53. "İki Yarım Bir Tam"

Bölüm şarkıları:

Gülşen, Dillere Düşeceğiz Seninle

Pinhani, Beni Al

Melike Şahin & Mert Demir, Pusulam Rüzgar

Teoman, Sevdim Seni Bir Kere

💍

Son neresiyse oraya kadar.
Seninle sonsuza kadar.

•⚓•

Gözlerimi açtığım sabah, uzun zaman sonra geçirdiğim en güzel sabahtı.

Yanımda yarı çıplak uzanan adamın göğsünde yatıyordum her zamanki gibi. O henüz uyanmamıştı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Bakmak da istemiyordum. Bakmayı istediğim tek şey onun yüzüydü. Yanında uyanmayı çok özlemiştim.

Elimi kaldırıp yüzüğüme baktım. Sonra parmaklarımı çenesindeki yara izine dokundurdum ve yavaşça yanağını okşadım. Uyanacağını biliyordum ama zaten uyansın diye yapıyordum. Gözlerini görürsem her şey daha da güzelleşecekti.

Gözlerini yavaşça aralarken belimi saran kolunu sıkılaştırarak bana sarıldı. "Günaydın," dedim heyecanlı bir sesle. Kendimi yorgun hissediyordum ama önemi yoktu. Bu benim evlilik teklifi aldıktan sonraki ilk sabahımdı.

"Günaydın bebeğim." Boğuk sesi hemen aklımı çeldi. Yaptıklarımızı hatırlayıp sırıtmaya başladığımda o henüz kendine gelme aşamasındaydı. "İyi misin?" diye sordu yüzüme dikkatle bakarak.

Her şeyiyle kusursuz olan bu adam, her parçasıyla bana aitti. Tabii ki iyiydim. Dünyada benden iyi kimse olamazdı. "Çok," dedim ve uzanıp dudaklarına bir öpücük bıraktım. "Hemen kalkıp eve gidelim mi? Yüzüğümü herkese göstermem lazım."

Nemli saçlarımı parmaklarıyla yüzümden uzaklaştırıp elini boynuma kaydırdı. Gözleri omzuma doğru olan bir noktaya saplı kaldığında yüzüne pis bir sırıtma yerleşti. Parmakları boynumun kıyısından yavaşça kaydı ve muhtemelen oraya bıraktığı morluğa dokundu. Gülümsemesi daha da genişledi. "Sağlam çalışmışım."

Eline vurdum. İçimi utanç sarmıştı. "Çok kötüsün."

"Çok güzelsin," diye karşılık verdi hemen. "Eve gitmek konusunda emin misin?" Başımı bir çocuk gibi hevesle hızlı hızlı salladığımda keyifli bir kahkaha attı. "Ayağa kalktıktan sonra tekrar düşünürsün istersen."

Gözlerim kocaman olurken "Görkem!" dedim iyice utanarak. "Arsızın teki oldun çıktın başıma."

O kadar güzel gülüyordu ki tüm gün bu yataktan çıkmadan sadece gülümsemesini izleyebilirdim. "Nasıl keyifliyim anlatamam," dedi beni daha da sıkı sararak. "Gıcır gıcırım. Uzun zaman sonra huzurlu hissediyorum kendimi."

"Ben de," dedim. "Ve senin için de çok mutluyum. Ayağa kalkacağını zaten biliyordum ama bilmek ve görmek aynı şey değil. O salonda seni en önden izlemenin bana neler hissettirdiğini tahmin bile edemezsin."

"Ne salonu Yağmur?" dedi aynı keyifle. "Ne Piramit'i? Salla gitsin. Zaten hepsinin içinden geçeceğim. Benim keyfim yerinde çünkü sen evindesin, ben evimdeyim."

"Ego sana yakışıyor." Ağzımdan kaçan itiraf Görkem'in koltuklarını kabarttı. Göğsünde uzanmaya devam ederken kıkır kıkır gülmeye başladım. "Seni çok seviyorum."

"Ben de öyle." Başımın üzerini öptükten sonra diğer kolunu geriye doğru savurup zemine bıraktığı telefonunu aradı. Nihayet bulduğunda daha rahat hareket edebilmesi için ona alan tanıdım ama o bedenini bana doğru çevirdi ve benden uzaklaşmadı. Gözlerini ekranına dikince yüzünde sıkıntılı bir ifade belirdi. "11.46."

Sorunun saat olması beni sevindirdi çünkü bir bildirim gördüğü için o yüz ifadesine sahip olduğunu sanmıştım.

Tepkimi ölçmek için yüzüme döndüğünde omuzlarımı kaldırıp indirdim. "14 dakika daha yatabiliriz."

Takıntısına karşılık hiçbir tepki vermeyişimle birlikte dudaklarına minnettar bir tebessüm yerleşti. Gözlerimi tavana diktim. "Sana bir şey soracağım," derken ses tonum tamamen değişmişti ve bunu anında fark etti. Dirseğinden destek alıp başını avucuna yaslayarak beni dinlediğini belirtti ama benim gözlerim hâlâ tavanı inceliyordu. "Dürüst olmanı istiyorum. Soracağım, cevaplayacaksın ve sonra bunu sorduğumu unutacaksın tamam mı?"

"Merak ettim," dedi saçlarıma dokunarak. "Seni dinliyorum."

"Sence," dedim derin bir nefes alarak. "Sana bir tek ben yeter miyim?"

Görkem bir anda sesli bir şekilde gülmeye başladı. "Evet," dedi. "Kuma getirmem sana, söz. Sorun bu muydu?"

"Görkem," dedim ciddi bir sesle. Biraz çekiniyordum ve bunu ciddiyet maskesinin altına süpürmeyi deniyordum. "Sana bir tek ben yeter miyim, bu evde?"

Alaycı gülüşü buhar olup silindi yüzünden. "Bak bana," dedi benden daha ciddi bir sesle. "Gözlerimin içine bak Yağmur." Söylediğini yapmaya zorladım kendimi. Bakışlarında sadece sevgi vardı. Yoğun bir aşk. "Bir tek sen yetersin," dedi. "Bir tek seni istiyorum, tamam mı? İyice anla bunu. Anlayana kadar tekrar etmem gerekiyorsa ederim. Son nefesime kadar, sadece sen bana yetersin. Anlaştık mı?"

"Tamam." Sertçe yutkundum. Gözlerim dolmayacaktı. Belki boş odalar da dolmayacaktı ama ben ona yetecektim. Yalan yoktu sesinde. Kararsızlık, sorgulama, acıma, eksiklik hissi... Hiçbiri yoktu. Ben varsam Görkem tamamdı. Odalar boş da kalsa dolu da olsa o benim yanımda olacaktı. Tekrar tekrar duymayı istediğim şey buydu. Beni hiç bırakmayacağını bilmek, bana her şeyle savaşabilme gücünü veriyordu.

"Kalkabilir miyiz artık?" diye sordum. "Saat kaç olmuş?"

"İki dakika sonra 12 olacak," dedi. "Ama bir şeyleri tamamen halletmeden bu yataktan kalkmak istemiyorum."

Beni korkutan da buydu. "Öylesine bir soruydu." İkimiz de bana inanmıyorduk ama devam ettim. "Boş versene, arada saçmalamayı severim biliyorsun."

"Bu konuyu yeniden açan kişi ben olmayacağım, tamam mı?" Onay bekleyerek gözlerimin içine baktı. Kendini biraz daha açıklamak amacıyla göz temasımızı kesmeden devam etti cümlelerine. "Ne konuşmak istersen iste her zaman buradayım. Ama bu..." Söylemesini istiyordum. Sürekli üzeri kapalı şekilde konuşulan bu konuyu bir kez açık açık dile getirilmeliydi. "Çocuk meselesi," dedi öylesine bir şeyden bahseder gibi. Onu çok iyi tanımasaydım konuşurken zorlanmadığını düşünürdüm ama kalbimin derinliklerinde bunu hissedebiliyordum. "Sadece sen konuşmak istersen gündeme gelecek. Bunun dışında ağzımı açmayacağım. Benim için en önemli şey bir an önce iyileşmen Yağmur. Her anlamda tamamen iyileşmen. Acele etme, baskı hissetme. Taşıyamayacağın bir şey olursa demeyeceğim çünkü ne kadar güçlü olduğunu biliyorum ama taşımak istemediğin bir şey olursa, yorulursan mesela düşüncelerinden; hepsini pasla bana. Ben senin için buradayım."

Sanırım bu konuşma fazlasıyla yeterliydi bana. Ona dolmak üzere olan gözlerimle bakıp "Teşekkür ederim," dedim minnetle. Günlüğümün her sayfasına seni yazmayıp başka ne yapacağım ki? Yemin ederim sen benim ihtiyacım olan her şeyin toplamı gibisin."

Önce güldü, sonra durdu. "Günlüğün mü var?" dedi. "Ne zamandan beri?"

"Bir iç dökme defteri aslında. Sadece kısa notlar alıyorum. Çağdaş Hoca önermişti."

"Bana da tavsiye etmişti ama pek hoşlandığım bir fikir değildi," dedi nedenine değinmeden. "Acaba Can'ın da var mıdır?"

"Ne yapacaksın varsa? Okuyacak mısın?"

İmalı sesim karşısında kaşları çatıldı. "Benim sizi okumak için kelimelerinize ihtiyacım yok." Kurduğu cümledeki net tavır, sevgilimle değil liderimle konuştuğumu hissettirdi ve bundan rahatsız olmak yerine etkilendim. "Özelinize burnumu sokacak değilim. Sadece merak etmiştim. İstersem her şeyinize ulaşırım o ayrı ama böyle bir şeyi istemem. Sadece bir şeylerle başa çıkabilmek için kullandığınız yöntemlerden haberdar olsam yeter."

"Sence Can'ın yöntem ne?" diye sordum. "Ben arada yazıyorum, sen bir şeyleri düzenleyerek ya da soru çözerek kaçıyorsun kafanın içinden. Can'ın yöntemi ne? Okumak mı?"

"Eskiden öyleydi ama bu ona yetmemeye başlamıştı son zamanlarda." Hafifçe gülümsedi. "Ben de ona Tesla'yı verdim."

Özgüvenli hali hep hoşuma gidecekti. Diğerlerini böyle tanıyor olmasına bayılıyordum. Hepimiz onun avucunun içinde duruyorduk ve birimize bir şey olduğu an bunu hemen görüyordu. Garipti çünkü Analizciler birbirinden epey farklı insanlardan oluşan ele avuca sığmaz denilebilecek türden bir ekipti ama Görkem, istediği zaman bileğimizdeki ipleri parmaklarının etrafına dolamayı başarıyordu.

"Kaya'ya da Bahar'ı vermen gerekiyor," dediğimde konuşmaya devam etmemi bekledi. "Çok bunalmış durumda. Canı aşırı sıkkın. İlişkisini nasıl sürdüreceğini bilemiyor. Biraz işten uzaklaşmasına ihtiyacı var. Son zamanlarda onunla konuşmadın mı?"

"Benimle oturup dertleşeceği günler atlatmadım," dedi mental olarak dizlerinin üzerine çöktüğü anlar gözlerinin önünden geçerken. "Yansıtmamak konusunda iyidir o. Seninle konuşabildiğine sevindim. Hallederim bu konuyu ben, rahat ol. Annenler ne zaman geliyor?"

"Yarın buradalar," dedim. "O kadar çok erteleyip durdum ki en sonunda bana haber vermeden almışlar biletlerini."

"Onları görmek istemiyor musun bebeğim?"

"Onları görmek istiyorum," dedim. "Ama onların beni görmesini istemiyorum."

Bu aslında her şeyi özetliyordu.

Konuşulması gereken çok fazla şey olacaktı. Kimse bana hazır olup olmadığımı sormuyordu. Herkes benim iyileşme aşamasında olduğumu söylüyordu. Evet, ağır bir yara almıştım ama bir dikiş izimin olması, beni aldığım yaradan daha çok etkiliyordu. İyileşme süreci bedenimle değil, ruhumla ilgili bir şeydi ve ben son nefesimi de versem o süreci tamamlamış olacağımı düşünmüyordum.

Ölüm bana geldiğinde ben yine ölmek istemiştim. Aslında istememiştim. Görkem'e ölmek istemediğimi söylemiştim ama onun gözlerine bakarken Mete'ye kavuşacağım ana geri sayım yapmıştım.

Annem ve babam, hiçbir şeyden haberdar değildi. Kızlarını belli bir yere kadar tanıyan insanlardı. Kızlarını, kızlarının onlara göstermek istediği yere kadar tanıyan insanlar... Onları çok özlemiştim, bu doğruydu. Onları seviyordum, bu da doğruydu. Ama hayatım hakkında her bilgiye sahip olmalarını istemiyordum. İşte asıl nokta buydu.

Ben kaçmayı seviyordum. Geçmişi konuşmamayı, sırlarımı saklayıp gömmeyi, insanlara her şeyi atlatabileceğimi söylemeyi, hiçbir şey olmamışçasına davranmayı... Tüm bu konularda başarılıydım.

Ailemle dertleşmek konusunda ise dünyanın en başarısız insanıydım.

Ailem derken annem ve babamı kastetmek bile yanlışmış gibi geliyordu. Benim gerçek ailemi kan bağı değil, lacivert bir ip parçası oluşturuyordu.

Bileğimdeki kırmızı ipe baktım, sonra Görkem'in masmavi gözlerine döndüm ve gülümsedim. Hepsi bu kadardı. Her şey bu kadardı. Bu bana yetiyordu. Kalbim onun sevgisiyle dolup taşarken geriye kalan her şey, öylesine detaylardan ibaretmiş gibi geliyordu.

Saat tam 12'yi gösterdiğinde yataktan kalktı ve çok geçmeden ben de ona eşlik ettim. Birlikte üzerimizi giyindiğimiz sırada konuşmak yerine beni düşüncelerimle baş başa bırakmayı seçmişti. Sorular sormuyor, aklımı okumayı denemiyor, yalnızca bana izin veriyordu. Elimi tuttu, elini sıktım. Evimizden birlikte çıktık. Havuzun yanından birlikte geçtik. Hayaller akın akın üzerime doğru koşuyordu bu evin bahçesine girdiğim andan beri. O önümde diz çöktüğünde gerçekten de yeni bir hayatın kapısını aralamıştı bana.

Son neresiyse oraya kadar. Onunla sonsuza kadar.

Analizcilerle birlikte yaşadığımız eve giderken arabayı kullanmak yerine yürümeyi seçtik. Evlensek bile onlara çok yakın bir yerde hayatımızı sürdürecek olmamız en çok sevindiğim şeylerden biriydi. Canım sıkılırsa Arda'yı çay içmeye çağırırdım, canım sıkılırsa saat kaç olursa olsun oraya gider ve Kaya'yla çatıya çıkardım, Can'ım sıkılırsa oraya gider ve onu eğlendirmenin bir yolunu bulurdum.

Kapının önüne vardığımızda içimde yükselen heyecanı bastıramıyordum. Bu kapıdan ilk kez geçtiğim günü hatırladım. Görkem'in beni arkadaşlarıyla tanıştırmak için eve getirişini. Öncesinde adamın ayakkabısına yapışan sakızın rengini bulmam için bana yardığım ettiğini. Tüm anılar, bir denizde sürüklenip zihnimin kıyılarına bir bir vururken Görkem zile basmak yerine kendi ritmiyle kapıya vurduğunda heyecanım birkaç kat daha arttı. Yüzüğümü hemen görmesinler diye elimi arkama sakladım. Onlara ben gösterecektim.

Kapı Kaya tarafından açıldığında Görkem'le hâlâ el eleydik. Kaya gözlerini önce bana sonra ona çevirdi ve huysuz bir tavırla dudaklarını araladı. "Eve gelin aldık."

Kurduğu cümleyle beraber yüzümü düşürdüm. "El mi oldum? Hani ben senin kardeşindim?"

"Yok kız sen değil," dedi Kaya. Sonra salonun kapısından bir şey uçarak hole atladı. Ne olduğuna anlam veremezken arkasından Arda ve Can da salonun kapısında belirdi. Az önceki uçan şeye anlam verdiğim an, onun Kaya'nın bacaklarına doğru salına salına geldiği andı.

Evimizde turuncu bir kedi vardı.

"Lan Tesla," dedi Görkem, kediye bakarak. Kapıyı arkamızdan hızlıca kapattı. "Seni bir gün görmedim diye ilgimi çekmek için saçını turuncuya mı boyattın?"

"Taktiği çözmüş," diye homurdandı Kaya ağzının içinde.

"Valla liderim siz eve gelmeyince biz kişi sayısını tamamlayalım dedik," dedi Arda, keyifle. Bu sırada küçük siyah tüy yumağım da salonun kapısından çıktı ama o turunculu gibi uçmuyordu, uyuşuk uyuşuk hareket ediyordu. Kaya'nın paçasının dibinden ayrılmayan turuncu kedinin yanına doğru gidip ona sırnaştı.

"Oğlum eve gelin getirdi," dedi Can, dehşete düşmüş bir sesle. "Kimse bir babayı oğlunun bu kadar çabuk evlenebileceği konusunda uyarmıyor."

"Siz ciddi misiniz?" dedi Görkem kocaman bir kahkaha atıp turunculuya sırnaşan siyah kediye bakarken.

"Oldukça," dedi Arda.

Turuncu kedi mırlayınca siyah kedi hırladı.

"Aşkım bak biz," dedim Görkem'e dönerek.

O kadar çok güldüm ki Görkem başka bir kahkaha patlatmadan önce bir süre sadece yüzüme bakakaldı.

"Ben de öyle dedim." Arda, zevkten dört köşe bir sesle konuşuyordu. "Görkem Tesla ve Asya Mila. Bizim yeni bebeklerimiz."

"Güzel oğlum Tesla, Kaya amcasının yatağına gidip uslu uslu kaputa kuruluyor," dedi Can, başını yere eğip iki yana sallayarak. "Sonra Mila, gidip Tesla'nın üzerine atlıyor. Gece boyunca ikisini ayrı tutmaya çalıştık ama Mila Tesla'yı yoldan çıkarmak konusunda çok ısrarcıydı."

"Aşkım bak biz," dedi Görkem.

Hepimizden aynı anda kafayı yemişçesine kahkahalar yükseldi. Arda çok komik güldüğü için istesek bile gülüşlerimizi durduramıyorduk. En son Kaya'nın bile gözünden yaş gelmek üzereydi.

"Ne olur yardım edin de şunları ayıralım." Can güldüğü için nefes nefese olmasına rağmen hızla kendini toparlayıp çaresiz bir tavır sergilemeyi başarmıştı. "Daha ikisini veterinere götürmedim. Dede olmak için çok gencim."

"Yalnız birader," dedi Görkem bir ağır abi gibi. "Onlar ayrılmaz öyle kolay."

"Göbek adlarını Görkem ve Asya yapmaman gerekirdi," dedi Kaya, Arda'ya. "Bütün suç senin."

"Kedilerimizin çiftleşmeleri hakkında yaptığınız bu konuşmayı dinlemek istemiyorum," dedi Arda. "Travmatize oluyorum. Belki de gerçekten göbek adı koymamam gerekirdi." Turunculu kedi kafasını siyahın karnına sürtünce Arda, "Ama ne yapabilirim," diye bir çıkış yaptı. Kendini aklamak istiyordu. "Şuna bakın. O kadar Asya ki."

Can başını önüne eğdi. "Cilveleriyle kandırıyor oğlumu..."

"Kaynana mısın be sen?" dediğimde hâlâ kıkır kıkırdım. "Yemedik oğlunu."

"Hım," dedi Görkem. "Emin olamadım şimdi."

Arda hızla ellerini kulaklarına kapattı. "İmdat, psikolojim bozulacak."

Kaya, küçük bir çocuğu yakalar gibi Arda'nın ensesini yakalayıp onu sarsarken "Şşh," dedi. "Geçecek. Büyüyünce sen de Eylül'le öyle olacaksın. Sakinleş. Biraz daha sabır."

"Mila!" dedi Can, bizden tamamen bağımsız bir şekilde. Gerçekten biraz paniğe kapılmış görünüyordu. "Yapma kızım. Hadi benim kızım. Tesla daha çok küçük. Eve ekmek bile getiremez o. Ondan yar olmaz sana."

"Tesla," dedi Görkem, dizlerinin üzerine çöküp elini onun tüylerinin arasına sokarak. Tesla onun dokunuşundan kaçmadı. "Hadi benim oğlum," diyerek onu cesaretlendirdiğinde Can bayılmak üzereydi. "Dinleme sen onu. Ben bakarım senin evlatlarına." Tesla sanki onu anlıyormuş gibi kafasını avucuna doğru yatırınca Görkem işe biraz rüşvet kattı. "Sana benden yaş mama. Evet oğlum, istediğin kadar. Evet paşam."

Tesla tüyleri okşandıkça daha da mayışıyordu. "On üç çocuk yap," dedi Görkem. Mila neler olduğunu anlamak için kurulduğu köşeden onları izliyorken Tesla mırladı. "Evet babacığım." Kalbim hızla çarpmaya başladı. "Evet," dedi yine. "Ben bakarım senin çocuklarına. Dinleme sen Can'ı. Bahçeli ev aldım ben. Krallar gibi yaşatırım seni. Tabii ya... Mila'yı da alırım oğlum. Başımın üstünde yeri var. Ayırmam sizi. Evet babacığım."

Tesla o kadar uysallaşmıştı ki Görkem uzanıp onu kucağına aldı. "Şu güzelliğine bir bak," dedi bizim varlığımızı unutup tamamen onunla konuşmaya başlayarak. "Benden yakışıklı olmak yok oğlum. Baştan anlaşalım. Şu karizmana bir ayar çekmemiz lazım."

"Mila," dedim ben de turuncu kediye bakarak ama o ismine daha alışmış değildi. "Emin misin sen Tesla'dan? Sana Asya diye mi sesleniyor Mila diye mi? Bak bunlar hep önemli detaylar."

"Hayırlı olsun, toptan delirdik." Arda gülerek bana baktığında birden yerinde zıplamaya başladı. "Hadi her şeyi bırakın şimdi. Benim dinlemem gereken şeyler var."

"Ay evet!" Coşkulu sesim içimdeki gökkuşaklarını diğerlerine de bulaştırmıştı. Yüzüklü elimi hâlâ arkamda saklıyordum. Tam çıkaracaktım ki "Dur," dedi Can. "İçeri geçelim."

Başımı salonun kapısından uzattığımda neden bu konuda ısrarcı olduğunu anladım.

Düzen ilk günkü gibiydi.

Sandalyeler tarafından oluşturulan çeyrek dairenin ortasına benim oturmam için bir sandalye koymuşlardı.

Karnımı tutup gülerek ve sekerek gidip yerime oturdum. Görkem kucağında Tesla'yla birlikte gülümseyerek içeri girdi ve o da benim gibi beni bu eve ilk getirdiği günü hatırladı. Geçen onca zamanı, aşılan onca mesafeyi düşündü. Kaya, Arda, Can ve Görkem karşıma o günkü şekilde dizilip bana baktılar. Ben de onlara baktım.

"Kitaplıkta kaç kitap olduğunu sormalı mıyım yoksa bugünkü soruları ben sormayacak mıyım?" dedi Görkem alayla.

Tesla, onun kucağından atlayıp koltuğa yayılırken sözü heyecanla devralan Arda oldu. "Karakoldan çıktığın andan bu zamana kadar ne olduğunu saniye saniye anlatmak zorundasın!"

"Höst," dedi Görkem.

Buraya döndüğümden beri o kadar çok gülmüştüm ki gülmeden geçirdiğim tüm o hastane günlerinin acısını çıkarmış olmalıydım.

Kaya da muzip bir tavırla bir ona bir bana bakıp "Her detaya gerek yok," dedi. "Ama naçizane tavsiyem, annenler geldiğinde boğazlı kazak giymen olabilir. Seni düşündüğüm için söylüyorum."

"Çok kötüsünüz." Kurduğum cümleye tezat şekilde hâlâ kıkırdıyordum. Galiba gün sonuna kadar bu böyle olacaktı. "Şimdi hepiniz susun ve çabuk yüzüğüme bakın."

Elimi kaldırıp ortalarına doğru salladım.

"Aman Allah'ım!" dedi Arda, başını ellerinin arasına alarak.

"Işıltıdan körleştim," dedi Can, elinin tersini alnına yaslayıp bayılır gibi yaparak.

"Salak," dedi Kaya gülerek. "Sence ilk kez mi görüyoruzdur biz?"

Ona dil çıkarttım. "Sende yok diye kıskanma."

"Görkem'i aldın diye de kıskanıyor olabilir," diye bir fikir attı ortaya Arda. Can onun kolunu dürtüp "Sen başını boynunun üzerinde seviyorsan sus biraz istersen," deyince gerçekten de ilk günlere dönmüşüm gibi hissettim.

Kaya, Arda'nın ensesine bir tane patlatırken Görkem tüm bu kaostan çok fazla keyif alıyordu. "Pişt," dedi Kaya'ya göz kırparak. "Kıskanma tamam. Bahar'ı da sana alırız."

"Lan sus Allah Allah."

"Merak etme," diyerek ben de dahil oldum onu sinir etme ekibine. "En yakın arkadaşınla görüşmeni yasaklamayacağım. İstediğin zaman bize gelebilirsin."

"Yok öyle bir şey," dedi Görkem. "Hiçbir zaman bize gelemezsiniz. Oturun oturduğunuz yerde."

"Tesla'ya tuvalet eğitimini vermeye çalışırken tuvalet diye senin yatağını gösteririm." Can, tehditkâr bir şekilde parmağını Görkem'e doğru salladı. "İstisna olmak istiyorum. Evinize zamansız giriş bileti talep ediyorum."

"O parmağını alır götüne sokarım ha," dedi Görkem. Artık çene kaslarım ağrımaya başlamıştı gülmekten. "Kime parmak sallıyorsun lan sen?"

"Liderimi kızdırmayın," dedi Arda. "Onun bir ordusu var."

"97 kişi..." dedim sayı kısmını vurgulayarak. Bu da Görkem'in ilgisinin bana dönmesine yol açtı. Karanlıkla çevrelenen bakışlarındaki özlemi hissedince onun bana duyduğu özlemin dinmesinin hiçbir yolunun olmadığını anladım. Dudaklarımı birbirine bastırıp ona bakarken onun gözlerinde uyarı sinyalleri yanıp sönüyordu. Beni omzuna atıp evimize götürmeyi aklından geçirip geçirmediğini merak ettim.

"Bu arada dün için seni tebrik etme şansımız olmadı," dedi Can, imalı imalı gülerken. "Yangından mal kaçırır gibi ayrılınca sen karakoldan..."

"Acil işim vardı." Görkem'in acil işi bana evlilik teklif etmekti. "Teşekkür ederim orada yanımda olduğunuz için."

"Üf," diye yakındı Arda. "Profesyonel tavrına başlayacağım şimdi. Yanına bizden başkalarını topladın diye bize herkes muamelesi mi yapacaksın? Teşekkür ediyormuş yanında olduğumuz için... Yanında olmayıp başka nerede olacaktık lider adam?"

Görkem'in yüzüne yerleşen gülümsemede hafif bir utangaçlık vardı. "Birilerine bu kadar güven duyabilmek çok güzel bir şey." Konuşmasındaki duygusallık diğerlerinin hazırlıksız yakalandığı bir durumdu. "Çok uğraştınız, çok yoruldunuz hatta çok da ağladık, hep beraber. Gerçekten teşekkür ederim hepinize. Bir araya gelince aşamayacağımız şey yokmuş gibi hissettiriyorsunuz."

"Bu ne, veda konuşması mı?" diye sordu Kaya kaşlarının ikisini birden yukarı kaldırarak. "Ne planlıyorsun lan sen?"

"Yok," dedi Can. "İçinden gelmiş. Bir sorun olduğunu sanmıyorum."

"Bir sorun yok. Görkem benimle evlendiğinde sizden ayrılacağı için bir çeşit depresyona giriyor galiba."

Görkem'in duygusal havası dağılırken yüzüne büyük bir gülümseme de yerleşti beraberinde. "Öyle işte," dedi. "Şimdi güzel bir kahvaltı yapalım, o zamana kadar elime keyfinizi yerine getirecek türden bir şey de geçmiş olur. Çatıya çıkar yolumuza bakarız, tamam mıdır?"

Elimize ne geçeceğini Arda sorgulamış olsa da Görkem kendi tabiriyle sürprizi bozmamak adına bu konuda tek kelime etmedi. Kahvaltıyı bir ya da iki kişi olarak değil de hep beraber hazırladık bu defa. Ben dolaptan kahvaltılıkları çıkarırken Can çay demliyordu. Arda ekmekleri dilimliyor, hemen yanındaki Kaya domates ve salatalık doğruyor, Görkem çatal bıçakları sofraya diziyordu. Masanın üzeri kısa zaman içinde her açıdan simetrik bir hal almıştı bile. Her çatalın ve bıçağın ucu masanın kenarına değiyordu.

Görkem benden aldığı kahvaltılıkları aynı hizada olacak şekilde örtünün üzerine dizerken Can ocağın oradan başını çevirip onu izledi. Görkem'in eli saçlarının arasına karıştığında Can'ın da kaşları çatıldı çünkü Görkem, kendi saçını iki kez çekiştirmişti.

Bir sonraki adım cebinden nane şekeri çıkarmak olur diye bekledim fakat bunun yerine sofraya oturdu. Koluna dokunarak arkasından dolanıp kendi yerime geçmek üzere sandalyemi geriye doğru çektim. Görkem, bu sürede nefes bile almadan yüzüme bakıyordu. Aşk dolu değil, tedirgin bakışlardı bunlar. Sonunda bir şey söylemesini ister gibi çenemi hareket ettirdiğimde "Diğer koluma da dokun," dedi. Masanın etrafına toplanmış Analizcilerin gözleri hızla ona doğru çevrildi.

"Artıyor," dedi Arda, takıntı kelimesini kullanmadan.

Ben istediği şekilde diğer koluna dokunurken "Farkındayım," dedi Görkem sadece bir kez başını sallayarak.

"Artmıyor," dedi Can. "Eskiye dönüyor."

"Evet, onun da farkındayım."

"İlaç kullandın mı hiç son zamanlarda?" diye soran Kaya'ydı.

"Hayır."

Verdiği net cevaplar, onun ruh haliyle ilgili endişeler duymama sebep oldu. Özellikle dün ve bu sabah keyfi gayet yerindeydi fakat mutlu kısa anlar yaşıyor olsak da unutmamak gerekiyordu ki kocaman bir kaosun ortasındaydık biz. Tüm bunları idare etmek hiç kolay bir şey değildi ve Görkem düşüncelerinin içine daldıkça kendi takıntılarını tetikliyor olabilirdi. Can da bunun normal olduğunu söyleyerek onu rahatlatmayı denedi.

Görkem, bundan bizim kadar endişe duyuyor gibi görünmüyordu. Aksine, düzeleceğini biliyor gibiydi ya da belki kendini düzelmek zorunda hissediyordu.

"Hiç Vega'yla konuştun mu?" diye sorarak konunun akışını değiştirdiğinde masaya bir bomba düşmüşçesine etrafımızı saran sessizlik, Can tarafından bozuldu. "Hayır."

"Sana ulaşmayı denemediğini mi söylüyorsun?"

Başını olumsuz anlamda salladı Can. "Öyle söylemiyorum. Konuşmadığımızı söylüyorum."

"İlk öpücükten sonra flört ettiğin kadını öylece yok saymamalısın." Arda'nın sivri dili yüzünden Can'ın öfkeleneceğini düşündüm. "Bu saygısızlık. Kaba bir adam olma ve sevgiline sahip çık!"

"Çok konuşma." Arda'nın sert bakışları ondan bana doğru kaydı. İyiydi, zaten hedefim buydu. "97 kişiye tek tek anlattığımız neredeyse her bir ismi elimize veren kişi Vega'ydı. Alfonso'nun elindeki bilgiler bugün Kaya'nın kurduğu sitenin içindeyse bu da Vega aracılığıyla oldu. Piramit hakkında topladığımız bilgilerin belki de yüzde sekseni Can sayesindeyken ona uçkuruna düşkün biri gibi davranmanı çok anlamsız buluyorum."

"Yüzde seksen değildir," dedi Görkem, ciddiyetle. "Ama büyük bir kısmıdır, evet."

Can'ın gözleri onu savunduğum için bana saplanıp kalmıştı. Arda'ysa bir bana bir Görkem'e bakarak dalga geçiyor olmamızı diliyor gibi görünüyordu. Kaya bizimle hiç ilgilenmeden ekmeğine yavaş yavaş çikolata sürüyordu. Sonra kafasını kaldırdı ve "Zeytinimi istiyorum," dedi.

Çatalla mancınık zamanı gelmişti. Bunu izlemeyi çok seviyordum ama Arda şu an bunu yapabilecek mentalde miydi bilmiyordum. Gözlerini benim gözlerimden ayırmadan çatalının ucuna siyah bir zeytin koydu. Ardından diğer ucuna yumruğunu sertçe vurarak zeytini Kaya'ya doğru gönderdi. Kaya masaya doğru fazla eğilmek zorunda kalsa da zeytini yakalamıştı. Arda hâlâ dik dik bana bakıyordu.

Gösterdiği pasif agresif direnişe ben sessiz kalırdım ama Görkem benimle aynı şeyleri düşünmüyor olmalıydı. "Arda," dedi onun adını vurgulayarak. "Onun doğru söylediğini biliyorsun."

Sıkıyorsa aksini iddia et, der gibiydi sesi.

"Bu ilişkiye sen de inanılmaz karşıydın daha düne kadar," dedi Arda, Can yanımızda değilmiş gibi konuşarak. "Ne değiştiğini gerçekten merak ediyorum. Sizi bir katil ve bir polisin ilişkisini normalleştirecek aşamaya ne getirmiş olabilir?"

"Hiçbir şeyi normalleştirdikleri yok," dedi Can. "Bunun normal bir yanı zaten yok. Papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsun. Bense bizi ileri taşımaya çalışıyorum. Aynısını denemeye başlasan iyi edersin çünkü kabak tadı vermeye başladın."

Kavga edeceklerdi.

Elimi kaldırıp masanın ortasına doğru hızlı hızlı salladım. "Yüzüğümü görmüş müydünüz? Sizin yok, benim var."

"Oha!" dedi Can. İlk tepkiyi veren kişi olması Arda'ya uzattığı bir zeytin dalıydı. Burada Arda'nın vereceği tepki önemliydi çünkü ikisi arasındaki gerilimi sonlandırıp sonlandırmamak onun elindeydi.

"Şu taşa da bakın," dedi gülmeye başlayarak. "Can'ın beyninden daha büyük!"

Can onun bacağına sertçe vurdu ve sonra hepimiz gülmeye başladık.

Bir gerilimi daha kazasız belasız atlatmıştık. Güzel gidiyorduk. En azından ağız tadıyla kahvaltı yapabilmiştik.

Her şeyi toparlayıp mutfaktan çıktığımızda Mila ve Tesla yine dip dibelerdi. "Veterinere gitmezsek gerçekten torunlarım olacak," dedi Can. Bu onun için bir dünya savaşı kadar önemli bir konuydu.

"Evlatlarımı kısırlaştırma," dedi Görkem. "Sana söylüyorum, ben hepsine bakarım."

"O kadar isim bulamam ya ben," dedi Arda, panik benzeri bir sesle. "İlham lazım çok acil."

"İlham lazım değil," dedi Kaya. "On dört, on beş, on altı falan deriz hepsine sıra sıra."

"Saymaya on üçten başlamamızın bir sebebi var mı?" diye sordum ona yanaşarak.

Başımı omzuna sürttüğümde Kaya düz düz bakıp "Sebep bu," dedi. "Beslediğimiz ilk kedi yavrusu sendin."

"Vay be, bir besleme olmadığım kalmıştı." Kaya bir homurtu sesi çıkarttığında elimi gözlerine doğru götürdüm. "Neyse, yüzüğüm nasıl?"

"Görmemişin yüzüğü olmuş." Dilini damağına vura vura merdivenlere yönelmişti. "Kaç kere daha söyleyeceksin bunu acaba gün bitene kadar?"

"Sayabilirim," dedi Görkem.

"Kaç nefes aldığını da sayıyor musun?"

Arda'nın alaycı sorusu Görkem tarafından yine net bir şekilde cevaplandı. "Bazen."

"Son zamanlarda sık sık mı?" diyen Can, yeni bir analize başlamak üzereydi.

Görkem'se kendiyle ilgili bir şeyleri paylaşmaktan kaçınmıyordu. "Evet. Kollarımda kalbi durmuş bir kadının nefes sesine kafayı takmış olmama da laf etmeyiverin. Her şeyin altında anlam arıyorsunuz."

"E anlamını kendi kendine açıkladın," dedim gülerek Kaya'dan uzaklaşıp ona yanaşarak. "Bu kadar zeki olmak yormuyor mu Görkem Duman?"

Görkem, merdivenlerin başına geldiğimizde bir anda elini dizlerimin arkasına uzattı. Diğer saniye beni kucağına almıştı. "Yormuyor Yağmur Duman."

Gözlerimi kocaman açıp ona baktım. "Hatta; yormuyor bak bu yüreğin savaşı, yormuyor da bir sana yenilmişim."

Otelde birlikte kaldığımız zamanlarda bana iltifat etmesini söylediğimde dudaklarından dökülen beste, yeniden onun dilindeydi ve bu kez her kelimesi gerçeklik barındırıyordu.

Can, Arda ve Kaya farklı basamaklarda durup bize doğru dönmüşlerdi. Ben Görkem'e bakıyordum, Görkem bana bakıyordu ve onlar da bize bakıyordu. Utanıp başımı göğsüne doğru yasladığımda "Kendi kendime çıkabiliyorum artık merdivenleri," dedim. İstemem yan cebime koy yapıyordum aslında. Yerimden gayet memnundum, yalnızca Analizcilerin bakışlarından utanıyordum.

Kendi aralarında söylenip fısıldaşarak basamakları tırmanmaya devam ettiklerinde Görkem dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırıp "Şuna bak," dedi. "Gözlerini kaçırıyorsun. Arsızlığını biliyor olmasam utangaç tavırlarına kanacağım."

"Hadi sus da beni yukarı çıkart."

"Vay, utandığın için konuyu da kapatıyorsun. Harika. Rol kesmeye devam demek."

Kolunu çimdirdim ve o da muhteşem bir kahkahanın ardından beni dikkatle yukarı taşıdı. Kendimi bebek gibi hissediyordum. Biraz büyük bir bebektim ama Görkem'in kolları da büyük olduğundan o kadar da sırıtmayacağımızı düşündüm.

Sevgilim, yerini yeniden liderime bıraktı ve yaptığımız masa başı toplantının içeriğinin Hermes olduğunu özetledi bize. Yüzünde pis bir sırıtma vardı. Sebebini çok merak ediyordum ve sabırla anlatmaya başlayacağı anı bekliyordum. Telefonunu cebinden çıkarıp masaya bıraktığında "Ros," dedi. "Dün ben karakolda sunum yapmadan önce kendisine bir mesaj iletmiştim. Söylediğimi yapmayı başarmış. Kazığa oturan Hermes kadar komik bir video değil belki ama Hermes'in hangi kazığa oturduğunu anladığı andaki yüz ifadesini görmek istersiniz diye sizinle paylaşayım dedim."

Merak uyandırmayı başarmıştı. Hepimiz neyle karşılaşacağımızı sabırsızlıkla bekliyorduk. Görkem bizi oyalamadan oynat tuşuna bastı.

Çekim kötü bir açıdandı ama karşılıklı iki berjerin birinde Barbaros, birinde Hermes oturuyordu. Burası sanırım bir otel odasıydı. İki berjer, cam kenarına yerleştirilmişti ve odanın orta tarafında büyük bir yatak duruyordu. Kamera hepsini görebileceğimiz bir açıyla kaydı yapıyordu.

"Ne söyleyecektin bana, anlat bakalım," dedi Hermes. Ros'la üstten üstten konuşmuyordu. Koltukta arkasına yaslanmış, gayet rahat bir haldeydi hatta üzerinde takım elbise değil de günlük kıyafetleri vardı.

"Kesin konuşmak istemiyorum," dedi Barbaros. "Ama ben bugün bu civarda birini gördüm gibi."

"Kimi gördün lan?"

"Bir saniye," dedi Can. "Bu oda kimin? Hermes'in mi Ros'un mu?"

"Ros'un," dedi Görkem. Can sadece başını salladı. Bu detay onun için her neyi ifade ediyorsa benim için etmedi. Bu yüzden odağımı yeniden videoya geçtim.

"Bir arabanın içindeydi," dedi Ros. "Uzaktaydım ama ne gördüğüme emin gibiyim."

"Ne gördün amına koyayım?" dedi Hermes sinirlenerek. Artık arkasına rahatça yaslanmıyordu. Dirseğini dizine yaslamış, hafif öne eğilmişti.

"O buradaydı," dedi Ros. "Görkem Duman. Oteli izliyordu."

"Ne?" dedi Hermes. "Saçma sapan konuşma, nereden bulacak burasını?"

"Bilmiyorum," dedi Ros endişeyle. "İnan ki bilmiyorum ama oydu. Eminim, oydu."

"Fena bir oyuncu değil," dedi Can. "Ama ben olsam yalanını anlardım."

"Ama Hermes sen değil," dedi Görkem.

Hermes'in yüzüne korku dolu bir ifade yerleşmişti. "Ne zaman?" diye sordu kontrollü tutmaya çalıştığı ama hiç de öyle olmayan sesiyle. "Seni gördü mü?"

"Saate baktım, 12.47'ydi," dedi Barbaros. Hermes aklını kaçıracak gibi oldu.

"13'e 13 varken," diyen Kaya, keyifle sırıtmaya başladı. Kollarını göğsünde bağlayıp arkasına yaslandıktan sonra Görkem'e döndü. "Asya'yı ilk kez gördüğün saat. Özellikle ondan böyle söylemesini istedin, değil mi?"

"Benim oyunum, benim kurallarım," dedi Görkem, ukala bir gülüşle.

Kalbim yine onun için deli gibi atmaya başladı.

"Beni görmedi," diye devam etti Barbaros. "Arabanın plakasını alamadım. Çok özür dilerim." Başını önüne eğdi. "Biraz panik olduğum için o an aklıma gelmedi. İçeri gireceğini sandım. Belki de içeriden çıkmıştır, bilmiyorum. Doğrudan sana mesaj atmıştım ya otelde misin diye, işte o yüzdendi. Olmadığını öğrenince rahatladım. O sırada herif basmış gitmişti."

"İnanıyor," dedi Can. Artık onun da yüzünde keyifli bir ifade vardı. "Apaçık korkuyor."

"Eh," dedi Arda. "Korkacak tabii. Ben hâlâ o telefon konuşmasında takılı kaldım. Görkem benimle öyle konuşsaydı geceleri altımı ıslatmaya başlardım. Belki Hermes de yapıyordur."

Hepimiz gülerken Hermes biraz bile tebessüm etmiyordu. Ayağa kalkıp camdan baktı ve sokaktaki bir köşeyi işaret etti. "Araba şu tarafta mıydı? Ben olsam öyle yapardım."

"Hayır," dedi Barbaros. "Kameralara yakalanırdı orada bekleseydi. Sokağın diğer tarafında kör bir nokta var. Orada gördüm. Siyah bir Sedan'dı."

"Gerçekten iyi yalan söylüyor," diye onayladı Can. Ben anın heyecanı yüzünden henüz tek kelime etmiş değildim.

Hermes sokağın aşağısını ve yukarını kontrol etti sanırım o pencereden çünkü başı bir sağa bir sola çevrildi. Sanki sokağın temiz olduğundan emin olmaya çalışıyordu.

Bu adam böyle korkak biri değildi ama beni yaralayarak ne kadar ileri gittiğinin farkına varmış olduğu kesindi. Görkem'in her an ensesinde olacağını biliyordu. Kendisinden intikam almaya geleceğini biliyordu.

Görkem videoyu durdurdu ama alttaki çubuktan henüz videonun bitmediğini gördüğüm için kaşlarımı çatarak ona baktım. Göz göze geldiğimizde "Bizim hakkımızda konuşacaklar," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Ama her şeyi izlemenizi istiyorum."

"Sorun yok," dedim. Hermes'in yüz ifadesini birkaç saniye daha görmek için katlanamayacağım bir şey olduğunu sanmıyordum.

"Nasıl bulabilmiş burayı?" diye sordu Hermes. "Nereden duymuş? İçimizde bir hain olabilir mi sence?"

"Fikrim yok," dedi Ros ama Hermes, ondan şüphelenmiyordu. İlginç bir şekilde ona tamamen güveniyor gibi görünüyordu. "Bunu söylemek belki haddime değil ama onun damarına bastın, Hermes. Belki de fazla ileri gitmişizdir."

Görkem'den korkuyor gibi davranıyordu ve bunu yaparken hiç zorlanmıyor oluşu, onun potansiyelinin farkında olmasından kaynaklanıyor gibi hissediyordum. Hermes, ona dik dik baktı bir süre. "İleri gittiğimi biliyorum," dedi. "Derdim ileri gitmek zaten. O herifi doğduğuna pişman etmeden durmayacağım."

Görkem gülmeye başladı sessizce. Gözlerim onunla ekran arasında gidip geldi. En son tekrar ekranda sabit kaldı.

"Peşinde olmasından keyif mi alıyorsun?" diye sordu Ros. "Şansın varken onu neden öldürmedin ki?"

"Çünkü babam ölmesini istemedi," dedi Hermes. "Çünkü babam, birilerine işkence çektirmekten hoşlanıyor ve ben de onun oğlu olduğum için bundan hoşlanmak zorundayım. Onu babama götürecektim, bunu sana zaten söylemiştim."

"Yaralısın Hermes," dedi Ros, sahici bir endişeyle. "O adamlar elinden kurtulduğu için başına gelmeyen kalmadı."

"Her şey Mila yüzünden oldu," dedi. "Beni asil bir kadın olduğuna inandırmıştı. Bana bir bıçak fırlatacağını ön görememek benim hatam değildi. Siktir et, intikamımı aldım zaten."

"Ve peşine bir intikamcı taktın, harika."

"İkisini de acıya boğacağım," dedi Hermes. "Ve Can'ı. Onu da. Kız kardeşimi benden uzaklaştırmak için ne yapıyor bilmiyorum ama hepsini Barbaros, hepsini öldüreceğim."

"Sen önce ölmemeye bak."

"Doğru," dedi Hermes. "Bu gece burada kalamayız. Duman gözleme gelmiştir, faaliyete geçmesi çok sürmez. Kabul etmem gerekiyor ki ortalığı karıştırmakta üstüne yok o herifin. Otelden kaçtıkları günü hatırlıyor musun? Hani ayaküstü sana bile yumruk atmıştı."

Bize bir araba temin eden Ros'la konuşuyordu. Hermes'in değişmeyen özelliği kimle dans ettiğini hiç bilmiyor oluşuydu.

Barbaros elini elmacık kemiğine götürdü. "Hatırlıyorum. Şerefsiz herif."

Kaya ve Arda kendi aralarında gülmeye başladılar.

"O gün oradan hem kendini hem Mila'yı çıkartmıştı. Mevzu bahis Mila olduğunda dünyanın en yarım akıllı adamı o. Kendi adını bile bana vermişti salak. Yine de elimden defalarca kez kurtulmayı başardığı için saygıyı hak eden birisi. Ona dümdüz bir ölümü reva görmeyeceğim."

"Hermes, sen korkuyorsun," dedi Barbaros. Hermes'in kaşları sonuna kadar çatıldığında Ros anlayışla öne doğru eğildi. "Görkem Duman'dan korkuyorsun."

"Ben kimseden korkmam."

"Sınırı geçtin, farkındasın. Bana maval okuma, seni tanıyorum. Gidip babana anlatacak değilim. Benimle konuşabileceğini biliyorsun."

"Tedirginim," dedi Hermes. "Nefesi ensemde dolanıyor, biliyorum ama burayı bulabileceğini düşünmemiştim. Kimseye haber vermeden konum değiştireceğim. Benimle gelecek misin?"

"Tabii ki patron." Ros laubali bir tavırla arkasına yaslandı. "Sen nereye ben oraya."

"İyi," dedi Hermes. "Bu aramızda kalacak. Vega bile bir şey duymayacak şimdilik, anlaşıldı mı?"

"Ağzım sıkıdır."

"Beni öldürmek için gelirse yaşama şansım sıfır," dedi Hermes, içini dökmeye karar vererek. Kafasında yaptığı sorgulamayı Ros'la paylaşarak rahatlamayı deniyordu. Kız kardeşine güvenmiyordu, kız kardeşi Can'ın ağzının içine bakıyordu. Ros'la dertleşiyordu, Ros Görkem'in adamıydı. Hermes bu işin sonunda en büyük yarayı buradan alacaktı. Onu elime geçirip öldürme fırsatı yakalasam bile öncesinde sırtındaki bıçakları tek tek çıkarıp ona gösterecektim. Ölse bile en yakınları tarafından ihanete uğramış biri olarak ölecekti.

"Üzgünüm ama ben de öyle düşünüyorum," dedi Ros, kıvırcık saçlarını sıkıntıyla karıştırırken. "Sana söylüyorum patron, Mila onun kırmızı çizgisiydi."

"Daha fazla mahvolmasını bekliyordum," dedi. "Ayağa kalkamayacak hale gelmesini bekliyordum. Bana kısasa kısas öğretildi, ben de beni belimden yaralayan kadını belinden vuracaktım ama son anda arkasını bana doğru döndü. Şimdi diyorum ki keşke kafasına sıksaydım da olaylar buraya sürüklenmeseydi. Yazılan kurallara uydum. Altair bana can yakmamı söyledi, ben de yaktım ama onu dinlemek yerine can almış olsaydım işler bu raddeye gelmezdi."

"Nasıl son anda sana doğru dönmüş olabilir?" diye sordu Ros şok içinde.

Bunu ben de algılayamıyordum. Her şey saniyeler içinde gerçekleşmişti.

"Bilmiyorum," dedi Hermes. "Ama korkmadığını biliyorum Ros. Ona dönük silahlardan korkmuyor. Daha önce de bir namlunun ucuna alnını yaslamıştı. Ölümle korkutamadığın kadını neyle korkutacaksın?"

"Görkem Duman'la belki?"

"Hayır," dedi. "Görkem Duman'ı bir tehdit unsuru olarak kullanamam. Onunla eli kolu bağlı değilken aynı ortamda vakit geçirebileceğimden bile emin değilim. Kendi elimizle bir ölüm makinesi yarattık."

Bu sırada bulundukları odadaki kapının tıklatıldığını duyduk. Hermes panikle silahına davrandığında Arda kocaman bir kahkaha attı. "Yemin ederim ödü patlıyor."

"Daha dur," dedi Görkem sadece ve izlemeye devam etmemizi istedi.

Hermes'in elinde silahla kapıya giderken Barbaros'un da hemen onun arkasından yürüyerek karşıladığı kişi, Piramit'ten olduğunu bildiğimiz alt tabaka bir üyeydi. "Kameralar," dedi. "Bugün otelin güvenlik kameralarında bir sorun varmış efendim. Kayıt altında değillermiş."

"Görkem Duman içeri mi girmiş?" diye sordu Hermes, Ros'a dönüp ondan bir cevap bekleyerek.

"Sanmıyorum." Kekeleyerek, şoka uğramış şekilde konuşuyordu. "Bilmiyorum... Ne ara bunu yapmış olabilir ki?"

"O adam her şeyi yapmış olabilir!"

Bu kez en çok gülümseyen bendim. Hatta Görkem, yüzünü bana çevirmişti bunu izlemek için. Ona baktığımda hayranlığım gözlerimden okunuyor olmalıydı. Bakışmamızı Hermes'in "Toparlanman için beş dakikan var," demesi böldü. "Buradan gidiyoruz."

Kendilerine bu bilgiyi haber veren üye ve Hermes dışarı çıkıyor, kapı çarpıyor, Ros kameraya doğru yürüyüp iki parmağını şakağına yaslayıp izci selamı veriyor, göz kırpıyor ve kayıt sona eriyordu.

"İçine şüphe ekiyorsun," dedi Can. Kendisinin Görkem'e ilham olduğu apaçıktı. Son kamera olayı Görkem tarafından güncellenmiş ve başka bir versiyonda kullanılmıştı. "Ona dokunmadan onun aklıyla oynuyorsun."

"Söylediği gibi," dedi Görkem arkasına yaslanarak. "Beş dakika sonra otelden ayrılmışlar. Tüm bunlar, biz operasyon planını karakola duyururken yaşanan şeylerdi. Ros'un bunu başarıp başarmadığından haberim bile yoktu ama ona çizdiğim senaryoyu fazla güzel şekilde oynamış."

"Sonuçta mevzu üçkağıtçılık ve tek ayak üstü kırk yalan söylemek," dedi Kaya, hâlâ kolları göğsünde bağlıyken. "Bu onun uzmanlık alanı."

"Uzmanlık alanı hırsızlık." Görkem, gülümsedi. "Ben de ondan Hermes'in aklını çalmasını istedim."

"Onu alamıyoruz," dedim. "Onu hemen şu an alamıyoruz çünkü her şey birbiriyle bağlantılı. Yerini bilsek bile gidip onu indiremiyoruz çünkü plana sadık kalmamız gerekiyor ve temizliğe alttan başlayacağız dedik. Çünkü Vega ve Hermes içeride olsalar belki de onları hiç konuşturamayız ama dışarıdalarken her geçen gün onlardan başka bilgiler koparıyoruz."

"Aynen öyle." Bu kez, sesi öfke doluydu. "Nerede uyuduğunu, nerede uyandığını, tuvalete hangi saatte gittiğini, hangi saatte yoksunluk krizleri geçirmeye başladığını bilecek aşamaya geldim ama durmam gerekiyor. Gidip onu öldürmemem gerekiyor. O zaman ben de o uykuyu ona haram ederim, lavaboda geçirdiği zamanda bile huzursuz olmasını sağlarım, geçirdiği krizlerde yüzüm gözünün önünden gitmesin diye uğraşırım. Mahvolacak, Yağmur. Sadece senin değil, ellerindeki bütün kanın bedelini yavaş yavaş ödeyecek. Aklını kaçırma aşamasına gelecek. Bitecek, tükenecek. O herif benim karşımda onu öldürmem için yalvaracak."

Dudaklarımı aralayıp ne söyleyebilirdim ki? Hem iradesiyle verdiği bir savaş vardı hem takıntılarıyla. Söylesem kabul etmeyecekti ama Görkem, Hermes'i ciddi anlamda takıntı haline getirmişti ve buna rağmen baş etmenin bir yolunu buluyordu. Daha önce bir kere bana Hermes'in onu yendiğini söylemişti fakat zincirlere vurulmuş olması bile pes etmeye yaklaştıramamıştı onu.

Geçen gün kurduğu cümle yankılandı aklımda. İşleri yolunda değildi, işler onun istediği yoldaydı.

"Onu sona saklayacaksın," dedim yaşadığım farkındalıkla. "Can'ın Vega'yı sona saklaması gibi, sen de onu sona saklayacaksın. Bunu yapmamız sence doğru mu? Suç potansiyeli aşırı yüksek. Göz ardı edebileceğimiz bir şey değil."

"Etmemiz gerek," dedi. "Bu riski almamız gerek. Piramit'le ilgili hâlâ aydınlanmayan çok fazla şey var. Barbaros işin bu kadar içine girmişken Hermes'i oyun dışı bırakırsak yanlış bir hamle yapmış oluruz. Üstelik içeri Barış'ı göndereceğiz, Selma'dan öğreneceklerimiz var daha. Altair'i ortaya çıkmaya zorlamazsak, bu iş kökünden çözülmeyecek Yağmur. Babalarına ulaşmamızın yolu da ikinci basamaklardan geçiyor."

"Zaten Hermes ya da Vega birden ortadan kaybolursa bir çeşit olağanüstü hal ilan edebilirler," diyerek Görkem'in fikirlerimi destekledi Kaya. "Güvenlikler artabilir, yurt dışına kaçışlar olabilir. Büyük balığın peşinde olmak bazı riskleri almak zorunda kalmak demektir. Bizim kumarımız da ikizlere dokunmuyor olmak."

Arda sessizliğini benim de cevabını merak ettiğim bir soruyla böldü. "Bizim Ceylan'a bu kadar güvenmesini nasıl sağladın peki?"

"Şeytan tüyü mü denir? O da biraz onun başarısıydı. Barbaros Ceylan saf gibi görünür ama hafife alınacak biri değildir. İlk aşamada işler böyle değildi ama şimdi, onun kuyruğuna dönüştürdü kendini. En sadık adamı olma yolunda ilerliyor."

Can, bu videoyla ilgili bir şeylere hepimizden daha fazla takılmıştı ama sorgulamadım, yakında onun da kokusu çıkardı.




Evin içi ana baba günü gibiydi. Deyim olarak değil de gerçek anlamda ana baba günü olmasına ise çok az zaman kalmıştı.

Arif Ahmet Duman ve Nevin Duman çifti, saatler öncesinden dünür buluşması için Analizcilerin evine gelmişler ve benimle uzun uzun laflamışlardı. Evlilik teklifinden haberleri olmadığı için parmağımdaki yüzüğü ilk gördüğü an Nevin Duman bayılacak sandım. "Annem," demişti Görkem'e dönerek. "Aferin annem. Bu kız kaçacak kız değildi. Beni boğma potansiyeli taşımayan bir gelin isterdim tabii ama ne yapalım, bazı şeyleri idare etmeyi öğreneceğiz."

Samimi tavrı beni güldürmeye başladı. Ona karşı ne hissedeceğimi tam olarak kavrayabilmiş sayılmazdım. Daha önce hastanede yaptığımız konuşmada Görkem'e olan eleştirilerine fazla tahammül edememiştim ve bunun gölgesi üzerimde duruyordu. Baba Duman bana gelip dikkatle sarıldığında ise tüm düşüncelerim buhar olup uçuştu. "Çok tebrik ederim kızım," dedi. "Çok mutlu olacağınıza inanıyorum. Bunu senin kadar hak eden başka birini görmedim. Ailemize hoş geldin demiyorum çünkü zaten boynunda oğlumun kulaklığıyla dükkâna girdiğin gün sen benim ailemdendin, anlamıştım ben. Hayırlı olsun. Düğünü ne zaman yapıyoruz?"

"Baba," dedi Görkem, uyarır gibi. "Yangından mal kaçırır gibi davranmaya gerek yok." Güldü. "Üç güne ideal bence."

Tabii ki dalga geçiyordu ama olayların yangından mal kaçırır şekilde ilerleyeceğinin sinyalini bana vereli çok olmuştu. Biz Görkem'le bugün nişanlanacaktık.

Annemlerin gelmesinden daha önemli bir olay olduğunu düşünmem, beni kötü bir evlat yapar mıydı?

"Bizim ge'ler ne zaman gelecek?" diye sordu Arda. Bige, Ege ve Müge'den oluşan aileyi kastediyordu. Evde gerçek bir şenlik havası vardı bugün. Hatta bir saat kadar önce Kaya ve Can nişan tepsisini tutmakla ilgili bir kavgaya girmişlerdi. Eylül'se ikisinin de avucunu yalaması gerektiğini söylemişti. Kendisine göre tepsi tutulacaksa bunu yapacak kişi gelinin kız kardeşi olmalıydı. Yani itiraz etmelerine fırsat tanımamıştı.

Onlara bir türlü kabul ettiremediğim şey, ailemin gelenek göreneklerle pek işi olmamasıydı. Kendileri Türkçe konuşmayı unutmuş şekilde dönmüşlerse bile buna şaşırmazdım.

"Birazdan gelir Egemen, geç kalmaz," dedi Arif amca. "Çikolata alacaktı ama Görkem ekler almasını söylemiş. O yüzden son anda bir rota değişikliği yaptı diye biliyorum."

Her şey saçma bir düzen içinde yokuş aşağı ilerliyordu ve ben bundan çok memnundum.

Ufak adımlarla lavaboya kaçtığımda hemen ardımdan gelen adımların sesini duydum. Amacım üstüm başım düzgün mü diye kendimi kontrol etmekti ama adımlarımı takip eden Görkem'in amacının aynı olduğunu sanmıyordum.

Elini belime yerleştirip beni içeriye yönlendirdiğinde kapıyı arkamızdan kapatıp sırtımı da kapıya çarpması saniyeler sürdü. Gömleğinin yakalarına yapışıp dudaklarımın üzerindeki dudaklarına karşılık verdim. Öpücüğü derinleştirmek için hiç beklemedi. İkimiz de içimize derin bir nefes çekme fırsatı bulamadık. Bunun yerine nefes nefese kaldık.

"Her yerin ruj oldu," dedim kıkırdayarak geri çekildiğimde. Gözlerini bir saniyeliğine benden ayırıp aynaya çevirdi ve yüzüne dağılan kırmızı rujuma baktı.

"Damgaladın beni," dedi gülerek. "Sana ait görünmeyi seviyorum."

Yanına yaklaşıp omzumu omzuna yasladım ve çekinmeden aynadaki aksimizle buluşturdum gözlerimi. Benim üzerimde siyah, dizlerimin biraz üzerinde biten boğazlı ve uzun kollu bir elbise vardı. Göğüs kısmında küçük bir çerçevesi bulunuyordu. Görkem'se yanımda beyaz gömleğinin içinde her zamanki gibi nefes kesici görünüyordu.

"Aile tanışmasını, sözü ve nişanı aynı gün yaptığımıza inanamıyorum," dedim o parmaklarını çenesine doğru kayan ruj izime götürürken. Benim de rujum taşmıştı. Son saniye olacak şey değildi ama öpüşmemizin bir saniyesinden bile pişmanlık duymadığım için onu azarlamayacaktım.

"Bana kalsa düğünü de bugün yapardım biliyorsun." Güldü. "Acelem var kızım. Deliriyorum sen diye, anla artık."

"Tamamen formalite." Elbisemin eteğinde gezdirdim elimi. Ardından onun yakalarını düzelttim hâlâ yüzü kırmızı izlerle çevriliyken. "Sanırım bu yüzden gerginlik seviyemi kontrollü tutabiliyorum."

"Gerilecek bir şey yok." Halbuki ben vurulmadan önce yaptığımız konuşmada ailemle tanışmak konusunda bir sürü endişesi vardı. Şimdi gerçekten de sakin görünüyordu ve bunun sebebini merak ediyordum. "Ev aldık," dediğinde bir kahkaha attım. "Ne yani, seni vermezler diye mi korkacağım? Ben seni senden istedim, sen de evet dedin. Dediğin gibi, gerisi formalite."

"Sen beni alalı çok oldu Görkem."

Aynaya bakıp gülüştük. Bir kötü anının daha üstünü karalamaya çalıştığımızın farkındaydık ikimiz de fakat bunu dillendirmiyorduk. Burada fotoğraf çekildiğimizde büyük umutlara sahiptim. Umutlarım ölmüştü ama Görkem ölü bir toprağa bakınca hadi buraya birini gömelim demiyordu, o orayı da yeşillendirmenin bir yolunu buluyordu.

Yaklaşıp başımın üzerine dudaklarını bastırdığında "Zaten," dedi aksi iddia edilemezmiş gibi bir tavırla. "İkimiz de yeterince dağılmışken bir kez daha öp beni, sonra toparlanır içeri döneriz."

Dudaklarımız bir kez daha buluşmuşken banyonun kapısı tıklatılınca yarıda kaldık. "Hıı?" diye seslendi Görkem, aklı bulanık olduğu gayet belli olan bir sesle.

"Kuytu köşelerde buluşup öpüşmek hoşunuza gidiyor biliyorum," diye seslendi Arda. İkimiz de gözlerimizi devirdik ama bunu yaparken gülüyorduk. "Ama Bahar'ın geldiğini ve içeridekilerle sarıldıktan sonra ben bir çantamı bırakayım diyerek Kaya'nın odasına girdiğini düşünürsek, iki dakikaya çıkmazsanız Eylül'ü alıp giderim bu evden. Görkem bir sağdıç, sen bir nedime kaybedersin ve bizsiz nişan yaparsınız. Haberin olsun."

"Motorun soğusun motorun," diye seslendim yüzümü kapıya çevirerek. "Ne çok konuşuyorsun."

"Üstüme iyilik sağlık!"

"Kaybol," dedi Görkem dümdüz bir ifadeyle. "Geliyoruz."

O dudaklarının çevresindeki inatçı rujumla savaşırken ben kırmızı rujumu yeniledim. Bu, onunla görevdeyken tuvalette mahsur kaldığımız günkü rujumdu. Bu yüzden aklımızda aynı sahnelerin canlandığından emindim. Görkem'in benden ne kadar etkilendiğini ilk kez o zaman hissetmiştim.

Görkem ailesinin yanına dönerken ben önce mutfağa uğradım ve Barış'a telefon açtım. Gelmesine beş dakika kaldığını öğrendiğim sırada ise kapı çaldı ve koştura koştura hole döndüm.

Kapıyı açan kişi Eylül'dü. Can ve Arda salonun kapısının hemen önünde dikilmişlerdi. Kaya ve Bahar ortalıkta yoktu. Görkem'se Eylül'ün birkaç adım gerisindeydi. Yanındaki yerimi alıp içeriye zıplayarak giren Müge'ye diktim gözlerimi. "Asya ablacığım!" dedi elindeki büyük poşeti bana doğru uzatırken. "Sana ekler aldım. Yani aldık."

"Çok teşekkür ederim." Ona sarılmak için elbise melbise dinlemeden dizlerimin üzerine çöktüğümde Görkem'in avucunu hemen başımın üzerinde hissettim. O saçlarımı sevdi, ben Müge'ye sarıldım. Sonra herkesin gözleri içeri giren Bige ve Egemen çiftine çevrildi.

Çünkü el elelerdi.

"Abla!" dedi Eylül şok içinde.

"Abi!" diye hem onu taklit etti hem de araya kendi tepkisini kattı Arda, aynı şokla.

Görkem'le benim gözlerimiz ise sonuna kadar açılmıştı.

"Bugün Dumanları temsil ettiğimiz için bütün bir aile imajı çizmek istedik," dedi Bige abla, profesyonel bir sesle. Egemen abi ise sıfır profesyonellikle başını tabiri caizse he aynen der gibi sallıyordu bize doğru.

"Daha gelmediler," dedi Can, imalı bakışlarla. "İsterseniz rolünüze onlar gelince devam edebilirsiniz."

Egemen abi Bige ablanın elini bırakmak yerine daha fazla sıktığında Bige ablanın gözlerinden geçen ifadeyi gördüm. Otuzlu yaşlarında bir kadın gibi değil, erkek arkadaşının ilk kez elini tutan liseli bir kız gibi utanca gömülmüştü. "İyi böyle," dediğinde Görkem'in abisi olduğunu Görkem'in abisi olduğunu söylemeden belli eden net bir tavır takınmıştı.

"Abi," dedi Görkem sırıtarak.

"Abim," dedi Egemen abi. Bir baş selamıyla onun yanından geçerken ikisi de gülüyordu. Müge ise bu durumdan oldukça memnun görünüyordu.

"Ben anlamadım barıştınız mı barışmadınız mı?" diye sordu Eylül açık açık.

"Bir görev için birlikteyiz." Bige abla söylediği şeye kendini inandırmayı bile başaramamıştı. Annemle babam Bige abla ve Egemen abinin boşanmış bir çift olduğunu öğrendiklerinde onları ayıplayacak değillerdi ama Bige abla bu işi fazla ciddiye almış görünüyordu.

"Tabii," dedi Egemen abi. "Müge'yi de görev inandırıcı olsun diye yapmıştık. Hepsi bugünler içindi."

"Her şeyi planlıyor olmanıza alıştık da bu kadarı biraz abartı gibi," dedi Arda. Gülerek salona geçmelerini izledim. Ardından Arif amcayla Nevin Hanım'ın bağırışlarını işittim.

"Aaa!"

"Ne kaçırdık?"

"Ne oluyor?"

"Evlendiniz mi?"

"Kardeşinden rol çalmak için bu geceyi mi buldun hayırsız?"

"Oğluma laf söyleme!"

"Oğlun o eli bir kere daha bıraksın bak ben ona neler yapıyorum."

"Bırakmayacağım," dedi Egemen abi. Bulunduğum konumdan yalnızca Bige ablanın sırtını görebiliyor olmama rağmen olduğu yerde donup kaldığını hissedebiliyordum.

Bir süreliğine onların yanından ayrıldım çünkü rahatsız etmem gereken başka bir çift vardı.

Kapıya vurdum. Yeniden kapıya vurdum. Bir kez daha vuracaktım ki "Seni vururum Arda," dedi Kaya, hiç kibar olmayan bir sesle. "Siktir git."

"Çok ayıp," dedim. "Bahar'ımı bana vermek için üç saniyen var. Yoksa odaya dalıp kendim alacağım." Kıkır kıkır gülüyordum. "Bak geliyorum içeri. Giyiniksiniz İnşallah?"

"Ay iyice kudurdun sen de," diye bağırdı Bahar içeriden. "Görkem'le kapı duvar arkasında neler yapıyorlarsa herkesi kendileri gibi sanmaya başlamış aşkım."

Kapıyı açtığımda ikisini yatağın üzerinde yan yana otururlarken gördüm. İkisinin de gözlerindeki hafif sarhoş ifade olmasaydı masum masum oturduklarına inanırdım. Kaya "Sorun yokmuş," dedi gözlerimiz birbirine değdiğinde. Gülümsedim. Onu görmedikçe deliriyor, Bahar'ın bu yoğunluğundan bıkacağını düşünüyordu ama Bahar, onun yanında gayet rahat şekilde oturuyordu. Sanki dün görüşmüş gibilerdi.

"Sana demiştim." Bahar ne konuştuğumuzu anlamasa da aramızda sırların olmasına şaşırmadı, bu yüzden de konuyu öğrenmeye çalışmadı.

"Çok güzelsin," dedi oturduğu yerden kalkarken. Küçük adımlarla koştura koştura yanıma geldiğinde kollarını boynuma sardı. "Hayırlı olsun. Beni de davet etmene çok sevindim. Benden önce nişanlanmana çok kızgınım. Keşke en acilinden ben de evlilik teklifi alsam. Ay, Kaya da buradaymış."

Kaya'nın tüm alaycılığı yüzünden silinirken gözleri kocaman oldu. Bahar şaka yapıyordu ama Kaya bunun gerçeği yansıtan bir şaka olup olmadığını kafasında tartıyor gibi görünüyordu.

"Teşekkür ederim. İnan hiç beklemediğin bir anda oluyor," dedim geri çekilirken. Elimi bu kez de onun önüne uzattım. "Yüzüğüme bak."

Ayaklarını bir çocuk gibi sevinerek yere vurmaya başladığında ben de ona eşlik ettim ve ikimiz zıplayarak yüzüğüme baktık. "Yaaa... Ayyy!"

Kaya duvardan hallice olan yüz ifadesiyle düz düz bizi izliyordu.

"Asıl olay içeride," dedim. "Bige abla ve Egemen abi bugün boşanmamış taklidi yapmaya karar vermişler."

"Sahte ilişki mi? Bayılırım!"

"Nereden bayılırsın lan?" diye sordu Kaya. "Ne alaka?"

"İzlemeye, okumaya falan bayılırım. Hemen çatma o kaşlarını. Erkenden kırışacaksın ya. Yaşlı yaşlı kalacaksın başıma."

Abim sırıtmaya başladı. "Kalır mıyım başına?"

"Herhalde," dedi Bahar. "Seni benden başka kim çeker?"

"Haklı gibi," diyerek onu destekledim. "Sizi yeterince rahatsız ettiysem ben içeri dönüyorum. Tesla da içeride galiba ama Mila nerede biliyor musunuz?"

"Senin odanda," dedi Kaya. "Yatağına kıvrılmıştı."

Gülmeye başladım. O da yerini bulmuştu demek.

Ben salona döndüm, ardımdan Bahar ve Kaya içeri girdi. Barış da birkaç dakika sonra aramıza katıldığında tek eksik annemlerdi. Bu salonu ilk kez bu kadar kalabalık görüyor olduğumdan ortama alışmaya çalışıyordum. Bir de Görkem gergin mi yoksa aklının takıldığını başka bir şey mi var anlamayı deniyordum ama henüz başarılı olamamıştım.

"Neden onları havaalanından karşılamadık?" diye sordu Arif amca. "Ayıp olmaz mı böyle?"

"Otele yerleşip öyle gelecekler," dedim.

"Bu kadar ev varken annenleri otelde mi ağırlayacaksınız?" diye sordu Nevin Hanım, yargılar bir sesle.

"Ayyıldız konforuna güvenin," diyerek araya girdi Eylül. Muhtemelen cevabı bana bırakmak istememişti çünkü ortamın gerilmesine yol açabilecek şeyler söyleyebilirdim. "En iyi şekilde misafir edilecekler. Zaten Asya'nın ailesi göçebe hayata alışkın insanlar. Otellerde geçmiş ömürleri. Problem olmayacaktır onlar için."

Gülümsedim ama bu gülümseme hiç içimden gelmemişti.

"Kesinlikle olmayacaktır," dedi Barış. "Buraya gelmelerine bile şaşırdım."

"Sen niye geldin?" Müge'nin Kaya'nın yanındaki Bahar'a bakarak sorduğu bu ani soru karşısında hepimiz bir an için donup kaldık.

"Asya benim arkadaşım," dedi Bahar. "Ve amcan da öyle. Onların yanında olmak istediğim için geldim."

"Ankara'daydın sen," dedi Müge kollarını göğsünde bağlayarak. "Ankara'dan mı geldin?"

Neyin ne olduğunu anlamayan tek kişi Barış olduğu için kulağına doğru yaklaşıp "Kıskanıyor," dedim. "İlk aşkı Kaya."

Barış yanımda kahkaha atmaya başlayınca öksürerek kendini toparladı. "Çok pardon, gıcık tuttu bir anlığına."

"Evet," dedi Müge bilmiş bilmiş. "Beni de."

"Anneciğim," dedi Bige abla, dehşet içinde. "Tesla'yı gördün mü? Siyah bir kedi almışlar buraya."

"Can abimin," dedi Müge. "Neyse. Ee Bahar, Ankara'dan mı gelmiştin?"

Müge Duman'ın kanında Nevin Duman'ın kanından olduğunu bugün fark ediyordum. Ciddi yüz ifadesi çok komikti.

"Bahar abla," diye uyardı Egemen abi onu. "Neden onu tanımıyormuşsun gibi davranıyorsun Müge? Biz Bahar ablanla birlikte çalışıyoruz. O Ankara'da hukuk okurken de hep konuşuyorduk, unuttun mu?"

"Unutmuşum," dedi Müge ama yalan söylediği açıktı. "Keşke Kaya da unutsaymış baba ya."

Artık gülüşlerimiz saklanabilecek gibi değildi. Kaya utançla ellerini yüzüne kapattığında Bahar elini onun dizine koyup gülmeye devam etti. Bu Müge'ye karşı yaptığı bir hamleydi aslında. İkisinin bu çocukça çekişmesi karnımı ağrıtıyordu. "Unutmamış," dedi Bahar. "Sen de beni unutmamışsın. Aldığım tokaları çok severek takıyordun, ben hatırlıyorum. Seninle ara sıra telefonla konuşurduk."

"Babam seni seviyor diye ben seni seviyordum," dedi Müge. "Bence iyi birisin."

"Teşekkür ederim. O zaman sorun ne?"

"Sanırım benim," dedi Kaya, zevkten dört köşeyken. "Prensesimi bugün yeterince öpmediğim için bana küsmüş galiba."

Birden Arif Ahmet Duman "Açıkçası ben daha fazla prenses istiyorum," dediğinde Eylül ve Arda öyle yüksek sesle gülmeye başladılar ki Can'la Barış sadece onların gülüşlerine güldüler. O ikisini yan yana görünce Hande'nin de burada olmasını dilediğimi hatırladım fakat karakoldaki işleri yüzünden bugün bize katılamayacaktı. "Bıktım sizden," diye mırıldandı Arif amca. "Müge'yi ilk önce abla yapanınıza ev arsa ne varsa bırakacağım yemin ederim. Torun istiyorum, anlıyor musunuz? Çok torun istiyorum. Çoluk çocuktan oturacak yer bulamamak istiyorum. Ölmeden önce beni birkaç kere daha dede yapamaz mısınız?"

Kaya'yı hedef alarak kurduğu cümlelerin okları dönüp dolaşıp bana saplanınca nefesimin tekrardan tıkandığını hissettim. Eşinin onun dizini dürtmesiyle birlikte Arif amcanın gözleri bana döndü. Yüzümdeki gülümsemenin kimseyi kandırabileceğini sanmıyordum.

"Yapsınlar da sevelim," dedi Görkem, topu tamamen Kaya'ya atarak. Yardım dilenen bakışları onun üzerindeyken parmakları benimkilere değdi. Elimi tutacağını hissettim ve bunu yapmasını istedim. Elimi sımsıkı tuttuğunda kalbimde derin bir yara açıldığını ve onun üzerindeki kabuğun sürekli böyle sökülüp duracağını biliyordum. Bunu kabullenmiştim.

"Siz istemiyor musunuz?" diye sordu Müge merakla. "Bence sen aynı babam gibi çok güzel bir baba olursun Gökçüğüm."

Görkem'in ne diyeceğini merak ettim ama kelimeler boğazına takılmış olmalıydı. "Müge'nin eline telefon mu versek?" diye fısıldadı Bige abla, Egemen abinin kulağına doğru. Kurdukları yakınlık yüzünden Egemen abi her saniye daha fazla heyecanlanıyordu. Ortamdaki muhabbeti takip edebildiğinden emin değildim.

"Bence de olur," dedi Arda. "Size hiç Eylül'ün benim sevgilim olduğunu söylemiş miydim bu arada?"

Konuyu değiştirme çabası kendini istemediği bir durumun içinde bulan Arif amca tarafından büyük bir minnetle karşılandı. "Nihayet fark ettin mi burnunun dibindekini?" diye sordu Eylül'e. Ardından bana attığı özür dolu bakış üzerine bir kez daha gülümsedim. Kötü bir niyeti olmadığını biliyordum. Benim içimi deşen konu, onun aklına bile gelmemişti. Sorun değildi.

"Bebeğim," diye fısıldadı Görkem kulağıma. "Bilerek yapmadı. O bize en çok destek olacak kişidir inan ki."

Başımı aşağı yukarı sallayıp güldüm. Bir zamanlar Analizciler bana Görkem'in eylemlerini aynı bu şekilde açıklarlardı. Her şey ne kadar da çabuk değişiyordu. "Annemler gecikti," dedim ben de yalnızca onun duyabileceği şekilde. "Bu kadar insan oturduk onları bekliyoruz. Zamanında gelmiş olsalardı şaşırırdım."

"Gerilme." Elimi kaldırıp dudakların götürdüğünde bu kadar kişinin içinde çekinmeden bunu yapıyor olması beni biraz büyülemiş olabilirdi. Görkem, konu ben olduğumda gerçekten de kimseyi kafasına takmamaya başlamıştı. "Şimdi gelirler."

"Çok özledim," dedim. "Ama onlar hakkında bilmen gereken bir şey varsa o da bir sonraki cümlelerinin ne olacağını asla tahmin edememendir. Annem çok rahat, geniş biridir. Bazen patavatsızdır da. Babam biraz dengeler onu ama onun da dili sivridir. Çok zor bir gece bizi bekliyor gibi hissediyorum. Belki de ilk tanışmayı bu şekilde yapmamalıydık.

"Aynen bu şekilde yapmalıydık," dedi net bir sesle. "Onlarla yalnız kalırsan, yüzleşmeye başlayacaksın. Erteleyip durduğun şey bu. Aranıza aylar girmiş. Önce alış. Önce kafan dağılsın. Önce ailenin iki kişiden ibaret olmadığını gör. Sonra ne istiyorsan konuşursunuz, ne istiyorsan anlatırsın. Hatta anlatırız. Yanında olurum. Acele etme. Hazır hissetmediğin sürece kimseye hiçbir açıklama borçlu değilsin."

"Keşke seninle şu an evlensem," dediğimde Görkem'in gülüşü ikimizin arasından taştığı için herkes dönüp bize baktı.

"Toplum içinde kulaktan kulağa konuşulmaz yalnız," dedi Arda her zamanki neşesiyle. "Hele büyüklerin yanında. Biraz saygı lütfen."

"Görkem'e gereken terbiyeyi vermeye çalışırken o halının üzerinde makarna sayıyordu Ardacığım, kusurumuza bakma," dedi Nevin Hanım. Ona karşı hislerim sürekli olarak değişiyordu. Beni her daim muallakta bırakan biriydi. Mizah anlayışı mı böyleydi yoksa gıcık davranmayı mı seviyordu anlayamıyordum ama bu benim güldüğüm bir şakaydı. Görkem'inse bakışlarını halıya çevirmesine neden olmuştu.

"Senden çok ben uğraştım," dedi Egemen abi. "Hemen hakkımı teslim edin bana. Mükemmel bir abiydim."

"Öyleydin," dedi Arif amca ve Görkem aynı anda. "Görkem de mükemmel bir çocuktu," diye ilave etti Arif amca. "Bazı takıntıları varsa ne olmuş?"

"Bazı takıntıları..." dedi Can. "Varsa ne olmuş? Çok doğru."

Görkem son zamanlarda daha sık tetiklendiğini kabul etmişti ve Can'ın bu hamlesi de bir çeşit zeytin dalıydı aslında. Onu her koşulda destekleyeceğini herkesin içinde kendince bu şekilde ifade ediyordu.

Kapı zilinin sesini duyar duymaz ayağa kalktığımda neredeyse dengemi sağlayamayacaktım. Stresten midem ağzıma gelmiş, kalbim göğsüme yapışmış kalmıştı. Görkem de benimle birlikte ayaklandığında yalnızca ikimiz çıktık salondan. Kapıya doğru attığımız her adımda heyecanım daha da artıyordu. "Hazır mısın?" diye sordum ona dönerek.

Başını emin bir şekilde salladı ama kelimelerini kullanmak yerine gömleğinin yakasını eliyle düzeltip kapı koluna uzandı.

Yeşim Tunçbilek ve Tufan Tunçbilek çifti, Analizcilerin kapısının önünde el ele dikiliyorlardı.

Annemin makyajına, yapılı saçlarına, üzerine dikilmiş gibi duran pantolonuyla şık saten gömleğine bakınca neden geciktiklerini anlamış oldum ve istemsizce gülmeye başladım.

Annem "Canım kızım, seni çok özledim," dedi fakat bunu İspanyolca olarak söyledi. Ben de onu özlediğimi aynı dille söyleyince Görkem'in arkamda derin bir nefes aldığını hissettim. Dönüp ona bakacaktım fakat annemin kendini üzerime atması, acıyla inlememe yol açtı. Bana sarılırken kendini öyle bir yaslamıştı ki çantası dikiş izinin üzerine sertçe baskı yapmış, diş etlerime kadar canımın yanmasına sebep olmuştu. "Ay," dedi geri çekilirken. "Çok özür dilerim bir tanem. İyi misin?"

Karnımdan vurulduğumu ona söylemiştim ama özlemi yüzünden bunu dikkate alamamış olmalıydı.

Görkem'in elini belimde hissettim. Annemlere değil bana bakıyordu. Acıdan dolmak üzere olan gözlerimi ona doğru çevirip gülümsemeye devam ettim. "Annem Yeşim," dedim. Tam babama geçecektim ki babamın kollarını etrafımda hissettim. Anneme göre çok daha temkinliydi. "Ve babası Tufan," dedi Görkem'e. "Sen de bizim damat mısın?"

"Ta kendisi."

Babamın güldüğünü hareket eden göğsünden anladım. Parfümünün kokusu burnuma çarptıkça acıdan değil, bu tanıdık hissiyat yüzünden ağlamak üzere olduğumu fark ettim. Aramıza kilometreler, ülkeler giriyordu. Çok uzun süre konuşmadığımız oluyordu ve hayatım hakkında minimum düzeyde şey biliyordu ama yine de bu adam, hâlâ bana kendimi güvende hissettiriyordu.

"İyi misin?" diye sorduğunda başımı salladım. Burnunu saçlarıma bastırırken hemen geri çekilmedi. Kapının eşiğinde bana sarılmaya devam etti. "Tansiyon hapı kullanmaya başladım," dediğinde bunu ifade ediş şekli yüzünden güldüm. "Beni hasta ettin kızım."

"Beni de hasta ettin ama güzelliğinle," dedi annem. "Şöyle bir dön bakayım etrafında."

Babam elimi tuttu ve beni kendi etrafımda dönmem için yönlendirdi. Gülerek ona ayak uydururken gözlerim Görkem'in gözleriyle buluştuğunda onun bakışlarında mesafeyi hissettim. Anneme ve babama karşı çizdiği bir sınır olduğunu anladığım an o andı. Onlara yansıttıklarım yüzünden Analizcilerin hiçbiri bizimkilere derin bir sempati beslemeyecekti anlaşılan.

Annem farklı farklı diller kullanıp bana övgüler yağdırırken "Benden bile çok dil bilir," dedim Görkem'le ikisinin sohbetlerini başlatmak için bir adım atarak.

"Benziyorsunuz," dedi Görkem nihayet gülümseyerek. "Yağmur'un seneler sonraki haline bakıyor gibiyim."

Annem, ona doğru asil bir tavırla elini uzatıp öpmesini bekledi. Bu bir tuzaktı. Görkem o eli öpüp başına koyarsa yanardı. Annem beni ilk aklına gelen Afrika kabilesine kaçırır yine de ona vermezdi.

Neyse ki Görkem, olabilecekleri düşünmüştü. Annemin elini aynı asil tavırla kavradı fakat dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bırakacağını sanırken o annemle tokalaşmayı seçti. Çizdiği resmiyet sınırını aileme de kabul ettirmeye çalışıyordu.

"Görkem Duman," dedi annemin elini bırakıp babamınkine uzanırken. Babam, onun elini gereğinden sert bir şekilde kavradığında Görkem'in yüzünde herhangi bir değişiklik olmadı.

"Memnun oldum." Babam elini kendi çenesine doğru dokundurdu. "Savaş gazisi misin yoksa tarzın mı bu?"

Yara izini kastediyordu. Görebildiği tek yara izini. Omzumda, karnımda, onun sırtında, her yerde yara izlerimiz vardı. Birçok savaşın gazisi sayılırdık.

Görkem ukala denilebilecek bir ifadeyle güldüğünde "Tarzım bu," dedi.

"Seni tehlikeli gösteriyor," dedi annem keyifle. "Asya'nın sana niye bayıldığı belli."

"Anne!"

"Etkilenmiyorsan ne olayım..."

Benim bu gece çok işim vardı.

"İçeride böyle şeyler söyleme sakın."

"Sanki gözlerinizden anlaşılmıyor," diye devam etti annem. "Alev alevsiniz. İki saniye bakıştığınızda birbirinizi yiyip bitiriyorsunuz. Kimden neyi saklamayı düşünüyorsunuz ben anlamadım."

Türkçe konuşurken hafif takılmalar yaşıyordu ama kendi takıldığından çok bana takılmaktı amacı.

Babam boğazını temizler gibi öksürürken Görkem duydukları hoşuna gitmiş gibi çekinmeden gülüyordu. "Doğrudur," dedi sadece.

"Doğru mudur?" dedi babam. "Yürek mi yedirdin buna biz gelmeden önce?"

Kendisinin korkulacak bir figür olarak sunmasının tek sebebi kız evi naz evi kaidesi olmalıydı. Babam ilişkime müdahale edecek bir insan olmamıştı hiçbir zaman. Yaşadığım ilişkiler ikisinin de pek umurlarında olmazdı aslında. İlk defa bu ciddiyette bir şeyle karşılaştıkları için şaşkınlardı o yüzden. Görkem'le tanışmalarını ben istemiştim.

"Ne yiyor ne içiyor bilmiyorum ama Maşallahı var," dedi annem yumruk yaptığı elini dişine vurarak. "Polissin değil mi sen de?"

"Evet. Birlikte çalıştığımız ekibi ben yönetiyorum."

Annem koluma girip kulağıma doğru "Ay dominant bir de," diye fısıldadığında benim için fazlasıyla mutlu olmuş gibi görünüyordu. "Diğer çocuktan sıkılıyordun zaten, bu hayatına aradığın heyecanı getirdi mi?"

"Anne," dedim. "Her konudan bahset ama Kaan'dan uzak dur. Bırak da Görkem seni sevsin olur mu?"

"Kıskanç mı? Özelliklerini öğrendikçe senin için yaratıldığını düşünmeye başlıyorum."

"Çok fazla şey atlattık," dedim babam ve Görkem birkaç adım ötemizde dikiliyor olmasına rağmen fısıltıyla konuşmaya devam ederek. "Ona çok değer veriyorum. Kırılacağı ya da kızacağı herhangi bir şey söylememeye dikkat et ne olursun."

"Yara izini seksi bulduğunu itiraf edersen ben de cümlelerime dikkat ederim."

"Anne!"

"Ölürsün değil mi bu adam için?"

"Ölüyordum," dedim küçük bir tebessümle. "Ve sorun değildi."

"Hiçbir zaman biriyle evlenecek aşamaya geleceğini düşünmemiştim."

İşin garibi, ben de düşünmemiştim. Görkem Duman'ın ezberini az bozmamıştım ama onun da kendi elleriyle baştan yazdığı az buz kuralım yoktu. Hayatlarımızı birbirimize göre şekillendirmenin ortak bir yolunu bulup o yola ömrümüzü adama işini nasıl başarmıştık bilmiyordum ama geldiğimiz noktadan çok mutluydum.

"Yüzüğüme bakın," dedim son iki gündür belki bininci kez. Babam ağzının içinde bir homurtuyla karşılık verirken annem "Ay muhteşem!" demişti benimkine benzeyen sesiyle.

"Ben paltonuzu alayım," dedi Görkem, babama yönelerek. "Annemler sizinle tanışmak için çok sabırsızlar."

"Sanki sen yüzük takmak için daha sabırsızsın," dedi babam onu baştan aşağı yargılayıcı gözlerle süzerken.

Görkem güldü. "Ben yüzüğü zaten taktım Tufan Bey."

"Hadi ya," dedi babam. "Bundaki özgüven sinirimi bozdu." Yüzünü bana çevirmişti. "Yol yakınken değiştirebiliyor muyuz bunu yoksa yok mu?

"Yok," dedim Görkem babamın paltosunu askılığa bıraktıktan sonra onun elini sımsıkı tutarak. "Değiştiremiyoruz maalesef."

"Maalesef mi?" diye sordu Görkem alınmış bir şekilde. "Şimdi böyle mi olduk?"

"Seni ilk kez birine böyle bakarken görüyorum," dedi annem, daha ilk andan. Beni çok sık gördüğü yoktu ama bu söylediği Görkem'in yüzünü güldürecek bir cümleydi, biliyordum. "Belli ki kızıma iyi bakmışsın Duman."

Ölümden dönmüş kızını ilk gördüğünde yaptığı şeyin sevgilisi hakkında konuşmak oluşu, annemin karakterinin bir özetiydi. Bu huyu bazen bana da uğrardı. Esas mesele dışında farklı detaylara aklımı verip hislerimi muazzam şekilde bastırmayı başarabilirdim. Karşı tarafsa neye uğradığını şaşırırdı. Bu sefer, bu bastırma mekanizmasına şaşıran taraf bendim.

"Gözüm gibi bakıyorum," dedi Görkem. "Buyurun, böyle geçelim.

Kısacası uzatmayın demekti bu. Yine güldüm çünkü gerçekten tavırları bir an önce yüzük takalım da bitsin gitsin der gibiydi. "Geçelim bakalım," dedi babam, ona ters bir bakış attıktan sonra.

Bir edebiyat öğretmeni, bir dönerci, iki seyyah, bir doktor, iki avukat, bir çocuk ve bir avuç polis, aynı salonu tıka basa doldurmuş haldeydik.

Belli ki Temel Reis fıkrasından hallice bir gece geçirecektik.


•⚓•


Merhabalar. Nasılsınız? Mutlu Asya, beni duygulandırdığı için ben iyiyim. Bu arada Asya'nın yüzüğünü gördünüz mü? İki saniyede bir o hatırlatmamış gibi bir de ben hatırlatayım. Asya'nın yüzüğü var.

Ros'u kullanıp parmağını kıpırdatmadan Hermes'e korku salan Görkem Duman'ın keyifli keyifli nişan yapması hakkında... Söylediği gibi, bu aralar keyfi gıcır.

Tufan Tunçbilek ve Yeşim Tunçbilek'le az da olsa tanıştınız sayılır? Neler düşündüğünüzü öğrenmek isterim.

#AnalizWattpad etiketinin altında da sizi bekliyor olacağım. Yorumlarınızı her yerden okumaya bayılıyorum. Size de bayılıyorum.

Bir kere gülümseyip öyle gidin olur mu :)))

Teşekkürler ve iyi günler!

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Bu Can'ın Ros Hermes olayıyla ilgili düşündüğü şeyler korkuttu beni ne anladı bu adam yine

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. can bu perdenin büzgülerinin birbirine değip deymemesinden bile bir anlam çıkartabilir.BU ARADA CAN GÜNAY

      Sil
    2. I just say CAN GÜNAY

      Sil
  2. YEŞİM HANIM FANINIZIM

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yeşimtunçbilekfanclub

      Sil
    2. bu arada yorumu 01.13te atmışsın özendim...

      Sil
  3. Okurken küçük küçük notlar aldım sevdiğim yerlerle alakalı ilk başlarda asyanın cana Can'ım diye bahsetmesine eridim bittim sonra Tesla ve Mila'nın bir an önce veterinere gitmesi lazım ama bence Mila'nın da doğum riski olucak sonuçta Asya'nın küçük hali hmm sonra Hermesin sürünmesine bayılıyorum ödü bi taraflarına kaçıyor fjdjsfjkhasjkh Can ve Milat'ın ne olacağı konusunda çok kararsızım ya çünkü her şey beklenir ikisinden de ama her şeyin sonunda Milat ölecekmiş gibime geliyor. Bige ve Ege hep böyle kalabilir mi çok tatlılar da Müge de Kaya'yı kıskanıyor yerim ya çok tatlıııııı. Görkem Asya'nın annesi ve babasına çok ısınamayacak bence sınırını koydu gibi. Söylemek istediğim daha çok şey var ama yazamam bu kurgunun kitap olarak basılması lazım ve hiç bitmesin neyse... Bölümün en harika yeri HER YERİ.
    Teşekkürler ve İyi günler :)
    D.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hayıır bence milanın 13 bebesi olacak teslayla

      Sil
  4. Hergün bölüm gelse bıkmadan okurum Mükemmelsin <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bölüm her gün gelmesede her gün okuyorum... The analiz bağımlılığı problems...

      Sil
  5. Analizi çevremdeki herkese okutmaya çalışıyorum okuduklarında onlarda bağımlı oluyorlar djfkdjdkjsjksaj

    YanıtlaSil
  6. Yeşim ve Tufan ikilisi Nevin hanımla baya atışacakmış gibime geliyor

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. tufan değilde yeşim mesela bir şey yapar nevin tetiklenir gibi dfgjdk ama arif bey ile tufan çok iyi anlaşacaklarmış gibi bir his doğdu içime

      Sil
    2. Dkdhodndldnsldjeld dimii

      Sil
  7. ❤️❤️😊

    YanıtlaSil
  8. Asya'nın Can'a Can'ım demesine bittik yalan mı söyleyelim kardeşim

    YanıtlaSil
  9. Yeni bölüm ne zaman

    YanıtlaSil
  10. Devamı ne zmn yaa Bayadır bekliyorum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"