30. "Kürkçü Dükkanı"

Bölüm şarkıları:

Dolu Kadehi Ters Tut, 24
Athena, An
Aziz Piyade, Bu Şehri Yakın
Yüksek Sadakat, İhtimaller Denizi

•🧁•

Onur abinin arabasında Visal'e doğru gidiyordum, saat daha yedi bile değildi ve her şey saçmalık derecesinde komikti.

Onur abi, dünyanın en tatlı adamı olmaya yemin etmiş gibi biriydi.

Ben sokağın ortasında dikilip ona bakmaya devam ederken, "Bana inanmadın mı?" diye sormuştu. "Haklısın, akıllı kızsın sen. Özge de demişti zaten. Maşallah'ın var. Hemen seni Onur olduğuma ikna edeyim." Ve sonra taramalı tüfek gibi cümlelerini arka arkaya dizmeye başlamıştı. "Dorukhan Falay'a top tutmayı ben öğrettim. Beş yaşında ya var ya yoktu. Küçükken bayağı tatlıydı. Sonra Özge var, benim karım. Siyah, kıpkıvırcık bir kadın. Tam bir afettir. İki evladımız var, Esin ve Alican. Esin prensesim, Alican da benim eşek sıpam. İkna olacak gibi misin Feza? Ol çünkü bugün sana gölgen gibi eşlik etmek zorundayım. Benim büyük oğlana söz vermiş bulunuyorum."

Kendimi çok mahcup hissederek kapı koluna uzandığımda onu burada gördüğüme de bu şekilde tanıştığımıza da inanamıyordum. "Feza ben de," demiştim sadece, adımı bilmesine rağmen kendimi tanıtma ihtiyacı hissederek. "Sabah sabah keşke zahmet etmeseydiniz buraya kadar. Doruk uyandığında ona çok kızacağım böyle bir şey yaptığı için."

"İstediğini de, fayda etmez." Onur abinin onu çok yakından tanıdığı sesindeki emin tondan anlaşılıyordu. "Her şeyin en kötüsünü düşünür o. İçi içini yerdi yalnız kalsan. Bırak rahat etsin, olur mu? Akşam maçı var zaten. Aklı sende kalmaz en azından."

"Nasıl yani?" dedim hayretle. "Bütün gün benimle mi duracaksınız?"

"Visal'in müşterisi olacağım?" dedi alınmış bir şekilde. "Merak etme, en az kırk tane kahve içerim ben akşama kadar. Tek çay alıp masanı tüm gün işgal etmem yani."

"Ben onu-" Asla bunu kastetmemiştim ama bana takıldığını fark edince sustum hemen. "Tanıştığımıza çok sevindim. Sadece bu şekilde olmasını beklemiyordum."

"Seni o kadar merak ediyordum ki nasıl tanıştığımız umurumda bile değil," dedi sıcak bir gülümsemeyle. Kafamda mı kuruyordum yoksa onun yüzü Özge ablanınkine mi benziyordu biraz? Seven sevdiğine benzer miydi gerçekten? Mimikleri bana Özge ablanın suratına bakıyormuşum hissi veriyordu. "Nasılsın?"

"İyiyim," dedim kapıyı çekip koltuğa oturduğumda. "Siz nasılsınız?"

"İyiyim ben de. Bugün uzaktan çalışacağım." Gözleriyle arka koltukta duran büyük bilgisayar çantasını işaret etti. "Hadi gidelim, kemerini tak."

"İnanamıyorum." Hâlâ şok içindeydim. Önce montumun fermuarını açtım, sonra kemerimi taktım. "Bunu yapmasına hiç gerek yoktu. Emrivaki olmuş size de. Çok özür dilerim gerçekten."

"Saçmalama," dediğinde bu kez de karşımda Doruk'u görüyor gibi oldum. Onur abi, Falay kardeşlerin bir çeşit yansıması gibiydi. Onlarla o kadar çok zaman geçirmişti ki sonunda onlara dönüşmüştü sanki.

Belki de tam tersiydi. Doruk ve Özge abla, her şeyi Onur abiye bakarak öğrenmişlerdi.

"Ne emrivakisi? Bana yük oluyormuşsun gibi davranma. Bu benim hayatımın travması."

Gülerek kurduğu cümleden sonra bana tamamen kal gelmişti. Falaylar, onun yanında uzun bir süre kendilerini yük gibi hissetmiş olmalılardı.

"Siz," dedim biraz çekinerek. "Ne zamandan beri onları tanıyorsunuz?"

"Özge benim ilkokul arkadaşım," dedi bana her şeyi anlatmaya hazır bir tavırla hızlıca açıklama yapmaya başladığında. "Uzun süre aynı okullara gittik. Dorukhan da bu yüzden elimde büyüdü sayılır. Ben üniversiteye geçtiğimde biraz aramız açılır gibi oldu ama sonra yeniden bir araya geldik ve o günden beri benimleler."

Bir yandan merakla dinliyor diğer yandan da büyük bir rahatsızlık hissediyordum her kelimesinde. Doruk'un bazı sınırları vardı ve onları onun izni olmadan geçmek istemiyordum.

"Merak etme," dedi yüzümden hissettiklerimi okumuşçasına. "Dorukhan'ı avucumun içi gibi bilirim. Onun rahatsız hissedeceği konuları sana açacak değilim. Bazı şeyleri kendisi isterse kendisi anlatır."

"Kesinlikle." Başımı hızlı hızlı salladım. "Ben burnumu sokmak istememiştim. Sadece benimleler dediğiniz için şaşırdım. İşler tam olarak nasıl şimdiki aşamaya geldi bilmiyorum."

"Özge'yle hemen evlendik," dedi. "Yirmi yaşındaydık. Benimkilerin kesinlikle rızası yoktu. Onunkiler diye bir şey zaten yoktu. Neyse, ben birden sabahın köründe böyle olaylara bodoslama daldım ama tarzım bu, anlamışsındır bence. Bodoslama bir nikahla başladı hayatım. Bir şeyleri yaparken de anlatırken de dolaylamayı sevmem."

O neyi sevip neyi sevmiyor bilmiyordum ama ben onu şimdiden çok sevmiştim.

Doruk ona çok saygı duyuyordu. Bunu hep biliyordum. Bana açık açık her şeyi anlatmasa da onu ailesinden saydığını biliyordum.

"Doruk da sonra bizimle yaşamaya başladı. Öyle işte. Başımın üstündedir yerleri. Sen de onun değerlisisin. Yani senin de yerin aynı."

Bir anda tüm taşlar yerine oturmaya başladı.

Onur abi, onları o evden kurtarmıştı.

Bu hikâyeyi çok merak etmekle birlikte onu dinleyeceğim kişinin Doruk olmasını istiyordum. Kendisini gelip bana açacağı anı sabırla beklerdim. Problem değildi.

Peki ben ona ne zaman kendimi açacaktım?

Her şeyi konuşup halledebileceğine inandığını söyleyen o kız, son zamanlarda hiçbir şeyi halledemiyordu ve halletmek için birileriyle konuşmaktan itinayla kaçınıyordu.

Başımı cama doğru çevirdiğimde bana doğru dönük olan aynaya çarptı gözlerim. Göz altlarım mosmor olmuştu. Kaşımın üzerinde çıkan sivilce de cabasıydı. Hissedilen stresin vücuda bu kadar çabuk şekilde etki etmesi korkunç bir şeydi. İçinde tuttuğunu sandıkların dışarı vurmak için kendine boşluk kovalıyordu.

"Teşekkür ederim," dedim Onur abiye. "Visal'in konumunu biliyor musunuz? Hiç yolu sormadınız."

"Gece attı Dorukhan."

Aynı gece ben, onun beni umursamadığını sanarak uyumuştum. Durduk yere canım yanmış, kafamdan bin tane düşünce geçmişti. "Keşke bana da söyleseydi," derken buldum kendimi. Onur abiyi kendime o an yakın hissettiğim için dökülmüştüm galiba. "Ben ona kafeye gideceğimi mesaj atmıştım ama o sadece iyi geceler yazınca umurunda değilim sandım."

Onur abinin kaşları çatılırken başını hafifçe iki yana salladığını gördüm. Direksiyonu daha sıkı kavrayıp "Of," dedi. "Of Doruk."

Sinirlendiğini zannedip kendimi çok kötü hissettim ama o "Öğreniyor," dedi sakince. Ses tonu çok yumuşaktı benimle konuşurken. "Öğrenecek. Sana onu aklayamam çünkü üzmüş seni. Sadece kendince çözmeyi denemiş. Bilmiyor ki. Bilmiyor işte."

"Aslında bu çok kolay düşünülebilecek bir şey." Ellerimi huzursuzlukla dizlerimin arasına sıkıştırdım. Onur abi o sırada benim otobüsümün gittiği yola değil de başka bir yola saptı. Kendisine doğru çevrili duran telefonunda navigasyonun açık olduğunu fark etmeseydim çok gerilirdim. "Annemle babam gitmemi hiç istemediler. Doruk da hiç sallamıyormuş gibi iyi geceler yazınca... Kusura bakmayın, başınızı şişiriyorum. Kim bilir beni erkenden alabilmek için kaçta kalktınız."

"Bunları dert etme," dedi. "Onunla ilgili takıldığın yerleri, seni üzen düşünceleri gerçekten bana anlatabilirsin. Belki soru işaretlerini silebilirim. Dediğim gibi, onu o kadar iyi tanıyorum ki sana Doruk'un kafasının içinden canlı yayın yapabilirim Feza. Çekinme. Birini çok seviyor olman onun her davranışını doğru bulmayı gerektirmez. Üzüldüysen üzülmüşsündür."

"Öyle işte." İlk karşıma çıkan aile üyesine Doruk'u şikayet ettiğim için kendime çok kızıyordum.

Onur abinin gülümsediğini gördüğümde başımı ona doğru çevirdim sebebini anlayabilmek için. "Çocuksunuz daha," dedi sevgi dolu bir sesle. "Kaç yaşındasın sen, on sekiz mi? Birlikte büyüyecek olmanız beni çok mutlu ediyor."

Benden on yaş kadar büyüktü ama edindiği tecrübeler belki de beni yüze bine katlayacak kadardı. Özellikle Doruk'la ilgili konularda onun kadar tecrübeli olabilecek bir tek Özge abla vardı dünyada. Bense hiçbir şey bilmiyor, öğrenmek için çırpınıyor ama sonra geri çekiliyor, bir şeylerin zamanının gelmesini bekliyordum. Ara sıra da böyle kendi kendime kırılıp düzeliyordum. Her zaman, herkese karşı yaptığım bir şeydi.

"Sizi buraya göndermesi çok ince," dedim tam olarak doğru anlaşılmıyormuşum gibi hissettiğim için. "Sadece böyle bir planı olduğunu duymak isterdim."

"Sonra da buna çok kızardın." Tavrı beni çok iyi tanıyormuş gibiydi. O an anladım ki Onur abi Doruk'un gözündeki beni gerçekten de iyi tanıyordu. Benden onlara nasıl bahsettiğini merak ediyordum. "Bunu bildiği için seni hiç bulaştırmamış çünkü duysaydın ona kızardın, öyle değil mi Feza? Doruk sana danışmadan senin sorununu çözmüş. Alışman gereken özelliklerinden biri. Genelde her şeyi böyle yapar çünkü."

Tavsiyesini aklımın bir köşesine yazdım. Bu belki de onunla konuşmam gereken meselelerden biriydi. Kulağa basit şeyler gibi geliyor olabilirdi ama bunu ilk kez yapmıyordu. Jess'e beni kız arkadaşı olarak tanıtana kadar bunu bana hiç söylememişti. Fırat'a geçen gece attığı mesajdan bana hiç bahsetmemişti. Şimdi de abisini yanıma gönderme meselesi vardı. Tüm olayların arkasında onun iyi niyeti yatıyordu ve beni böyle düşünüyor olması çok tatlıydı ama her şeyi önce kendi kafasının içinde hallediyordu ve sonra canı isterse bana haber veriyordu. Bu şimdilik büyük bir sorun teşkil etmemiş olsa da ileride bir gün sorun teşkil etmeyeceğinin garantisi yoktu.

"Sizinle saat kaç gibi konuştu?" diye sordum çünkü ben mesaj attıktan önce mi sonra mı olduğunu merak etmiştim.

"Saat 12'yi geçmişti galiba. Tam emin değilim, yalan olmasın şimdi. Bana başka şeylerden de bahsetti. Klasik abi kardeş dertleşmelerimizden biriydi."

"İçerik yüzde kaç benimle ilgiliydi?"

Üstü kapalı sorum karşısında güldü. "Yetmiş belki," dediğinde yüzümü buruşturdum. "Seni çok seviyor." Gözlerini yoldan ayırıp bana baktı. "Güvende olduğundan emin olmak zorundaydı. Ona haksız olduğunu söyleyebilir misin? Kolay bir süreçten geçmiyorsun. O burada değil ve aklı tamamen sende. Şimdi onu bir kenara bırakalım. Duyduklarımdan sonra benim de olmak istediğim yer burası. Bir kız babası olarak seni cam bir küreye kapatıp gözümün önünde tutmak istiyorum, tamam mı? Bunun için bize kızma."

İçimden buz gibi bir ürperti geçti. Giderek Visal'e yaklaşıyorduk ve bu da yüzleşmeme her geçen saniye daha da az bir süre kaldığı anlamına geliyordu. Ne hissettiğimi bilmiyordum. Hislerimle igilenmiyordum. Dünüm o kadar boş geçmişti ki bugünden tek beklentim oyalanacak bir şeyler bulmaktı. Aklıma Visal'den başka bir yere gitmek gelmiyordu. Her şeyin bir an önce düzelip eski haline dönmesini umut ediyordum.

"Onu şimdiden özledim," diye itiraf ettim sessizce. Onur abinin büyülü bir tarafı vardı. Her şeyi onunla konuşabilirmişsin gibi bir enerji veriyordu yanındaki insana. Doruk bile ona güvenebiliyorsa bana laf düşmezdi sanki. Onu koruyup kollayan, yanına alıp büyüten adama gözüm kapalı güvenebileceğimi hissediyordum.

"Mesafeler zordur." Cümlenin arkasında yatan derin bir anlam sezdim. Aklından geçenler Özge ablayla ilgiliymiş gibi geldi çünkü Onur abinin gözü dalmıştı. "Ama sonunda kavuşuyorsanız ayrılıklar bile güzeldir."

Burada düşüncelerimiz ayrı yollara sapıyordu. Ona katıldığımdan emin değildim. Ayrılık kelimesi bile korkunçtu. Kavuşmak için ayrılık çekmek istemiyordum. Ayrılığı güzelleyemezdim. Ben sevdiğim insan hep yanımda olsun isterdim. Onun maç için yurt dışına çıkması bizim için ayrılık demek değildi. Mesafelere rağmen bana yanımda olduğunu hissettirmeyi başarıyorsa ve ben de ona aynısını yapabiliyorsam biz ayrılmış olmuyorduk. Yalnızca kısa süreliğine iki farklı ülkede nefes alan aşıklar oluyorduk.

"Buradan sola mı dönmeliyim?" diyerek beni düşüncelerimden uzaklaştırdığında "Hayır, bir sonraki aradan," dedim. Olduğum koltuğa sinmeme sebep oldu sorusu. Gelmiştik. Bahsettiğim yere döndüğünde Visal'in tabelasını görecektim.

Buraya geliyor olmak ilk defa bana iyi hissettirmiyordu. Her zaman mutfağa girmek için hevesli olurdum ama şimdi o kapıyı geçmek isteyip istemediğimi bile bilmiyordum. Tüm yol boyunca sorun olmadığını sanmıştım ama içinde bulunduğumuz arabanın tekerleklerinin attığı her turda kalbim de göğsümün içinde bir takla atıyordu. Korkuyordum. Korkmamam gerekirdi. Geçen gece olup bitmişti. Bugün yalnız değildim, Onur abi benimleydi ama ben yine de korkuyordum.

Gözlerimi kafenin telefon kulübesi şeklinde dekore edilmiş dış cephesine çevirdiğimde derin bir nefes almaya çalıştım ama bunu yapamadım. "Burası."

"Çok güzelmiş."

Değildi. Bugün değildi.

Araba durdu. Ben arabadan indim. Kapıyı arkamdan yanlışlıkla çarpmıştım çünkü anda değildim. Dünden önceki gündeydim. Salı gecesindeydim. Elimde bir bez vardı, masayı siliyordum. Yaptığım buydu. Her akşam yaptığım şeydi. O akşam, felaketim olmuştu.

Midemde bir sancı hissettiğimde düzgün adımlar atmaya dikkat ettim. Onur abi arkamdan yürürken gördüklerimse yerimde donup kalmama neden oldu.

Kapının yanındaki cam kırılmıştı. İçerisi darmadağınıktı. Yerde devrilmiş masalar ve sandalyeler vardı. Burası benim çıktığım gece nasılsa aynı o şekildeydi. Tek fark, girişteki cam parçalarıydı.

Onur abinin elini belimde hissettim. İçerideki dağınıklığı bir tehdit olarak algılayıp refleksle yaptığı bir hamleydi sanki. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak anahtarımı aradım cebimde ama sonra buna gerek olmadığını anladım. Kırık camdan elimi içeri soktum ve kapıyı açtım. Onur abi içerideki manzaranın şokunu yaşamasaydı muhtemelen elimi kesmemem için beni durdurmaya çalışırdı ama neyse ki kendimi yaralamamıştım. Yani en azından kan yoktu.

Midem çok bulanıyordu.

Gözüm o duvardaydı. Taner'in sırtımı çarptığı, elini boğazıma sardığı o köşede.

Açtığım kapıyı ittirmemle birlikte kapımın üzerindeki süsler ses çıkarttı.

Bu, bedenimdeki bir tuşa basılmışçasına midemdekilerin ağzıma gelmesine sebep oldu. Boncuklar birbirine vurmaya devam ederken gözlerimin önü karardı. Taner bir kez daha beni oraya sıkıştırdı ve bana o cümleleri kurdu. Ellerini boğazıma sarıp beni boğmaya çalıştı. Olabilecekler geldi aklıma. O gecenin sonunun nereye varabileceğiyle ilgili korkunç senaryolar geçti gözümün önünden o tek saniye içinde.

Elimi ağzıma kapatarak tezgâhın arkasına doğru koştum. Mutfağa öğürerek girdim ve yönümü lavaboya çevirir çevirmez daha sesli bir şekilde öğürmeye başladım.

Bacaklarım titriyordu. Ellerim, omuzlarım... Mermeri sıkıca kavramıştım. Soğuğu avuçlarımda hissediyordum. Kahvaltı yapmış olsaydım o an hepsini çıkarırdım ama şimdi yalnızca acı dolu kramplarla karnımın yanları kasılıyordu. Dünden ve o günden kalan ne varsa içimde yükseliyordu sanki.

Sonra kusmaya başladım.

"Abim," dedi bugün tanıştığım o ses. Onu gönderecek kelimeleri bir araya getirmeye çalışıyordum. Koşar adım seslerinin ardından mutfağın içinde onun nefeslerini de duymaya başladım. Sanırım kapıda dikiliyordu. Ona bakamıyordum. Başka kramplar karnımın yanlarından beni sıkıştırınca acıyla inledim ve bir kez daha lavaboya eğildim. Yemek borum asitle yakılıyormuşçasına canım yanıyordu. "Buradayım," dedi Onur abi, ben kusmaya devam ederken elini sırtıma koyarak. "Şşh, geçti abim. Bir şey yok. Rahatla."

"Gidin..." Sesim nefes nefese çıkıyordu ve gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. "Gidin lütfen." Kafamı lavabonun içine tamamen eğmiştim. Bacaklarım artık daha fazla titriyordu. Bütün ışıklar sönmüş gibi hissediyordum. Resmen başım zonkluyordu ama bir el sırtımı sıvazlamayı bırakmıyordu.

"Sorun yok," dedi yatıştırıcı bir sesle. "İyi olacaksın."

Sorun vardı. Sorun çoktu. Ben görmemiştim. Ben kördüm. Bu mutfakta defalarca kez Taner'le yalnız başıma kalmıştım. O bir sandalye çekip arkama oturmuşken ben her şeyden habersiz kek çırpmıştım. Şarkı söylemiş, dans etmiştim. Biz birlikte çok fazla zaman geçirmiştik. Ben onunla birlikte büyümüştüm. Bunu kaldıramıyordum. Tüm bunları kaldıramıyordum.

Bir kez daha lavaboya eğildim ama bu defa kusamadım. Öylece bekledim. Tüm bunların bir rüya çıkmasını her şeyden çok istiyordum. Beni her sabah heyecanla uyandıran işimin bana mide bulantıları hediye etmesini ben hak etmiyordum.

"Onur abi..." dedim gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya devam ederken. Gözlerimi sımsıkı kapattığımda bacaklarımdaki ağırlığı biraz olsun azaltabilmek için karnımı tezgâha yaslayıp bileklerimden destek alarak ayaklarımın üzerinde durmayı sürdürmeye çalıştım. "Çok özür dilerim. Ben çok özür dilerim."

Sesim yitikti. Bitkindi. Kayıptı.

Feyza Feza Falez, tamamen kaybolmuş durumdaydı.

Bilinçsiz bir sayıklama gibi dökülen cümlelerimi garipsemedi Onur abi. Yanımdan ayrılmaya niyeti de yoktu. "Sorun yok," diye beni sakinleştirmeyi deniyordu söylediklerimi duymamışçasına. Montumun üzerindeki avucu yukarı ve aşağı hareket etmeye devam ediyordu. "Çok normal. Hiç sorun yok. Oturalım mı biraz yoksa kusmaya devam edecek gibi misin?"

"Midem bomboş," dedim. "İçimde hiçbir şey kalmadı."

İçimde hiçbir şey kalmamıştı.

Bomboştum.

Musluğu açarken "Çok özür dilerim," dedim bir kez daha. Titreyen ellerimi suya tuttum. "Çıkabilirsin dışarı. Lütfen buna daha fazla maruz kalma." Ağladığım için sesim kesik kesik geliyordu. Ben kusmaktan oldum olası nefret ederdim. Beni rahatlatan bir şey olmamıştı her zaman. Aksine daha da hasta etmekten başka bir işe yaramazdı. Hemen tansiyonum düşer, gözlerim kararırdı. Kustuğum an psikolojik olarak kendimi ölmek üzereymiş gibi hissetmeye başlardım. Bir hafta boyunca salya sümük hasta olmayı bile bir kez kusmaya tercih ederdim. Etimle kemiğimle iğrenirdim çünkü bundan.

Benim için dünyanın en iğrenç olayı olan bu eylem Onur abinin yüzünü buruşturmasına bile sebep olmamış olabilirdi. Şüpheliydim çünkü yüzünü hâlâ görmemiştim ama o yüzde herhangi bir mimik değişimi olduğunu sanmıyordum.

Yüzüme su çarparken sakinleşmeyi denedim. Çok hızlı nefes alıp veriyordum. Durdurabildiğim bir şey değildi. Elimde değildi. Şu sıralar hiçbir şey benim elimde değildi. Hayatımın kontrolü bile ellerimin arasından kayıp gidiyordu sanki.

"Feza," dedi Onur abi. Sesi şimdi tedirgin geliyordu. "Senin hakkında bilmem gereken herhangi bir şey var mı? Bir hastalık, rahatsızlık durumu gibi?"

"Hayır." Musluktan akan suyun sesi aramıza giriyordu. "Sadece midem bulandı birden."

"Anksiyeten var mı?"

"Tanısı olan bir şey değil," dedim. "Özür dilerim. Gerçekten iyiyim. Sorun yok. Böyle olacağını düşünmemiştim. Çok mahcup hissediyorum kendimi. Beni dışarıda bekler misiniz? Hemen toparlanıp geleceğim."

"Utanılacak bir şey yok." Sırtımdaki elinin baskısı yok oldu. "İki çocuk büyüttüm ben. Alican'ın bebekken yüzüme işemişliği bile vardır. İğrenmem vücut sıvılarından. Sen iyi ol yeter bana."

Sesli bir şekilde gülmeye başladığımda yüzüme bir kez daha su çarpıp musluğu kapattım ve bedenimi lavabonun önüne geçireceğim şekilde ona doğru döndüm. Lavaboyu tam anlamıyla temizlemiş sayılmazdım. Bunu görmesini istemiyordum. Yeteri kadar rezil olmuştum.

"Titriyorsun," dedi Onur abi beni güldürme çabasını bir kenara bırakarak.

"İçerisi soğuk." Bunun havayla bir ilgisi olmadığını ikimiz de biliyorduk ama yine de dudaklarını aralayıp bir şey söylemedi. "Şimdi kendime geleceğim. Kusura bakmayın."

"Sinirlendiriyorsun beni," dediğinde yüzüme bir babanın şefkatiyle bakıyordu. "Korkuyor musun şu an?"

"Hayır," dedim gereğinden fazla hızlı şekilde.

"Onun tekrar buraya geleceğini mi düşünüyorsun?"

Başımı iki yana salladım.  O da benim ne hissettiğimi çözmeye çalışmaya devam etti. "Kapı süslerini sökmeli miyim?"

Zeki bir adamdı. Bunu reddetmeyecektim. Müşteriler gelmeye başladığında her seferinde o sesi duymak zorunda kalmak benim için kâbus gibi bir şey olurdu. "Aslında çok iyi olur," dedim kabuğumun çatlamaya başladığını hissederek. "Size zahmet olmayacaksa..."

Gözyaşlarım artık akmıyordu ama o bana böyle bakarsa yeniden ağlamaya başlamayacağımın garantisi yoktu. "Güzelim," dedi. "Hallederim hemen, ne zahmeti? Sen iyi misin onu bir söylesene bana."

"Evet." Hiç değildim. Ben hiç iyi değildim. "Onur abi, bunu Doruk'a söylemesek olur mu? Lütfen."

"Olmaz," dedi ve arkasını dönüp mutfağın kapısına doğru ilerledi.

Peşinden hızla mutfaktan çıktım. Yere dökülmüş bir kahve birikintisinin kenarından geçerken tezgâhın üzerindeki kül dolu pet bardağı ve içeriye sinmiş sigara kokusunu fark ettim ama şu an bunlara takılamazdım. Civciv gibi Onur abinin peşindeydim. "Neden olmaz? Lütfen olsun."

Onur abi yere devrilmiş sandalyelerden birini alıp kapının önüne doğru çekti. "Üzerine basabilir miyim?" diye dönüp sorduğunda hızlıca onu onayladım. Kapının üzerindeki süsü zorlanmadan uzanıp tuttu, sabit olduğu yerden çıkarttı ve sandalyeden inip zemine bastı. "Bir bez ver de sileyim burayı."

Temizlenmesi gereken son şey o sandalyedeki ayak iziydi belki de.

Gören bu kafede bir savaş çıktığını sanırdı.

"Toparlanması gereken çok şey var."

Benim gibi.

Dönüp bana baktığında içimi görebilecek sandım. "Ben hallederim. Siz oturun ve lütfen bu mevzu aramızda kalsın."

"Feza," dediğinde süsleri az önce bastığı sandalyenin üzerine bıraktı. "Ona yalan söylemem. Ondan bir şey saklamam. Senin yardıma ihtiyacın var ve o yardımı sağlayacak kişi Dorukhan olmayacaksa ondan ayrıl gitsin."

Bu adam ciddi ciddi konuşurken bile beni güldürmeye çalışıyordu. Başarılı olması garipti. "Endişelenir," dediğimde "Niye?" dedi. "Hani iyiydin sen?"

Beni gafil avlıyordu. Kaçmanın yolunu bulamıyordum. "İyiyim zaten," dedim yalanlarıma bir yalan daha ekleyerek. "Ama o inanmaz. Akşam maçı var. En azından bugünlük aramızda kalsa olmaz mı?"

"Olur." Daha fazla ısrar etmeye hazırlıyordum kendimi, duyduğum cevap beni hazırlıksız yakaladı. "Maçtan sonra anlatırım."

Şikayet edilen küçük bir çocukmuşum gibi hissetmeme yol açıyordu bu durum ama kabul edecektim. En azından maça kadar haberi olmayacaktı. Böylece kafasını oyununa verebilecekti. "Ben lavaboyu temizleyeyim," dedim birazcık özel alana ihtiyacım olduğunu hissederek. "Sonra tatlıları yapmaya başlarım. Muhtemelen bir saat kadar geç açmış olacağım burayı ama olsun, yine de açacağım. Size de az sonra kahvenizi hazırlayabilirim."

Beni karşısına oturtmak ve durmaksızın konuşmak istiyor gibi baktı yüzüme ama sadece başını sallamakla yetindi. Lavaboyu ve tezgâhı pırıl pırıl yaptıktan sonra kül dolu pet bardağı yok ettim ve içerisini havalandırmak için bütün camları pencereleri açtım. Bu sırada Onur abi de yere düşen masaları kaldırmış, sandalyeleri düzenlemişti. Cam kırıklarını toparlayabilmek için benden bir süpürge istediğinde bu adamdan kaçışımın olmadığına emin olmuştum. Bu yüzden itiraz etmedim. Ben de bu sırada yere dökülen kurumuş kahveyi temizledim, ardından Onur abi en köşedeki masaya yerleşirken ben bütün zemini paspasladım.

Hıncımı zeminden çıkarıyor gibiydim elimde viledayla silinmedik köşe bırakmazken. O geceden kalan lekelerin hepsini bu yolla temizleyebilecekmişçesine sopaya baskı uyguluyor, her yerin parıldamasına yol açıyordum. Midem daha fazla bulanacak diye korksam da kendimi içeri girdiğim andaki gibi hissetmiyordum. Daha iyiydim. Kendimi işe verdiğim zamanlarda bir şeyleri yok saymak çok daha kolay oluyordu.

"Bildiğim bir camcı var," dedi Onur abi. "Bizim mahalleden. Ona haber vereyim mi gelip halletsin iki dakikada kapı tarafını?"

"Yeterince mahcup oldum," dedim. "Ben Eren'i ararım, bir yolunu buluruz."

Kasayı açtığımda içinde sadece madeni paraların kaldığını görüp anlık bir şok yaşadım. Burasının dün işlemediğini ve Eren'in de Naz'ın da hırsızlık yapacak insanlar olmadığını düşünürsek kayıtları silmeye gelen kişi, kasayı da boşaltıp öyle gitmiş olmalıydı.

Onur abiye artık kurduğum cümleler sinek vızıltısı gibi geliyor olmalıydı çünkü bunu yapmasını istemediğim halde bahsettiği camcıyı aramıştı. Ben de yeniden mutfağa dönüp tatlıları hazırlama işine girişmeden önce Eren'in numarasını tuşlamıştım.

Telefonu öyle bir açışı vardı ki gören bizi yıllardır hiç konuşmamışız sanırdı. "Eren," dedim ona nazaran çok daha sakin bir sesle. "Selam. Ne yapıyorsun?"

"Telefonun başında çaresizce senden haber bekliyordum." Söyledikleri beni güldürdü. "Sen ne yapıyorsun?"

"Visal'deyim." Bu onu büyük bir şoka sokmuş olmalıydı çünkü uzun bir süre nefes sesini bile duymadım. "Bugün buraya uğrayacaksan kasa işini halledebilir misin? Müşterilere para üstü dönemeyecek durumdayız."

"Benimle konuşmak istediğin tek şey bu mu?"

Ona kızıp kızmadığımı anlamaya çalışırcasına masumdu sesi. "Eren." Derin bir nefes aldım. "Beni işten çıkarmayı düşünüyor musun?"

"Ne? Saçmalama. Visal'in tabelasını Feyza'nın Yeri diye bile değiştirmeyi düşündüm ama seni işten çıkarmayı bir kere bile düşünmedim."

"İyi." Bu kadardı. Öfkem ona değildi. Korktuğum kişi de o değildi. Eren benim için bir abiydi. Bu durum yüzünü görmek istemediğim kardeşinden tamamen bağımsız bir şeydi. Kurunun yanında yaşı yakmayacaktım. "O zaman gerisini buraya geldiğinde konuşuruz olur mu?" Ona emrivaki yaptığımı fark edince hemen geri adım attım. "Yani, geleceksen eğer."

"Hemen," dedi. "Bir şey lazım mı?"

"Hayır."

"Tek başına mısın?"

Bunu sormak onu zorluyor olmalıydı. Sesinden çok net bir şekilde anlaşılıyordu bu. Bana zarar veren kişi onun kardeşi olduğu için Eren çok utanıyordu. "Hayır. Doruk'un abisi benimle."

"Sadece ablası olduğunu sanıyordum."

"Ablasının eşi," diye düzelttim. Onun kanından insanlar onu doğru düzgün sevmeyi başaramamışken bütün sevgisini ve desteğini ona gösteren Onur abiyi bir enişte olarak tanımlamak istememiştim. O, Doruk'un abisiydi benim gözümde. 

"Yanında birinin olmasına sevindim. En kısa zamanda geliyorum ben de."

"Cam işini biz hallediyoruz. Kasayı unutma."

"Tamam abim," dedi hevesle. "Hallederiz her şeyi. Sıkıntı yapma."

Gülümsedim. Bana karşı bambaşka bir tavır takınabilirdi ama bunun yerine benim yanımda olmayı seçiyordu. Onu gerçekten çok seviyordum ve buraya geldiğinde yapacağım ilk iş kollarımı ona sımsıkı sarmak olacaktı.

"Doruk mu?" diye seslendi Onur abi. Muhtemelen konuşmanın içeriğini anlayacak kadar sesim ona gitmemişti ama biriyle konuştuğumu anlayabileceği anlamsız mırıltılar duymuştu.

"Yok." Başımı mutfağın kapısından uzattım. "Eren'le konuşuyordum. Bizim en iyi baristamızdır. Ben şimdi tatlıları hazırlayacağım Onur abi, işin çok değilse istersen tek kalma. Buradaki masada oturabilirsin."

"Geleyim mi?" diye sordu emin olamayarak. Bilgisayar çantasını köşedeki masanın üzerine yerleştirmiş ve üzerindeki kabanı da sandalyesine asmıştı.

Başımı sallamaya başlamamla ayağa kalkması bir oldu. Onun da boyunun uzun olduğunu yeni fark edebiliyordum. Doruk'tan ya bir iki santim uzun ya da bir iki santim kısa olmalıydı. Emin değildim. "Sen de mi basketbol oynuyordun?"

Sesimdeki merakı fark edince hızlıca "Evet," dedi. Bunu hangi seviyede yaptığı hakkında pek fikrim yoktu. "Okul takımlarında oynadım hep. Zorlasam belki bir şeyler olurdu ama Doruk'la kıyaslama tabii beni. O bambaşka bir seviye."

"Ona bildiklerini öğreten senmişsin ama."

"Eh," dedi. "Boynuz, kulağı geçmesiyle ünlüdür."

"Bence fazla alçakgönüllülük yapıyorsun, ben öyle hissettim." Mutfaktaki sandalyeyi çekip oturduğunda ben de kurabiye hamuru için malzemeleri tezgâha çıkararak işe başladım. Yanına büyük bir kap daha koydum ki böylece ortak malzemeleri eş zamanlı olarak döküp zamandan tasarruf ederek keki de hızlıca hazır edebilirdim. Zaten işler yeterince aksamıştı. "Eminim zamanında parkelerin tozunu attırmışsındır sen de aynı Doruk gibi."

"Özge'nin kalbini çalmışım, sayılır mı?" Keyifli gülüşü beni de keyiflendirdi. "İlkokuldan beri beni izliyormuş. Öğrendiğimde ben de çok şaşırmıştım çünkü bana ilgi duyduğunu anlamamıştım hiç. Kardeşiyle iletişime geçmeye başladığımdan sonraki zamanlarda biraz biraz anlıyordum bir şeyleri ama her şey tahmin ettiğimden çok daha fazlaymış. O kadarından çok geç haberim oldu."

Bir yandan kulağım ondaydı bir yandan da toz şekerini göz kararı bir şekilde kabıma döküyordum. Yeni tarifler denemek her zaman heyecan vericiydi ama ezberimdeki tatlılarım benim güvenli alanımı oluşturuyordu. Bugün ezbere gidecektim. "Nasıl yani?" diye sordum.

"Bir keresinde ertesi sabah kalkmak için hevesim sen oluyordun demişti bana." Sesinden gülümsediğini anladığım için dönüp yüzüne baktım. "Okula devam etmesinin tek sebebiymişim. Bunu ilk duyduğum anda tam olarak anlayamamıştım ama bugün sor bana yarın sabah uyanmak için motivasyonun ne diye, Özge'nin gözleri derim. Canım karım benim."

Aşk diye bir şey olmasaydı bile ben Onur abi Özge ablaya aşık derdim. Doruk'un en azından hayatının bir kısmını birbirini böyle seven bir çiftin yanında geçirdiğini bilmek güzeldi. Belki de birini incitmeden sevmeyi onlara bakarak öğrenmişti.

"Çok güzel bir şey bu," dedim hayran hayran. Ona annemle babamın da burada tanıştığını anlatırken Doruk'un hep susup yüzüme baktığı anlardaki kadar hızlı konuştum. Aşk, içimde bir şeyleri toparlamaya yarayan güçtü. Üstelik bu aşkı benim hissetmeme gerek de yoktu. Birilerinin aşkını dinlemek bile içimdeki yaşama hevesinin fitilini yakmak için yeterliydi.

"Kader," dediğinde ben kurabiye malzemelerinin tamamını karıştırarak hamuru kıvamına getirmeye çalışıyordum. "Sizin de burada tanışmış olmanız da kaderin cilvesi bence. Doruk siyah kediyi ve televizyon fişini bana anlatmıştı. Birbiriniz için yazılmış birer roman karakteri gibisiniz ikiniz."

Doruk benden bahsederken detaylar konusunda oldukça bonkör davranıyordu sanırım.

Gülümsedim ve aramıza giren sessizliğin uzamasıyla birlikte kendimi yaptığım işe verdim. Yumurta ve şekeri çırptım, kabartma tozu paketini yırttım derken mutfakta sadece bana ait tıkırtılar duyuldu bir süre. Ben keki fırına vermiş, kurabiye hamurunu istediğim kıvama getirmişken Onur abi, "Feza," dedi. "Hareketlerin o kadar akışkan ki... Nasıl denir, sanki mutfak için doğmuş gibisin. Hiç buradan ilerlemeyi düşünmedin mi?"

Birçok şeyi düşünmüştüm.

Kimseye anlatmadığım çok ama çok şey düşünmüştüm.

Günün sonunda adım atmaya cesaret bulamadığım için hepsinden vazgeçiyordum. Sonra kurduğum hayallerin ütopikliğine acıyor, kendimi kandırmamam gerektiğini hatırlıyor, bir bölüm dizi açıp izliyor ve bulunduğum evrenden kaçıyordum.

Bazı insanlar hayallerini kaldırabilecek kadar güçlü olmazdı. Zihin düşünürdü belki ama zihin başka şeyler de düşünürdü. Oralara layık olmamak gibi, kendi kapasiteni yetersiz bulmak gibi... Sonra kolaya kaçıp yıldızları uzaktan izlemeyi seçerdi. Çünkü bazı insanlar, yıldız olmak için doğmamışlardı. Tıpkı benim gibi.

"Bilmem," dedim ama biliyordum. "Belki." Aralık kapı bırakarak konunun kapanmasına vesile olmak istedim. Konu kapanmayacaktı aslında ama Eren'in gelişi Onur abinin de odağının kaymasına yol açtı. Kapının sesini duyar duymaz sanki ben bir ceylanmışım da bir aslan içeri girmişçesine ayağa kalkmış, hızla mutfağın kapısına doğru yürümüş ve gelen kim diye bakmıştı o korumacı tavrıyla. Zaman geçirdiğimiz her an Doruk'la benzer özelliklerinin benim sandığımdan daha fazla olduğunu görüyordum. Güçlü adımları bile birbirlerini andırıyordu.

"Her şeyi hazırladım," dedim neşeli tutarak sesimi. "Ve bir daha burada sigara içmeye kalkarsan o saçlarını tek tek yolarım Eren."

Eren kapının girişinde dikildiği yerden bana baktı, baktı, baktı. Sonra tek kelime etmeden ve Onur abiyi hiç iplemeden yanıma hızlıca yürüyüp bana sarıldı. "Özür dilerim," dedi yüzünü omzuma gömmüşken. Bunu yapması için bana doğru eğilmesi gerekiyordu ve normal şartlarda iki büklüm oldum diye şikayet edip dururdu ama bugün farklıydı. Bugün Eren de en az benim kadar garip hissediyordu. "Çok özür dilerim abim. İyisin değil mi?"

Onur abi bana baktı, ben ona baktım. Kustuğum anı bakışlarımızın arasına kilitledik. "İyiyim," dedim. "Üzme kendini. Ben sana hiç kızgın değilim. Olanların bizimle bir ilgisi yok."

Günün kalanı, Visal'in dün neden kapalı olduğunu soran devamlı müşterilerimize yalanlar uydurmakla ya da daha doğrusu gerçekleri gizlemekle geçti. Hırsızlık vakasını dallanıp budaklandırdı Eren. Bir günlük molaya hepimizin ihtiyacı olduğunu söyledi. Ben de sadece bir gün görmediğim halde deli gibi özlediğim müşterilerime en iyi kahvelerimi sunmaya çalıştım. Onur abi sütlü filtre kahvemden bir saat içinde iki tane istemişti ve özellikle benim yapmamı rica ediyordu. Önündeki bardak boşaldıkça yönünü diğer seçeneklere çevirmiş, en son damla çikolatalı kurabiye ve kekten de sipariş vermişti.

Bir çöp öğütücü gibi çalışıyordu midesi. Durmuyor, mola vermiyor, kıtlıktan çıkmışçasına aynı Doruk gibi yiyor ve içiyordu. Biraz daha ona bakarsam gerçekten aralarında kan bağı olduğunu düşünmeye başlayacaktım. Doruk, Onur abisinin hık demiş burnundan düşmüştü.

Eren bana sürekli iyi olup olmadığımı soruyor, bana gözlerinde sıcacık bir şefkatle bakıyor ve ne zaman bakışları boynuma doğru kayacak olsa kaşlarını çatıyordu. Oradaki kızarıklığı gördüğünden beri yüzüme bakmakta zorlanıyordu sanki. Kardeşinin bir diğer kardeşinde bıraktığı fiziksel hasarı bir türlü hazmediyordu.

Şu ilerideki masada Alara ve Beril tarafından rencide edilmeye çalışılmıştım. En son koluma tırnaklarını geçirmişti içlerinden biri. Sonra diğer taraftaki duvarda Taner tarafından sıkıştırılmış ve boğazlanmıştım. Ne kadar denesem de eskisi gibi hissedemiyordum. Buraya karşı içimdeki sevgi bitmiş değildi ama konu kendimi güvende hissetmeye geldiğinde Visal kadar sınıfta kalan bir yer yoktu artık hayatımda.

Biriktirdiğim kötü anılarım, iyi anılarımı ezip geçecek diye korkmaya başlamıştım.

Kendimi düşüncelerime kaptırmış halde tatlı rafını düzenlerken telefonumun çalmasıyla birlikte elim ayağıma karıştı. Onur abi bilgisayar ekranın üzerinden bana bakıp gizli gizli güldüğünü sansa da aslında apaçık gülmüştü. Çok utandığım için mutfağa kaçtım. Komik koşuşum, Eren'i de güldürdü.

"Selam!" dedim her şey çok fazla yolundaymış, bugün hayatımın en mutlu günüymüş gibi. "Ne yapıyorsun? Hâlâ kar yağıyor mu orada?"

"Selam güzelim," dedi. Sesi benden çok daha yorgundu ve nefes nefese gibi geliyordu. "Otelden çıktığımda yağıyordu. Son hazırlıkları yapıyoruz. 21.30, unutmadın değil mi? Yani izleyeceksen eğer..."

"İzleyeceğim tabii ki. Hatta Onur abiyle birlikte izleyeceğiz ve sanırım ablan da çocuklarla buraya gelecekmiş. Yani cümbür cemaat seni izleyeceğiz Visal'de."

"Vay be," dediğinde gülüyordu. "Ailem, tam kadro."

Ona ailemden olduğunu söylemiştim ve o an donup kalmış olsa da bu cümlenin geri ödemesini yapıyordu şimdi bana. Ona bir tur Onur abiyi sabahın köründe başıma diktiği için kızarken yine biraz fazla konuşmuştum. En sonunda cümlelerimi bölen açıklama yapmak için söze girmesi yerine keyifle "Ya ne kadar kızdın anlat ya," demesi olmuştu. Aslında gerçekten konuşmak istediğim bir meseleydi ama aramızda bir tartışma yaşanmasını istediğim son anda bile değildik, o yüzden onun akışına kendimi kaptırmaya karar verdim. "Seni o kadar özledim ki. Ama bak, o kadar özledim ki... Nefret ediyorum uzak mesafelerden."

"Hani sen severdin deplasmanları?"

"Senin yanında olmayı sevdiğim kadar değil."

Güldüm. "Biraz üçkağıtçı gibisin sanki bugün."

"Bir karış bile aklım yok bugün," dedi. "Hepsi sende. Kendimi çok eksik hissediyorum ve bu zamana kadar yaşadığım türden bir yalnızlık hissine bağlı değil bu. Bir parçam Türkiye'de kalmış gibi. Asla sensiz tam bir yapboz olamayacağım."

Aklını ona geri verme, ilgisini önündeki maça döndürme niyetindeydim. "Ama yine de çıkıp herkese kim olduğunu göstereceksin, değil mi?"

"Zalgiris zor takım," dedi aniden sesine ciddiyet bulaşırken. "Beni yirmiye katlayacak seviyede tecrübeli oyunculara sahipler. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım ama koç muhtemelen bana diğer maçlarda verdiği süreyi tanımayacaktır. Ceza için değil, takım yapısını göz önüne alarak söylüyorum. O yüzden üzülüp kendini suçlamaya falan kalkma tamam mı? Gerçekten bu tarafta bir sorun yok."

Beni görmediği halde başımı salladığımı fark ettim. Doruk kendini dinlettirmeyi başarıyordu. Onun oyun zekâsı hakkında kurulan cümleleri hatırladım. Altyapıdayken ikinci çeyreklerde hocasının onu oyuna almayı sevdiğinden bahsetmişti çünkü oyunu okuma yeteneğine güveniyordu. Şimdi de maçtan önce bu tarz bir yorum yapabilecek kapasiteye sahip oluşu, beni biraz büyülemişti galiba. Çok hevesliydi, çok istekliydi ve çok da yetenekliydi ama buna rağmen durumu kendi içinde sindiriyor ve alacağı sürenin muhakemesini kendi içinde verebiliyordu.

Gözümün önünde büyüyormuş gibi hissediyordum. Kendini her açıdan, her anlamda geliştiriyordu. Her geçen gün düne göre daha da olgunlaşıyordu sanki. Takıma bir insanın elinden gelebilecek en hızlı şekilde adapte olmuştu. On dokuz yaşında ona yüklenen sorumlulukların altından kalkabiliyordu. Yeri geldiği zaman A takımı sırtlanıyor, oynadığı oyuna karakterini koyuyordu. Onun özel olmasının sebebini ben buna bağlıyordum.

Bencil değildi. Sabırsız değildi. Hataları vardı, yok değildi ama kendini geliştirmek için harcadığı çaba kesinlikle takdir edilesiydi.

"Seni seviyorum," dedim. "Asıl sen kendini hiçbir şey için üzme. Dikkatli ol, tamam mı?"

"Ben seni hak edecek ne yaptım acaba?" diye soruşuna hazırlıksız yakalandım. Dudaklarım hızla iki yana kıvrılırken kalbimin kanat çırpmaya başladığını hissederek elimi göğsüme bastırdım. Ses tonunda tarif edemediğim bir şeyler saklıydı. Duyduğu minneti sevgisine katıyor, sonra ikisinin muazzam karışımını sesine akıtıyordu.

"Öyle şeyler demesene," dedim muhtemelen kıpkırmızı olmuşken. "Utandım birden."

"Öyle konuşmasana," diye karşılık verdi. "Dişlerim kamaşıyor."

"Kapatmazsak domatese döneceğim."

"Çoktan domatese dönmüşsündür bile, salla. Biraz daha duyayım sesini."

"Aman," dedim. "Benimle uğraşmasan ölürsün."

"Muhtemelen." Birlikte güldük. Gülüşmelerimizin ortasındayken birden "Her şey düzelecek," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Söz veriyorum."

"Doruk," dedim gülümsemem solarken. "Gerçekten mi?" Beni inandırmasına ihtiyaç duyuyordum. Elimden tutmasına, belki biraz itelemesine, içime cesaret aşılamasına. Doruk'a duyduğum bu hayranlığın sadece hayranlıktan çıkıp biraz olsun ilhama dönüşmesine ihtiyacım vardı.

"Sana tek bir şey söyleyeceğim," dediğinde hiç olmadığı kadar ciddiydi. "Haddim olduğunu düşünmedim, verdiğin kararı yargılamak ya da sorgulamak istemedim bu yüzden. Yine bunu söylemek bana düşer mi düşmez mi diye tereddütteyim ama Feza, ben senin doğru yolda olduğundan emin değilim."

Üzerimde sert bir tokat etkisi yaratan kelimelerini sindirmem zaman aldı. "Neden?" dediğimde haklılığını kabul etmemek için öfkemin devreye girdiğini hissettim ve bu beni ciddi şekilde rahatsız etti. İyiliğimi düşünen biriyle sert bir sesle konuşmamam gerekirdi. Özellikle o kişi Doruk'sa bunu yapmamalıydım ama buna engel olamadım. "Sen yolunu buldun diye yetkili kişi mi oldun şimdi?"

Eleştirilmek hoşuma gitmiyordu. Sadece desteklenmek istiyordum. Bunu bana sunmuştu aslında. Yargılamak yerine kendince bir çözüm bularak yapmıştı. Şimdi kurduğu cümleyse önüme taş koyacakmış gibiydi. Birilerinin bana bir şeyleri yapmamamı söyleme cüretinde bulunmasından nefret ediyordum galiba ben. Daha fazla yapasım geliyordu. Bana Visal'e gitmeni yanlış buluyorum derse gereksiz yere inada bindirip saat on ikiye kadar buraya kendimi zincirlerdim.

Sanırım ergenlik böyle bir şeydi. Doğru ve yanlışı ayırt etme yetisine sahiptiniz ama burnunuzun diki, en sevdiğiniz yol oluyordu.

Sabırlı bir şekilde "Güzelim," dediğinde herhangi bir yumuşama hissetmedim ona karşı. "Ben sana nasihat vermek niyetinde değilim. Sadece diyorum ki, değişmesi gereken şeyler olduğunu düşünüyorum ve bunları yüz yüze konuşalım istiyorum. Sorunların uzaktan halledilebileceğine inanmadığımı söylemiştim. Yüz yüze gelelim, birbirimizi daha iyi anlayacak şekilde olalım, sen benim sadece senin iyiliğini istediğimi bilecek durumda ol."

"Sence şu an sende art niyet mi arıyorum?"

"Evet, bunu yapıyorsun." Doğrudan böyle demesi beni afallattı. "Senden evladını almak isteyen biriymişim gibi bana cephe alıyorsun."

"Duracağın yeri bilmelisin," dedim. "Ben sana maça çıkma demiyorsam sen de bana Visal'e gelmememi söyleyemezsin."

"Ağzımdan böyle bir şey çıkmadı." Eğer beni sakince cevaplamasaydı kesinlikle şu an ilk büyük kavgamızı ediyor olurduk. "Örnek verdiğin durumlar birbirine benzemiyor bile. Basketbol bana zarar veriyor olsaydı yine de oynamamı isteyecek miydin?"

"Visal bana zarar vermiyor."

Ve bir başka tokat daha yüzüme çarpmış oldu. Üstelik bu daha da can yakıcıydı çünkü bana ait sözcükler beni gafil avlamıştı.

Visal bana zarar veriyordu.

Sabahtan beri hissettiğim o huzursuzluk, bunu kabul etmeme isteğimden kaynaklanıyordu. Burada çalışmaya bugün devam ederdim, yarın devam ederdim ama sonsuza dek edemezdim.

"Feza," dedi Doruk. "Sonunda yüzleştin mi içini kemiren şeyle?"

Anlaması sinir bozucuydu. Kaçacak yerim kalmıyordu. Köşeye sıkışmıştım. Bu koca dünyada küçük, küçücük bir köşeye sıkışmıştım. Önümdeki dar pencereden bütün güzellikleri izliyor ama bana ait o tek metrekarelik yeri terk edip izlediğim manzaralara gidecek yolu aramayı denemiyordum.

"Kapatıyorum," dedim bedenimi bir titreme sardığında. "İyi maçlar sana."

"Kapatma," dedi sitemle. "Bana kızıyor olduğunun farkındayım ama sana bir şeyleri göstermeye çalışmak zorundayım. Yoksa 15 Ocak'ta beni bulup küllerimden doğmama yardım eden o kıza bakacak yüzüm olmaz, anlıyorsun değil mi?"

"Ne yapmamı istiyorsun?" diye bağırdım. İçimdeki kırılmış parçaların üzerine basıyordum ben o bahsettiği yanlış yolda. Geri dönemiyordum. İleri gidemiyordum. Sadece olduğum yerde sayıyordum. "Benim ne yapmamı istiyorsunuz?" Ağlamak istemiyordum. Ağlarsam çok kızardım. Her öfkelendiğimde gözlerimin dolması sinirimi bozuyordu.

"Başkalarının senden ne istediği umurumda değil," dedi. "Ben kendini ziyan etmeni istemiyorum. Çıkmaza girdiğini hissediyorsan gelip senin için önündeki duvarı kırarım. Işık saçan gözlerin yaşlarla dolmaya başladıysa bana durmamı söyleyemezsin çünkü durmam Feza. Ben senin yanındayım. Olduğun yeri sevdiğini sanıyorsun ama hiç başka bir yerde olmayı denememişsin. Bırak da sana diğer seçenekleri göstermeyi deneyeyim. Beğenmezsen gitmezsin, ne olmuş? Hayat senin, karar senin. Karışamayacağın tek şey, benim yanındaki konumum. Yürümeyi tercih etmezsen o çıkmazda birlikte otururuz. İkimiz, zamanı gelince bir yolunu buluruz. Yemin ederim buluruz."

Her şey çok fazlaydı. Karman çormandı, karışıktı. Hayatım belki de tepe taklak durumdaydı ama onun yeri, benim yanımdı. Bana bunun garantisini veriyordu.

"Özür dilerim," dedim elimi alnıma kapatarak. Gözyaşlarımı tutmak giderek zorlaşıyordu. "Sana çatmak istememiştim. Seni çok seviyorum. Çok."

"Önemli değil," dediğinde gerçek bir anlayış vardı sesinde. "Ben bu hislerin aşinasıyım Feza. Başarılı olduğun alanda zorluklar yaşamak, hayatım nereye sürükleniyor acaba diye düşünüp durmak... Biliyorum ben bunları. Az çok okuyabiliyorum aklından geçenleri. Rahat ol, tamam mı? Benimle konuşamayacağın hiçbir konu yok. Bağırmak istiyorsan bağırırsın, döndüğümde sarılır barışırız. Yargı yok, sorgu yok. Yaşadığım sürecin her anında benimleydin, ben de senin için bu kişi olmak istiyorum. Anlaştık mı?"

"Anlaştık," dedim iki yana kıvrılan dudaklarımla. Ona duyduğum sevgi içimden taşacak gibi hissediyordum. "Buraya döndüğünde belki biraz konuşuruz o zaman, olur mu?"

"Tabii ki. Ne zaman istersen."

"Başarılar," dedim. "Sakın unutma, kaç dakika süre aldığının ya da kaç sayı attığının önemi yok. Benim MVP'm her zaman sen olacaksın."

Güldüğünü duydum. "Teşekkür ederim. Öptüm."

Her seferinde ondan bu mesajı aldığım ilk andaki kadar heyecanlanıyor olmam komikti. "Ben de öptüm."

Saat 21.00'ı gösterdiğinde Özge abla içeriye önce kendisi girdi, arkasından da tüm atmosferi değiştirecek neşeyi getirdi. Üzerinde 15 numaralı beyaz Efes formaları bulunan iki bıcır bıcır çocuk, koşarak babalarına doğru ilerlediler. Onur abi onların gelişini camdan görür görmez ayağa kalkmıştı bile. İkisi için de kollarını açarken Esin özlemle onun bacağına yapıştı, Alican'sa yumruklaşarak daha havalı bir selamlaşma yaptı babasıyla. Bu sırada Özge abla yanıma gelip bana sarılmış, halimi hatırımı sormuş ama başıma gelen olayı bana hatırlatacak tek kelime bile etmemişti.

Tezgâhın arka kısmındaki işleri Eren'e paslayıp misafirlerimin masasına doğru ilerlediğimde dizlerimin üzerine çöküp Doruk'un yeğenlerine kendimi tanıttım. Esin bana fotoğraftaki kız olup olmadığımı sorarken Alican doğrudan "Sen dayımın sevgilisi misin?" demişti. Ne cevap vermem gerektiğini bilemeyerek yüzümü Özge ablaya çevirdiğimde beni onayladı ve ben de başımı sallayarak onlarla bir muhabbet başlatmayı denedim.

Bugün okulda ne yaptıklarını sormamla birlikte bir süre sohbet ettik. Esin dört buçuk, Alican beş buçuk yaşındaydı. Önce kreşe gittiklerini öğrendim, sonra bana evlerine gelen bakıcı ablalarıyla oynadıkları oyunları anlattılar. Özge abla da çalışan bir kadın olduğu için kimi zaman çocuklar oyun ablasıyla vakit geçirmek zorunda kalıyorlardı. Anladığım kadarıyla evlerine gelen kız da kendisine boş zamanlarında harçlık çıkaran bir üniversite öğrencisiydi.

Onlarla bir fotoğraf çekinip Doruk'a yolladığımda maçtan önce görüp görmeyeceğinden emin değildim ama şansım yaver gitti. Sadece iki dakika içinde tikin rengi maviye döndü ve attığım fotoğrafın altı gözlerinden kalpler çıkan emojiyle doldu.

Maç saati geldiğinde maç bitmeden eve gitmeyeceğimi annemlere ilettim. Bana biraz kızgınlardı ve bu kızgınlıklarını gün içinde birkaç kez gerek arama gerek de mesaj yoluyla belirtmişlerdi ama Eren dayanamayıp devreye girdiğinde bütün gün yanımda olacağının ve gece de beni eve bırakacağının güvenini onlara vermişti. Bu bildirim akışımı biraz olsun dindiren şey olmuştu.

Yeniden içinde bulunduğum ana döndüm. Onur abi sabahtan beri çalıştığı bilgisayarından Doruk'un maçının yayınını açmak için harekete geçtiğinde onu durdurdum ve televizyonu bunun için kullanabileceğimizi söyledim. Sonra kafe, daha önce hiç sahip olmadığımız bir atmosfere büründü. Maçın başlamasına sekiz dakika varken on yedi numaralı masada tek başına oturan çocuk kulaklıklarını çıkarıp göz ucuyla ekrana baktı. Ardından yüzünü bana doğru çevirdi. "Efes Zalgiris maçı mı?"

"Evet."

"Maçın sonuna kadar açık kalacak mı kanal yoksa öylesine mi açtınız?"

"Kalacak," dedim konuya tam olarak anlam veremediğim için. "Bu sizin için sorun olur mu?"

"Hayır, o yüzden söylemedim," dedi benim yaşlarımdaki sarışın çocuk. "Acaba masa ücreti alıyor musunuz?"

"Nasıl?"

"Arkadaşlarımı çağırsam, masa için ekstra bir ücret ödememiz gerekir mi? Yayınları veren çoğu mekân bu tarz bir ödeme alıyor da... Sizin böyle bir uygulamanız yok mu?"

"Hayır," dedim. "Böyle bir müşteri kitlesine sahip değiliz. Ben takip ediyorum maçları. O yüzden açtım. Tabii ki arkadaşlarınızı çağırabilirsiniz. Verdiğiniz siparişler dışında ekstra bir ücret ödemenize gerek yok bunun için."

"Öyle mi?" dedi şaşırarak. "Altı yedi arkadaşımı buraya toplayıp koğuşa çevirmem sizi rahatsız etmez, değil mi?"

"Aksine," dedim. "Çok sevinirim."

Doruk'a izleyici kitlesi çıkıyordu.

"Yaa..." dedi çocuk, bir göz süzüşten sonra. "Maçları takip ediyor olmanıza şaşırdım. Basketboldan anlar mısınız?"

Bu konuşmanın gidişatıyla ilgili bir problem vardı. Sanırım çocuğa yanlış bir sinyal vermiştim. "Anlar," dedi Onur abi, arkamdan. "Basketbolcudan da anlar."

"Anlayamadım," dedi çocuk. "Sporcuları tipleri için takip eden o kız tayfasından mısınız?"

"İsteyen istediğini istediği sebeple takip edebilir," dedim hafif bir eleştirel tavır sezdiğimde. "O tayfadan olup olmamam neyi değiştirecek?"

"Öylesine sordum," dedi anında geri adım atarak. Fikrinin arkasında duramıyordu çünkü o fikir ona ait bile değildi. Muhtemelen sosyal medyada konuşulan içerikler konusunda şekillenen bir zihne sahipti. Kadınlar beğendikleri bir sporcudan bahsederken erkeklerin toplanıp aynı kişiye karşı nefret beslemesi de sürü psikolojisinden kaynaklanan bir durumdu.

"Dorukhan Falay," dedi Onur abi. Kolunu yanında oturan Özge ablanın sandalyesine atmıştı. "Bilir misin onu?"

"Evet," dedi çocuk.

"İşte ben onun ablasıyım," dedi Özge abla. "O da kız arkadaşı," dediğinde beni işaret etmişti. "Bugün burada kardeşimin maçını izlemek için toplandık. Sen de arkadaşlarını çağıracaksan çağır. Güzel olur, hep beraber izleriz."

Tatlı gülümsemesine aldanmamak gerekiyordu. Vermek istediği tüm mesajları çocuğa net bir şekilde vermişti. Kelimelerini o yöne çekmeden hem Doruk hakkında kötü söz etmemesi gerektiğini hem de benden uzak durmasını istediğini ona tane tane anlatmıştı resmen. Apayrı bir başarıydı bu.

Çocuk önce ona sonra bana gülümsemiş, Dorukhan'ı başarılı bulduğunu söylemiş, ardından arkadaş grubuna Visal'in konumunu atıp hepsini buraya davet etmişti.

Aramızda yaşanan garip diyaloga rağmen kabul etmem gerekiyordu ki o ve arkadaşları, maç ortamını muhteşem bir hale getirmişlerdi.

Doruk benchte başladığı maça ilk çeyreğin son üç dakikası kala oyuna girdiğinde isminin Altay olduğunu öğrendiğim sarışın çocuk, o maça girerken tıpkı bir anonsör gibi onun adını oturdukları masada duyurmuş ve hemen ardından arkadaşlarına Doruk'un ailesinin burada olduğunu takdim etmişti. Esin, Altay'a hayran hayran bakarak dayısının adını ondan dinlerken annesine dönüp onların yanında oturabilir mi diye izin almıştı. Alican'sa o erkek grubundan pek hoşlanmış gibi görünmüyordu.

Esin için aralarına bir sandalye çeken Altay, ona dayısı hakkında birkaç soru sorduğunda bir anda yaşı yirmilere yaklaşmış kişilerden oluşan arkadaş grubunun ilgi odağı Esin olmuştu. Onu eğlendirmek için Doruk'un aldığı nefesi bile övüyorlardı. Birisi Doruk'un formasının güzel olduğunu ama Esin'e daha çok yakıştığını söylediğinde Esin, ilgisini Altay'dan ayırıp esmer çocuğa çevirmişti. Kim Esin'i güldürmeye başlarsa Esin'in yeni favorisi o oluyordu. 

Bu durum Eren'i ve beni çok eğlendirirken Onur abi ve Alican'ı hiç eğlendirmiyordu. Özge abla ise attığı kahkahalarla ortamı şenlendiriyordu.

Kafede bu saatte o gruptan ve bizden başka kimse yoktu. Eren arkadaş grubunun siparişlerini hazırlarken ben işi gücü bırakmış ve televizyonun önüne bir sandalye çekmiş, ekrana Doruk'un geleceği anları iple çekiyordum.

Doruk ilk çeyrekte süre aldığı üç dakikada hiç şut denemesi yapmadı fakat biri Alex'e diğeri Oleg'e olmak üzere iki asist yaparak takımının öne geçmesine katkıda bulundu. Zalgiris'in yaş ortalaması Efes'inkinden çok daha yukarıdaydı. Doruk'un da dediği gibi, sahada tecrübelerini konuşturmaya başlamaları çok sürmedi. İkinci çeyrek, ilk çeyrekte geriye düşen Zalgiris'in oyunu tamamen değişti. Koçları takımını kısalttı ve buldukları isabetli şutların ardından Efes'in koçunu mola almak durumunda bıraktı.

Onur abi konu Efes maçları olduğunda babamla kel abi civarında bir taraftarlık düzeyine sahipti. Onun gibi ağırbaşlı imajı çizen bir adamdan böyle yerinde duramayan tepkiler görmeyi beklememiştim. Doruk'un kenarda durduğu süre boyunca her saniye onun oyuna girmesi gerektiğini söylüyordu. Bu nefes almak kadar bilinçsizce yaptığı bir eylemdi. Özge abla bana dönüp "Farkındaysan seviyor bizimkini," dediğinde gülmeye başladım. Bizimki ne güzel bir kelimeydi.

Lukas'ın isabet bulamayan şutundan sonra "Hay kaçıracağın şuta ya-" diye başlayan uzun saçlı çocuk tüm masadakiler tarafından "Şşh!" diye uyarılınca verdikleri reflekse bir kahkaha patlattım. Burada çocukların da olduğunun bilincindelerdi ve tavırları oldukça hoşuma gitmişti.

"Yenge," dedi içlerinden biri bana hitaben. "Seninkinin boyu kaç ya? Diğerlerinden kısa gibi sanki."

"1.87," dedim.

Özge abla da "Sensin kısa be," dedi.

Hepimiz gülmekten ölecektik.

İzlediğimiz maç, aramızda hızlı bir samimiyet kurulmasını sağlamıştı. Hepsi tatlı çocuklardı. En önemlisi de davranışları gerçekten saygı çerçevesindeydi. Aralarında goygoy döndürürken bile dozu ayarlıyorlardı. Bu kadar erkeğin bir araya gelip maç izlerken küfür etmemesi pek mümkün bir durum gibi görünmese de kendilerine hakim olmayı başarıyorlardı. 

Çemberin her köşesine çarpıp dışarı çıkan bir Dorukhan Falay şutundan sonra kafede Eren dahil herkes tarafından uğultular yükseldi. Esin elini başına götürüp "Üf," dedi ince sesiyle. "Ama siz çok bağırıyorsunuz."

Sanki önceden anlaşmış gibi hep bir ağızdan "Özür dileriz," dediklerinde Esin, onlara karşı pek de affedici olmadı.

"Feza abla," dedi yanıma gelerek. "Seninle izleyelim mi dayımı? Onlar çok düşük sesli değiller."

Yüksek sesle konuşuyorlar demiyordu da düşük sesli değiller diyordu. Bana iki saniye daha o gözlerle bakmaya devam etseydi dayanamayıp yanağını ısırırdım. "Gel bakalım," dedim onu dizime oturttuğumda. "Biliyor musun, benim favori basketbolcum senin dayın."

"Yaa..." dedi Esin. "Benim de öyle. Senin forman yok muydu? Keşke sen de giyseydin."

"Benim formam evde kalmış," dedim. "Burada çalışırken önlük giyiyorum üstüme."

Doruk bir serbest atış kaçırdığında Onur abinin "Of be oğlum," dediğini duydum ve babamın muhtemelen öfkeden köpürüyor olduğunu düşündüm.

Bacaksıza serbest atış çalışması gerektiğini bu sefer ilk fırsatta kendisi söyleyecekti.

"İlkini kaçırsa bile ikincisini hep atar," dedi Alican emin emin. Dayısını ezdiremezmiş gibi diğer çocuklara çevirdi yüzünü. "O çok iyi basketbolcudur ve PlayStation'ı da var."

"Ohaaa!"

"Aaaa!"

"Vayyy!"

"Gururumuz!"

Çok fazla gülüyordum. Abartılı nidaları aynı anda birbirlerine karışınca Esin yine "Üf," dedi. "Sesiniz çok kalın."

Eren dayanamayıp "Alın lan kahvelerinizi," dedi gençlere. "Getiremem tek tek masanıza. Benim çocuk sevmem lazım."

Ve artık Esin'in favorisi Eren'di. Onun kucağına gittiğinde Onur abiye döndü Eren, izin ister gibi. Onur abi gülümsediğinde ise eğilip Esin'i kucakladı ama Esin ona sarılmak yerine şaşkınlıkla Eren'in gözlerine baktı. "Adın ne?"

"Eren," dedi abim. "Sen de Esin'sin sanırım?"

"Eren," dedi Esin, ciddiyetle. "Kalemlerimizi defterlerimizde kullanmalıyız."

"Ne?"

"Kendimizi boyamamız doğru değil. Annemiz bize kızabilir."

Özge ablanın gülmekten gözünden yaş gelirken Eren'in attığı kahkaha öyle güçlüydü ki uzun zamandır hiç böyle gülüp gülmediğini merak ettim. Kollarına çevirdi bakışlarını. "Doğru ya," dedi. "Çok haklısın. Peki sence kötü mü olmuş kendimi boyamam?"

"Siyah siyah," dedi Esin, yüzünü buruşturarak. "Bence pembe olmalıydı. Ben pembe yapmıştım."

"Ne yapmıştın?"

"Kalp," dedi. "Seninkiler hiçbir şeye benzemiyor."

Alican'ı oturduğu yerden kaldıran bu hamle olmuştu. "Ben de bakabilir miyim?"

İkisi Eren'in dövmelerini dikkatle incelerlerken "Olamaz," dedi Onur abi. "Kızım dövmeli ve küpeli erkeklerden hoşlanıyor galiba."

"Abi senin kız bizden de hoşlanmıştı," dedi Altay keyifle.

Onur abi tam onlara bir cevap verecekti ki Alican sanki kocaman bir adammış gibi resmi bir ifadeyle "Nerede yaptılar?" diye sordu Eren'e. "Baba," dedi sonra. "Ben de istiyorum."

"Alican!" dedi Özge abla. "Erenciğim, Alican'a neden dövme yaptıramayacağını anlatıp onu ikna etmezsen başına geleceklerden korkmalısın ablacığım."

"İnatçıdır," dedi Onur abi. "Kolay gelsin Eren."

"İstiyorum," dedi Alican.

"İsteme," dedi Eren panikleyerek. Kendisi Taner dışında bir küçük kardeşe sahip olmadığı için çocuklarla benim geçtiğim şekilde rahatlıkla iletişime geçemezdi. Ben Furkan'dan dolayı her gün idman yapıyordum ama o, sadece içindeki çocuk sevgisi sebebiyle onları etrafına çekmeye çalışan bir adamdı. İstemeden başına bela almıştı.

"Ona pembe ve bana da mavi," dedi Alican. "Dayım mavi sever. Ben de mavi severim."

Dayısı sahaya girmeyi de çok severdi ama bir kez pas hatası yapıp topu rakibe kaptırmış sonra bir kez de blok yemiş, bu yüzden kenara alınmış ve ikinci periyodun sonu gelene dek yeniden oyuna alınmamıştı.

İstediklerini yapamayışından dolayı oldukça sinirli olduğu beden dilinden anlaşılıyordu. Çocuklar, Onur abi ve Özge ablaya yaranmak için övgü dolu cümleler kurmaya devam ediyorlardı ama Onur abi gerçeğin farkındaydı. "Merak etmeyin," dedi. "Ritmini yakalayamadı ama ikinci yarıda dönüşü muhteşem olacaktır."

Doruk, Zalgiris maçını 7 sayı, 4 asist ve 2 ribaundla tamamladı.

Yirmili sayılara alıştığımız için ilk bakışta performansı düşük gibi geliyordu göze ama aldığı on iki dakikalık süreye göre oldukça iyi bir şekilde takımına katkı sağlamayı başarmıştı.

Toplam iki üçlük atmış, bir de serbest atıştan sayı bulmuştu. Yalnız ne zaman turnikeye gitse bloklanmıştı. Zalgiris'in pota altı canavarı, ona orada nefes aldırmamıştı.

Yetenek ve tecrübenin birbirinden ayrıldığı nokta sanırım burasıydı. Doruk, Zalgiris'in deneyimli on sekiz numaralı oyuncusunu da durdurmayı bir türlü başaramamıştı. Belki savunmada daha etkili olabilseydi daha fazla süre alırdı ama ortada bir gerçek vardı. Ona her baktığımda gözümü hayranlık bürüdüğü doğru olsa da kabul etmem gerekiyordu ki o, Euroleague'in çaylaklarındandı. Çok çabalıyor, yeteneğini her fırsatta göstermeye çalışıyordu fakat böyle maçları da olacaktı. Her biri kendisine tecrübe olarak geri dönecekti. Her birinden ders çıkaracaktı.

Muhtemelen eve döner dönmez kendisini Sinan Erdem'e kilitleyip sabah akşam serbest atış çalışacaktı ve hocası ona savunmasını daha fazla geliştirmesi gerektiğine dair uzun bir konuşma yapacaktı.

Maçı dokuz sayı farkla kaybeden Efes, özellikle son çeyrekte oyuna asılmayı tamamen bırakmış gibiydi. Arka arkaya bulunan üçlük sekansı takımın moralini bozmuş, Zalgiris'in muazzam taraftarı ise iyice coşmuş ve ibre tamamen rakip takıma dönmüştü. Binlerce taraftarını arkasına alan Zalgiris, kendi evinde mekânın sahibinin onlar olduğunu ortaya koymak istercesine bir oyun sergilemişlerdi.

Anadolu Efes koçu, yaptığı açıklamada taraftarın desteğine ve atmosfere de değindi. Sinan Erdem'in de önümüzdeki haftalarda böyle dolu olmasını istediğini söylerken Play-off sürecine yaklaştıkça her maçın daha da önemli olduğundan bahsetti. Oyuncularını bireysel olarak eleştirmedi ama son çeyrekteki oyundan memnun olmadığını dile getirdi. Zalgiris'i tebrik edip kameraların önünden ayrıldığında bu akşam Doruk'u müthiş bir şekilde savunan oyuncuya çevrildi mikrofon.

İkisi arasında yaşananlar soruldu kendisine. Bir noktada Doruk, blok yedikten sonra gülerek ona dönmüştü. Bakışları daha ne yapayım, sen çok iyisin, der gibiydi. Bu sahnenin maç içinde tekrarı da verilmişti çünkü bu abisine hayranlık duyan küçük bir kardeş bakışı gibiydi. Tatlı bir andı.

"Dorukhan has a great energy," dedi o adam. "I believe we will hear his name a lot in the Euroleague. I think he will be very successful, as long as I am not against him." Son cümleyi gülerek kurmuştu.

(Dorukhan'ın ⛰️ harika 🤌🏻 bir 1️⃣ enerjisi 🔋var👏🏻 Euroleague'de ⛹🏻‍♂️ adını çokça duyacağımıza 👂🏻 inanıyorum 🫂 Bence o 👉🏻 çok başarılı 🎖️ olacak, karşısında ⚔️ ben 🤙🏻 olmadığım ❌ sürece 😎)

Doruk'un hayran olduğu adamlardan birisi, onun hakkında böyle güzel şeyler söylüyordu. Yine çok gurur duyuyordum, yine çok duygulanıyordum. Özge abla ve Onur abi de benimle aynı duyguları paylaşıyordu.

Alican da dövme yaptırmak istediği için ağlıyordu.

Esin yine "Üf," dedi. "Ben seni boyarım bu kadar istiyorsan."

"Olmaz," dedi Eren. Alican ağladıkça ne yapacağını bilemiyor, onu babasına geri vermeye çalışıyordu ama Onur abi oğlunu kabul etmiyor, ağlattığın gibi susturacaksın diyordu. Eren de çaresizlikten ağlamaya başlamak üzereydi.

Maç izlemeye diye gelen tayfa, Efes kaybetmesine rağmen önlerinde dönen kaotik ortamın seyircisi olmaktan gayet memnunlardı.

"Dövme yaptırırsan canın acır," dedim maç yayını sona erdiğinde Alican'a bakarak.

Alican sustu.

"Gerçekten mi?" dedi gözlerini kocaman açarak.

Eren onu korkutmamak için bu bilgiyi onunla paylaşmamış olmalıydı. "Çok acır," dedim. "Kalem gibi değil, iğneyle yapılıyor."

"Aağ?"

"Yaa..."

"Baba," dedi Alican. "Ben vazgeçtim."

Eren olduğu yerde donup kaldı.

Dakikalardır harcadığı çabaya üzülüyor ve sanırım benim evrenin en zeki insanı olduğumu falan düşünüyordu.

İki gün önce burada hayatımın en kötü gecesini geçirmiştim. Bugünse buraya yeniden dönmüş, en keyif aldığım gecelerden birine şahit olmuştum.

Üstelik yedi erkek müşteri de kazanmıştım. Bu çocuklar bu ortamı kolay kolay bırakmazlardı.

Acaba Efes'in maçlarını yayınlamaya başlamak Visal'e yepyeni bir sayfa açacak türden bir aktivite olabilir miydi?

Satışların hızla artışa geçeceğini düşündüm. Bildiğim kadarıyla civarımızda bunu yapan başka bir yer yoktu. Basketbol tayfayı buraya çekebilirdik. Belki sonra Fenerbahçe taraftarını da toplamaya başlardık. Ferdi'nin bu konuda çok yardımı olurdu bana.

Her gün olmasa da bazı önemli maç günlerinde böyle bir organizasyon düzenleme fikri çok hoşuma gitmişti.

Geriye Firuzan Hanım'la konuşmak kalıyordu. Umarım bu konuda Alican'ı dövme yapamayacağı konusunda ikna etmeye çalışan Eren'den daha başarılı olurdum.

🏀🧁🏀

Kendimizi bulma yolunda yerimizde sayarak devam ediyoruz ama sorgulamalar başladı. Bilirsiniz, çoğu zaman bu sizi bekleyen değişimin ilk adımıdır.

Nasılsınız? Nasıl gidiyor? Doruk'un ailesi tam kadro oturup onun maçını izledi. Önemli olan atılan sayılar değil. Efes kaybetmiş olsa da Doruk kazandı çünkü :')

Onur-Özge çifti, Esin ve Alican'la ilgili yorumlarınız neler?

Feza'nın bazı hislerine, bazı cümlelerine sarılanlar var biliyorum. En çok kendimden biliyorum. Umarım içinize azıcık da olsa umut kırıntıları uğruyordur Dört Çeyrek okurken. Denemekten, yanılmaktan, yürüdüğünüz yolu değiştirmekten, yeni yollar bulmaktan veya üzerinde severek yürüdüğünüz yola zorluklarla karşılaşıyor olsanız da sıkı sıkı tutunmaktan vazgeçmeyin. Kalem bizim elimizde. Kendi rotamızı kendimiz çizeceğiz. Belki genciz, belki yaşımız küçük ama hayat bizim, karar bizim. Gerekli yerlere gereken mesajların ulaştığına inanmak istiyorum. Paylaştığınız her bir dert, içinizi döktüğünüz satırlarınız, attığınız mesajlar benim için çok kıymetli. Bunu bilin. Sizi gördüğümü, sizi desteklediğimi, sizi çok sevdiğimi bilin. Her şey gönlünüzce olsun.

Tekrar görüşünceye dek kendinize çok iyi bakın. Bölümler uzadığı için düzenimiz hakkında net bir şeyler söyleyemiyorum. Beni sosyal medya hesaplarımdan takip ederek güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

#DörtÇeyrek etiketinin altında sizi bekliyor olacağım.

Teşekkürler ve tatlı günler!

🏀

Instagram, twitter:
azraizguner

Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Bölüm çok çok güzeldi. Ayrıca Onur ve Özge’ye BA-YIL-DIM😍😍 Onları daha sık okuyalım lütfennn❤️

    YanıtlaSil
  2. Yine çok güzel bir bölümdü emeğine sağlık ❤

    YanıtlaSil
  3. Hmmmmm ben bu bölümü beğendimmmmm

    YanıtlaSil
  4. Mükemmel bir bölümdü. Elinize emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  5. Müthiş bir bölümdü doruk bu evrelerden geçtiği için sakın kalması harika ilerde böyle ufak atışmalarla çok güzel bir çift olacaklar

    YanıtlaSil
  6. Çeviri yakıyor cölekxşrmdşmx

    YanıtlaSil
  7. Azra abla yazdıgın her karaktere istisnasız aşık oluyorum teşekkürler ve iyi günler

    YanıtlaSil
  8. Aa bolum adı analizin 15 iyle aynı bi anlamı var mıı

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ohaaa kesin bilerek yapmıştır ben bunun tesadüf olduğunu düşünmüyorum

      Sil
  9. Doruk'un Feza'yı bu kadar iyi anlaması çok tatlıydı. İkisinin beraber olgunlaşacağını okumak için o kadar sabırsızlanıyorum kii. Emeğine sağlık.

    YanıtlaSil
  10. Feza ya yaralarımı saracak bu kitap. Senin kalemine analizle başladım ama sonra DÇ okudum ve daha çok okumak istedim demek ki buna ihtiyacım varmış. Ben analizdeki ekibe ihtiyacım var sanırken önce kendime ihtiyacım varmış

    YanıtlaSil
  11. Çok güzel bölümdüüü

    YanıtlaSil
  12. ÇEVİRİ DE PATLADIM ĞWPWLSMEÖNWKSŞAŞÖMÖSNSLLWŞWMSMDNRLSMNSDKLDLSLSÖSMDKDL

    YanıtlaSil
  13. naz olmadan bir bölüm geçirdik... Ama bölüm tabikiside mükemmeldii (bir sonraki bölğmde eren naz dinamiği olsun lütfenn)

    YanıtlaSil
  14. Firuzan hanım yine Fezanın bir teklifini daha visalin ruhuna uymaz diye reddetmeye geliyor

    YanıtlaSil
  15. Eren'in fikri çok güzel biz Feyza'nın Yerini açalım

    YanıtlaSil
  16. Bölüm mükemmeldi iki kelimeyle

    YanıtlaSil
  17. Feyza harekete geçmeyi düşündüğü zaman pastacılık kursuna gideceğini düşünüyorumm

    YanıtlaSil
  18. kır o kabuğunu Feyza

    YanıtlaSil
  19. Yeni bölüm kesinlikle hemen gelmeli

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"