım günün üzerinden tam olarak dört sene geçti. Görkem de Yağmur'u kurguda ilk kez 13 Şubat'ta görmüştü. Bu yüzden ekstra ekstra duygusalım :') Yıldönümümüz kutlu olsun. Nice Analizli yıllarımıza 🤍

Bir kere gülümseyelim mi? Uzun bir aradan sonra gönül rahatlığıyla isteyebiliyorum bunu. Gitmeden önce bir kere gülümsememizi kesinlikle hak edecek bir bölüm ve tarih :)))

#AnalizWattpad etiketinin altında sizi bekliyor olacağım.

Teşekkürler ve iyi günler, Analizcilerim. Her daim sizi çok ama çok seveceğim ⚓🤍

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Ben bu bölümü yorumlayamam haşa o beni yorumlasın

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. DSDFLKASLKGJASLKJGAFLKAJSJFKLJASDGJS KESİNLİKLE

      Sil
  2. DELİRMEME SANİYELER VAR, ASLINDA DELİRMEDİĞİME EMİN DEĞİLİM AMA Bu bölümü kötü şeyler olacak kesin diye okumaya başlamışken böyle bir bölüm çıkması… şoktayım…

    YanıtlaSil
  3. Nefes alamadığımı söylesem mesela

    YanıtlaSil
  4. Düşüp bayilacagim şuraya

    YanıtlaSil
  5. Bı de ben üzücü bisiler olur diye okumayı erteleyecektim iyi ki yapmamışım öyle bı delilik

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. öyle bir kalemi var ki yazarın istiyorsa üzücü sahne yazsın üüzntüden omaya sokar bizi ama sanki biz yaşamışız gibi öyle içtenlik öyle bir yaşatma öyle bir kraliçelik

      Sil
  6. Görkem duman diye uluma isteğim gerçek sanirim

    YanıtlaSil
  7. Görkem diye uluyorumm..

    YanıtlaSil
  8. böyle bölümlerin hastasıyız

    YanıtlaSil
  9. analizin acilen basılması gerek cidden

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. almak için donuma kadar veririm dedirtir bu kitap gerçekten

      Sil
  10. Allahim analizin kitap olduğu günleri görmemi nasip et aminnnnn

    YanıtlaSil
  11. bölümü full sırıtarak okudum analizin bi büyüsü var bağlandım kopamıyorum

    YanıtlaSil
  12. görkemin gücünü hissettim

    YanıtlaSil
  13. O son neydii soluksuz okuduk

    YanıtlaSil
  14. Kayanın Asya'ya moral konuşması...

    YanıtlaSil
  15. ANALİZ BAĞIMLILIĞI DİYE BİR ŞEY VARSA BEN KESİNLİKLE BAĞIMLI OLDUM FAZLA İYİ SANKİ. bütün karakterler ACAYİP iyi neden? ÇOK güzel yazıyorsun eline emeğine sağlık hemen bölüm istiyoruZ teşekkürler ve iyi günler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. uyurken okumak mümkün olsa onuda yapacağım artık (rüyamda devam ettiriyorum ama takıntılı olduğum çok anlaşılmasın diye söylemeyeceğim)

      Sil
  16. 2. Kere okudum bölümü ah kalbe zarar bir bölüm bayıldım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evlilik teklifi olan sahneyi bir 50 kere fln okumuşumdur

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"