54. "Can Bağı"


Bölüm şarkıları:
Sezen Aksu, Kutlama
Pinhani, Dünyadan Uzak
Adamlar, Sarılırım Birine
Cihan Mürtezaoğlu, Sarı Söz
Canozan, Mutlu Olmak Zordur Derler

🌷

Denizleri yakma demiştin birine
Çoktan yandığını bile bile.

•⚓•

Elinde tutunabileceği hiç dalı kalmamış bir kadına koca bir orman sunan bu evin salonunda oturan her bir kişinin üzerinde tek tek geziniyordu gözlerim.

Gergindim, stresliydim, heyecanlıydım, mutluydum. Hiçbir şey hissedemediğim günlerimden sonra bir sürü hissi aynı anda yaşayabiliyor olmanın tadına varıyordum. Kalbim atıyordu. Kalbim, hemen yanımda duran adamın kalbinin üzerinde deli gibi atıyordu. Ona bakıp gülümsediğimde beni biraz rahatlatmasına ihtiyacım vardı. Bunu anladı ve elini bileğindeki iplere götürdü. Kırmızıya parmak uçlarıyla dokunup onu bıraktığında yüzümdeki gülümseme genişledi. Bir ip parçasının ifade ettikleri bakışlarımıza sindi ve birbirimize gülümseyip odağımızı salona çevirdik.

"Arif Ahmet ben," dedi Görkem'in babası, ayağa kalkan ilk kişi olurken. Ardından Nevin Hanım ve diğerleri de annemle babamı karşılamak üzere ayaklandılar. Annem böyle bir kalabalık beklemiyor olsa gerek oldukça şaşkın bakıyordu içerideki insan topluluğuna.

"Tufan," dedi babam onun elini sıkarken. "Memnun oldum. Bu da eşim, Yeşim."

"Merhaba, Nevin ben de."

Ben de Asya, Yağmur, 13, çilli, benekli, portakal saçlı ya da herhangi bir şeydim. Hiç fark etmezdi. Bir an önce Görkem'le evlenebilir miydim?

"Barış!" dedi annem ilgisi dünürlerinden çabucak kaydığında. Nevin Hanım'ın bu duruma biraz bozulduğunu düşündüm yüz ifadesinden. Annem onunla tokalaşmak yerine Barış'a doğru yürüyünce afallamıştı. "Duyduklarımız doğru mu?"

"Ne duydunuz?" diye sordu Barış, hangi biri der gibi bir ifadeyle. Yine de annemin sarılışına kibarca karşılık vermeyi ihmal etmemişti.

"Mete..." Herkesin bakışları bana doğru dönünce yanmaya başlayan gözlerimi yavaşça yumdum. "O gelmeyecek mi? Nasıl yani? Ne zaman oldu bu?"

O kadar kolay söylemişti ki bir saniyeliğine kaşlarım çatılacak sandım. Onun bu diye bahsettiği, benim hayatımın sona ermesiyle neredeyse aynı şeydi. Kelimelerini canımı yakmasın diye özenle seçtiğini sanmıyordum. Bunu düşünüyor olsa ilk saniyeden Mete'den bahsetmezdi.

Barış'la gözlerimiz birbirine tutundu ve aklımdan geçenleri birer birer okudu. "Fark eder mi?" dedi Barış yavaşça. "Acısı hâlâ taptaze."

"Öyledir. Öyle şok oldum ki. Hayatımda onun kadar düzgün birini daha tanımamıştım." Annem, gözlerini Analizcilere çevirdi. "Siz onu tanır mıydınız? Çok iyi insandı Mete."

"Yüz yüze bir tanışıklığımız yok," dedi Can. Büyük bir sakinlikle konuşuyordu. "Ama biz onu Asya'dan dinledik, yani en çok biz tanırız."

Dudaklarıma yerleştirdiği gülümseme için ona teşekkür eder gibi baktığımda bana bir kez göz kırptı Can. Son zamanlarda herkese karşı onu savunuyor olmamın karşılığını bana bu şekilde verecekmiş gibi hissettim. Sanki sakin olmamı söylüyordu. Kontrol ondaydı.

Babam bu konunun üzerinde hiç durmadan salondaki herkesle selamlaşmak için yavaş adımlarla içeride geziyordu. Egemen abinin önünde durduğunda arka tarafında kalan Görkem'i baş parmağıyla işaret etti. "Abisi misin onun?"

Egemen abi kendini tanıtırken babamı dikkatle inceliyordu. Aslında herkes onlara aynı şeyi yapıyordu. Beni dünyaya getiren insanları daha fazla tanımaya çalışıyorlardı.

"Umarım kardeşine dair bana anlatabileceğin rezil hikâyeler vardır Egemen," dedi babam. Esprili tavrını ortamı yumuşatmak için kullanmayı deniyordu. Çektiği programlar sayesinde dünyanın her yerinden insanlarla iletişime geçebilen bu ikili, göründüklerinden çok daha fazlası olabilirlerdi istediklerinde. Bir muhabbeti öyle yerlerden ilerletebilirlerdi ki size sadece akışa ayak uydurmaya çalışmak kalırdı.

"Buluruz," dedi Egemen abi gülümseyerek. "Hikâyeden bol ne var."

"Abim avukat," dedi Görkem olayın içine bodoslama dalarak. "Söylediği her şeye inanmak istemeyebilirsiniz."

Nevin Hanım Görkem'e onaylamaz bakışlar atarken Kaya ve Arda keyifle sırıtmakla meşgullerdi. Eylül, "Ayakta kaldınız," dediğinde herkes bir köşeye yerleşti.

"Burada mı yaşıyorsun?" diye sordu annem teyit etmek için. Diğerlerinin annemin benim hayatımdan ne kadar uzak olduğuna şaşırdıklarını anlayabiliyordum. Kabullenmeleri uzun sürmeyecekti, bunu da biliyordum. Ben kendimi kapattığım evin içine kolay kolay kimseyi almazdım. Öyle çok yıkılmıştı ki o ev başıma, tuğlaları her seferinde daha sağlam dizmem gerekmişti. İlk zamanlarda bir türlü geçemedikleri sınırları hatırlamaları, neyin neden olduğunu daha iyi anlamalarını sağlayacaktı.

"Evet," dedim. Ekip arkadaşlarımı tek tek tanıttıktan sonra Bige ablayı, Müge'yi ve Bahar'ın kim olduğunu da ekledim. Kafalarında bir soy ağacı çizmeye çalıştıklarını biliyordum ve eksik taşları yerine koymayı deniyordum.

"Dört erkekle birlikte yaşadın bunca zaman yani?" dedi babam soru sorar gibi. "Askerliğini nerede yaptın peki?"

"Baba..." dedim gülmeye başlarken. "O kadar da zor değildi. Kendi başıma kalmaktansa bin kez onlarla yaşamayı tercih ederdim."

"Seviyor bizi ya." Arda, sıcacık bir gülümsemeyle bana baktı. "Bin kez al kalbimi senin olsun, bir kere pişman etmedin beni."

Hepimiz ona alışkındık fakat babam duyduğu cümlelerin ardından başını Görkem'e çevirip ne tepki verecek diye bakmıştı. Görkem bunu fark etmedi çünkü içimi ısıtan bakışları Arda'nın üzerindeydi. "Onlar birbirine çok yakınlardır," dedi Arif amca, açıklama ihtiyacı hissederek. "Asya buraya gelmeden önce de bir aradalardı. Senelerin kardeşliği..."

"Hiç tereddütsüz gelip onlarla yaşamaya mı başladın?" diye sordu annem. "Gözü kara biri olduğunu biliyoruz ama böyle bir şeyin içine nasıl düştüğünü anlamaya çalışıyorum. Nasıl tanıştınız?"

"Ekip kurulurken beni de dahil etmek istemişler ama ben Mete'yle ortaktım o zamanlar. Memnundum halimden. Mete'den sonra Görkem kendimi öldürmeyeyim diye beni onlarla yaşamaya davet etti. Ben de kabul ettim. O şekilde."

Esprili bir şekilde ortaya döktüğüm kelimeler, yalnızca Kaya'nın mizah anlayışına uyduğu için herkes susarken o ve ben karşılıklı olarak birer kahkaha patlattık. Sonra kimsenin gülmediğini fark etmemiz daha çok gülmemize yol açtı. Bahar, Kaya'nın dizine elini koyana kadar ikimiz de susmadık ama Müge, "Kendini mi öldürmek?" diye sorunca her şey birden dank etti kafama. O varken ağzımdan çıkanlar konusunda daha dikkatli olmam gerekiyordu.

"Asya," dedi annem gözlerimin tam içine bakarak. "Bunu denedin mi?"

Bu kadar kişinin ortasında bana yönelttiği soru acı bir gülümsemeyi dudaklarıma kazıdı. Nerede ne konuşulması gerektiğini ikimiz de tam anlamıyla çözememiştik anlaşılan.

Arif amcanın gözleri Görkem'e dönerken Nevin Hanım tüm dikkatiyle benden bir cevap bekliyordu. Kaya'nın gülen yüzü solmuş, Eylül'ün kaşları çatılmıştı. Barış'sa başını hafifçe iki yana sallamıştı sitem eder gibi. "Hayır," dedim gülümseyerek. "Yaşamayı çok seviyorum ben."

Onları kolayca kandırışım karşısında donup kaldı arkadaşlarım.

"Asya ablan az önce şaka yaptı anneciğim," dedi Bige abla, kızının hâlâ şaşkın şaşkın bakışlarına karşılık olarak. "Korkmana gerek yok."

"Hastanedeydi. Gizlemeye çalıştınız ama biliyorum ben. Hastanedeydi Asya abla."

"Evet, vurulmuştum. Önemli bir şey değil."

Ebeveynlerim bana aklımı kaçırmışım gibi bakarlarken Analizcilerle ortak bir noktaları olmuş oldu ilk kez. Görkem'in yüzü korkutucu bir yavaşlıkla bana döndü, gözleri de aynı yavaşlıkla üzerimde gezindi. Ardından tüm kelimelerini yutarak önüne baktı. Babam "Siz neredeydiniz?" diye sorana kadar aynı noktaya dalan Görkem, kafasını hızla kaldırdı eğdiği yerden. "Nasıl oldu bu?"

Suçlayıcı değildi, anlamaya çalışıyordu ama sorduğu soru hiç sormaması gereken bir soruydu.

"Aslında bunu ben de tam biliyor sayılmam," dedi Nevin Hanım. "Hikâyeyi baştan sona dinleyebiliriz birlikte."

"Birbirinize ne iş yaptığınızı falan sorsanıza," diyerek araya girdi Arda, neredeyse öfkeli bir ses tonuyla. "Kaç yaşındasınız, kaç dil biliyorsunuz, kaç senedir İstanbul'da yaşıyorsunuz ya da yurt dışındasınız, aslen nerelisiniz... Böyle şeyler konuşsanıza."

"Kızım vurulduktan sonra onu ilk kez görüyorum. İlgimi doğrudan dünürlerime çevirmediğim için kimsenin alınıp güceneceğini sanmıyorum," dedi babam. Hafif aksanlı Türkçesi ona farklı bir ciddiyet katıyordu.

"İlginizi yanlış zamanlarda yanlış yerlere çevirmek konusunda üstünüze yok," dedim gülümseyerek. Yeniden tüm bakışların hedefi olduğumda boğazımı temizleme ihtiyacı hissettim.

"Haberimiz yoktu." Annem savunmaya geçmişti. "Haberimiz olsaydı bir saniye durur muyduk sanıyorsun? Senin başına gelenleri sen bize anlatmazsan nasıl öğreneceğiz? Psişik miyiz biz?"

"Bunun yeri burası değil," dedi Görkem, ağzını ilk kez açarak.

"Çok konuşma sen," dedi babam. "Aile içi bir mevzu bu."

"Evet," dedi sevgilim. "Ben de bu yüzden konuşuyorum zaten."

Ona bakıp gülümsemeye devam edecek gücü kendimde buluyor olsam da Nevin Hanım'la Arif amca aynı hisleri paylaşmıyorlardı benimle. "Bir şeyleri öğrenmek istiyorsanız yargılar bir ses tonu kullanmamayı deneyin." Arif amca, oğlunun arkasında kapı gibi duracağını belli ediyordu. "Ölümden dönmüş çocuğunuza ölürken bana neden haber vermedin diye sormak size mantıklı geliyor mu?"

Tanıdığım o sempatik adam kontrolsüz Görkem'in genlerinin esas taşıyıcısı olduğunu anlattı bana ortaya koyduğu tavırla. Egemen abi dudaklarını birbirine bastırırken Bige abla, kayınbabasının arkamda duruşu sebebiyle büyük bir tebessüm taşıyordu dudaklarında.

"Bana geliyor," dedi Nevin Hanım. "Yardım aramayan yardım bulamaz, Ahmet."

"Benim kimsenin yardımına ihtiyacım yok Nevin Hanım." Bu geceyi kolay atlatacağımı zaten düşünmüyordum ama böyle bir başlangıç da hayal etmemiştim. "Ölürsem ölürüm, kalırsam kalırım. Kendiliğinden bana uzanmayan ellerden de yardım istemeyi bıraktım. Tek başıma ayağa kalkmayı biliyorum. Yanımda durmak isteyen duruyor zaten, dert etmeyin kendinize böyle şeyleri."

Birlikte yaşadığım adamların gözlerinde birbirinin aynısı olan gurur dolu ifadeler varken hepsinin sanki sözleşmiş gibi bileklerindeki lacivert ipe dokunmaları az daha beni ağlatacaktı. Çenemi dikleştirdim ve dağılmayacağımın sinyalini verdim hepsine. Gülümsediler. Görkem'in ve benim ebeveynlerimiz ise sadece birbirlerine bakabildiler o an.

Annem diğerleri ne dediğini anlamasın diye İspanyolca'ya geçip "Bizi mi suçluyorsun?" diye sorduğunda "Hayır," dedim Türkçe olarak. "Bu konunun kapanmasını istiyorum."

"Kraliçem," dedi Arda. "Senin için Keban Barajını da kapatırız, yeter ki iste."

Görkem gülmeye başladı ve elime uzandı refleksle. Ne annemlerin ne de annesinin bakışları umurunda olmadı. Elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. "Müstakbel eşim ne derse o," dediğinde salondaki gerginlik onun bu cümlesiyle birlikte bir nebze olsun azalmıştı.

"Nasıl vurulduğunu dinlemek isterim yine de," dedi annem. "Bu kadarı hakkım diye düşünüyorum."

"Müge," dedi Bahar, ayağa kalkarak. "Seninle birlikte Tesla ve Mila'yı besleyelim mi?"

"Kaya?" dedi Müge tereddüt içinde. "Bahar'la gidebilir miyiz?" Sanki cevabın hayır olmasını diliyordu.

"Gidebilirsiniz," dedi Kaya. "İstersen Bahar ablan sana odamdaki televizyondan en sevdiğin çizgi filmi de açabilir hatta."

"Sonra sen de gelir misin?"

"Tabii ki," dedi Kaya. "Ama çok sonra. Şu an bu ortamdan ayrılamam, inanılmaz keyif alıyorum çünkü."

"Sana da malzeme çıkıyor," diye mırıldandı Görkem ağzının içinde.

"Doğru. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiş olabilirim."

"Oğlum sen manyak mısın?" diye sordu babam, Kaya'ya dönerek.

Kaya ona baktığında gülmeye başladı. "Çok sık duyarım biliyor musunuz?"

"Belli," dedi. "Görevin ne senin?"

"Hack mack işleri."

"Yok," dedi babam. "Hangi vasıfla buradasın yani? Yakınlık dereceni merak ettim. Asya yüzünü sana dönüp duruyor."

"Abisiyim." Kaya bunu söylerken geriye doğru yaslanmış, koltuklarını kabartmıştı. Sesinde öyle büyük bir gurur vardı ki gören olimpiyat madalyasını kazandığımı sanırdı. "Dönecek tabii."

"Barış," dedi annem. "Pabucun dama mı atılmış senin biraz?"

"Ortalığa fitne salmaya çalışma ya," diye kızdım ona ama ses tonum ciddi değildi. Barış ve Kaya'nın birbirini kıskanacağı yoktu. İkisi omuz omuza beni ameliyathane kapısının önünde beklemiş insanlardı.

"Hayır," dedi Barış. "Mete'nin ardından boşalan en yakın arkadaşlık koltuğu kesinlikle benim. Birlikte yaşamıyoruz diye bu değişmiyor. Herkes haddini bilsin."

"Pişt," diye sataştı Kaya, Barış'a. "Savaş mı istiyorsun?"

"Sabaha kadar tartışın," dedi Eylül, parmağını saçının etrafına dolayarak. "Size ikincilik yarışında başarılar, birinci belli."

"Benim değil mi?" diye sordu Arda, omzuyla onu dürterek.

"Ne münasebet?" dedi Eylül. "Ben varken siz kimsiniz?"

Can, boğazını temizledi. "Gördüğünüz üzere ağzımı açmıyorum. Kendinden emin olan insan laf dalaşlarına girmez."

En yakınımın kim olduğuna dair girdikleri kavga öyle tatlıydı ki her şeyi herkese unutturabilecek kapasiteye sahiplerdi. Ben güleyim diye çabalayan bu kadar insanın oluşuna beni alıştıran da yine aynı insanlardı.

"Belki de anlamaya başlamışımdır söylediklerini." Annem yeniden İspanyolca'ya sarılmıştı. Kimse onu anlamıyordu babam ve benden başka ama asıl garip olan, kimse onu yargılamıyordu da. Ne mırıldandığıyla ilgilenmiyorlardı.

"Bir şey diyeceğim," diyerek yaklaştı Görkem, kulağımın dibine. Onu benden başka kimsenin duymayacağı bir ses tonu kullanıyordu. "Diyeyim mi?"

"De."

"Onu anladığını ve ona aynı dille şakır şakır karşılık verebileceğini biliyorum ama bunu yaparsan hayvan gibi etkilenirim. Kapıda onu karşıladığında ettiğin birkaç kelimenin etkisi daha geçmedi üzerimden. Zaten çok güzelsin. Bir de İspanyolca konuşabiliyorsun. Yapamadığın hiçbir şey yok. Beni çok fena delirtiyorsun. Haberin olsun."

Zaman mekân dinlememekte üstüne yoktu. Beni utandırdığı için ona ters bir bakış atmaya çalıştım ama parmağıyla parmağımdaki tektaşa değince yeniden gülümsedim. Gecenin sonunda onun da yüzük parmağı dolu olacaktı. Bunun için her şeye sabredebilirmişim gibi hissediyordum.

"Neyse, tartışmanız bittiyse kızıma dönmek istiyorum tekrar," dedi babam. "Anlat bakalım sana ne olduğunu."

O kadar kolay bir şekilde dile getirmişti ki bana tüm olanlar gözümün önünden geçip giderken onların film şeridinde bunların hiçbirinin yer almadığını fark ettim. "Elli kere söylemem mi gerekiyor?" dedim. "Vuruldum. Karnımdan. Bu kadar."

"Biraz daha sakin ve biraz daha açıklayıcı olabilirsin bize karşı," dedi Nevin Hanım. "Görkem'in ne kadar dağılmış olduğunu onlar görmedi ama biz gördük. Haliyle arkasındaki olayın detaylarını merak etmemiz oldukça normal bence."

Ara sıra böyle oğlunu küçük görüyormuş gibi konuşuyordu ve o zaman gözümdeki tüm sempatisi kayboluyordu. "Ne duymak istiyorsun ben anlamıyorum," dedi Görkem sözü bana bırakmadan. "Ya da kime neyi anlatmak istiyorsun... Şöyle özetleyeyim hepinize. Ben Yağmur'u bir yemeğe çıkarmıştım ve biz polisiz, sokakta düşmanımız olan yüzlerce insan var. İçlerinden birisi yerimizi öğrenmiş. Ben hesabı öderken Yağmur'a bir silah doğrultmuş. Daha fazla detaya girmemi istiyorsanız, ki bu bana biraz mazoşistçe geliyor ama gireyim, kollarımda kan kaybetti ve elimden hiçbir şey gelmedi. Kalbi durduğunda ambulansın sesini duyuyordum ama kalp masajını yapacak kişi bendim. Sonra da hastane koridorunda öldüm öldüm dirildim."

"Bunun sorumlusuna ne oldu peki?" diye sordu babam kaskatı kesilmiş bir çeneyle.

Egemen abi, Görkem'e bakışlarıyla sakin olmasını anlatmayı deniyordu. Ne kadar başarılı olabildiği tartışmaya açıktı. "Peşindeyiz," dedi sadece. "İşimizin gizliliği gereği daha fazlasını sizinle paylaşamam fakat herkes yaşattığının bedelini ödeyecek, bunu söyleyebilirim."

"Ne yapacaksın?" dedi Nevin Hanım. "Bulursan öldürecek misin onu? Katil misin Görkem sen?"

"Çocuğun ne demesini bekliyorsun?" diye sordu Arif amca araya girerek. "Benim omzuma düşen gözyaşından haberiniz yok mu sizin? Aynı tablolara şahit olmadık mı biz?" Başını destek ister gibi Bige ve Egemen çiftine çevirdi. Sanki onların da araya girmesini, herkesin Görkem'in arkasına toplanmasını istiyordu. "Birinin gücünü içine düştüğü duruma göre ölçmeye çalışmak normaldir ama insan kalbini kaybetmekle kaç kez karşı karşıya gelir Allah aşkına? Görkem'in ne yapacağını öğrendiğinizde elinize ne geçecek?"

"Görkem tek başına hiçbir şey yapmayacak," dedim ona gülümseyerek bir teşekkür daha yolladıktan sonra. "Biz, birbirimizi hiçbir koşulda yalnız bırakmayız. Gereken neyse yapılacak. Peşinde olduklarımız zamanı geldiğinde içeride olacak. Yaptığımız işler hakkında hiçbir fikriniz olmadığı için konuya uzak kalmanızı anlıyorum ama Görkem'in şimdiye dek yanlış yola saptığını gördüğümüz olmadı. Bu konuda şüpheniz olmasın."

Yanlış yollar, yanlış düşünceler, yanlış seçimler... Bunlar Analiz ekibinde sık sık yaşanmış şeylerdi ama dönüp birbirine bakan beşli, hepsini geride bırakabilen ve yeniden birbirine sahip çıkabilen bir beşliydi. Sımsıkı kenetlendiğimizi hissettim. Bu gecenin altından bu şekilde kalkacaktık.

"Bir tanem alnının ortasına Görkem yazıp gezecek şimdi," dedi annem, bana hayranlık denilebilecek türden bir ifadeyle bakarken. "Kızıma ne yaptın çabuk söyle. Ben onu daha önce aşıkken gördüğümü sanıyordum, meğer hiç aşık halini görmemişim."

"Obketif bir gözlemci olarak," dedi Arda, hafif bir zıpırlık sezer sezmez olaya balıklama atlayarak. "İkisinin konu birbirleri olduğunda sıfır sınıra sahip olduklarını söyleyebilirim, Yeşim Hanım. Böyle bir aşk görülmemiş dünyada. Ayrıca ben eskiden sizin programlarınızı çok sık izlerdim. Omzuma bir imza alabilir miyim müsait bir anınızda?"

"Adın ne senin?"

"Arda," dedi kıvırcığım.

"İstediğin imza olsun. Önümüzdeki ilk programda sana selam bile yollarım."

"Gerçekten yapar mısınız?"

"Gerçekten yaparım," dedi annem. "Otelci kızı kapmışsın galiba bu arada. Maşallah size de."

Otelci kız diye bahsettiği Eylül, daha dik bir şekilde otırdu yerinde. Gözlerini Arda'ya çevirdiğinde ikisi arasında ciddi bir elektriklenme oldu. Sırıtmamak için alt dudağımı ısırmam gerekti. Görkem'in kulağına yaklaştırdım dudaklarımı. "Bunlar işi pişirecekler, yakındır."

"Kimler?" diye sordu Görkem. "Abimler mi?"

Egemen abinin Bige ablaya attığı bakışı gördüğümde sırıtmam kısık sesli bir kahkahaya dönüştü. "Ev ev değil aşk yuvası."

"Sen?" dedi annem, Bige ablaya bakarak. "Dumanların gelini misin?"

"Öyle," dedi Arif amca ve Egemen abi aynı anda.

"Ay dili mi yok bu kızın? Size mi sordum sanki..." diye söylendi annem kendi kendine.

"Hık deyip annenin burnundan düşmüşsün, bayıldım."

"Teşekkürler Paris Hilton," dedi annem, Eylül'e. "Ben de sana." Yönünü yeniden Bige'ye çevirip gözlerini ona diktiğinde Bige abla "Evet," dedi. "Görkem'in yengesi oluyorum."

"Karım," dedi Egemen abi, çok net bir sesle.

Bige abla dönüp ona baktığında Görkem, gördün mü der gibi bana dönmüştü. Herkesin bakışlarıyla anlaştığı bu ortamda kahkahamı ne zaman patlatacağımı merak ediyordum. Her an gülme krizine girebilirdim.

"Müge de kızları," dedi Can. Bige abla Müge'ye anneciğim diye seslendiğinde annemle babam bunu anlamış olmalıydı ama sırf Egemen abinin çocuğu da görev için yaptık şakası yüzünden bunu vurgulamak istemişti.

Egemen abi Can'a sırıtarak bakarken Bige abla bana yardım dilenir gibi baktı. Söylemiyordu ama şu an Egemen abiden öyle böyle etkilenmiyordu. Ne kadar zamandır onun ağzından karım lafını duymadığını merak ettim. Aynı zamanda Görkem'den ne zaman duyacağımı da merak içinde bekliyordum. Müstakbel karım lafının bile beni ne hale getirdiğini düşünecek olursam, sanırım Bige ablayı çok iyi anlıyordum.

"Siz de mi polissiniz?" diye sordu babam.

"Ben avukatım."

"Ben doktorum."

"Ben de döner satıyorum." Gözler Arif amcaya çevrildiğinde Arif amcanın gözlerinin kenarları çizgilerle doluydu. "Dükkânım var. Gelirseniz misafir etmeyi çok isterim."

"Döner mi?"

"Nevrin Döner," dedi Arif amca. "Adı bu."

Bu babamın mizah anlayışına hitap ettiği için ortamda ilk kez onun kahkahası duyuldu. "Ee," dedi Arda, Eylül'e. Sesi duyulmuyordu, dudak okuyordum. "Zenginmiş Asya'nın babası. Zengin gülüşü bu."

Ortada inkâr edilecek bir durum yoktu ama benim onların mal varlığıyla da bir ilgim yoktu. Kendi kendimi idare edebileceğimi söylediğimden bu yana benim için pek bir şey yapmış değillerdi. Sadece şimdilerde kiracılarımın yaşadığı evi satın almamda yardımcı olmuşlardı. Ben de başka bir şey istememiştim.

Ama muhtemelen bugünden sonra isteyecektim. Düzülmesi gereken üç odalı bir evimiz vardı artık.

Ortamdaki küçük sohbetleri bölen, kapı zilinin çalması oldu. Görkem ayağa kalkıp "Necip abidir," diye bilgilendirdi meraktaki herkesi. "Bizim amirimiz."

Onu buraya o davet etmiş olmalıydı çünkü benim tamamen aklımdan çıkmıştı.

Karşılamak için ben de ayaklandım ve Görkem'le birlikte kapıya gittik. Necip Amir kapı açılır açılmaz parmağıma bakınca elimi yüzüğümü daha rahat görebilmesi için havaya kaldırdım. Görkem'e dönüp "İyi iyi," dedi. "Güzel seçmişsiniz."

"Hayırlı olsun mu bize?" diye soruşumla birlikte beni yavaşça kollarının arasına çekti.

"Olsun." Ne kadar içten söylediği tartışılırdı. "Çok mutluyum sizin adınıza."

"Şüpheliyim. Bana ailenizin büyücü yengesi gibi davranıyordunuz çünkü."

Necip Amir sivri dilli oluşuma artık alışmıştı. Bu yüzden gülerek şakamı yumuşattı ve bir elini Görkem'in omzuna diğerini benimkine bastırdı. "Ne yaptın ettin kaptın oğlumu demek."

"Herkes içeride," dedi Görkem. "Ne olursun konuyu yüzüklere getir. Takalım, çıksın aradan."

Adamın çıksın aradan diye bahsettiği şey bizim nişanımızdı. Ona bütün kalbimle katılıyor olmam da cabasıydı. İkimizin bu sabırsız hali Necip Amir'i güldürdü. "Olur mu oğlum, örf adet gelenek de mi bilmiyorsun? Kız istemeye diye kızın annesini babasını ayağına çağırdığın yetmezmiş gibi çiçek çikolata da almamışsındır sen Allah bilir."

"Ekler aldırdım," dedi Görkem ciddiyetle. Kolunu omzuma atıp beni göğsüne çekti. "Çiçeğim de yanımda."

"Ekler mi? Gençlik bitmiş..." diye söylendi Amir, önümüzden salona doğru ilerlerken. İçeri girip herkese adını söyledi ve küçük bir tanışma ritüeli de onların arasında yaşandı. Canım sıkılıyordu. Bence Görkem'in de canı sıkılıyordu. En çok Kaya eğleniyor gibi görünüyordu. Müge'yi onun odasına bırakan Bahar kanepede yanına döndükten sonra ise keyfine diyecek yoktu.

"Ee," dedi Nevin Hanım bana bakarak. "Kahve mi içsek acaba?"

"Vanessa'yı da mı duydunuz?" diye sordum boş bulunup. Barış bana yargılar bir bakış atarken Nevin Hanım'ın kaşları ne dediğimi anlamadığı için çatıldı. Ben de onu anlamıyordum. "Mete'nin kahve makinesi," dedim. "Çok güzel kahve yaparım. Hep bana yaptırmayı denerlerdi eskiden de."

"Ay ben bir latteni içerim mia bella," dedi annem.

Bige abla ellerini dizlerine bastırıp oturduğu yerden telaşla kalktı. "Hadi mutfağa gidelim ablacığım," dedi beni de ayaklandırarak. "Nevin anne Türk kahvesini kastediyor."

Işıklar o bana böyle söyleyene kadar asla yanmamıştı. Köşeli jetonum dan dun ederek düşerken Nevin Hanım'a rezil olduğumu düşündüm ama bunu umursamadım. Aramızdaki ilk rezalet bu olmazdı. Daha ağırını tanışırken yaşamıştı. Bunu kaldırabilirdi.

Eylül de bizimle gelmek için hemen oturduğu yerden kalkarken Arda bize hüzünlü bir bakış atıp "Bana her şeyi anlat," demişti Eylül'e.

"Bahar," diye seslendiğim ana kadar Bahar, Kaya'nın yanında oturmaya devam etti. Sesimle birlikte yüzü aydınlanırken "Ay yaşasın," demişti bir de. "Geleyim değil mi ben de?"

"Gel tabii. Hepimiz bir cezve yapsak hızlıca hallederiz işte."

"Asya..." dedi Can. "Hadi gidin siz." Diğerlerine dönüp bir açıklama ihtiyacı hissetti. "Yapmayı kabul etmesi de bir adımdır," dedi Nevin Hanım'a. "Siz kahve mi içsek dediğinizde buyurun mutfak orada da diyebilirdi. İyi tarafından bakalım."

"Keşke gelmeden oturup planlasaydık önden," dedi Nevin Hanım. "Ben kız istemede kahve yapılması gibi hap bilgilere ihtiyacı olacağını hiç düşünmemiştim."

"Kız isteme mi?" diye sordu babam. "Allah'ın emri peygamberin kavli falan gibi mi?"

"Siz değil!" dedi Necip Amir panikle. "Biz isteyeceğiz." Kendini ve Arif amcayı gösteriyordu.

"Ciddi ciddi mi?" Babam, anneme bakış attı. "Bu hâlâ devam ediyor mu?"

"Bence de etmemeli," dedi Görkem. "Ben kızı aldım sonuçta."

"Lan sus az," dedi Kaya. "Allah Allah."

Görkem söylediklerinde yanlış bir şey yokmuş gibi omuz silktiğinde Nevin Hanım "Adet böyle," dedi.

Annem bir anda Hindistan'a ait bir gelenek olan shagun töreninden bahsetmeye başladığında ortamdaki kafa karışıklığını fırsat bilen Bige abla elini belime atıp beni ite ite salondan çıkarttı.

Bir sonraki gündemimiz Görkem'in kahvesine ne koyacağımdı.

"Seni ne kadar uğraştırdığını gayet iyi biliyorum, bir büyük versiyonu sayesinde çok tecrübeliyim bu konuda," dedi Bige abla. "Bu yüzden acımasız olmak istersen anlayışla karşılaşırız. Deterjan ve fare zehrinden uzak duralım derim ama, hâlâ bir noktada Görkem'i kardeşim gibi seviyorum maalesef."

"Biraz tuz iş görür," dedi Bahar. "Çok abartmaya gerek yok sanki. Adam yeterince acı çekti."

"Çok sıkıcısınız," dedi Eylül. "Ama izniniz olursa ben içerideki dünürlerin tezatlığına biraz güleceğim. Annen senden latte isterken Görkem'in annesinin attığı bakışı gördün mü? Delirecektim kendimi sıkmaktan."

"Neyse ki birbirlerini sık görmek zorunda kalmayacaklar," dedi Bige abla. "Kimse kimseyle çok iyi anlaşmak zorunda değil. Düğünü atlatsak yeterli."

Ben de onlar gibi gülmek istiyordum ama toplam kaç kişi olduğumuzun telaşına girmiştim. Bu sırada telefonumun ekranı aydınlandı ve Görkem'den gelen mesajı hemen açtım.

On beş kişiden hesap et. Annem şekersiz içer.

Gülümseyip cezveyi önüme çektiğimde Bige abla başını iki yana salladı ve dolapları karıştırmaya başlayıp üst raftan bir tencere çıkardı. "Öğreneceğin çok şey var."

O kadar umurumda değildi ki Bahar sürekli benimle modern gelin diye dalga geçiyor, Eylül bileklerime altın bilezikler doldurup onları şıngırdatarak bu işi daha iyi yapabileceğimi söylüyordu.

Görkem için kenara ayırdığım fincana herkes hevesle bir şeyler koymamı bekledi. Kahvenin içine bal katarken yüz ifademi düz tutmaya çalışsam da fayda etmiyordu. Sırıtıp duruyordum.

"Kıyamadı sevgilisine," dedi Bahar, kıkırdayıp koluma vururken.

Aslında feci kıymıştım, sadece bunu bilmiyorlardı.

Kahve servisini bitirdikten sonra yerime geçip yüzümü herkes gibi ben de Görkem'e döndüm. Görkem, halı desenlerini incelemekle meşgulken izlendiğini hissedip kafasını kaldırdığında bir sehpada duran kahvesine bir de kendisine bakan gözlere döndü. Can, çenesiyle kendi kahve bardağını işaret ettiğinde "Ha..." dedi Görkem. "Kahveyi içmemi mi bekliyorsunuz?"

"Evet," dedi annem herkesten önce. "Öncesinde kızımın elinden zehir olsa içeceğini de söyleyebilirsin istersen." Anneme dik dik baktığımda "Ne var," diye söylendi. "Bazen kafası basmıyor, taktik vermek istedim."

Necip Amir gülerken "Hadi oğlum," diye Görkem'i teşvik etmeyi de ihmal etmedi.

Görkem, eline kahve fincanını alıp onu dudaklarına götürdü. Dumanı tüten kahveden bir yudum alıp yutkunduktan sonra gözlerini bana çevirdi. "Bal mı?"

Bastırmaya çalışsak da ikimiz de gülüşümüzü gizleyemedik. "Bal."

Haşlanacak olmasına rağmen tek seferde başına diktiği fincan üzerine alkış başlatan kişi Arda oldu. Ona anında Egemen abi katılırken Bige abla ve Eylül'ün de işbirlikleriyle birlikte bir kıkırtı sıyrıldı dudaklarımdan. Nevin Hanım başını yargılar bir şekilde iki yana sallıyor olsa da o bile gülüyordu.

"Bal," dedi Görkem. "Severim."

"Seversin," dedim kıkırdayarak. Yalnızca ikimizin bildiği bu muhabbetle kimse ilgilenmedi. Bizse fırsattan istifade bakışmayı ihmal etmedik.

Görkem fincanı yerine bıraktıktan sonra babama döndü. "Özellikle sormak istediğiniz bir şey varsa cevaplayabilirim. Yoksa artık yüzükleri takalım derim."

Bu netliği öyle komikti ki bu kez Barış'ın kahkahası salona yayıldı. "Dayanamayacak daha fazla," diye mırıldandı ağzının içinde. Herkes onu gayet net bir şekilde duymuştu.

"Sakin ol," dedi Arif amca. "Dokuz ay annenin karnında bekleyebildin, bunu da bekleyebilirsin."

"Çok zor doğurdum ben bu çocuğu," dedi Nevin Hanım birden. Annemle göz teması kurmuşlardı. Ardından hikâyenin devamı da geldi. "Ben sancılanırken Ahmet bayıldı. Doğumhane masasında bir de eşim ne halde diye düşündüm biliyor musunuz?"

"Ay ben bir kere doğurunca bir daha doğurmadım," dedi annem. "Siz ikinciyi yapabilmişsiniz en azından."

Konunun doğum travmalarına geçişi Görkem'in yüzünü buruşturmasına sebep oldu. Biraz daha yüzük takmazsak ayaklarını yere vurarak ilgiyi üzerine çekmeye çalışacak gibi duruyordu.

"Siz düşünüyor musunuz ikinciyi?" diye sordu annem, Bige ablaya. "Şu genetiği devam ettirmeniz şart ya."

Bige abla bir anlığına ne diyeceğini bilemeyince sözü Egemen abi devraldı. "İleride bir gün neden olmasın?" Bige ablanın kaşları yukarı kalkarken onun aksine Egemen abi rahattı.

"Ben kendimi ikinci bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmeye hazır hissetmiyorum şu an," dedi Bige abla, karşılık olarak. "Hayatımızda rayına oturması gereken o kadar çok şey var ki."

"Böyle düşündüğümüz bir dönemde Asya'ya hamile kalmıştım," dedi annem, gülümseyerek. "Anne olmaktan ne kadar çok korktuğumu anlatamam."

"Bu bile çok fazla şey anlatıyor," dedi Can kendi kendine. Yine dudak okuyarak anladığım bir cümleydi, sesi bize ulaşmamıştı.

"Ben de Görkem'de rahat edeceğimi, zaten tecrübeli olduğumu düşünüyordum," dedi Nevin Hanım. "Her çocuğun kendine has olduğunu sonradan öğrendim. Egemen'le bir ilgilendiysem Görkem'le bin uğraşmak zorunda kaldım hep."

"Görkem biraz zor bir çocuktu," diye lafa atladı Egemen abi, boğazını temizledikten sonra. "Onunla özel olarak ilgilenilmesi gerekiyordu çünkü aşırı zekiydi ve sürekli bir şeylerle uğraşıyordu. Annem bunu kastediyor."

"Her çocuk, bin ilgiyi hak eder," dedi Arif amca. "Görkem'in en büyük şanslarından biri Egemen gibi bir abisi olmasıydı. Egemen'in en büyük şansı da Görkem'in abisi olmasıdır. İkisinin birlikte büyüyüşünü izlediğim için de ben dünyanın en şanslı adamı oluyorum."

"Baba olmayı her şeyden çok seviyor gibisiniz."

Babamın kurduğu cümle Arif amcayı güldürürken beni düşünmeye itti çünkü babamın baba olmayı her şeyden çok sevmediği kesindi.

Öncelikler, diye düşündüm. Öncelikleri hiçbir zaman ben olmamıştım.

"Kesinlikle," dedi Arif amca. "Bu odada gördüğünüz her genç, benim evladımdır. İki tanesi kanımdan, diğerleri canımdan. Yemin ederim ki böyle hissediyorum."

"Ben de." Bunu söyleme sebebim biraz da can yakmaktı. "Sizinle tanıştığım andan beri bana ailenizden olduğumu hep hissettirdiniz. Hastanede yaptığımız konuşma da bir önceki yaralanmamdan sonra bana söyledikleriniz de hep aklımda. Desteğiniz için teşekkür ederim. Varlığınız hepimiz için çok kıymetli."

Babasına duyduğum sevgi Görkem'i gülümsetirken Arif amcanın gözleri dolacak gibi oldu. "Estağfurullah, ne yapıyorum sanki ben?"

"Çok fazla şey," dedi Bige abla. "Hiç alçakgönüllülük yapma şimdi. Sana duyduğum hayranlık, Müge'nin sana duyduğu hayranlıkla yarışır vaziyette baba."

Egemen abi, eski eşine içi gider gibi bakmaya devam ederken Görkem'in bir kez boğazını temizleyerek etrafa yaydığı mesaj üzerine Necip Amir gülmeye başladı. "Kıyamam lan," dedi birden. "Gerçekten çatlayacak."

"Kahveleri içtik," dedi Görkem. "Siz de tanıştınız. Tamam işte. Yeterli."

"Ne kadar kibar ve sabırlı bir çocuksun sen böyle," dedi babam.

"Pek kibar biri sayılmam," diye yanıtladı Görkem. "Sabrımın da son zamanlarda dibini sıyırdım Tufan Bey. Hayatımın geri kalanını, kaybedecek bir saniyemin daha olmadığının bilincinde olarak yaşamaya başladım. Bunu bana öğreten kızınızdı. Kendim için bir şeyler yapmayı bana öğreten de oydu. Haklı olabilirsiniz, onunla kuracağımız hayat için fazla sabırsızım."

"Sanırım konuşmanın tam sırası," dedi Arif amca, arkasına yaslanmak yerine oturduğu yerde doğrularak. "Ben oğlumun birine böylesine aşık olacağını kendi gözümle görmesem mümkün değil inanmazdım. Sorun arkadaşlarına, onlar da inanmazlardı."

Arkadaşlarımızdan "İnanmazdık," mırıltıları yükselmesi beni güldürürken biraz da utandığım için ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırmıştım.

"Gençler birbirlerini görmüş, beğenmiş. Bu detayı biliyor musunuz bilmiyorum ama benim oğlum sizin kızınızı üç yıl önce görmüş ve sessizce kendisine geleceği zamanı beklemiş. Ben de görüyorum ki her şeyin zamanı gelmiş. Birbirleri için yaratıldığını düşündüğüm oğlumu ve kızımı dilerim ki hak ettikleri gibi mutlu bir gelecek bekliyordur. Ayrıca biliyorum ki onların da söylediği gibi her şey formaliteden ibaret. Ben Görkem'i bu uçtan çekiştirsem, dünya Asya'yı diğer taraftan çekiştirse onlar yine de el ele tutuşmanın bir yolunu bulurlar. Bize de bu durumda onlardan razı olmak dışında bir şey düşmez."

"Galiba ağlayacağım," dedi Arda. "Daha dün liderim, lacivert bir iple aramıza hoş geldiğini söylüyordu ona. Bebeklerim gözümün önünde büyüdüler."

Necip Amir kahkahasını bastırıp otoriter olduğunu sandığı bir tavırla "Şşh," dedi. "Söz büyüklerde. İki dakika susuver."

Arif amca yalnızca gülümseyip babama odaklandı. "Allah'ın emri, peygamberin kavliyle-"

Babam onun sözünü kestiğinde yüzünde sahici bir gülümseme vardı. "Ben verdik demeyi doğru bulmuyorum," dedi. "Geleneklerimize sahip çıkmak istemenizi kesinlikle anlayışla karşılıyorum bu arada, yanlış anlaşılmak istemem. Görkem'i tanımaya pek fırsatımız olmadı, sizi de keza aynı şekilde fakat ne kadar düzgün insanlar olduğunuz konusunda hiçbir şüphe bırakmadınız. Benden yana, bizden yana da bir sorun olduğunu sanmıyorum. Değil mi Yeşim?"

"Evet," dedi annem. "Bu ilişki hakkında daha fazla fikrim olsun isterdim ama şartlar böyleyse, benden yana da hiçbir problem yok. Zaman içinde birbirimizi tanımaya daha fazla fırsat buluruz belki. Önemli olan, gençlerin birbirini böyle sevmesi sonuçta."

"Gençlere bak," dedi duyulmadığını sanarak Eylül'e fısıldayan Arda. "Görkem dedem yaşına geldi."

Aralarında yalnızca iki yaş olması durumu daha da komik yapıyordu. Ayrıca onun bu kız isteme girişimini sabote etmesinden de hiç rahatsızlık duymuyordum. Aksine Arda'nın sessiz kalması bana kendimi rahatsız hissettirirdi.

"Ay her şey tamamsa ben nişan tepsisini tutuyorum o zaman," dedi Eylül televizyon ünitesinin kenarında duran tepsiye uzanarak. Koşar adımlarla onu alıp Görkem'e dik dik bakmaya başladı. Ardından çenesiyle tepsiyi işaret etti.

Görkem, "Çocuklar," dediğinde Arda, Kaya, Can ve Barış'ın aynı anda ayaklandığını gördüm. Bunu aralarında ne ara konuşmuş olduklarını bilmiyordum ama aramızdaki en zengin insanın tuttuğu tepsiye kağıt banknotları sıra sıra bırakmaya başladıklarında gözlerimden yaş gelmek üzereydi.

"Ay zengin oldum," dedi Eylül.

"Sen zaten zenginsin!" dedi Bahar. "Bence parayı diğer kız kardeşler olarak aramızda kırışmalıyız." Kendisini ve Bige ablayı gösteriyordu. Sonra durdu. "Öf, sen de doktorsun. Bence bütün parayı ben almalıyım."

"Senin tek davadan aldığın parayı ben maaş diye almıyorumdur be," dedi Bige abla. "Avukatların ortalama ne kadar kazandığını öğrenecek kadar uzun süre bir avukatla yaşadım."

Kullandığı geçmiş zaman eki annemlerin gözüne batmamış olsa da Egemen abi ve benim bundan etkilendiğimiz kesindi. Egemen abi elini onun dizine koyup "Öyle mi?" dediğinde Bige ablaya yine kal gelmişti. Bu yüzden ilgimi ikisinin üzerinden zor da olsa çektim.

Görkem ve ben yan yana ayakta durduğumuzda Görkem, "Baba," dedi. Ardından benim babama baktı. "Ve Tufan Bey... Eğer müsaadeniz olursa yüzükleri Necip abinin takmasını isterim."

Bütün Analizciler onun bunu neden istediğini bildiğimiz için aynı anda sırıtmaya başladık. Bu da salonda anlık olarak bir korku filmi görüntüsü yarattı.

"Ben açıklayayım," dedi Necip Amir, Görkem'e seninle sonra görüşeceğiz gülüşünü attıktan sonra. "İkisinin ilişkisini çok uzun bir süre onaylamamıştım. Görkem'le sık sık Asya sebebiyle sürtüşürdük. Kendisi yüzüklerini benim takacağım anı aylardır bir köşede planlamadıysa ben de hiçbir şey bilmiyorum."

"Yapar," dedi Kaya. "Kardeşimdir, hakkıdır."

"Sizi tanıştırdığım güne ben..."

Can'ın sahte öksürüğü Necip Amir'i durdurduğunda Eylül gülerek tepsideki yüzükleri Necip Amir'e doğru uzattı. O zamana kadar fark etmediğim şeyi de görmüş oldum böylelikle.

Yüzüklerimizi birbirine bağlayan kurdelenin rengi lacivertti.

Kimin fikri olduğunu bilmiyordum ama bunu sevmiştim.

"Bir konuşma yapman gerekiyor," dedi Görkem, ciddi kalmaya çalışarak. "Evet, bir özür de içermeli."

"Bak bu çok üstten üstten konuşuyor," dedi babam gülerek. "Kesin emin misin Asya? Hâlâ vazgeçebilirsin."

"Hiçbir şeyden bu kadar emin olmamıştım," dedim.

Arda da "Lider diye," dedi. "Liderimdir o benim. Yeri gelir amirime de had bildirir. Huydur onda."

"Amiriniz başka bir zaman kesecek sizi." Necip Amir büyük bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Ardından bir kez yutkundu ve elini Görkem'in omzuna bastırdı. "On beş yaşındayken tanıdım ben bu çocuğu," dedi. "Altındaki muzip niyeti sezmiş olsam da yüzüklerinizi benim takacak olmam benim için bir onurdur oğlum. Senin adım adım büyümene tanık olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum."

"Böyle bir şey beklemiyordum." Görkem'in sesine duygusallığının getirisi olan boğuk bir ton bulaşmıştı. "Teşekkür ederim."

"Bitirmedim," dedi. "Senin hakkında ben burada sabaha kadar konuşabilirim, yine de seninle duyduğum gururu yeterince ifade edememiş olurum. Bazen karşı karşıya geliyoruz, çok sürtüşüyoruz, fikir ayrılıklarına giriyoruz ve birbirimize çok kızıyoruz biliyorum. Biliyorum, bazen ben hatalar yapıyorum. Bazen sen yapıyorsun. Yine de kimse sanmasın ki gözümdeki yerin değişir. Benim hiç evladım yok, baban yaşında bir adam da değilim ama Görkem, ben seni kendime evlat bildim oğlum. Seni gözüm kapalı emanet edeceğim birisi varsa bu dünyada, o da Asya'dır. Bunu kaç kez kanıtladı bilmem."

"Zamanında da Yağmur'u bana emanet etmiştin," dedi Görkem. "Ve her şey böyle başlamıştı."

"Her şey senin inadın yüzünden başlamıştı," dedi Necip Amir. "Ben Asya'nın hazır olmadığını düşünürken onu evinize sizinle yaşamaya davet eden yine sendin. Onun için ne kadar çabaladığına ben birinci dereceden şahidim. Asya, aynı şekilde senin de Görkem'in önündeki duvarları yıkana kadar kendi kendine paramparça oluşuna, yine de ondan vazgeçmeyişine şahidim. Siz sürekli birbiri için savaşan, zaferleri de birbirlerinden başka bir şey olmayan iki insansınız. Arif'in de dediği gibi, bize mutluluk dilemekten başka bir şey düşmez."

"Sen onlara mutluluk dileyene kadar Asya'nın canı çıktı," dedi Can, sırf ortalığı karıştırmak için. Bir zamanlar canımızı yakan meselelere şimdi gülebiliyor olmamızı seviyordum.

"Sanki sen çok farklıydın," dedim ben de karşılık olarak. "Görkem'i kenara çekip Asya'yla sonunuz iyi bitmez dediğin günleri ne çabuk unuttun?"

"Bu kızın hafızasından korkmam gerektiğini ara sıra unutuyorum. Hatırlattığın iyi oldu. Karga kinli seni."

"Neyse," dedi Görkem. "Biz hepinizi affettik. Öyle değil mi bebeğim?"

Herkesin önünde bana böyle hitap ederek beni utançtan kırmızıya döndürmeye çalışıyorsa bunu başaracak gibiydi. "Evet," dedim Necip Amir yüzükleri parmağımıza geçirirken. "Öyle."

Görkem'in yüzüğünün içine kazıttığı tarih 13.02.2019'du. Miladı saydığı tarihi parmağında taşımak istemişti. Onun sembollere yüklediği anlamlar bitmek bilmiyordu. Yüzüğünde beni gördüğü tarihi, göğsünde bir dövmeyi, bileğinde ise iplerimizi taşıyordu. Bu adam, kendini benden ibaret kılmıştı. Bense zaten çoktandır ondan ibarettim.

Benim alyansımın içine ise yalnızca 13 sayısı kazınmıştı. Ölüm demek değildi, yaşamak demekti.

"Makas kesmiyor," dedi Necip abi.

"Kessin," dedi Bahar. "Ben daha kurdele yutacağım."

"O ne lan öyle?"

"Ay ben de," dedi Bige abla.

"Kız sen değil," dedi annem. "Sen zaten evlisin."

"Evet," dedi Nevin Hanım, imayla. "Sen niye yutasın?"

Egemen abinin Bige ablanın kulağına "Yutturacağım ben sana kurdeleyi," diye fısıldadığını görmem, dudak okuma alışkanlığımı bırakmam gerektiğine dair bir işaret olmalıydı. Bige abla anında sus pus olurken az önce emin değilsem bile artık kesinlikle ikisinin işi en kısa sürede pişireceklerinden emindim.

"Biz de yutabiliyor muyuz bu kurdeleyi?" diye sordu Arda gerçek bir merakla. "Yoksa sadece kızlar mı?"

"Kaya da yutabilir," dedi Bahar.

"Kimse kurdele yutmayacak," dedi Görkem, çocuklarına sahip çıkan bir baba edasıyla.

"Hiç mi?"

Bahar'ın dramatik ve dehşete düşmüş bir sesle sorduğu soru karşısında Görkem, Kaya'ya bakıp "Şu kıza düzgün sinyaller ver," dedi. "Kız kurdeleyi dürüm yapıp yiyecek utanmasa."

"Utanmazdım bu arada."

Kaya güldü. "Düzgün sinyaller ver diyen bu adamın Asya'yı peşinde far görmüş tavşana döndürdüğünü de unutmadık yalnız." Bir de destek ister gibi cümlesinin sonunda yönünü Analizcilere dönmüştü.

"Işıklar bir yanıp bir sönüyordu," dedim başımı öne eğip hüzünlü bir şekle bürünerek. Yüzüklerimizin arasındaki lacivert kurdele sallanırken omzumla Görkem'in omzuna çarptım. "Neyse ki Bige abladan C1 seviye Duman dili ve edebiyatı eğitimi almıştım, hızlıca çözdüm meseleyi."

"Ne sandın kızım," dedi Bige abla konuşmalarımız aklına geldiğinde. "Tecrübe sahibi insanızdır biz."

"Makas kesmiyor makas." Necip Amir havada tuttuğu makası salladı. "Kalırsınız böyle bak."

"Valla benlik sorun yok," dedi Görkem.

"Valla benlik de yok," dedim hemen.

Kaya yine cüzdanına davranan kişi olurken "Bunlar nişanlanacak diye neden soyup soğana çevrilen kişi ben oldum hiç anlamadım," diye söyleniyordu.

Kıkırdamaya başladım. "Düğünde de senden beşi bir yerde bekliyorum abiciğim."

"Çeyiz olarak Tesla ve Mila'yı evden götürmeye ne dersin?" dedi Kaya, pazarlık yaptığını zannederek.

"Oğlumu kimseye vermiyorum," dedi Can. "Mila düşünülebilir."

"Birbirlerini sevenlerin ayrılmasını desteklemiyoruz," dedi Görkem. "Sizin aksinize amirim."

Yine durup kahkaha attığımda şükür ki Necip Amir de eğlenir durumdaydı. "Vay velet," dedi. "Tüm kinini bugüne mi sakladın?"

"O kurdeleyi daha da kesmezsen başka neler sakladığımı hayal bile edemezsin."

Necip Amir nihayet kurdeleyi kesti.

Salonda annemin öncüsü olduğu bir alkış başladı.

Ben Görkem'e baktım, Görkem bana baktı. Gülümsedim, gülümsedi. Sonra yine o ağzını açtı ve herkesi şok edecek o şeyi söyledi: "Artık eve gidebilir miyiz?"

"Ne?" dedi babam. "Burada yaşamıyor muydunuz siz?"

"Yavaşın olsun biraz," diye söylendi Arif amca kendi kendine. Nevin Hanım'ınsa dudakları aralanmış ama hiçbir şey söyleyememişti.

Görkem onu es geçip babama baktı. "Ev aldık biz. Düğünü de geciktirmeyelim diyoruz."

"Ev mi aldınız?" diye sordu annem. "Ne zaman? Geçen konuştuğumuzda bundan bahsetmediğine göre yeni olmalı."

"Evet. Çok yeni daha," dedim. "İçinde sadece-"

Görkem'in ne kadar yavaşı yoksa benim de o kadar yoktu. "Hiçbir şey yok," dedim. "İçinde sadece havuz var. Başka hiçbir şey yok. Yeni bir ev."

Bizimkiler bıyık altından gülmemiş olsaydı inandırıcılığım artacaktı.

Babam kalp krizi geçirecek gibi duruyor, annem imayla sırıtıyordu.

"İçerisini döşediğimizde sizi misafir etmeyi çok isteriz," dedi Görkem. "Yani, bir süre daha buralardasınızdır umarım. Düğünü sizsiz yapmak istemeyiz."

Hem düğünü hızlıca yapacağımızı onlara bildiriyor, hem de emrivaki şekilde onlara burada kalmalarını söylüyordu. Babam Görkem'i giderek daha az severken annem Görkem'e giderek daha çok ısınıyordu.

"Bir zahmet," dedi babam.

"Ama beni sevdiniz değil mi?" dedi Görkem, ne yaptığının oldukça bilincinde olarak. Bilerek damarına basıyor, bilerek ailemi yavaş yavaş kızdırıyordu ve bundan zevk aldığını hiç gizlemiyordu.

"Çok!" dedi babam.

"Ben bayıldım," dedi annem.

"Ben de bayılıyorum," dedim müstakbel eşime ayak uydurarak. "Ve önemli olan da bu zaten."




Yüzük parmağımda bir tektaş, bir alyans duruyordu. Bense ne evimin ne de evim dediğim bir yerin önündeydim. Burada olmayı ne kadar istediğim tartışılırdı ama söz vermiştim. Aileme birlikte kahvaltı yapabiliriz demiştim. Niye demiştim bilmiyordum ama babamdan gelen teklifi kabul etmekte tereddüt etmemiştim.

Tufan, Yeşim ve Asya. Tunçbilek ailesinin üç ferdi. Bana bu aile hiç üç kişilik gelmemişti. Bence hep iki kişilikti.

Yumruk yaptığım elimle otel odalarının kapılarını çalarken iki, bir, iki şeklinde vurduğumu fark edince istemsizce gülümsedim ve gergin omuzlarım gevşedi. Bir şeyler konuşulacaktı ve konuşulanlar muhtemelen hiç hoşuma gitmeyecekti ama benim bir kez canım sıkılacaksa onlarınki yüz katı sıkılacaktı. Oturup kozlarımızı paylaşacaksak kârlı çıkan ben olurdum. Benim içimde biriktirdiklerim, onların yaptıkları maddi birikimleri bile alaşağı edebilecek güçteydi.

Can, sabah Hande ile birlikte Nedim'in babasını sorgulayacağı görüşmeye gitmek üzere evden çıkarken beni de buraya bırakmıştı. Benden sonra karakola uğrayıp Hande'yi alacak, oradan da Fazıl Beyhanlı'yı görmek için tutulduğu cezaevine geçeceklerdi. Onlara katılma teklifimi yoldayken Can'a sunduğumda Can elleri direksiyondayken gözlerini bana çevirmiş, "Hayır," demişti sadece.

Tekrar konuşması için birkaç kez "Niye?" diye diretmem gerekmişti.

"Ailen buradayken ailenle vakit geçir. Senlik bir iş yok, ben hallederim." Tavrı bana kaçmamamı söylüyorken hareketleriyle de kaçmamamı sağladı. Beni Ayyıldız Otel'in önüne bırakır bırakmaz gaza yüklenip çekti gitti.

Annem, odanın kapısını açtığında Eylül'ün onları özel misafiri olarak ağırladığı süit odanın genişliğinden bile belliydi. Babam sabahın köründe oturduğu kanepede filtre kahvesini yudumluyor, televizyonda normalde kendi programlarının yayınlandığı kanalda yayınlanan başka bir programı izliyordu. Benim gelişim ayaklanmasına yol açmamıştı ama onun ayaklanmayışı benim derinlerde yer edinen öfkemin şahlanışına sebep olmuştu.

Annem bu kez de bana Rusçayı kullanarak hoş geldiğimi söylemiş, o dilde beni karşılamıştı ve söylediklerinin bir kısmını yakalayamasam da umursamamıştım. Bazen benden çok dil bildikleri için onlara sinir olurdum ama bildiğim dilleri bana aşılayanlar da aynı kişilerdi. Sadece içimde herkesten daha iyi olmaya dair duyduğum rekabetçi his, annem ve babamı da herkes kapsamında değerlendiriyordu ve buna engel olamıyordum.

Onlara yüzüklerimi gösterip sırıttım sanki dün kurdeleler kesilirken orada değillermiş gibi. Birçok olayda dönüp ne yaptığımı gösterebileceğim birilerini yanımda bulamamıştım, bu yüzden bulduğum anda şımarıkça davranırdım. Analizciler buna alışmışlardı. Annem ve babam da eski alışkanlıklarını hatırlamış, beni gülümsemelerle karşılamışlardı.

"Bana sarılmak için ayağa kalkacak mısın yoksa şu köşeye kurulup bütün gün yüzüne bakmamamı mı istiyorsun?" diye sordum elindeki kumandayla ilgilenen babama.

Babam yavaşça başını kaldırdı. "Dün annen sana sarıldığında canın yanmıştı."

"Yaram solumda," dedim. "Sağımdan sarılırsın o zaman. Bir şeyi bir kez deneyip olumsuz sonuç alınca o şeyden tümden vazgeçilir mi baba?"

O şey bendim onlar için. Bir kez sarılmayı denemişti, olmamış mıydı? O zaman bir daha sarılmazdı. Bir kez para teklif etmişlerdi, kabul etmemiş miydim? O zaman bir daha o teklif gelmezdi. Hayatı bu şekilde görürlerdi.

"Sen sarılmayı sevmezsin bile Asya," dedi babam. Aksanı ses tonunu daha da baskın bir hale getirmişti yine.

"Sadece ayağa kalkıp sarılmanı istedim. Hayır diyebilirdin bu kadar şey söylemek yerine," dedim ve geçip bahsettiğim köşeye oturdum.

"Şuna bak," dedi babam. "Hiçbir şeyden haberimiz olmadığı halde buraya gelip aynı gece nişanını yapmışız, ertesi gün ağız tadıyla bir kahvaltı yapalım demişiz. İçeri girişindeki hale tavra bak."

"Kusura bakmayın," dedim buz gibi bir sesle. "Size de zahmet verdik. Kalbi duran kızınızı görmek için İstanbul'a falan gelmek zorunda kaldınız. Bir dahakine cenazeme çağırırız madem."

"Ağzından yel alsın," dedi annem, elini göğsüne yaslayarak. Turuncu saçlarını sabahın köründe bile böyle gösterebilmeyi nasıl başarıyordu bilmiyordum. Benim saçlarımdan daha parlak, daha canlı görünüyorlardı. "O nasıl söz öyle? Kaç kez gelmek istedim de sen ertelemedin mi? Kaç kez sana duramıyorum burada, geleceğim ben diye mesaj attım. Sen demedin mi meşgulüz, burası müsait değil, şimdi gelme diye. Sen demedin mi Asya?"

"Ben dedim."

"O zaman?"

"Sadece sarılmasını istemiştim." Omuzlarım bir yenilgiyle düştüğünde kendimi bu koltukta küçük bir çocuk gibi hissettim. Babasının gözünün önünde Görkem de küçük bir çocuk gibi kalıyordu ama bunun ötesi Arif amca hep onu küçük bir çocuk olarak görecekti zaten. Benim annem ve babamsa beni küçükken bile bir yetişkin gibi görmüşlerdi. "Büyütüyorsunuz."

"Sarılayım, Asya," dedi babam. Kumandayı kenara bıraktı, kahvesini başka bir kenara. Ayağa kalktığında yüzünde bir gülümseme yoktu. Lütfetmiş gibi hissettirdi. Ama beni kollarının arasına aldığında tüm o hisler uçup gitti. Başımı göğsüne yasladım ve onun en kıymetlisi gibi hissettim yeniden. "Söyle bana, yine neye sinirlendin sen?"

"Mutluyum," dedim. "Sinirlenmedim."

"Bir şeye öfkelenmişsin de öyle gelmişsin," dedi babam. "Bu ilgi bekleyen halin, seni sakinleştirelim diye değil. Sadece kendine bir uğraş bulmaya çalışıyor, bu yüzden bize sarıyorsun."

"Baba." Hüzünlü bir gülümseme dudaklarımı çekiştirdi. "Ben hiçbir zaman bunu yapmadım."

"Sen hep-"

"Hiç," dedim. "Hiçbir zaman kendime uğraş bulmak için size sarmadım. Aksine, ben size uğraş vermemek için başka şeylere sararım. Sen çok yanlış biliyorsun."

Sesim titreyecek gibiydi. Bu normal konuşma şeklim değildi ve şükür ki bunu bilecek kadar beni tanıyorlardı. "Ne oldu?" diye sordu babam. "Görkem mi bir şey yaptı dün geceden sonra?"

Görkem'le dün gece Analizcilerle yaşadığımız evde kalmıştık. Onun yatağında, birlikte uyumuştuk çünkü sabah yapılacak işler vardı ve ben ekstra bir iş çıkarıp yeni evimize geçmeyi teklif etmek istememiştim.

"Hayır," dedim. "Ona ısınamamış olabilirsin ama canımı sıkacak birisi değildir, özellikle ben bu haldeyken."

"Sen hangi haldesin?"

"Karmakarışık," dedim yorgun bir şekilde. "Darmadağınık. Mahvolmuş?"

"Neden?" dedi annem, koltukta dizi dizime değecek kadar yakın bir şekilde yanıma oturarak. "Fiziksel değil bu yorgunluğun. Anlat bize."

"Çok fazla şey oldu."

"Ne gibi?"

"Mete'nin ölmesi gibi." Kalbim çok fazla hızlandı. Biri onu oradan sökmek istiyormuş da uygulanan kuvvet yüzünden baskı altında kalmışçasına bir yük binmişti üzerine. "Benim beni en çok seven insanı kaybetmem gibi. Buradan başlamamı ister misiniz? Onu düşünmekten kafayı yediğim için, ölümünden dolayı kendimi suçlayıp durduğum için nasıl yavaş yavaş delirdiğimi anlatayım mı?"

"Asya..."

"Söylemedin deme!" Nefesim sıkışıyordu. "Deme işte. Söylemem ben. İğrenç bir huyum bu ama söylemem. Çünkü siz, sizden yardım isteyebileceğimi bana hissettirmediniz. Bana küçükken bile..." Elim, boynuma doğru gitti. Ağlamamak için ensemi sıktım. "Ben küçükken bile ne zaman buraya geliyorsun diye sordunuz hep. Kalkıp da benim için sık sık Türkiye'ye gelmediniz. Sizin rutinlerinize ben uymaya çalıştım sürekli. Sizin peşinizden benimle ilgilenmeniz için ben koştum."

"Böyle değildi," dedi babam, net bir şekilde. "Biz uzaklaşmadık, uzaklaşan sendin ve bizim yaptığımız kararlarına saygı göstermekti."

"İstediğiniz hayatı istemiyorum diye beni kendi halime bırakmak zorunda değildiniz," dedim. "Bana hep sizinle olsam nelerin farklı olacağından bahsettiniz, benim için çizdiğiniz gelecek sizin yolunuzdan yürümemdi. Bunu yapmadığım için bana hep öfke duydunuz."

"Seni ben doğurdum," dedi annem, beni sinirden güldürebilecek bir tavırla. "Dalga mı geçiyorsun? Ne öfkesi? Bize öfke duyan sendin."

"Anne beni teyzem büyüttü." Bir gün bunu bağırarak söylerim sanmıştım, oysa sesim çok güçsüzdü. "Tabii ki size öfkeliydim. Yoktunuz ki. Siz yoksunuz diye ben tek başıma ayakta durmayı öğrendim. Mete benim her şeyim olana kadar ben sevginin bir ihtiyaç olduğunu bile bilmiyordum ki."

Eli omzumu sıktığında ben de dişlerimi sıktım. Birikmişliklerin dışa vuracağı anın hiç gelmeyeceğini mi sanmışlardı? Ben bu kadar birikirken keşke bir tepki göstermiş olsalardı.

"Koşullar belliydi," dedi babam, bariz bir şaşkınlıkla. "Yaptığımız iş, yaşadığımız hayat belliydi. Burada kalacağım dedin, kaldın Asya. Senin önüne set çekmedik, engel koymadık. Sınırları olmadan büyüyen bir çocuktun ve şimdi neden bir sınırım yoktu diye bağırıyorsun. Çünkü sen, kafesteki kuşumuz değildin bizim. Kararlarına hep saygı duyduk diye neyin suçlaması bu ben anlamıyorum."

"Baba," dedim. "Sen çok seviyordun beni küçükken. Ne değişti?"

"Hiçbir şey." Bakışları yumuşadı, dudakları acılı bir gülümsemeyle iki yana kıvrıldı. Bana ona hakaret etmişim gibi baktı. "Hiçbir şey değişmedi," dedi tekrar. "Sen de değişmemişsin hiç. Burnunun dikine gitmek senin en sevdiğin şey Asya. Polis olacağım diye inat ettin. Gittin oldun. Öncesinde de teyzemle kalacağım, burada okuyacağım dedin. Okudun. Bizim işlerimiz zaman içinde çok değişti, çok daha büyüdü farkındayım. Uzak kaldık, tam bir aile olamadık belki ben farkındayım ama bu, karşılıklı bir şekilde meydana geldi. Sadece bunu gör istiyorum. Çünkü biz seni sevmekten hiçbir zaman vazgeçmedik. Sadece senin böyle biri olduğunu kabullendik, o kadar."

Sorun ben miydim

Sorun muydum?

Beni zamanında o kadar görmemişlerdi ki ben insanlardan bunu beklemeyi tamamen kesmiştim. Belli bir zamana kadar, bana aksi öğretilene kadar, hiç kimseye hiçbir şey anlatmadan yaşayıp gitmiştim. Derdim mi vardı? Ben çözerdim. Canım mı sıkkındı? Geçerdi, hallederdim. İnsan alıştırıldıklarının yansımasına dönüşüyordu bir noktada. Beni bu duruma alıştıran onlarken suçun bana yıkılmasını kabul edemiyordum.

İnsan ben haksızım diyebilmeliydi.

Mete'yi kaybettim diyordum. Teyzemle büyüdüm diyordum. Onlara hiç kimsemin kalmadığını ispat edemezdim. Onlara göre onlar varlardı çünkü ama ben, tek başıma geçirip öleceğimi sandığım geceler atlatmış bir kadındım. Anlatılan masallara inanmayacak kadar da büyümüş durumdaydım.

Omzumdaki yaranın sızladığını hissettim. Sonra karnım... Karnım kasıldı. İki dikiş işi bulundukları yerde birer yangın başlatırlarken bakışlarımı ayaklarıma eğmiş durumdaydım. Çenemi kaldırdım. Kim olduğumu hatırladım. Nasıl bu hale geldiğimi ve getirildiğimi. Bugünlere gelebilmek için nelerimi feda ettiğimi, geride bıraktıklarımı, bende sonsuza dek izi kalanları, gözümün önünden bir türlü kaybolmayan kötü anıları... Düşündüm bunları.

Anlatmak istedim. Konuşmak, bağırmak. Ben sinirliydim, sinirli olmalıydım. Bu güçsüzlük nereden çıkmıştı? "Sizsiz de iyiydim," dedim kalp kırmak isteyerek. Kırılan benim kalbim oldu. "Sizi özlemenin dünyadaki en kötü his olduğunu düşündüğüm günlerime dönebilmek isterdim. İlk ona bile girmez yokluğunuz benim yaşadıklarımın yanında."

"Babacığım," dedi babam, tıpkı küçük bir çocukken bana hitap ettiği gibi. "Bu seni rahatlatacaksa, istediğin kadar yık dök. Öfkeyse seni bu savaştan sağ çıkaracak olan önüne kimin çıktığına bakma. Bizi de devir geç. Ama böyle paramparça bakma gözümün içine."

"Halim kalmadı." Ellerimi sertçe saçlarımın arasından geçirdim. Şakağımda atan damarı hissedebiliyordum. "Baba, ben yıkıp dökmeye karar verdiysem aklı olan karşıma çıkmaz benim. Paramparça olduğuma bakma. Yorgunum. Bitkinim. Mahvolmuş durumdayım. Ama ben ayağa kalkacağım. Siz olmasanız da kalkacaktım. Beni hiçbir şey yıkamaz."

Kime neyi kanıtlamaya çalıştığımı bilmiyordum.

Kendime bu cümleleri kurmaya ihtiyacım vardı ve bunu onların önünde yapabiliyordum.

Kim olduğumu hatırlamam gerekiyordu.

Bu otel odasından çıktığımda güçlü olmak istiyordum. Eski halime dönmek değil, çok daha fazlası olarak yoluma devam etmek.

"Belki öyle," dedi annem, elime uzanarak. "Belki değil." Başımı ona çevirdiğimde gözlerine yaşlar ve dudaklarına bir gülümseme yerleşmişti. "Ama gördüm ben. Yıkılırsan seni baştan dizecek insanlar bulmuşsun sen kendine."

"Bunu hak ediyordum." Durdum. Yeniden düşündüm ve ne kadar doğru olduğuyla yüzleştim. "Ben böyle bir aileyi hak ediyorum," dedim.

"Bizim gibi olmayan mı?" dedi babam. Kırgınlığını gizleme çabası yoktu. Onun bildikleri benim gizlediklerimin yüzde kaçıydı merak ettim. Parmaklarım sol omzuma gitti ve sonra elim koltuğa düştü. Bunu yapmayacaktım. Bunu asla yapamazdım. Onlara bundan bahsetmemin kimseye hiçbir faydası olmazdı. Ben o kapıyı bir kez açmış, sonra sonsuza dek kapatmıştım. Ben bir daha asla o geceki kadar yıkılmayacaktım.

"Evet," dedim. "Ayda yılda bir aradığınızda vicdanınız rahatlıyor muydu bari? Çünkü ben ne zaman sizinle konuşsam sonrasında ağlamaya yer arıyordum. Benim en çok söylediğim yalan iyiyim demektir herhalde. Hiçbir zaman yalanımı yakalayamadınız."

"Asya," dedi annem. "Sen bizi sürekli böyle suçlayacak mısın? İnsan bazen-"

"Bana hatayı kendinde aramalısın dersen bir daha senin yüzüne bakmam," dedim öfkeden gözüm dönmüş gibi hissederken. "İnsan bazen ne, biliyor musun anne? İnsan bazen ben haksızım diyebilmeli. İnsan bazen özür dilemeyi bilmeli. İnsan anne, insan doğurduğu çocuğun sorumluluğunu üstlenebilmeli. Ben ölecektim ve o an siz aklıma bile gelmediyseniz, insan bazen biz kızımızın hayatında ne kadar yer kaplıyoruz acaba diyebilmeli!"

"Anlaşamıyoruz-"

"Anlaşırdık!" diye bağırdım. "Anlaşırdık. Sürekli kendimi size sevdirmeye, beğendirmeye çalıştığımı hissettirmeseydiniz biz çok güzel anlaşırdık. Saygı duyduğunuzu söylediğiniz kararlarım bizi ayırmaya iten şey olmasaydı biz anlaşırdık. Bilmem hangi ülkenin yemek kültürünü insanlara anlatacağınıza benim mezuniyetime gelmek için zaman ayırmış olsaydınız, biz çok güzel anlaşırdık! Ben gururlu biriyimdir ama yine de denemiştim. Bir kez geldim, iki kez geldim. Üçüncüsünde koşması gereken sizdiniz, aldığımsa hiçti."

"Ne dersen de," dedi babam. "Sen bana ne dersen de, ameliyat olduğun anda bizim hiçbir şeyden haberimizin olmayışını değiştirmeyecek. Ne anlatırsan anlat, Mete'nin vefat ettiğini bizden saklamanı değiştirmeyecek. Bunlar sana normal mi geliyor Asya? Şu saydıklarım, annenden babandan saklayabileceğin şeyler mi? Sen delirdin mi Asya?"

"Delirdim." Gülmeye başladım. "Delirdim tabii. Ben kaç zaman Mete'nin sesini duymaya devam ettim senin haberin var mı?" Ayağa kalkıp onun üzerine ne zaman yürümeye başlamıştım bilmiyordum. Babam oturduğu yerde başını benimle göz göze gelmek için kaldırdı ama gözlerinde öyle bir ifade vardı ki donup kalmıştı. Attığım her adımda ellerim titredi. Yumruklarımı sıktım ben de. "O gittiğinde bile benimle kaldı. Siz varken yoktunuz. Mete gidince mi sizi arayacaktım? Kendimi bulamıyordum, sizi mi arayacaktım? Siz benim nasıl bir kayıp yaşadığımın farkında mısınız?"

Babamın yutkunuşu, her şeyden daha ağırdı. "Titriyorsun," dediğinde parmakları bileğime öyle hızlı dolanmıştı ki kendimi geri çekemedim. "Gel," dedi ve çok basit bir hamleyle beni koltukta yanına çekti. Kolu omzuma dolanırken başımı göğsüne bastırdım ve gözlerimi sımsıkı kapattım. "Haklısın." Bunu beni rahatlatacağını düşünerek söylüyordu. "Tamam," dedi. "Sen haklısın."

"Haklı olmak istemiyorum." Çenem titrerken babamın göğsünde, göğsümde biriken nefreti yok etmeye çalışıyordum. "Haklı olmak sadece canımı acıtıyor."

"Başka ne acıtıyor canını?" Annemin sesinin yaklaştığını fark ettim. Aynı koltuğa o da oturdu ve ben babamın göğsüne yaslanırken o da başını benim omzuma yasladı. "İçinde başka ne kaldı mia bella?"

"Bana bir şeyler söylediler." Annemin elini tutmak istedim. Parmaklarım onunkilere değdiğinde hızla elimi avucunun içine aldı. Bu, onu burada isteyişimin esas sebebiydi. Ne nişan ne de ölecek olmam... Derinlerde bir yerde, anneme neden bu kadar ihtiyaç duyduğumu biliyordum. "Son ameliyatımdan sonra... Kontrole gitmeliyim ama bunu yapamıyorum."

"Neyi anneciğim?"

"Gidemiyorum hastaneye," dedim. "Duyacaklarımdan korktuğum için. Kafamda o kadar çok kurdum ki gerçeklerden uzaklaşmaya başladım. Bana ihtimal yok demediler, risklerin olabileceğini ve bir uzmana danışmamı söylediler. Kimseyle rahat rahat bu konuyu konuşamıyorum. Hiçbir eyleme de geçemiyorum. Sıkıştım kaldım."

İkisi de söylediklerimin nereye doğru gittiğini anlayabilecek kadar zeki insanlardı. Etrafımızda havanın ağırlaştığını, alabileceğim hiç nefesimin kalmadığını hissettim. Beni dinlediler. Korkularım domino taşları gibi birbirini devirerek tek tek ortaya çıkarken araya girip tek kelime bile etmediler. Gözümden bir yaş aktığında onu kimseye izin vermeden kendi kendime silişimi izlediler.

Sonra otelden çıkıp hiçbir şey olmamış Boğaz'ı gören lüks bir mekânda kahvaltı yaptık.

Anlattıklarım hakkında tek kelime etmeden, havadan sudan şeylerden bahsederek, benim onların kameramanlarının yaptığı şakaları dinlediğim ve onların da bizim ev halimizi dinlediği, birbirimizin hayatımızda bilmediğimiz kısımlar hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayan bu konuşmalar sona erdiğinde annem, elimi bir daha hiç bırakmayacakmış gibi tuttu.

Bir kadın doğum uzmanının odasının önünde beklerken de eli elimin üzerindeydi. Ultrason çekilirken de kan verirken de ve sonuçları beklerken de... Annem, benimleydi.

Düşüncelerim omuzlarıma yük yaptı. Dikiş izleri daha fazla sızladı. Duyacaklarımın ihtimalleri başımı ağrıttı. Kantinde annemle birer meyve suyu alıp tokuşturduk ve gülerek meyve sularımızı içtik. Yeniden her şeyle baş edebilirmişim gibi hissettim ve bu his her şeyden daha güzeldi

Şanslıydım. Doktorum, dünyanın en iyi doktoru değilse bile benim için ilk üçe girecek birisiydi. Normal şartlarda insanları pek sevmediğimi göz önünde bulundurursak yalnızca birkaç dakika geçirdiğim bir kadına bu hisleri beslemek garipti ama bugün normal olan bir şey de yoktu zaten. O yüzden yadırgamadım.

Tüm sorularımı cevapladı, tüm detayları en anlaşılır şekilde bana anlattı. Riskleri değerlendirdi, bu sürecin nasıl ilerleyebileceğinden bahsetti. Bu benim hiç aşina olmadığım bir alandı ve o, beni o alanın her köşesine aşina yaptı.

Dışarı çıktığımızda aklımda yine bin düşünce vardı. Bin düşünce, tek bir yolla susacaktı. O da evime gitmekten geçiyordu. Annem vedalaşmadan önce bana sıkı sıkı sarıldı ve hep burada olacağını söyledi. Defalarca kez duysam bile inanmayacağımı düşündüğüm bu cümle, böyle bir günün ardından iki elimle tutunacağım bir söze dönüşmüştü.

İçinde bulunduğum taksi, siteye giriş yaparken saati kontrol etmek için telefonumu elime aldım ve o an sabahtan beri telefondan ne kadar uzak kaldığımı anladım. Bildirimlerin çoğu son yarım saat içinde gelmişti ve gelenlerin de yüzde doksanı Görkem'dendi.

Görkem, bana ulaşamadığı için çıldırmış durumdaydı.

Taksi yeni evimizin önünde durduğunda Görkem'in içeride olup olmadığını bilmiyordum ama yine de ücreti ödeyip taksiyi yolladım. Eğer burada değilse Analizcilerledir diye düşünüyordum. Telefonla aramaktansa yüz yüze açıklama yaparsam her şeyi daha hızlı hallederdik. Bu yüzden derin bir nefes aldım ve havuzu olan bahçemizi adımladım.

İçeri girdiğim an adım seslerini duydum. Boş evin duvarlarına çarpıp geri döndüğünden yankı yapan bu seslere bir de onun sesi karışıyordu. "Yok!" diye bağırdığında irkilerek kapı kolunu tuttum. Görkem boş salonun içinde hareket ediyordu. "Ulaşamıyorum. Lütfen, Kaya. Hızlı ol. Delireceğim."

Kapıyı arkamdan kapattığımda adım sesleri durdu. "Kapat," dedi sadece. "Kapat. Geldi. Tamam.

Gözlerimi sıkıca yumup ondan duyacağım azarı beklemeye başladım. Bana doğru yaklaşırken yüzümün her köşesini tarıyordu. Ardından sıra kollarıma geldi, bacaklarıma, karnıma. Görkem iyi olduğumdan emin olana dek hızlıca gözlerini üzerimde gezdirdi. "Neredesin sen?" Zaten yüksek olan sesi yankı yaptığı için olduğundan çok daha yüksek tonda çıkmıştı.

Endişelenmese sesini asla böyle yükseltmezdi.

"Sana ulaşacağım, beni duydun mu?" Gözlerinin içinde deli bir parıltı varken üzerime yürümeye başladı. "Seni arıyorsam sana ulaşacağım! O telefonu açacaksın. Açmak zorundasın."

"Ben-"

"Açacaksın!" diye yineledi. Derin bir nefes alıp ona ters gitmemek için direndim kendime. Gerilmişti. Kontrolü kaybetmişti. Düzgün düşünemiyordu. Korkusu, mantığının önünden yürüyordu. "Bana haber vermeden ortadan kaybolamazsın. Yağmur, kimseye hiçbir şey söylemeden sen gidemezsin! Nerede olduğunu bilmek zorundayım. Ben bunu bilmek zorundayım."

İşlerin raydan çıktığını cümlesi kesik bir nefesle sonlanınca fark ettim. Saçlarının arasından elini geçirdi, parmaklarıyla saçlarını çekiştirdi. Yere döndü, sakinleşmeyi denedi, yapamadı. Bana öfkeyle baktı. "Gitme," dedi. "Habersiz gitme. Benden gitme."

"Atak mı?" diye sordum zorlandığını görünce. Ona hızlıca yaklaşıp titreyen eline uzandım. "Özür dilerim."

Sözcüklerimin bir önemi olmadığını fark ettiğimde iki elimle yüzünü kavrayacaktım ama kendini geri çekerek ona dokunmamı engelledi. "Sen," dedi katı bir sesle. "Nereye gittiğini sanıyorsun ya sen?" Az önce geriye doğru attığı adımı üzerime doğru atınca istemsizce ben geriye gittim. "Neredesin sen? Ne demek... Kaç kez aradım. Sana ulaşamamak ne demek? Delirdin mi sen? Delirdin mi Yağmur? Beni öldürecek misin korkudan?"

"Beni dinleyecek kadar sakinleştiğinde açıklayacağım."

"Sakinleşmeyeceğim." Yüzünü sıvazladı. "Bin tane şey düşündüm ya bin tane! Ben arıyorsam o telefon açılacak. Sana ulaşabilmek zorundayım. Hele ki her şey bu kadar boka batmışken, her şey bu kadar berbatken! Yok böyle bir lüksün senin. Bir adımı atmadan önce o adımı bana bildireceksin. Soruyorum çocuklara hiç Yağmur'la konuştunuz mu diye, senin yanında sanıyorduk diyorlar. Ama değildin. Sen koca gün neredeydin?"

"Annemlerin yanında." Omuzlarım çöktüğünde dudaklarım titremeye başladı. O fazla sinirliydi, bense o an fazla hassastım. "Sonra da hastaneye gittik.

"Hastaneye mi gittiniz?" diye sorarken ses tonu tamamen değişmiş, bakışları farklılaşmıştı. "Dikişlerinle mi ilgili? Açıldılar mı? Ne oldu? Ne olmuş?"

"Hayır. Odamıza gidebilir miyiz?"

"Ne olduğunu söyle bana."

"Bir kadın doğum uzmanıyla görüştüm.

Görkem'in kaşları şokla havaya kalktı. Az önce ne kadar öfkeliyse şimdi o kadar şaşkındı. "Tek başına mı?"

"Annem yanımdaydı."

"Ben yoktum?"

"Annem vardı."

"Neden bensiz böyle bir şey yaptın?"

"İhtiyacım olan kişi annemdi, Görkem. Bir kez de o yanımda olmalıydı."

"Ama bana söylemedin?" Hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu. Halbuki ona daha hiçbir şey anlatmamıştım. Doktorun bana ne dediğini sormak yerine neden ona haber vermediğime takılmıştı. "Neden bana söylemedin?"

"Bilmiyorum."

"Biliyorsun," dedi. Başını eğip iki yana salladı. "Söylemedin çünkü bunu bensiz yapmak istedin."

Göğsümdeki ağırlık, onun üzgün sesi yüzünden daha fazla arttı. Aslında o yükü doktorum hafifletmişti. En azından odasından çıktığımda kendimi öyle hissetmiştim ama iş Görkem'e açıklamaya gelince yeniden orada belirmişti. "Özür dilerim," dedim. "Her şey için."

Eliyle yanağımı kavrayıp çenemi kaldırmamı sağladı, böylece yeniden göz teması kurduk. Derin bir nefes aldığında içine sabır çekmeye çalışıyor gibiydi. Onu zorluyordum. Onu zor durumda bırakıyordum ve sonra karşısına böyle hassas şekilde geçip beni kırmamasını bekliyordum. Görkem'e haksızlık ediyordum. "Odamıza gidelim," dedi az önceki isteğim yüzünden. "Bu konuyu konuşalım bebeğim. Nişanda konuşulanların seni etkileyeceğini biliyordum ama bu şekilde baskı altında hissedeceğini düşünmemiştim. Bu konuda benim fikirlerim senin için yeterli sanıyordum. Sana bunların önemi olmadığını söylediğimde bana inanacağını sanmıştım."

"Ben bir arabanın içinde senin çocuk hayalini dinledim," dedim gözlerimi yumarak. Elim, bileğini kavradı ve ondan destek aldım. "Ben senin Müge'ye nasıl içinin gittiğini izledim. O bir bebekken onunla zaman geçirmenin senin yüzüne çizdiği gülümsemeyi gördüm. Seni suçlamıyorum Görkem, biliyorum senin beni böyle bir mevzu yüzünden yüzüstü bırakmayacağını ama almam gereken cevaplar vardı. Bu cevapları biraz da senin için almalıydım."

"Hayır," dedi. "Benim cevaba ihtiyacım yoktu ama senin orada yalnız olmamaya ihtiyacın vardı."

"Annem vardı."

"Annen yoktu, Yağmur," dedi kalbimi avucunun içinde sıkarak. "Annen benim bildiğim kadarını bilmiyor çünkü çok uzun bir süre senin için yoktu. Ona ihtiyaç duymanı tabii ki anlıyorum ama orada ben de olmalıydım. Kendi başına bunlarla uğraşmanı istemiyorum. Kendine bunu yapmanı istemiyorum. Sana destek olmak istiyorum ama sen bunun önüne set çekiyorsun."

"Özür dilerim."

"Bak, bu da değilsin sen mesela." Dudaklarını birden dudaklarıma bastırdığında hazırlıksız yakalandım. Ben henüz karşılık verememişken kendini geri çekti. "Bir şeyler sana ağır geliyorsa her şeyi durdurabilirim."

"Ne demek bu?"

"Koşmak zorunda değiliz demek." Alnıma dudaklarını bastırdı ve sonra gözlerimin içine baktı. "Söyledim, konu sen olduğunda sabırsızım ama bu süreç seni bu şekilde etkileyecekse sikeyim süreci. Değişim istemiyorsan değişmeyiz. Evlilik meselesi açıldığında kendini çocuk konusunda baskılanmış mı hissediyorsun? Sen istersen ben bir daha evlenmekten bile bahsetmem Yağmur. Anlamıyorsun. Kendi kendine zorlaştırıyorsun. Ben senin mutluluğunu, bizim mutluluğumuza tercih ederim. Ne istiyorsan o dedim, defalarca kez. Evlenmekmiş çolukmuş çocukmuş... Sensin benim derdim. Başka hiçbir şey değil.

"Sadece sen istiyorsun diye değil..." Utandığım için başımı yeniden eğdim. "Bilmeliydim," dedim. "Sadece senin için yapmadım. Ben de düşündüm. Düşünüyorum. Bu konuda ne hissettiğimi anlamaya çalışıyorum ve daha fazla bilgi sahibi olmak istedim. Ayrıca benim mutluluğumun daha önemli olması ne demek? Biz, sen ve ben, her şeyi paylaşacağız. Değişim istememek mi? Bu evin içini doldurmayı ne kadar çok istiyorum sen biliyor musun?"

Görkem gözlerimin içine dikkatle bakıp hislerimi anlamaya çalışırken "Bana-" diye cümleye girecektim ki beni bir anda kollarının arasına çekti. Eğer devam edebilseydim ondan bana sarılmasını isteyecektim. Benim söylememe gerek bile kalmamıştı.

Başımı göğsüne yasladım, sıkı sıkı sarıldığımızda aşılamaz sandığım tüm o dertlerin bir kez daha silinip gittiğini hissettim. Kaç kez düşeceğimin, kaç yara alacağımın önemi yoktu. Bu kollarda benim yerim vardı. Onun kolları, bana sarılmaya hep hazır olacaktı.

"Mümkünmüş," dediğimde başını hafifçe geri çekti ama ben onun göğsünden ayrılmadım. "Tabii netleştirebilmek için başka testler de isteyecekmiş ama hormon takviyesiyle bir şeylerin düzelebileceğini söyledi doktorum. Yumurtalıklarımdan biri tamamen sağlam olduğu için doğurganlık döngüsü aynı şekilde devam edebilir dedi. Yine de riskli bir gebelik olabilirmiş eğer hamile kalırsam. Çünkü içimde neredeyse hasarsız organ yokmuş ve rahmin büyümesi onları etkilermiş. Sıkışırmışım, basitçe öyle söyledi. Bayağı konuştu benimle. Sonrasında annem de konuştu. Bilmiyorum. Rahatladın mı diye sorarsan rahatlamadım ama oraya gidebilecek cesareti sonunda bulabildiğim için seviniyorum. Sanırım sevgilim, bu son eşikti. Artık iyileşebilirim."

Belki araya girmeseydi daha fazla konuşurdum, belki hiçbir şey söylemez ve göğsünde saklanmaya devam ederdim ama o çenemi tutup başımı kendisine doğru kaldırmamı sağladı. "Yağmur," dedi. "Bunu istiyor musun ki?"

"Görkem," dedim. "Sürekli bu diyorsun. Bu mesele diyorsun, bu konu diyorsun, odalar diyorsun... Üzeri kapalı konuşarak belki beni kırmamaya çalışıyorsun ama sanırım böyle daha çok üzülüyorum. Yasaklı kelimeymiş gibi kaçınman, seninle konuşmak istiyor olsam da seni üzmekten korktuğum için içime kapanmama sebep oluyor."

"Özür dilerim." Onu yine şaşırtmıştım. Yine zor durumda bırakmıştım. Benim için yaptığı şeylerin yine benim içime dert oluşunu dinlemek zorunda değildi. Neden böyle olduğunu gerçekten bilmiyordum. Görkem'e karşı kendimi çok mahcup hissediyordum.

"Ben özür dilerim," dedim. "Beni düşündüğün için öyle yapıyorsun, biliyorum. En çok sana şımarabildiğim için en çok da nazımı sen çek istiyorum herhalde. Anlamadım ben de."

"Ben," dedi kendinden emin bir sesle. "Çocuklarımız olsun istiyorum, sevgilim. Kurduğumuz aileyi kalabalıklaştıralım, boş odaları dolduralım, burnumdan getirecek sana benzeyen veletlerin peşinde koşturayım, böyle bir hayatım olsun..." Durup gülümsedi. "Bunu gerçekten istiyorum, yalan söylemedim sana hiçbir zaman. Ama benim kaderime yazılmamışsa baba olmak, yemin ederim ki sorun değil. Önümüzde hiçbir engel olmasın, hiçbir sağlık problemi de olmasın, sen çıkıp de ki ben istemiyorum. Benden sadece tamam kelimesini duyarsın. Yani, yalvarırım kendini benim söylediklerim yüzünden bir şeyler yapmak zorunda hissetme. Bana gönlünce naz yap, gönlünce şımar, gel kollarımda istediğin kadar kal... Başım gözüm üstüne. Ama ağlama, Yağmur. Dudakların titreye titreye karşıma geçme. Zor bir günse senin için, eve dönmeyi bekleme. Ara beni, evini sana getireyim. Tek başına idare edebildiğini biliyorum ama iki kişilik yaşamayı öğren. Çünkü o yüzük, bu ip, şu dövme, benim için bu demek."

"Seni sevdiğim gibi kimseyi sevmiyorum ben." Kurduğum cümle, Görkem'in alnını alnıma yaslamasına sebep oldu. "Kimseyi," dediğimde sesim titriyordu. Hissediyordum. Tüm yüküm bu adamın yanında parçalara ayrılıyor, yere düşüyordu. Ona annemlerle yaptığım konuşmadan bahsederken bomboş evimizin holünde birbirimize bakıyorduk. Oturacak yerimiz bile yoktu ama biz vardık, birlikteydik. Konuştuk, konuştuk, konuştuk. Gülümsedik, ben biraz ağladım, o da her seferinde beni öptü.

Yemek mi söylesek yoksa yatağa mı geçsek ikilemindeyken Görkem'in telefonu çalmaya başlayınca bölünmüş olduk. Kaşlarını çatarak telefon ekranına döndü ve Kaya'nın adını görür görmez telefonu kulağına dayadı. "Söyle."

Kaya'nın sırıtan sesi bana kadar ulaşıyordu. "Müsait miydin?"

"Söyle," diye yineledi Görkem.

"Eve gelin," dediğini duydum Kaya'nın. "Size sürprizlerimiz var."

"Açıkla."

Görkem'in basit komutları Kaya'yı da beni de güldürüyordu. Benimle geçirdiği vakit bölündüğü için huysuzluk yapıyordu. "Can'ın birkaç teorisi var," dedi. "Benim de elimde yeni bilgiler. Gelin, Görkem. Bu gece keyifli bir gece olacak."

Yorgunluğumu ve gözlerimin şişliğini değerlendirmek ister gibi baka baktı Görkem. Başımı salladım, başını salladı. Yalnızca birkaç dakika sonra iki kez kapıyı tıklattı, bir kez ve sonra iki kez. Kapıyı üç adam birlikte açtığında onların heyecanını ve keyif seviyelerini anlamamak mümkün değildi.

"Mahşer biseksüel," dedi Arda, içinde daha fazla tutamıyormuş gibi.

"Bence," diye ekledi Can, onun heyecanına gülümserken.

"Mahşer?" dedik Görkem'le aynı anda.

"Hermes," dedi Kaya. "Asıl adı bu, Mahşer Kaman."


•⚓•


Bir eşik daha aşılır, bir kapı daha açılır, ortalık yine karışır. Analiz evrenine hoş geldiniz.

Selam ama Yağmur ve Görkem nişanlandı???

Nasılsınız? Birle on arasında bizi ne kadar özlediniz? (On üç demeyenle arayı açarız)

Çatı katında toplanmamız gereken bir gündemimimiz var. Masaya yatırılacak bir sürü konu... Bir sonraki bölüm analiz zamanı. En sevdiğim.

Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakın. Sizi ne kadar sevdiğimi de sakın unutmayın. Bir kere de gülümser miyiz? Gülümsemeden gitmeyelim :)

Teşekkürler ve iyi günler!

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Herhalde milyonlarca 13 kadar özledikkkk💙💙

    YanıtlaSil
  2. Ay gay mi çıktı

    YanıtlaSil
  3. İçimi ısıtan bir bölümdü. Yağmur'un hamile hallerini okur muyuz acaba yaa🥹🥹 aşermelerini, nazlanmalarını 😂 Hayali bile harika 💖

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. görkemin baba halleri... bebeklerimiz elimizde büyüdüler

      Sil
  4. Görkem'in alyans detayına çokçaa 🤍🤍🤍🤍

    YanıtlaSil
  5. Bir anda +13 bölüm gelse hayır demem

    YanıtlaSil
  6. AZRA KALEMİNİN ELLERİNDEN ÖPERİM(nasılolacağışüpheli)

    YanıtlaSil
  7. OLAYYYY BİR BÖLÜMDÜ

    YanıtlaSil
  8. çok özlemişimmmm ve sanırım yeni bölüm gelene kadar çatlayıcamm

    YanıtlaSil
  9. Ay çok iyiydii, tek kelimeyle bayıldım. Bir de instagram kullanmıyorum oradan haber verdin mi bilmiyorum ama ben wp de gördüm hiç beklemiyordum bölümü atmanı benim için ekstra iyi oldu:) Can'ın odaya baktıp anladığı biseksüel olması mıydı sanırım öyleydi. BEN YENİ BÖLÜM İÇİN AŞIRI HEYECANLIYIM ELLERİNE SAĞLIK AZRA<3 yorgun olduğunu söylemiştin valla ben de bir süredir oldukça kendimi kötü hissediyordum ilaç gibi geldi yeni bölüm. analizcilerle kız isteme çok eğlenceliydi, insanın tekrar tekrar okuyası geliyor. çook teşekkürlerrr <3<3

    YanıtlaSil
  10. acaba hermes biseksüel olduğu için mi ros bu kadar kısa sürede onun yanında önemli yere geldi
    ah şu turuncu sevdası

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bende aynısını düşünüyorum ya bizim ros görkeme yürürken kendisine gizliden koşan biriyle karşılaştı shfsjhkfsfdj felaket senaryosu gibi ama kulağa komik geliyor

      Sil
  11. Analize bi seksen milyonuncu kez baştan başladım ve yağmurun evine kiracı bulduğu bölümde görkemin sakin bir şekilde giderken haber ver dediği sahneyi okuduktan sonra tekrar geldim burayı okudum çünkü istek değil ihtiyaçtı ama şimdi bir itiraftada bulunalım düştük... yalan mı konuşalım yani kontrolsüz bütün hallerine düşüyoruz adamın

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

40. "Eşik"

39. "Senden Daha Güzel"

57. "Şarampol"