31. "Deneme Kabini"

 

Bölüm Şarkıları:
Zaaf, Gözlerinden Gökyüzüne
Rafat Hasanlı, Eserdin Tenimde
Kaset, Sevmek Güzel

•🧁•

Dün gece çok keyifli bir gece geçirmiş olsam da bugün sabah kalktığımda canım Visal'e gitmek istememişti. Göz kapaklarım yarı aralıkken Eren'e mesaj attım. O da zaten Naz'ın geleceğini, istediğim kadar tatil yapabileceğimi ve dükkâna yeni eleman aramak gibi bir düşüncesinin olduğuna dair ses kaydıyla cevap vermişti.

Mesajını bir emojiyle yanıtladıktan sonra yine uyumuştum. Kalktığımdaysa yaptığım şey doğruca hazırlanmak olmuştu. Annem nereye gittiğimi sorgulamaya başlayacağı için ona direkt planımı söyledim. Durağım, Doruk'un eviydi.

Apartman ziline uzanacakken kapının aralık olduğunu görmüş, asansörün düğmesine zaten bulunduğum kata iniyor olmasına rağmen defalarca kez basmıştım. Kısacık sürede bile içimde bu kadar özlem birikmesine şaşırıyordum. Üstelik onu dün telefonda konuşurken istemeden kırmış olabilirdim, bunu bir an önce telafi etmek istiyordum.

Kapısına vardığımda heyecanım yüzünden parmak uçlarımda yükselip alçaldım. Zilini çalarken yerimde durmakta zorlanıyordum. Uyuyorsa ve onu uyandırırsam çok üzülürdüm.

Vazgeçtim, üzülmezdim.

Çünkü Doruk kapıyı açtığında uykudan yeni kalktığı her halinden belliydi ama onun bu sersemlik hali dünyanın en tatlı şeyiydi.

Son zamanlarda iyice uzayan saçları dalgalar halinde sağa sola dağılmıştı. Üstünde yine hiçbir şey yoktu. Yalnızca eşofmanlaydı. Bu sefer evini bastığım andaki gibi çok sinirli olmadığım için onu izlemeye biraz zaman ayırmış olabilirdim. Karnındaki kaslar günden güne daha fazla belirginleşiyor gibilerdi. Sanki omuzları da giderek büyüyordu. Bana kalırsa Doruk'un boyu uzuyor bile olabilirdi. Kapıda dikilirken karşısında kendimi her zamanki gibi küçücük hissetmiştim.

Gözlerini ovuşturması sona erdiğinde "Feza?" dedi şaşkınlıkla.

Kollarımı açıp boynuna atladım. Ayakkabılarım evinin zeminine değmesin diye eşiğin dışındaydım. Bu yüzden ona uzanmak için fazla bir çaba sarf etmiştim. Belimi sıkıca tutmasaydı içeriye doğru düşmüş olurdum.

"Günaydın," dedim saat 12.15'i gösteriyor olmasına rağmen. Onun uyku düzenini belirleyen maç takvimiydi. Uçaktan iner inmez kendini yatağa attığını düşünüyordum. "Seni çok özledim." Burnumu boynuna yaslayıp kokusunu içime çekerken o hâlâ ayılmış değildi. Avucumu karnına vurdum. "Ayrıca kapıyı böyle açmayı bırakmalısın. Çok uygunsuz. Ya bir anda komşu kızı gelip senden tuz isterse?"

"Hı?" diye sordu başını saçlarımın arasına gömerken. Ona sarılmayı bırakmadan ayakkabılarımı çıkarmayı başardım. Böylece evin içine bir adım atıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirmeyi başarabildim. Kolları etrafıma daha sıkı dolandı. "Günaydın."

"Kaç saattir uyuyordun?"

"Dört galiba," dedi özlemle. "Buz gibisin. Çok mu üşüdün?"

"Şimdi ısındım," dedim başımı göğsüne bir kedi gibi sürterek. Bilerek ona sırnaşıyordum çünkü dün ona karşı biraz kaba davranmıştım ve bunun pişmanlığı bu sabah daha çok vurmuştu bana.

"Gel," dedi boğuk bir sesle. Elini belime yerleştirerek beni içeriye yönlendirirken kapıyı arkamdan kapattı. Beni gördüğü andan beri gülümsüyor olması onu mümkünmüş gibi daha çok sevmeme yol açıyordu. "İyice ısınalım."

Aklıma gelenler yüzünden çok utanıp konuyu değiştirmek amacıyla "Cevap vermedin," dedim. "Komşu kızı senden tuz isterse kapıyı böyle mi açacaksın?"

"Uyuyordum Feza," dedi kendini açıklamak isteyerek. "Doğrudan daire kapısı çalınca giyinecek vaktim olmadı."

"Komşu kızı da gelirse doğrudan daire kapısını çalacak? Aşağı inip dur ben bir Doruk'un ziline basıp apartmana öyle gireyim demeyecek. Düşün bunu."

"Açarım kapıyı. Tuz veririm. Gider. Ne yapacağım başka?"

"Diyelim ki pardon yakışıklı, bekâr mısın dedi sana?"

"Yuh," dedi Doruk. "Öyle dan dun bir kız mıymış gelen?"

"Fark eder mi? Yarı çıplaksın."

"Bu tuz marketten, bu adam Feza'dan deyip kapıyı kapatırım. Tamam mıdır?"

Gülmeye başladım. "Tamamdır." İlk anki gerginliğim azaldığı için ve ortamı da yumuşattığımı düşündüğüm için salona girdiğimizde doğrudan yanına oturdum ve yüzümü ona çevirdim. "Bana kızgın mısın?"

"Şirinlik yaparak o ihtimali ortadan kaldırdığını anlamadım sanki."

"Eskiden olsa anlamazdın."

"Heh, lafını da sok tabii. Hani mesele benim sana kızgın olup olmamamdı?"

Başımı omzuma doğru eğdim. "Kızmasana bana."

"Tamam," dediğinde bir süre öylece kaldı. Ben ona baktım, o bana baktı ve ardından omzumdan tutup beni kendine çekerek kollarını etrafıma sımsıkı sardı. Onun vücudundan yayılan sıcaklık dışarıda ne kadar üşüdüğümü anında unutturdu bana. "Seni ne kadar özlediğim hakkında hiç fikrin yok."

"Anlatırsan olur," dedim.

"Sana kızdım bu arada," diye karşılık verdi bana sarılmaya devam ederken. "Beni yanlış anlamak konusunda çok ısrarcıydın. Alttan almasaydım kavga edecektik, farkında mısın?"

Başımı aşağı yukarı sallarken işler bu hale geldiği için çok üzgündüm. Hayatım son zamanlarda tepetaklaktı ve ben iyi giden tek şeyi az daha kendimden uzaklaştıracaktım. "İyi ki aldın o zaman," dedim dudaklarımı aniden göğsüne bastırarak. Doruk, nefes almayı bıraktığında bu olayı da geride bırakacağımızdan emindim. "Yardım etmeye çalışıyordun, farkındaydım ama o an kendimi çok iyi hissetmiyordum, sana patladım."

Kolunu omzumdan çekip parmaklarını çeneme sardığında bakışları dudaklarımla gözlerim arasında gidip geldi. "Dinledin mi diye sor bakalım," dediğinde güldüm. Onu etkilemiştim. Aynı derecede ondan etkilendiğimi de inkâr etmeyecektim. On dokuz yaşında bu şekilde görünen biri beş altı sene sonra nasıl görünürdü acaba? "Öpücükten sonrası bende yok," dedi. "Tekrarlamanı rica edeceğim."

"Öpücüğü mü?"

"Fezaaa..."

Kıkırdayarak ondan biraz uzaklaştım. "Tamam, nefes alabilirsin."

"İki günde ne olmuş böyle sana?" diye sordu gözlerine o karanlık ifade çökerken. "Sanki biraz özlemişsin beni."

"Sana sesimi yükselttiğim için çok üzüldüm." Dile getirirken bile gözüm dolacaktı az daha. İçime dert olmuştu. "Özür dilerim."

"Sana söyledim," dedi. "Önemli değil. Kolay zamanlardan geçmiyorsun. Bugün Visal'e gitmemiş olmanda biraz olsun payım var mı peki?"

"Orada kendimi eskisi gibi hissedemiyorum." Bu büyük, çok büyük bir problemdi. "Ama dün akşam çok eğlendik seni izlerken. Yeniden kendimi oraya ait hissettiğim bir andı. Belki de böyle anlar çoğalacaktır. Her şey aynı akışta ilerledikçe zamanla düzelecektir. Olamaz mı?"

"Kendi söylediğine kendin inanmadan konuşuyorsun ama benden seni onaylamamı bekliyorsun öyle mi?" Başını iki yana salladığında birden aklına bir şey gelmiş gibi durdu. "Ben üstüme bir tişört geçireyim, sonra da kahvaltı yaparız. Sen yapmışsındır ama belki bana eşlik etmek istersin."

Ayağa kalkacakken kolundan tutarak durdurdum onu. "Ne oldu?"

Aklına gelen şeyi öğrenmem gerekiyordu çünkü bir saniyeliğine yüzüne tereddüt ifadesi uğramıştı. Söyleyip söylememek arasında kaldığı belli olan meseleyi açmasını istiyordum. "Altay kim?" diye sordu lafı hiç dolandırmadan. Yönünü bana çevirmiş, gözlerini gözlerime dikmişti.

Duymayı beklediğim şey bu olmadığı için bir afallama yaşadığımda kaşları hafifçe çatıldı. Doruk nasıl ki beni anlatırken hiçbir detayı atlamıyorsa Onur abi de aynı şekilde Visal'deki her şeyi ona anlatmış olmalıydı. "Dün senin maçını açtım kafede," dedim. "O da arkadaşlarını çağırabilir mi diye sordu izlemek için. Bu arada Esin ve Alican'la da tanıştım. Esin Eren'in dövmeleri için-"

"Sana basketboldan anlar mısın diye sormuş."

Kaş çatma sırası bana geçmişti. "Yani?"

"Onur abi söylememiş olsa benim için izlediğini söyleyecek miydin?"

"Ne?"

"Sevgilin olduğumu öğrenmesi için Onur abinin araya girmesi mi gerekiyordu?"

"Evet," dedim gözlerimi devirerek. "Onur abi orada olmasa çocukla flörtleşecektim. Tüh ya, bunu anlamaman gerekirdi."

"Abim onun senden hoşlanmış olabileceğini düşündüğünü söyledi."

"Abin sana kustuğumu da söyledi mi?" Sesim yine yükselir gibi olunca hemen dizginledim kendimi. Dün pişman olduğum hatayı bugün tekrar yapmayacaktım ama sinirlendiriyordu beni. "Ortada böyle bir durum varken sorgulamak istediğin şey bu mu?"

Yüzü gerilirken "Feza," dedi. "Sen benden ne istiyorsun?"

"Ne diyorsun Doruk ya?"

"Sana oraya gitmeni doğru bulmadığımı olabilecek en kibar dille ifade ettim ve bana demediğini bırakmadın. Şimdi kusma meselesini ben açsam, kendi içine kapanıp yine beni kapı dışarı edeceksin. Endişeden delirmediğimi falan mı sanıyorsun? Zarar gördüğünü bildiğim bir yere sırf kararlarına saygı duymaya çalıştığımdan dolayı gitmene göz yumdum. Başka ne yapmamı istiyorsun benden? Söyle yapayım."

Ellerimi yüzüme kapatıp başımı öne eğdim. Kafamın içinde bir fırtına esiyor, rüzgâr içimi üşütüyordu. "Çok sık tartışmaya başladık." Söylediklerim, kalbimi kırdı. "Bu işte yeniyiz ama şimdiden böyleyiz. Buna bir çözüm bulmamız gerekiyor."

Beni bırakacağından korkuyordum.

Kendimi fazlasıyla kaybolmuş hissettiğim su götürmez bir gerçekti ama Doruk benden sıkılırsa işte o zaman kuyunun en dibini görürmüşüm gibi hissediyordum.

"Sıkıyor muyum seni bu aralar?" diye sordum yüzüne kaçamak bir bakış atarak. "Ben son zamanlarda kendimden çok sıkıldım da çünkü."

"Senden sıkılmıyorum," dedi net bir şekilde. "Beni karmaşandan uzak tutmaya çalışıyorsun, bense o karmaşanın tam ortasında olmak istiyorum. Bana izin vermeyişinden sıkılıyorum ama sorun değil güzelim, konu sen olduğun sürece ben inatçı biri olacağım."

"Doruk..." Aldığım derin nefes bir iç çekiş gibiydi. "Yarın ne yapacağını bilmiyor olmak çok zor bir şeymiş."

Dudaklarımdan dökülen itiraf, derinlerinde bir yere dokundu. Bunu gözlerinden okuyabiliyordum. Benim için anlamı Visal'e gidip gitmeyeceğimi bilmemekti ama sanırım onun için bambaşka şeyler demekti. Yine de bir şekilde empati kurmayı başarıyordu.

"Neden biraz kendine değer vermeyi denemiyorsun?" diye sorduğunda kanımın çekildiğini hissettim. "Feza, dillendirmek beni öfkeden delirttiği için ve seni tetiklememek için bundan uzak durmaya çalışıyorum ama ikimize ağır gelecek olsa da söylemem gerekiyor. Tacize uğradın. Tacize uğradığın kafede çalışmaya devam etme kararı aldın. O sapığın işlettiği mekândan vazgeçemiyorsun. Sen hayatının belki de en büyük travmasını yaşadın ve en büyük derdin yarın Visal'e gidip gitmeyeceğin. Neden böyle yaptığını anlayamıyorum. Neden kendini bu kadar görmezden geliyorsun?"

"Sana bunu nasıl açıklayabileceğimi bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Yerimde olmayan biri beni nasıl anlar bilmiyorum. Kendimi anlayabildiğimden de şüpheliyim ama bir şeyleri düzeltmeye çalışıyorum. Doruk, çok korktum ben. Gördün halimi. Ertesi gün Naz geldi bizim eve, kapı zili çalınca Taner geldi sandım bir anlığına. Bir gün daha odamda kalsaydım belki de bir daha oradan çıkmak istemeyecektim, ne dediğimi anlıyor musun? Evden uzaklaşabilmek bile büyük bir şeydi ve ben bunu başardım. Visal'e döndüm, kötü başlayan bir gün geçirdim ama o gece yeniden gülümsemeyi başarabildim. Delirirdim bunu yapmasam. Paranoyalarım başlardı, sokağa çıkmaktan korkardım, belki de beni döndüremeyeceğin bir depresyona girerdim. Akla mantığa sığdıramayışını haksız bulmuyorum ben senin, annemlerin de öyle ama durum bu işte. Evet, hayatımın en büyük travmasını yaşadım ama üzerine gitmeye çalıştım. O köşeyle yüzleştim, dağılan kafeyi yine ben topladım. Sandım ki kendimi de toparlamaya oradan başlayabilirdim. Başka ne yapabileceğimi bilmiyorum ki."

"Bak bana," dediğinde sesi şefkatle sarmalanmıştı. "Ben seninle gurur duyuyorum." Bunu duymak iyi hissettirdi. Bunu duymak bana kendimi güvende hissettirdi. "Çok gurur duyuyorum ama oradan daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Seni mutlu ettiğine hâlâ inanıyorsan, ki bence inanmıyorsun, ama inanıyorsan bildiğini oku. Sadece merak ediyorum, daha önce hiç bir şeyden vazgeçtin mi? İnsan bu aşamaya gelene kadar bağlandığı şey her neyse onsuz yapamayacağını sanıyor. Ben hep vazgeçilen olduğum için bir şeylerden vazgeçmeyi sana göre daha kolay öğrenmişimdir belki. Belki sen dokunduğun her şeye tüm kalbinle bağlanıyor olduğundan bu kadar zordur bunu yapmak senin için. Oysa omzundan kaç ton yük kalkacağını sana gösterebilseydim çok şaşırırdın. Senin bir uzvun saydığın, belki de sadece ayak bağındır. Ondan ayrılmadan bilemezsin."

Ondan demesi, kendisini bağdaştırdığı cümlelerin öznesinin bir kişi olduğunu düşündürdü bana. Benim için bir mekândı, onun için bir insandı. Yine de bizi ortak noktaya getirebilecek şekilde bunu açıklamıştı. Bana mı öyle geliyordu bilmiyordum ama Doruk son zamanlarda kendini ifade etmek konusunda çok daha açık ve net gibiydi. Belki de bunu benim ihtiyacım doğrultusunda yapıyordu.

"Öyle işte," dediğimde tutunacak başka cümleler, karşılık verebileceğim başka düşünceler aradım içimde ama uzanıp da yakalayamadım onları. Buna rağmen anlaşıldığımı hissettim. Yavaşça yanımdan kalkıp üstünü giyinmeye gideceğini söylediğinde bana biraz zaman tanıyacağını anladım. Eğilip başımın üzerine dudaklarını bastırırken desteği etrafımı somut bir çember gibi sarıyordu.

Sonrasında başka şeylerden bahsederek kahvaltı yaptık. Ben oynadığı maç hakkında birkaç şey sordum, o Onur abi ve Özge ablanın ilişkilerini ve Alican'la Esin'in bana komik gelen diyaloglarını anlatmamı ilgiyle dinledi. Dağılmak üzereyken birbirimizi durdurup toparlanma aşamasına hızla geçmemizden hoşlandım. En azından birimiz saman aleviyken öbürümüz yangın tüpü olabiliyorduk. Aksi halde durumumuz vahim olurdu.

"Bak ne diyeceğim," dedi yarım ekmeğinden son kalan lokmasını ağzına atarken. "Momo Litvanya'dayken hepimizi önümüzdeki hafta yapacakları yıl dönümü kutlamasına davet etti. Maria yenge özellikle seni de çağırmasını istemiş."

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken elimi kendime doğru çevirdim. "Beni mi?"

"Havaalanında tanıştığınız gün seni çok sevmiş, bir süre hep senden bahsetmiş. Momo'nun da aklı yediği gün batımı muffinde kalmış. Verecekleri davet için sipariş alıp almayacağını sordu bana gülerek. Ben de yapabileceğini düşündüğümü söyleyince sana danışıp ona dönüş yapmamı istedi."

Arka arkaya öğrendiğim haberler bombardımanında hangi parçaya takılıp kalacağımı şaşırmış durumdaydım. "Yıl dönümleri mi?"

"Evet," dedi Doruk. "Her sene kendi evlerinde davet veriyorlarmış. Ecnebi adetleri falan filan işte."

Attığım kahkaha onun da gülmeye başlamasına sebep oldu fakat sonra yaşadığım farkındalıkla duruldum. "Sipariş mi verdiler cidden?"

"Gece için olabilecek en güzel aperitif bence. Mateo abi iyi düşünmüş."

Kalbim heyecanla gümbürdemeye başlamıştı ama bir yandan da Doruk bunu ben kendimi iyi hissedeyim diye mi uyduruyordu merak ediyordum. "Gerçekten böyle bir şey yaşandı mı?" diye sorgularken buldum kendimi. "O mu sana sordu yoksa sen mi laf arasında tatlı işini Feza halledebilir dedin? Bak doğruyu söyle."

"Gerçekten o sordu bebeğim." Yalan söylediğine dair bir belirti yoktu yüzünde. "İstersen numaranı ona iletirim, seni arayıp kendisi konuşur."

"Kaç tane mesela? Ne zamana hazır olması gerekiyor? Bir ara Visal'e uğrayıp kutuları alsam iyi olur. Gerçi oranın mutfağında mı yaparım bilmiyorum. Belki malzemeleri alıp evde kafam rahatken denerim. Çok miktarda yapacaksam ölçekleri ilk seferde tutturamayabilirim. Birkaç part şeklinde hazırlayıp tepsilerim belki. Fırında pişirmesi biraz sürer ama son geceden yaparsam çok taze kalır. Zamanını ayarlamak lazım."

Doruk'un gözleri yüzümün her köşesinde dolaştıktan sonra dudaklarımda durdu. Ardından sandalyesinde arkasına yaslanıp hiçbir şey söylemeden, gamzeleri görünecek şekilde gülümseyerek bana baktı. "Doğru," dediğinde ne dediğini biliyor muydu emin olamadım. "Çok haklısın."

"Değil mi?"

"Kesinlikle." Masanın üzerindeki parmaklarım küçük bir ritimle örtüye vurmaya başlamıştı. Uzanıp elimi tuttuğunda kelimelerimi yutup ellerimize baktım. "Benimle gelir misin?" diye sordu, baş parmağı elimin üstünde yavaşça dolaşırken. "Takımla da resmi olarak tanışmış olursun. Herkes seni deli gibi merak ediyor."

"Gerçekten mi?"

"Her söylediğime böyle tatlı şaşıracaksan işimiz var yalnız."

Muffinlerin harcı için ne kadar havuç, ne kadar portakal lazım olur diye düşünmekle meşgul olduğum için ne söylediğini tam anlayamadım. "Ne işimiz var?"

Dudaklarına tehlikeli denilebilecek türden bir sırıtma yerleşti. "Ne işimiz olsun istersin?"

Kaşlarımı çatıp sertçe ona baktım ama konuşurken sitemli sesim birkaç ton kadar incelmişti. "Ne işimiz olsun isteyeceğim Doruk ya?"

"Ben de sana soruyorum."

"Konuşma."

"Tamam." Gerçekten sustuğunda içimde yükselen panik yüzünden huzursuz hissettim. Onun takım arkadaşlarını sahanın en önünden izlemişliğim vardı. Bir defasında da havaalanında hepsinin gözünün önünde sarılmıştık ama Lukas dışındakilerle birebir bir tanışıklığım olmamıştı. Şimdi böyle bir davete katılıp onlarla aynı ortama girme fikri beni birden çok germişti. Bin tane düşüncenin arasından ilk tuttuğumu çekip çıkarttım. "Doruk ben ne giyeceğim?"

Gözleri parladığında teklifini kabul etmiş olmama sevindiğini anladım. Bu çocuğun hâlâ anlamamakta ısrar ettiği şeyler vardı. İmzasına çağırmıştı, gitmiştim. Maçlarına çağırıyordu, gidiyordum. Bir davete çağırmıştı, yine gidecektim. Zamanlar ve mekânlar değişebilirdi ama bu değişmeyecekti.

"Bugün için herhangi bir planın var mı?" diye sordu benim sorduğum sorudan son derece bağımsız olarak.

"Hayır," dediğimde ise çok geçmeden ne düşündüğünü anladım.

"Artık var."

"Hayır."

"İkimize de bir şeyler bakarız," dedi. "Zaten ne zamandır kendime birkaç gömlek almak istiyordum ama üşendiğim için denemeye gitmiyordum. Alışveriş merkezine geçip biraz dolaşırız olur mu? Uyar mı sana?"

Son zamanlardaki ekonomik durumum gözlerimin önümden bir film şeridi gibi geçti. "Ama..."

"İşlerimizi hallettikten sonra Fırat'ı aramaya ne dersin? Oturup bir kahve içeriz. Yüz yüze konuşmayı çok istiyorum. Bir gelişme oldu mu altyapıyla alakalı?"

"Doruk-"

"Ferda da gelsin, boş mudur?"

"Konuşmama izin vermiyorsun ki."

"Ne diyeceğini çok iyi bildiğim için olabilir mi?" Elimi biraz daha sıkı tuttuğunda gözlerini tavana doğru çevirip sesini inceltti. "Ama Doruuuk, gerek yok böyle şeylere. Zahmet edeceksin. Ben giyecek bir şeyler bulurum. Yine de sana bakmak için gidebiliriz istersen. Gerçekten, masraf yapmana gerek yok. Bunu asla kabul edemem."

Elimi elinden kurtarıp koluna sertçe vurduğumda tahmin ettiğimden daha ayarsız bir vuruş oldu bu. "Ben öyle mi konuşuyorum?"

Kolunu sanki canını çok acıtmışım gibi kendine çekmiş, karşımdaki sandalyede katıla katıla gülüyordu. "Evet."

"Çok kötüsün."

"Çok güzelsin."

Bunu ondan ilk defa duyuyormuşçasına donup kaldığımda "Hadi," dedi gülümseyerek. "Ben burayı toparlayayım, sen de sizinkilere haber ver sonra çıkalım. Bu arada dönüşte gerekli malzemeleri halledersek dolaba atarım, muffinleri burada yapabiliriz. Yani, sen yaparsın ben de seni izlerim."

"Sizinkilere haber ver derken, Fırat'a mı yazayım? İşimiz bitince direkt ararım diye düşünmüştüm."

"Babanlardan bahsediyorum," dedi. "Bütün gün benimle olacağını onlara söyle. İstersen akşam da seni eve bırakırken Momo'nun vereceği küçük çaplı partiye katılabilmen için ben izin alırım ondan. Biraz geç bitebilir, sorun olur mu?"

Her şeyi boş verip onun bu durumuyla eğlendim. Bu kez benim taklidimi yapmıyordu ama konu Feyyaz Falez olduğunda Doruk tıpkı benim gibi içine sığmayan bir heyecan ve panikle konuşuyordu.


🧁


"Böyle yerlerde nasıl giyinilir bilmiyorum," dedim benim için seçtiği birkaç elbise Doruk'un kolunun üzerinden sarkarken. İki elimle önünde durduğum reyondaki elbiselere tek tek bakıyor, birer salise arayla elediğimi sağa doğru kaydırarak devam ediyordum. O da bir adım gerimde sessizce dikiliyordu. "Erkek olmak ne kolay. Giy bir pantolon, giy bir gömlek, tak bir kravat. Bitti gitti."

"Kravat da mı takmam lazım?" diye sordu yüzünü buruşturarak. "Sadece evlendikleri günü kutluyorlar, yeni evlenmiyorlar sonuçta. Gerek yok bence."

"Lafın gelişi." Fazla parlak kırmızı bir elbiseyi nasıl göründüğüne hiç bakmadan kenara doğru ittim ve diğerlerini incelemeye devam ettim. "Bu arada neden evlendikleri günü kutluyor olmalarını yargılar gibi söyledin? Sence yıl dönümleri önemsiz midir?"

Elbiseleri itip kakmayı bırakıp başımı ona doğru çevirmiştim, o da zaten dikkatle bana bakıyordu. "Hayır," dedi. "Sadece yabancıların partilemek için bahane aradığını düşünüyorum. Yıl dönümlerinin kutlanması değil olay, bu kadar kalabalık kutlanması. Seninle ben birkaç sene önce evlendik diye niye Aras evimize gelip beleşe yesin içsin ki? Zıkkım içsin pezevenk."

Bugün beni çok güldürüyordu. Bakış açısını genel olarak kavramıştım ama özellikle verdiği örnek çok komik gelmişti. Herkesin gelmesine tamamdı da bir tek Aras'ın beleşe yemek yiyecek olması problemdi sanki onun için. "Aranızda ne var sizin?" diye sordum severek çıkarttığım bir elbiseyi etiket fiyatı yüzünden geri askıya asarken.

Doruk, astığım elbiseyi alıp kolundaki yığına ekledi. "Spesifik bir mevzu değil. Birbirimizden hoşlanmayız."

"Ama neden?"

"O benim onu kıskandığımı düşünüyor. Ben de onun yürüyen bir torpil olduğunu düşünüyorum. Şu mavi olanı bir çıkarsana, rengi çok güzelmiş."

Bahsettiği elbiseyi tutup çıkarttığında birkaç parça kumaş, askıdan sallanır haldeydi. Boyundan bağlamalı bu elbisenin sağdan soldan, sırttan, karından, göğüsten, her yerden dekoltesi vardı. Birisinin üzerinde nasıl görüneceğini hayal edemedim kafamda, çok fazla kumaş eksikti.

"He," dedi Doruk. "Bu bikiniymiş. Araya karışmış herhalde. Koy geri."

Komik olan, Doruk'un gerçekten elbiseyi bikini sanmasıydı. " Bu kumaştan bikini mi olur deli?" diye sordum. "Fazla iddialı olsa da bir elbise bu."

"Defolu o zaman," dedi aynı ciddiyetle. "Dikmeyi unutmuşlar."

"Mağara mağara konuşma." Öfkeli değildim, saflığı beni çok eğlendiriyordu. "Taşıyabilene çok yakışır ama evet, bence de koyayım yerine. Bana gelmez böylesi."

"Deneyeceksen dene," dediğinde bir muziplik vardı sesinde. "Tam aklımda canlandıramadım da, görmüş olurdum."

"Çok beğenip almak istersem?"

"Evimde gün batımı muffin hazırlarken elbiseyle dolaşmana gerek yok," dedi. "Kendi evin gibi rahat takılabilirsin."

Davete o şekilde gitmekten bahsettiğimi anlamamış gibi yapıyordu. "Tercih edeceğim bir elbise değil," dedim. "Ama etseydim ve o şekilde gitmek isteseydim sen de ağzını açıp tek kelime etmezdin, değil mi Doruk?"

Annemden kaptığım yılların tonlaması, sıkıyorsa soruma başka bir cevap ver anlamına geliyordu. Mesajı alacağını umdum.

"Kıskanç biri olduğumu biliyorsun," dediğinde hayal kırıklığıyla ona baktım. Yaptığı ters köşe ise çatık kaşlarımın anında düzelmesine yol açtı. "Ama bu kıskançlıklar sana kendini kısıtlanmış gibi hissettirirse duracağım yeri bilmem gerekir. Sana bir şeyi giyemeyeceğini söyleme yetkisine sahip kişi ben değilim. Neden biliyor musun? Ablam duyarsa kafamı kopartır. Ben onun tarafından kibar bir beyefendi olarak yetiştirildim. Ayaklı bir saygı timsaliyim. Evet, aynen öyleyim."

Son kısmı o kadar inanmayarak söylemişti ki tek yapabildiğim kıkırdamaktı. "Pabucumun saygı timsali seni."

"Aaa, teessüf ederim. Niye öyle dedin ki şimdi?"

Deneme kabinlerinin olduğu kısma doğru ilerlerken kabinlerin önünde kız arkadaşlarını bekleyen erkekleri görmek, kendi kendime gülümsememe yol açtı. Az sonra birisi beni de böyle bekleyecekti.

Heyecanla içeriye girip bana uzattığı askıları kucakladım. Kapıyı yüzüne kapattığımda Doruk "Yardım lazım olursa söyle," dedi. Sırıttığını bilmem için yüzüne bakmama gerek yoktu. Aynadaki yansımama baktığımdaysa mutlu birini gördüm. Gözlerinin içi gülen, atlattıklarına rağmen yoluna devam etmeye çalışan, tuttuğu el tarafından hayatı güzelleştirilen birini. İçim sıcacık olurken belime oturan fakat göğüs kupu bana hiç uymadığı için üst kısmı bol gelen elbise yüzünden anında moralim bozuldu. "Ben vazgeçtim," diye seslendim elbiseyi üzerimden sıyırıp fırlatmak istercesine hızla çıkararak.

Doruk'un adımlarının kapıya yaklaştığını hissettim. "Ne oldu?" diye sorduğunda "Olmadı," dedim. "Bol oldu yeşil olan."

"Bir küçüğünü getireyim mi?" diye sordu ama elimdeki zaten en küçüğüydü.

"Hayır." Pantolonumu yukarı çekeleyip üstümü düzelttikten sonra kabinin kapısını açtım. "Olmayacak bunlar, ben evden ayarlarım. Hadi gidelim."

Doruk hayretler içerisindeydi. "Sekizini on sekiz saniye içinde denedin mi yani?"

"Birini denedim ve olmadı," dedim. Moral seviyem yerin dibine inmişti çünkü neye hevesle elimi uzatsam onu kendime yakıştıramamaktan bıkmıştım. "Diğerlerini denememe gerek yok o yüzden."

Beni omuzlarımdan tutup kabinin içine geri soktuğunda şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Hayatımda daha saçma bir felsefe duymamıştım."

"Hepsi çok güzel," dedim rengarenk duran elbiselere bakarak. Bir tane bile siyah ya da koyu tonlarda olanı yoktu aralarında. Doruk'un seçtiği her renk benim gökkuşağımdandı. "Ama bana olacaklarını sanmıyorum."

"Sadece birini denedin," dedi yumuşak bir sesle. "Sonra da diğerlerini denemekten vazgeçtin öyle mi? Beni delirteceksin."

Omuzlarım söylediklerinin haklılığı karşısında düşerken onun elleri hâlâ omuzlarımda duruyordu. Beni olduğum yerde azıcık güç uygulayarak sarsması, depremde sallanıyormuşum gibi dengemin bozulmasına yol açınca birbimize bakıp kahkaha attık. "Hadi," dedi. "Kendine geldin işte. Hepsini deneyeceksin ve ben görmeden çıkartmak da yok, anlaştık mı?"

Bir çocuk gibi başımı salladığımda kabinden dışarıya adımladı. Beraberinde kapıyı da çekti. Ben de sarı olan elbiseye uzandım. Bunun da üst kısmı uymuştu ama kalıbında sevemediğim bir şeyler vardı. Kendime çok yakıştırdığım söylenemezdi.

Kapıyı açtığımda Doruk beni hızla süzdü ve çok güzel göründüğümü söyledi ama ben hâlâ somurtuyordum. Bana kızıp kabinin içine geri yolladı. Sonraki denediğim üç elbisenin üçüne de yüzümü güldürecek yorumlar yapsa da hiçbiri benim içime sinmiyordu. Başka bir tanesi içlerinde bana en yakışmayanıydı. Bunu dile getirdiğimde "Allah belamı versin çok güzelsin," diyerek yine yüzüme bir gülümseme yerleştirmeme sebep oldu.

Sabırla beni bekleyen Doruk, kabinden eşyalarını toparlamış halde çıkıp kapıyı arkasından çeken benimle karşılaştı. "Git," dedim. Bana şaşkınlıkla baktığında elimi sırtına yerleştirip onu kabinlerin çıkışına doğru yönlendirdim. "Git git, seçtim içlerinden birini."

"Yalan söyleme."

"Çok güzel!" Parlayan gözlerim onu gerçekten de seçtiğime ikna etmeye yetmiş olmalıydı. "O kadar güzel ki. Seçtim birini işte. Sürpriz. Anladıysan bile anlamamış gibi yap. Sonuçta hepsini sen taşıdın, hepsini gördün ama o gün geldiği zaman giydiğimde çok şaşır tamam mı? Rengi çok güzel. Bayıldım. Çok şirin bir elbise. Sence çocuk gibi mi olurum onu giyersem?"

"Hangisini seçtiğini bilmiyorum ki."

Rol mü yapıyordu yoksa gerçekten bilmiyor muydu umursamadım. "Kabinden alıp geleceğim. Ben onu paketletene kadar sakın bakma tamam mı?"

"Ödemeyi ben yapacağım," dediğinde "Saçmalama," dedim hemen. O da bir anda geri dönüp kabinime doğru yürümeye başladı. "O zaman bakıyorum hangisini seçtiğine?"

"Doruk!" diyerek koluna yapıştım. "Tamam, sen yap. Yeter ki git."

Gitti.

Kabine doğru koşarak ilerleyip elbiseleri toparladım ve almayacaklarımı görevli olan kıza uzatıp ona "Kolay gelsin," dedim. Kız hayatında ilk defa bu cümleyle karşılaşmış gibi kafasını kaldırıp bana baktığında başını omzuna doğru eğip kocaman gülümsedi. "Teşekkür ederimmm!"

"Ay rica ederim!" dedim heyecanla. "Sence bu elimdekini yıl dönümü kutlaması için verilecek bir davette giyebilir miyim? Yoksa daha ağır, daha şık bir şeyler mi bakmalıyım? Ev sahiplerinin biri eski bir model, diğeri ünlü bir basketbolcu. Ne diyorsun?"

"O kadar sen ki!" dedi kız, beni birkaç saniyedir tanıyor olmasına rağmen heyecanımı paylaşarak. "Cıvıl cıvıl hissettirdi. Bence herkes her yere böyle gidemez ama sen bu enerjinle her yere bu elbiseyle gidebilirsin."

"Çok teşekkür ederim. Çok kolay gelsin. Renkli eyeliner sana çok yakışmış."

"İlk kez sürdüm, olmuş değil mi?"

"Mükemmel görünüyorsun."

"Sen daha çok balım!"

Doruk kafasını benim olduğum tarafa doğru uzatınca elbiseyi arkama doğru sakladım. Birisiyle konuştuğumu duyduğu için kaşları çatılmıştı ama kız bana öpücük atınca yüzü gevşedi.

Oradan uzaklaşırken Doruk'un elbisemi görmemesi için büyük çaba harcadım. Kasiyer bir pakete koyup hediyemi poşetlediğinde ben çantama uzandım ama Doruk cebinden kartını çıkarıp temassız ödeme yaparak elini belime yerleştirdi. İşlem onayını aldığımızda "Hadi sevgilim," dedi parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek. "Hayırlı olsun, rica ederim. Sus şimdi."

Sustum.

Utanmıştım.

Sonra "Zengin misin artık?" diye sordum. Doruk yanımda gülüp dururken kendimi mutlu hissediyordum. "Havalara bak. Sanki artık Euroleague yıldızlarının hakkında röportaj verdiği birisisin. Sanki çıktığın her maç adın her yerde konuşuluyor. Sanki dünyadaki en iyi oyuncusun."

"Biraz abartıyor olabilirsin gibi geldi."

"Her maç adının her yerde konuşulduğu konusunda mı?"

"Dünyadaki en iyi oyuncu muyum?"

"Tabii ki öylesin! Basketbol birkaç takımın kendi aralarında yarıştığı ama Dorukhan Falay'ı olanın kazandığı bir spor hatta."

Güldü. "Biz geçen maçı kaybettik Feza."

"Olsun," dedim. "Yine kazanırsınız."

"Yarım saat önce denediğin şeyi beğenmediğin için ağlayacaktın ve şimdi yine aşırı enerjiksin. İkizler miydin sen?"

"24 Mayıs," dedim. "Anlar mısın burçlardan?"

"Unutma ki bu hayatta anladığım her şeyi bana ablam öğretti, basketbol hariç."

Geçirdiğim korkunç günlerin korkunç olma sebebi onun yanımda olmamasıymış diye düşündüm yüzüne bakarken. El ele yürüyor olmamız kalbimin hızlı hızlı çarpmasına neden oluyordu. Elimdeki poşeti düz tutmak yerine sallayarak yürüdüğümü de o an fark ettim.

Yan yana yürüyen iki kızın bizi gösterip sonra bize doğru neredeyse koşarak geldiklerini gördüğümüzde ikimiz de durduk. Yakın arkadaş oldukları her hallerinden belli olan sarışınlar "Aa," dediler koro halinde. "Dorukhan Falay!"

Doruk'un utandığını hissetmek, dünyanın en tatlı şeylerinden biriydi. "Selam," dedi elimi bırakmadan.

"Sen de bu adam Feza'danın Feza'sı mısın?" diye sordu sağdaki sarışın. Şok içinde kızlara bakakaldım. Doruk'un tanınıyor olmasına şaşırmamıştım da beni tanımaları sürpriz olmuştu. İkisinin de koyu taraftar olduğunu öğrendik. Bir tanesi Doruk'tan Shaw'a selam söylemesini isteyince hem Doruk'u hem de Shaw'ı kıskandım ve sonra aklıma gideceğim partide onlarla tanışacağım gerçeği geldi. Hayranlıkla takip ettiğim o adamla birebir temasım olacaktı. Heyecandan bayılma ihtimalim çok yüksekti.

Kızlar Doruk'un sağına ve soluna geçtiğinde onların kamerasından bir hatıra fotoğrafı çektim. Doruk, fotoğraf çekilme tekliflerini o kadar kibar bir dille kabul etmişti ki ona o sırada bir kez daha aşık olmuş olabilirdim. Aşırı mütevazı ve aşırı utangaç davranıyordu. Onu ilk kez hayranlarıyla bu tarz bir etkileşim içinde gördüğümden biraz neye uğradığımı şaşırmış haldeydim. Biliyordum ki ileride daha fazlası da olacaktı. Daha fazla insan onu tanıyacaktı, haliyle beni de tanıyacaklardı. Bu tarz bir hayata ne zaman alışacağımı merak ediyordum.

Sarışınlar bizimle tanıştıklarına çok memnun olduklarını ve çok yakıştığımızı söyleyip gittiklerinde başıma gelen bu ikinci güzel olayın, satış danışmanı kıza kolay gelsin deyişimden kaynaklanmasına yordum. Birine bir gülümseme hediye ettiğinizde size daha fazlasını hediye edecek olaylar silsilesinin gerçekleşmesi tesadüf olamazdı.

"Testte başarılı mıydım?" diye sordu Doruk, erkek giyim mağazalarının olduğu tarafa doğru el ele yürümeye devam ettiğimiz sırada.

"Ne testi sevgilim?"

"Komşu kızı teorikti, fanatik kızlar pratik sınavımdı. Öyle değil miydi?"

"Başarılıydın." Güldüm. "Kızlar çok güzeldi ama senin tavırların onlardan bile daha güzeldi. Kızlara böyle mi durayım diye sorman çok komikti."

"Biraz gerildiğimi fark ettin mi?" diye sordu merakla. Kendini rahatsız hissetmesine neden olan durumu çok geçmeden anladım. "Mesafe işi beni zorluyor. Biri kişisel alanıma fazla yaklaşınca otomatik olarak tehdit gibi algılıyorum durumu hâlâ ara sıra."

"Bunun için hiç profesyonel anlamda bir destek aldın mı?"

Göz teması kurmak yerine önüme bakmaya devam ederken "Aldım," demesini beklemiyordum. "Çok yardımı olmuştu."

"Anladım." Eşelenmesi gereken mevzular aramızda birikiyordu ama birbirimize güvenli bölgeler bırakarak yolumuza devam ediyorduk. Anlatırsa dinlerdim, anlatırsam dinlerdi. Bunun bilincinde olmamız bu ilişki için belki de en önemli şeydi. "Beyaz gömlek alalım mı sana da?"

"Bir tane de açık mavi istiyorum," dediğinde önümüze çıkan ilk mağazaya soktu bizi. Doruk'un güncel maaşını ya da aldığı primleri onunla hiç oturup konuşmamıştım ama anladığım kadarıyla metrobüsten taksiye terfi etmesinden sonra bir şeylerin etiketine bakmadan onları sepetine ekleyecek duruma da gelmişti.

"Oldu mu?" Rolleri değişmiştik. Bu kez kabinin önünde dikilen bendim.

"Feza bu bana dar geldi ya," dediğinde sesindeki şaşkınlık çok barizdi.

"Bakayım." Parmağımın değmesiyle beraber kapı geriye doğru gitti. Doruk kabinin kapısını kilitlemediği için küçük temasım bile onu görmeme yetmişti.

Gömlek dardı. Bu da kaslarının kıvrımlarını aşırı derecede belli etmişti. Benim gözlerim göğsü ile karnı arasında gidip gelirken o "Genişlemişim," dedi gülerek.

"Bu olmaz. Alamazsın bunu." Sertçe yutkunduğumda dilim damağım kupkuru olmuştu. "Bana ablam sevgilinin kıyafetlerine karışamazsın demedi."

"Çünkü senin bir ablan yok?"

"Olabilir. Konumuz bu mu?"

Aramızdaki havanın ağırlaşmaya başladığını hissettim. "Öyle bakmaya devam edersen," dedi uyarır gibi. "Kendini içeride bulursun."

Bu kabinler bomboştu. Etrafta bir satış görevlisi bile görünmüyordu. Yani, öyle bakmaya devam ettim. Dirseğimden yakaladığı gibi beni içeri çekti ve kapıyı arkamızdan kapattığında kilitlemeyi ihmal etmedi. Dudaklarını dudaklarıma o kadar sert bastırdı ki sırtım kabinin duvarına sertçe yaslandı. Yüzünü parmak uçlarımla kavradığımda onun eli belime sarılmıştı. Parmaklarım yanaklarından çenesine doğru kaydı, Doruk başını sağa eğdi ve dudaklarımı sertçe çekiştirmeye devam etti. Zaten dar olan kabinin içinde çok fazla yer kaplıyordu ve bana çok az yer kalıyordu. Özel alanı konusunda çekinceli davranan bu adamın bütün sınırlarının içinde olduğumu hissettim.

Kendimi ona yaslamaya dair büyük bir istek duyuyor olsam da bunu yapmadım ama ısrarcı öpücüklerinin ardından dudaklarımdan çıkan küçük iniltiye engel olamadım. "Şşh," dediğinde dişlerimi alt dudağına geçirmem, tamamen yanlışlıkla olan bir şeydi. Hızlıca geri çekilip gözlerimi zorlukla açarak onun yüzüne baktım. Doruk'un kapalı gözleri uzun bir süre açılmadı. Burnundan alıp verdiği sert nefesler yüzüme çarptığı sırada karşılaşacağım tepkiden korkarak sessizce bekledim.

Gözlerini açarken göz kapakları titredi. "Feza," diye fısıldadığında ölmek üzere gibiydim. Derin bir nefes aldı. Gözümün önündeki şişmiş dudakları dikkatimi dağıtıyordu. "Ne yapacağız böyle?"

"Neyi?"

Hâlâ nefes nefeseydim. Hâlâ nefes nefeseydi.

"Çık hadi," dedi kendini sakinleştirmeyi dener gibi görünürken. Eli, başımın yanından kabinin duvarına yaslandı. "Fazla yakınsın. Çok fazla yakınsın. Aklıma yer kalmıyor böyle olunca."

"O gömleğin içinde olman da bende aynı etkiyi yarattı."

Bunu söyleyebilmiş olmama şaşırdım. Söyledikten sonra da çok utandım ama iş işten geçmiş, Doruk'un gözleri muzip parıltılarla ışıldamaya başlamıştı. "Kesinlikle bu gömleğin bir beden büyüğünü alıyoruz o zaman?"

"Getireyim de dene."

"Kapının önünde başını eğip bekle," diye karşılık verdi. "Yüzünün her köşesi ben az önce öpüldüm sinyali veriyor. Ben diğer gömleği deneyene kadar kızarıklığın geçer belki."

Arkamızdaki aynaya dönüp kendime baktığımda ne demek istediğini çok iyi anladım. Yine de Doruk kendi yanaklarının da pembeleştiğini kabul etmek zorundaydı. Dudaklarının renginden bile daha ilgi çekici hale gelmek üzereydi yanakları.

Gözlerim onun üzerinde gezinmeye devam ederken aşağıya doğru kaymak üzereydi ama Doruk bunu önceden sezip "Çık," dedi neredeyse kabaca. Ses tonunun üzerimde yarattığı etki yüzünden donup kaldım.

Tam elimi kapıya uzatacakken bir anlığına durup yüzümü onunkine doğru kaldırdım. "Kibarca iste," diye fısıldadığımda Doruk'un gözleri dudaklarıma kaydı ve bir yutkunuş boğazını sarstı.

"Benim seninle çok işim var." Geri adım atmak gibi bir düşüncem vardıysa da kayboldu bunu söylediğinde. Onu zorlamak hoşuma gidiyordu.

"Hım..." Ben dudaklarımı birbirine bastırırken onun gözleri her bir detayımı aklına kazımak istermişçesine yüzümde dolaşıyordu. "Şikayetçi misin bu durumdan?"

"Feza..." Adımı inler gibi söylemesiyle birlikte karnımda bir sancı hissettim. "Bana biraz yardım et n'olursun," dedi yalvarır gibi.

"Anlamadım." Daracık kabinin içinde ona bir adım daha yaklaştım. "Ne için?"

"Sana gösterirdim," dediğinde dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim. "Yemin ederim," dedi dişlerini sıkarak. "Hiçbir şey umurumda olmasaydı sana tam burada gösterirdim ama durmam için o kadar çok sebep var ki. Feza, öyle çok var ki..."

Gözlerinde yanan arzu yüzünden her saniye içerisinin daha sıcak olduğunu hissediyordum. Eğer bana dokunsaydı tenimde başlattığı yangının ne denli büyük olduğunu anlayabilirdi. "Beni küçük bir kız olarak mı görüyorsun?" diye sordum yavaşça. Cevabının kalbimi kırmasına hazırdım.

"Sana çok değer veriyorum," dedi düşündüklerimden tamamen bağımsız olarak. "Ve anlık bir zevk uğruna hiçbir şeyi mahvetmek istemiyorum."

"Bu neyi mahveder ki?" diye sordum gerçekten düşüncesini merak ettiğim için. "Çok az ileri gitsek sonrasında benden sıkılır mısın?"

"Kendine ait olmayan sorular soruyorsun," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Sana şimdi ileri, çok ileri gitmek istediğimi söylesem, sana seni deli gibi istediğimi söylesem, bana kafayı yedirttiğinden bahsetsem uzun uzun; sonrasında ne olacağını düşündün mü? Ne hissedeceksin, düşündün mü bunları yoksa sadece beni zorlamaktan hoşlandığın için mi üzerime geliyorsun?"

"Her şey için çok erken." Ben de bir şeylerin onun kadar farkındaydım fakat alanına girdiğimde yaşadığım bu çekim, beni sağlıklı düşünmekten epey uzaklaştırıyordu. "Sadece fikirlerini öğrenmek istemiştim galiba. Yani öyle, genel..."

"Sürekli okları kendine çeviriyorsun," dediğinde açıklamaya devam etmesi için bekledim. "Kendini yetersiz hissettiğin için senden etkilenmediğimi düşünmüştün, halimi görüyorsun. Şimdi de problemin yaşın olabileceğini düşündün. Feza, senden sadece birkaç ay büyüğüm. Neden sorunu hep kendinde arıyorsun? Ortada bir sorun olmadığında bile kendine niye bunu yapıyorsun?"

"Fazla yakışıklısın," dedim. "Ünlü birisin. Deli gibi kazanmaya başladın. Şöhret oluyorsun. Arka arkaya bir sürü şey sayabilirim. Karşında da ben varım. Hakkımda sayabileceğim hiçbir şey yok. Neyi neden sorduğumu anlamak bu kadar zor olmasa gerek. Şartlar tam tersi olsaydı inan bana sen de benim gibi hissederdin."

"Ben kameraların önünde olmadığım zamanlarda yıkık dökük, delik deşik biriyim ve sen bunu çok iyi biliyorsun." Sözcüklerinin içimde açtığı yaralar tahmin edebileceğinden çok daha derindi. "İşimi sahip olduğum ünün bana bir şeyler getirmesini beklediğim için yapmıyorum, işimi gerçekten başarılı olmak istediğim için yapıyorum. Tek şansım bu olduğu için. Sense ezberimi bozuyorsun. Bana hayatta hiçbir zaman tek bir şansın olmadığını düşündürüyorsun. Beni daha fazla çabalamaya itiyorsun. Sadece kendim için değil, bizim için. On bin kişi izlesin beni, görmek istediğim gözler sadece seninkilerse sence benim derdim şöhret olabilir mi?"

Her cümlesi öyle çok kalbime dokunuyordu ki parmak izlerini damarlarımın üzerinde bulabilirlerdi. "Bir gün böyle hissetmeyeceksin diye çok korkuyorum," dedim alçak bir sesle. "Çünkü seni gerçekten çok seviyorum. Delirmiş gibi. Seni o kadar çok seviyorum ki bazen sadece seni çok sevdiğim için ağlamak istiyorum. Çok garip. Bunu söylemem sana korkutucu gelen bir şey olabilir ama gerçek bu. Yaşadığımız bu şey bana büyülü geliyor ve ben bitmesini hiç istemiyorum."

Ellerini aşağıda tutmayı bırakıp yüzüme uzanmak için kaldırdığında yanağımı avucuna yaslayıp gözlerimi kapattım. "İlk defa bunu yaşıyorum," dediğinde bir an için sesi titredi ve göz kapaklarım hızla aralandı. Bana dünyasındaki en önemli şeymişim gibi bakıyordu. "Benim için her şeyinle çok özelsin. Seni bırakabileceğime inanıyorsun. Sana zarar verdiğimi düşünmediğim sürece benden kurtuluşun olmadığını anlayamıyorsun. Seviliyorum Feza ben. Senin tarafından kimsenin dolduramadığı bir boşluğa avuç avuç sevgi ekiliyor. Kurak bir toprakla uğraşıyor olmayı umursamıyorsun. Zaten adam olmaz bu deyip benden vazgeçmiyorsun. Senin kendini nasıl gördüğünle ilgilenmiyorum, sen benim için dünyadaki en güzel şeysin."

"Teşekkür ederim." Daha fazlasını söylemek istedim. Defalarca kez, hiç durmadan teşekkür etmek istedim. "Ayrıca yıkık dökük, delik deşik biri değilsin. Hikâyenin yüzde birini biliyorum belki ama tanıdığım en güçlü kişi sensin. Her seferinde ayağa kalkabileceğini sana baka baka öğrenmeye çalışıyorum. Belki de biz, birlikte büyüyelim diye o gece karşılaşmışızdır. Belki de bizim birbirimize gerçekten çok ihtiyacımız vardır."

"Belki mi?" diye sordu. "Ben senin hayatın için ekstra bir şeyim ama benim sana yüzde yüz ihtiyacım var, bu kesin."

Rastgele bir kabinde yaptığımız rastgele bir konuşma öyle yerlere gitmişti ki dışarı çıktığımda kendimi çırılçıplak hissediyordum. Galiba hep böyle olacaktı. Onunla hayatın akışının içinde kendimize bir köşe ayıracak, beklenmedik anlarda beklenmedik şeyleri o köşede konuşacaktık. Fikir ayrılıkları yaşanacaktı. Ben kendimi yetersiz görecektim, o kendini bana muhtaç görecekti. Konuşup halledecek, aşıp devam edecektik. 

Doruk'a biri beyaz biri de açık mavi olmak üzere iki gömlek satın aldık ve mağazadan yine el ele çıktık. Kabindeki konuşmaya dair herhangi bir gönderme geçmedi aramızda. Sanırım ikimiz de birbirimize karşı birden fazla şeffaf olduğumuzu düşünüyorduk ve bunu sindirmeyi deniyorduk.

Bir kahve dükkânına oturduğumuzda siparişlerimizi vermek için sıraya girdi. Ben de masanın üzerindeki poşetin köşeleriyle oynayarak onu bekledim. Geri döndüğünde bir kahve kırdığı dirseğiyle bedeninin arasına sıkışmış halde, diğeri ise elindeydi. Öbür elindeki telefonu kulağına tutuyordu. Buraya kadar bu şekilde yanmadan gelebilmesi büyük başarıydı.

"Evet," dedi Doruk, her kimle konuşuyorsa. "Aynen. Aç mısınız? Bir şeyler aldık, şimdi oturuyoruz. Sonrasında yiyebiliriz isterseniz. Tamamdır, kaç dakikaya gelirsiniz? Anladım. Bekliyoruz."

"Fırat mı?" dedim konuşmanın gidişatından çıkardığım sonuçla birlikte. Başını salladığında küçük dilimi yutmak üzereydim. Fırat'la bu rahatlıkta konuşacağı aşamaya gelmişler miydi? Fırat hiç mi ona sövmüyor, burnundan getirmiyordu?

"Ferda bir arkadaşının evindeymiş. Onu alıp buraya birlikte gelecekler."

"Fırat'la kondisyon işini mi konuşacaksınız?" diye sordum. "Ferda'nın neden gelmesi gerekiyor?"

"Kimsenin gelmesi gerekmiyor," dedi. "Ama gelmesini isterim. Falezlerle vakit geçirmeyi seviyorum."

Falezler de onu aynı derecede seviyordu. Fırat bile. Doruk, onun bile kalbini kazanmayı başarmıştı.

"Selam," dedi Ferda yarım saat kadar sonra oturduğumuz masaya damladığında. Benim dolabımdan aşırdığı bir gömleği giydiğimi görünce kaşlarımı çattım. "Sevillere gittiğim için sen görmeden üzerimden çıkarır, dolabına asabilirim sanmıştım ama nasıl bir büyüyse bu yine sana yakalandım yine sana yakalandım," dedi üzerindeki gömleğimi elleriyle düzelterek. "Ama Dorukhan abi, sence de yeşilin bu tonu tam da benim rengim değil mi?"

"Sen ablamdan gömlek çalıyorsun sorun değil; ben senin abur cuburlarını yiyorum, ara sıra harçlığını alıyorum, en sevdiğin pelüş ayınla şut çekiyorum, onlar sorun öyle mi?"

"Sorun gibi Fırat ya," dediğimde Fırat huysuz huysuz dilini damağına vurdu.

"Sanki adam öldürdük."

"Hoş geldiniz," dedi Doruk ikisinin didişmesini gülümseyerek izlerken. Onlar geldiğinde ayağa kalkmıştı. Önce Ferda'ya yaklaştı. Ferda ona sarılacağının sinyalini verdiğinde Doruk elini hafifçe onun sırtına dokundurdu. Ardından Fırat'a döndü yüzünü. Fırat yumruk yaptığı elini uzatınca ikisi basit bir şekilde yumruklaştılar ve kardeşlerim birer sandalye çekip bize katıldılar. "Nasıl gidiyor?"

"Son zamanlarda çok iyi değil," dedi Fırat. "O orospu çocuğunu dövmeden de iyi olacağımı sanmıyorum. Her gün Eren abiyi darlıyorum ama haberi olmadığını söylüyor. Eve dönmüyormuş. Bir gelişme oldu mu? Ablam anlatmaz, sen anlat."

"Bildiğin kadarını biliyorum," dedi Doruk, omuzları gerilirken. "Bu konuyu hallettiğimizi sanıyordum. Taner'in peşine düşmeyecektin."

"Hiçbir şeyin hallolduğu yok," dedi Fırat. "Sadece erteleniyor. Bir gün Visal'in altı üstüne gelecek. Getiren kişi de bu gidişle ben olacağım. Ablam bugün oraya gitmediğine göre yeni bir şeyler olmuştur diye düşündüm. Yoksa onu biliyorsun, kötü seçimlere balıklama atlama huyu vardır."

"Ay ne kadar boş konuştun," dedi Ferda. "Şimdi sorsam, ablamın kötü bir seçim yaptığını gördüğün tek bir olay bile sayamazsın bana. Üstten üstten konuşma. Canın neye sıkkınsa git o kişiye yüklen. Bize stres çarkı muamelesi yapıp duruyorsun bu aralar."

Fırat dudaklarını birbirine bastırıp kırıldım mı diye yüz ifademi kontrol etti. Sorun olmadığını söylemek ister gibi başımı salladığımda Ferda konu değişsin diye masanın kenarındaki poşetlerde ne olduğunu sordu. Doruk da kardeşlerime beni götüreceği davet hakkında kısa bir bilgilendirme geçti.

"Şimdi," dedi en sonunda. "Senin iş ne zaman netleşiyor?"

"İmza mı?" diye sordu Fırat daha dik bir şekilde oturarak. "Takıma girişim garanti gibi bir şey. Hoca babamla da konuştu."

"Ortadaki problem ne peki?"

"Antrenman eksiği," dedi Fırat, yüzüne bariz bir sıkıntı çöktüğünde. Derin bir nefes alıp huzursuzca masanın üzerinde duran boş kahve bardağımla oynamaya başladı. "Ben futbolda gerçekten iyiyimdir ama beş yaşından on yaşından beri altyapıda oynayanlarla nasıl bir olayım? Mahalle takımı geçmişi, okullar arası turnuvalarda birkaç kupa falan var elimde sadece. Profesyonel anlamda elle tutulur şeyler değiller pek."

"Mütevazı olmaya çalışıyor," dedi Ferda, tüm dikkatini erkek kardeşime vermiş olan Doruk'a bakarak. "Fırat çok hızlıdır bir kere. Gözünü kapatıp aç, sahanın sonunda görürsün onu. Ne ara gittiğini anlamazsın. Futbol topu mıknatıs gibi yapışır ayağına. Daha önce gördüm, birinin kariyerini bitirecek düzeyde çalım atmaya bayılıyorsun. Hiç kimsenin ciddiye almadığı halı sahalarda bile her şeyini ortaya koyuyorsun. O takıma seni almazlarsa kimi alacaklar merak ediyorum."

İkisinin sürekli didiştiğini göz önünde bulundurursam bu mevzunun Fırat için ne kadar ciddi olduğunu bilen Ferda, ona oldukça ılımlı yaklaşıyordu. Kalkıp buraya gelmesi bile büyük bir şeydi.

"Bir spor salonuna kayıtlı mısın?" diye sordu Doruk, yönünü yeniden Fırat'a çevirerek.

"Yok."

"Sizin lise tam ne tarafta kalıyordu?" Bu sefer gözlerini bana çevirmişti. "Benim eve çok ters mi?"

"Metrobüse bayağı yakın," dedim. "Fazla ters sayılmaz."

"Benim gittiğim yere yaptıralım mı kaydını?" diye sorduğunda Fırat'ın ne diyeceğini bilemediği bir ana tanık oluyordum. "Benim hocamla da tanışırsın. Saatlerimiz ne kadar denk gelir bilmiyorum ama buluruz bir orta yolunu. Ben zaten çoğu zaman bizim salonda çalışıyorum ama üyeliğim duruyor evin oradakinde de. Boş vakit değerlendirmek için iyi bir yöntem. Ne diyorsun, halledelim mi bugün?"

"Ne kadarlık bir ücretten bahsediyoruz?"

Fırat'ın gerginliği her geçen saniye artıyordu. Doruk'un teklifine sıcak baktığı çok belliydi ama sadece sıcak bakması yeterli değildi. Bunun maddi açıdan altından kalkamayacağından korkuyordu.

"Bir ücretten bahsetmiyoruz?" dedi Doruk, soru sorar gibi.

"Olmaz öyle şey."

"Müşteriyi ben getirdiğim için her şartta indirim yaparlar zaten. Senin düşüneceğin kısım burası değil, derslerine uyup uymayacağı."

Dirseklerini masaya yaslayıp ellerini birbirine kenetledi Fırat. "Abi, kabul etmem ben böyle bir şeyi."

"Et," dedi Doruk. "İleride çok ünlü olduğunda beni görürsün, hesaplaşırız. O zamana kadar borç harç muhabbeti duymak istemiyorum ben şu masada." Gözlerini diğer Falezlerde gezdirdikten sonra benim üzerimde durdurdu. Bu cümlenin bana hitaben kurulduğunu hissetmiş oldum böylelikle.

"Mümkün değil," dedi Fırat. "Bir şeyler başaracağımın garantisi yok. Belki boş bir hevesin peşinden koşturuyorum. Sonu belli olmayan bir yol için ablamın erkek arkadaşına karşı borçlanamam."

"Ona borçlanmana gerek yok," dedim. "Ben hâlâ çalışıyorum. Ödemenin bir yolunu bulurum. Artık işleri babam da biliyor. Her türlü destek olur sana."

"Bunu yapmayı gerçekten istiyorum," dedi Doruk. "Ablanın erkek arkadaşı olarak değil, aynı yollardan büyük zorluklar yaşayarak geçmiş biri olarak. Boş heves dediğin şey her sabah senin o yataktan heyecanla kalkmanı sağlıyorsa inan bana peşinden koşmaya değecektir. Sana yardımcı olmama izin verirsen gerçekten çok sevinirim Fırat. İşleri biraz daha ileriye taşıyabilirsem eğer, günün birinde yetenekli sporculara burs sağlamayı çok istiyorum. Bu benim en büyük hayallerimden biri hatta. Sen bana bunu gerçekleştirebilme şansını veriyorsun. İlk adımı sayende atmış olurum belki ben de."

"Bunu istemiyorum," dedi Fırat. "İyi niyetini anlayabiliyorum ama bu şekilde bir yardımı kabul edemem. Ek bir iş bulmamı falan sağlayamaz mısın? Karşılığında senin için yapabileceğim bir şeyler var mı ya da? Bilmiyorum, pek becerikli biri değilimdir. Birkaç günlük market tecrübem var sadece ama öğrenebilirim."

"Okulu, işi ve futbolu birlikte götüremediğini söylemiştin." Sesim kızgın çıkıyordu. "Ne çalışmasından bahsediyorsun yine?"

"Sadece bu dönemi de bitirmem gerek. Babam sonrasında açığa geçmeme veya başka bir okula nakil olmama izin verecek."

"Neden asıl istediğin bu değilmiş gibi hissettim?" diye sordu Doruk şüpheyle.

"Arkadaşlarımı geride bırakmak ilk tercihlerimden değil," dedi Fırat fakat bu külliyen yalandı.

"Hadi oradan," dedi Ferda. "Açık arttırmada elli kuruştan bile satarsın sen hepsini. Kimi kandırıyorsun?"

"Seni okula bağlayan şey belli ki diploma alma isteği değil," dedi Doruk. "Ne o zaman?"

"Başka bir boş hevesin peşinden koşma isteği." Fırat gözlerini masaya diktiğinde sesi alçalmıştı. "Olmayacak bir şeyin ya olursa ihtimali."

Bu çocuk Cansu'ya körkütük aşık olmuştu. Yeni bir şey olduğunu da sanmıyordum. Hislerini çok uzun zamandır içinde saklıyordu.

Doruk, kırık bir gülümsemeyle "Hadi ya," dediğinde sesindeki şefkat Fırat'ın bakışlarının ona dönmesine yol açtı. "Adı var mı bu ihtimalin?"

Fırat, Ferda ve bana baktı sıra sıra. Ben bile öğrendiysem Ferda kesin biliyordur diye düşünüyordum. Sonuçta senelerdir aynı sınıfta olan onlardı. "Yok," dedi Fırat, boğazını temizleyerek. "İşte o kadar imkânsız bir ihtimal."

Bu konu burada kapandı ve önümüzdeki yarım saat, Doruk'un Fırat'ı ikna etmeye çalışmasıyla geçti. Fırat aklına takılan meseleleri Doruk'a sormaktan giderek daha az çekinmeye başlamıştı. Onun zamanında altyapı ve okulu nasıl idare edebildiğini uzun uzun dinledi. Doruk'un okulu onun işlerini büyük ölçüde kolaylaştırmıştı, bu yüzden çok fazla sorun yaşamamıştı. Anladığım kadarıyla altyapı dönemlerinde okuldan çok daha büyük sorunları vardı çünkü her konunun sonunu senin arkanda bir sürü kişi var diyerek bitiriyordu. Zamanında onun arkasında yalnızca ablası ve Onur abisi vardı.

Doruk kahve dükkânından çıktığımızda bize pizza ısmarladı. Kendimi karne günü her istediği yapılan bir çocuk gibi hissediyordum. Hatta Ferda'yla sipariş sırasındayken gülüp Milkshake mi alsak demiştik ve sonra gerçekten canımız çektiği için oradan da Milkshake içmeye gitmiştik.

Doruk, kardeşlerim kardeşleriymiş gibi bir muhabbet kurmuştu onlarla. Fırat beni her saniye daha da çok şaşırtıyordu çünkü her zaman nefret edeceğini düşündüğüm sevgilimin yanında giderek uysallaşıyordu. Onun kendisine bu kadar destek olmasından etkilendiğini anlayabiliyordum. Doğruyu söylemek gerekirse ben şahit olduğum konuşmalardan o kadar etkilenmiştim ki bir anda alışveriş merkezinin ortasında diz çöküp Doruk'a evlenme teklif etme fikri o kadar da absürt gelmemeye başlamıştı.

Asıl planı bizi metrobüsle eve bırakmaktı fakat metrobüsteyken kendisine gelen telefonla birlikte işler değişti. "Bekir," dedi bana bakarak. "Bugün maçları varmış da... Müsaitsen gel, şov yapacağım diyor."

"Git sen git," dedi Fırat. "Ben kızlara göz kulak olurum." Ferda onun sağ omzunu dürterken onun ne yaptığını görmeden ben de sol omzunu dürtmüştüm. Fırat bizden aldığı darbelerle sağa sola savrulduğunda Doruk ona bakarak bir kahkaha patlattı.

"Kızlar," dedi sonra bize dönerek. "Golcüm size emanet."

"Bizde," dedi Ferda elini göğsüne çarpa çarpa. "Rahat ol abi."

Doruk'un ineceği durak yaklaşırken "Abi," dedi Fırat, hepimizi olduğumuz yere çivileyecek kadar sıcak bir sesle. "Müsait olursan maçlara gelir misin arada?"

Doruk kocaman gülümsediğinde kalbim yine küt küt atmaya başladı. "Sen önce bir benim maçıma gel de sonrasına bakarız."

"Gelirim."

"Ben de gelirim o zaman. Zaten benden kurtuluşunuz yok sizin."

Söylediklerinin doğru olmasını çok istiyordum. Umarım ondan kurtuluşum hiç olmazdı.


🏀🧁🏀


Dorukhan Falay, Falezlerin Onur abisi olacak diyenleriniz... :')

Nasılsınız? Nasıl gidiyor? Bu bölümde en sevdiğiniz kısım neresiydi?

Feza ve Doruk'un sürtüşmeleri hakkında neler düşünüyorsunuz?

Deneme kabinleri hakkında peki? 🤔

Tekrar görüşünceye dek kendinize çok iyi bakın. #DörtÇeyrek etiketinin altında sizi bekliyor olacağım. Teşekkürler ve tatlı günler!

Instagram, twitter:
azraizguner

Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Higgg deneme kabinleri 😇😇

    YanıtlaSil
  2. naz ve eren sahnesi bekleyen bana fırat ve ferdalı sahne shfkjsh

    YanıtlaSil
  3. Yiaaa mükemmel bir bölümdü

    Dorukun kendini dizginlemeye çalışması xjjxjxjcjjcjvjcj

    YanıtlaSil
  4. Yaaa ağlamayalım da napalım duygudan duyguya sürüklendik yaa yine 😍😍😍😍

    YanıtlaSil
  5. O hislerin paylaşma anında kalbim sızladı. Hayatımda bu kadar anlaşılmam ve konuşmadan düşüncelerimin aktarılması paha biçilemez. Feza çok güzel birisi. 💜💜

    YanıtlaSil
  6. Feza ve Doruk'un sürtüşmeleri tam olması gerektiği gibi mükemmel olması gerekiyor bunların

    YanıtlaSil
  7. DORUK'U YEMEK İSTİYORUM

    YanıtlaSil
  8. Yine aşık olduğum bir bölüm aralarındaki çekime bayılıyorum ya

    YanıtlaSil
  9. Ayyyy dorukhana abi dedikleri sahneye kalbimi bıraktığımı söyleyerek başlamak istiyorum yazıya. Feza ve dorukhanın yaşlarının getirdiği fikirlerle de ara ara yükseldiklerini ama toplarladıklarını görmek bence hikayeyi gerçekçi kılan noktalardan her şey süt liman değil ama taptaze taptatlı bir ilişkileri de var bayılıyorum onların dengesine. Fırat ve dorukhanın sahneleri en merak ettiğim sahneler arasına girmeye başladı çok şekerler aralarında zamanla harika bir abi kardeş ilişkisi olucağını okadar belli ki ferda ve dorukhan da çok tatlı ay diğer bölümü heyecanla bekliyorum

    YanıtlaSil
  10. Bi sonraki bölümde doruk kendini tutmasa diyorummmmm artık vakti geldi gibi 30 bölüm olduuuuuuu

    YanıtlaSil
  11. Doruk gibisi nolur beni bul azra abla ramazan da oruç açarken görkem can arda kaya doruk gibisini istediğimi duysan ne tepki verirsin
    Seninkiler bi başka ya yani reelslerde aslının erkekleri mi maralın erkekleri mi deseler azranınkiler dicem bi de cidden gerçek gibi geliyolar şaka gibi
    Favori sahnem bu tuz memleketten bu adam fezadan sözüydü kesinlikle bayılıyorum o repliğe
    Kabin kısımları da 🔥çkk güzeldi

    YanıtlaSil
  12. Yeni bölüm gelsin lütfenn

    YanıtlaSil
  13. Yeni bölüm ne zaman geliyoooo

    YanıtlaSil
  14. HEYECANLA YENİ BÖLÜMÜ BEKLİYORUM ARTIK GELMESİ LAZIM SANKİİİLİİMM

    YanıtlaSil
  15. YENİ BÖLÜMM NE ZAMAN GELİYOO

    YanıtlaSil
  16. YENİ BÖLÜM NEREDEEEEE HANİİİ MERAKTAN CATLIYCAM AZRAAA

    YanıtlaSil
  17. Ayy deneme kabinli sahne cok guzeldi aralarinda cok hos bir cekim var.Ustelik su deneme kabininideki kizla fezanin shobeti cok tatliydi eridim o satirlarda.

    YanıtlaSil
  18. Yeni bölüm gelse artıkkkk

    YanıtlaSil
  19. Bölüm ne zaman gelecek

    YanıtlaSil
  20. yeni bölüm ne zaman gelecek

    YanıtlaSil
  21. Yeni bölüm plssssssss

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"