33. "Adım Adım"

Bölüm şarkıları:

Mor ve Ötesi, Güneşi Beklerken
Mor ve Ötesi, Sevda Çiçeği
Dolu Kadehi Ters Tut, Sevdirmeden Gidemezsin

•🏀•

Dorukhan Falay:


Feza omzumdan aşağı sarkıyordu.

Taksiden inmiştik. Nabzım üç buçuk atıyordu. Aklıma hiçbir çözüm yolu gelmiyordu. Ben bütün yol boyunca kimi arayıp ne diyebileceğimi düşünürken Feza taksiciye bizim nasıl tanıştığımızı, bana yaptığı ilk kahvenin ılık olmasına rağmen hepsini içtiğimi, benim için yaptığı pastanın bir çeyreği olmamasına rağmen onu çok beğenerek yediğimi anlatmıştı.

Durduk yere adama "Biliyor musunuz, benim sevgilim MVP," diyerek başlattığı bu sohbetin sonunda taksici abi onu o kadar benimsemişti ki evimin bulunduğu sitede durduğumuzda bana dönmüş, "Kızı nereye getirdik?" diye sormuştu. Ona onun benim evimde kalacağını söylediğimde bana attığı bakış ölümcüldü. Mecburen ben de Feza kadar konuşarak bir açıklama yapmış, taksici abiyi endişelenecek bir şey olmadığına ikna etmek zorunda kalmıştım.

Taksici abi Feza'ya bağlı olduğu durağın kartını verip "Alo dediğin an polis yığarız buraya," demişti.

Feza gülmüş, "Polisin ne işi olur Dorukların evde? En fazla Beriller gelir buraya," diye cevap vermişti.

Taksici abi Beril'in kim olduğunu sorgulamaya başlamadan önce Feza'yı omzuma atmış, hızla araçtan uzaklaşmaya başlamıştım. Feza gülerek taksici abiye el sallamıştı saçları belimin hizasından aşağı dökülürken.

"Beni taşıyabilir misin?" diye sordu apartmanın kapısını açmak için sağ elimdeki anahtarı kilide taktığım sırada. "Beni tek omzunda taşıyor olman güzel bir güç gösterisi ama eğer canın yanıyorsa yürüyebilirim."

"Yürüyemezsin." Ayakta zor duruyordu. Apartmanın kapısından geçtik ve asansöre doğru ilerledik. "Ve evet, seni taşıyabilirim."

"Benden iki tane olsa peki?"

"Problem olmaz," dedim asansörün zemin kata inmesini beklerken.

"Ama benden bir tane var," dedi Feza. "Benden üç tane olsaydı üçünü tek omzunda taşıyabilir miydin yoksa ikisini bir yerde birini bir yerde mi?"

Sesi o kadar ciddiydi ki ben de aynı ciddiyetle cevap vermeliymişim gibi hissettim. "İkisini bir yerde birini bir yerde. Dengeyi daha kolay sağlamak için. Yoksa yine fark etmezdi. Kuş kadarsın."

"Omuzların bayağı iyi," dedi kolumun arkasına avucunu sararak. Parmakları dirseğime dolandı ve oradan yukarı doğru tırmandı. Omzumu kavradığında "Bayağı iyi," diye tekrarladı.

Sarhoş Feza'yı sevmiş miydim ondan korkmalı mıydım bilmiyordum. Bildiğim tek şey onun bu haliyle eğlenmeye başlayamayacak kadar stres dolu olduğumdu.

"Teşekkür ederim," dedim. "Şu an nerede olduğumuzu biliyorsun değil mi?"

"Bu bir asansör!"

"Aferin," dedim kabine girdiğimizde. "Kimin evi peki burası?"

"Senin." Dokuzuncu kata bastığımda aynaya arkamı dönmüştüm. Bacaklarına kolumu sardığım Feza, aynada baş aşağı bir şekilde kendisine baktı. Ardından sırtımı dürtüp "Bak," dedi. "Biz."

"Evet."

"Güzeliz aslında." Omzumun üzerinden aynaya attığım bakışla onun da gözlerini yansımamızda gezdirdiğini gördüm. "İnsanlar bizi niye yakıştırmıyor anlamıyorum."

Gülümsemesi yerli yerindeyken sesinden akan hüzün içimi saniyesinde parçalara ayırdı. "Sana kaç kez insanların ne dediğini umursamamanı söylemem gerekecek?" diye sordum. "Çok güzelsin Feza. Beynine doğrudan kan giderken belki daha kolay aklına girer bu. Sen çok güzelsin."

"Yani," dedi. "Bu elbise bana yakıştı bence de."

"Bacakların üşümüş." Kapılar açıldığında doğrudan daireme ilerledim. "Kombiyi fulleyelim hızlıca."

Ayakkabılarımı ellerimi kullanmadan çıkarmakta bir tık zorlansam da bunu başardım. Ardından bu kez dairemin kapısını açıp bizi içeri soktum. Feza bulunduğu konumdan memnun olsa gerek sesini çıkartmıyordu. Hatta yanlış anlamadıysam şu an sessizce kıkırdıyordu. "Hep öyle yapıyorsun," dedi güldüğünü saklamaktan vazgeçerek. "Ben gelince hep kombiyi fullüyorsun. Bu evin faturalarının baş düşmanı benim."

Hiçbir şeyin umurunda olmadığı zamanlarda Feza'nın gülüş sesinin değiştiğini fark ettim. Salona girip onu yavaşça kanepeye bırakabilmek için bedenini omzumdan kollarımın arasına çektim. Bulunduğu kabın şeklini alabilen kediler gibi vücudunu serbest bırakma şekli beni güldürürken Feza elini uzatıp çeneme dokundu ve bana teşekkür etti. Nedenini anlayamamıştım, onun da bildiğini sanmıyordum.

Onu koltuğa bıraktığımda sırtı minderle buluşur buluşmaz iki eliyle omuzlarıma tutunup geri çekilmemi engelledi. Üzerine doğru sendelememek için avuç içlerimi koltuğun yaslanma kısmına bastırarak ona tepesinden bir bakış attım. Gözlerimin içine boş bir ifadeyle baktığında bir şeyleri algılamakta zorlandığını düşünerek "Evimdesin," diye tekrarladım. "Sarhoş olduğun için seni buraya getirdim. Şimdi sizinkilere haber vereceğim, sen de bu kanepede aynı şekilde oturmaya devam edeceksin tamam mı?" Aynı boş bakışlarla yüzümü incelemeye devam etti. "Tamam mı?" diye sordum yeniden. "Tamamsa başını salla."

Yeni bir element keşfetmişçesine bakışlarını yüzümden ayırmazken yavaşça başını salladığında girişte fırlattığımız çantasını almak için salondan ayrıldım. Telefonunu aldım, kombiyi açtım ve koşar adımlarla salona geri döndüm. Yerinden bir santim bile kıpırdamamıştı. "Dinledim sözünü."

"Tebrik ederim seni." Saçlarım stresten dökülmeye başlamadan önce rehberine girip isimlere bir göz attım. Saat giderek geç oluyordu, çocukları rahatsız etmek istemiyordum ama o an için bunu kökten çözmenin yolunun Ferda'dan geçebileceğine dair bir his kapladı içimi.

Ben Ferda'nın numarasına basıp telefonumu kulağıma koymuşken Feza, televizyonun kumandasını iki eliyle kavramış, parmaklarını tuşlarda gezdiriyordu. Onun etrafını keşfetmeye çalışan bir bebekmiş gibi her bulduğunu dikkatle incelemesine az sonra gülecektim, son bir işim kalmıştı.

"Abla?" dedi Ferda'nın fısıldayan ama endişesi anlaşılan sesi. "Hayırdır bu saatte?"

"Benim," dediğimde "Do-" dedi ve sanırım elini ağzına bastırdı. Onun Fırat'la aynı odada kaldığı bilgisini hatırladım. Bu hamleyi beni korumak için yapmış olabilirdi.

"Ferda," dedim hızlıca. "Acil durum. Ablan gittiğimiz yerde biraz alkol aldığı için onu eve getiremiyorum. Ne yapacağım konusunda beni biraz yönlendirebilir misin? Sizinkilere haber vermeden önce kimin nasıl bir tepkiyle karşılayabileceğini sana danışmak istedim."

"Annem," dedi Ferda, fısıltıyla. "Anneme söyleyebilirsin."

"Ablana çok kızar mı?"

"Bir şey diyemem," dedi, yaşından büyük bir bilmişlikle. "Annem bilir. Mutlaka birine söylemen gerekiyor. Babamdansa anneme söyle. Sen yapmazsan tam şu an ben yaparım."

Bana cephe alışı, bir duvara çarptığımı hissettirdi. Beni biraz da olsa sevdiğine inanıyordum ama konu ablası ve böyle bir durum olduğunda sesi katılaşmıştı. Bu da Canan Hanım'ın vereceği tepkiden ekstra korkmama yol açmıştı. "Yakınlarında mı?" dedim. "En azından onu tek başına olduğu bir yere çekebilir misin?"

"Bunu yapabilirim." Sesi tereddütlüydü. Yeniden dudaklarını araladığında sebebini anladım. "Ablam iyi mi? Sesini duymak istiyorum."

"Ferda..."

"Abi, sana duyduğumuz güveni bu kadar erken sarsmasaydın olmaz mıydı?"

Feza bizi duymasın diye ondan uzaklaştım ve küçük balkonun kapısına yaslandım. Soğuk hava yüzüme çarparken gözümü hâlâ kanepede aynı pozisyonda oturan kızın üzerinden ayırmıyordum. Gerçi bu açıdan sadece başının üst kısmını görebiliyordum ama sorun yoktu. Feza kıpırdamıyordu.

"Sana sonra açıklarım," dedim. "Ama inan bana, asla öyle bir şey yapmam. Asla. Lütfen telefonu annene götürür müsün?"

"Tamam." Trip içeren sesi aramızdaki konuşmanın bitmediğini, yalnızca onu ertelediğimizi anlatıyordu bana. Neyse ki söylediğini yaptı. Saniyeler sonra hattın diğer ucunda Canan Hanım'ın telaşlı sesi vardı.

"İyi geceler öncelikle," dediğimde "Ne oldu?" diye sordu. Her an kalp krizi geçirmeye başlayacakmış gibiydi.

"Canan Hanım," dedim derin bir nefesin ardından. "Gittiğimiz davette birkaç dakikalığına Feza'nın yanından ayrılmam gerekmişti. Kendisi fark etmeden biraz sarhoş olmuş. Tepkinizi öngöremediğim için onu bu halde size getirmek istemedim. Şu an bendeyiz. Bana yol göstermenize ihtiyacım var. Ne yapacağımı bilemiyorum."

"Sarhoş mu olmuş?" Şoka girmişti. "Feyza alkol mü almış? İçmez ki o." Sorularını cevabını beklediğinden değil şaşırdığından soruyordu, bu yüzden sessiz kalıp idrak etmesini bekledim. "Onu sarhoş halde kapıya getirseydin evimizin kapısını son görüşün olurdu ama onu eve getirmediğin için bir daha gün yüzü bile göremeyeceksin Doruk. İki ucu pis bir değnek bu oğlum."

"Çok özür dilerim," dedim tüm samimiyetimle. "Feyyaz Bey'le ya da sizinle aramın açılmasını istemiyorum ama durum bu, koşullar bu. Yemin ederim ki böyle olsun istememiştim Canan Hanım. Onun sarhoşluğunun sonsuza kadar aramızda kalma gibi bir ihtimali var mı? Kızınıza ne kadar güvendiğinizi biliyorum ve Feyyaz Bey'in ona duyduğu güvende çatlaklar oluşması Feza için çok yaralayıcı olur. Özellikle böyle bir dönemdeyken..."

"Cidden oturup bunları mı düşündün?" diye sordu Canan Hanım az öncekinden daha büyük bir şokla.

"Onu eve zamanında getireceğime söz verdiğimi biliyorum ama söylediğim gibi, nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını bilemem." Sesimin iradem dışında sertleştiğini fark ettim.

"Sen kimi kimden koruduğunu sanıyorsun?" Canan Hanım'ın söylediklerinin canımı bu kadar acıtmasını beklemiyordum. Kızını her daim kanatlarının altına saklamaya hazır olan bu kadın, anne kavramının altını sonuna kadar hakkını vererek dolduruyordu.

"Hiç yara almasını istemediğim birini, en çok yara aldığım figürlerden korumaya çalışıyorum sanırım," dedim. Bu ikimizin de birkaç saniyeliğine sessizliğe gömülmesine yol açtı. "Özür dilerim." Parmaklarımı şakaklarıma götürdüm. "Çok özür dilerim. Feyyaz Bey'in anlık öfkesiyle beni ittirdiğine siz de şahit olmuştunuz. Bunun benzerini Feza'ya yapmasındansa olanları öğrendiğinde bana kafa göz dalmasını tercih ederim." Başımı iki yana salladım. "Tabii ki yapmaz," dedim sonra. "Feza onun göz bebeği, biriciği. Niye böyle şeyler düşündüğümü bilmiyorum. Onu getirmemi isterseniz hemen şimdi getiririm ama herhangi bir azarlamaya maruz kalmayacağının garantisini bana vermeniz gerekiyor."

"Kızımı evine getirmen için sana hiçbir şeyin garantisini vermem gerekmiyor Dorukhan."

Konuştukça daha da batıyordum.

Ayrıca Feza'nın annesi ismimi sinirlendiğinde aynı Feza gibi vurguluyordu ama konumuz bu değildi.

"Bende kalabilir."

"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?"

"Lütfen?" dedim çaresizlik içinde. "Endişelerinizi tahmin bile edemem ama aynı durumda olduğumu anladığınızı düşünüyorum Canan Hanım. Sizi temin ederim ki hiçbir kötü niyetim yok. Öyle olsa ilk fırsatta sizi aramazdım, değil mi? Ben sizin sofranıza oturdum, önüme bir tabak koydunuz. Beni tanıyorsunuz Canan Hanım, değil mi?"

"Sana kızımı emanet ettim, değil mi?" diye sordu karşılık olarak. "Ve sen bana onun seninle çıktığı ilk gecede sarhoş olduğunu söylüyorsun, değil mi Dorukhan?"

Bu kadardı. İnşa etmeyi denediğim tüm köprüler yangına kurban gidecekti. Bir daha yüzüme bile bakmayacaklardı. "Çok üzgünüm."

"Allah kahretsin ki çok belli," dedi sitemli sesi. Bu yere eğdiğim başımı kaldırmama sebep oldu. "Hal böyleyken sana karşı güvenin g'sini bile duymamam gerekiyor."

"Ama güveniyor musunuz?"

"O uyanık mı?" diye sordu.

"Evet," dedim.

"Ver onu telefona."

"Size saçma şeyler söyleyebilir ama vereyim."

Bekledi. Ben de telefonu Feza'ya götürüp ona kısa bir açıklama yaptım. Feza telefonu elimden alırken kafası biraz karışmış gibi görünse de ciddiyetle "Anne," dedi ve benim karşı tarafın ne dediğini duymadığım bir konuşma başladı aralarında. Feza annesi onu görebilecekmiş gibi başını sallıyor, arada "Hıhı," sesleri çıkararak onu kendince onaylıyor ve sonra yeniden kafasını sallıyordu.

Koltuğa oturup sabırlı olmayı deneyerek ikisinin konuşmasının bitmesini bekledim. Feza nihayet telefonu bana uzattığında birkaç dakika geçmişti. Canan Hanım'ı birkaç dakika boyunca dinleme sırası bendeydi. Bana onun bu geceyi bende geçirmesine izin verdiğini söylemiş fakat araya öyle tehditler sıkıştırmıştı ki onların evinde bir kere daha yemek yiyebilme şansını bulursam bu sefer tabağıma fare zehri koyacağına emin gibiydim. Feyyaz Bey eğer durumu anlarsa onu idare edecek bir bahane bulacaktı, bana da gelişmeleri yarın aktaracaktı. İkimizin de derdi Feza'nın azarsız kurtulması olduğu için ortak paydada buluşabilmiştik.

Annesi beni tehdit etmeye devam ederken kızının evimde kalmasına izin verişinin ne kadar çok şey ifade ettiğini düşünmekle meşguldüm. Ben onun konumunda olsaydım böyle bir şeye asla izin vermezdim. Bu yüzden ondan uzak durmazsam beni öldüreceğini söylemesinde sorun yoktu. Elimdekiyle yetinmeyi biliyor, sabırla onu dinliyordum.

Taramalı tüfek şeklinde üzerime yağdırdığı cümleler sona erdiğinde ona iyi geceler dilemem, Canan Hanım'ı çileden çıkarmış olmalıydı ama ben sakince gülümseyip telefonu kapattım ve Feza'ya her şey yolundaymış izlenimi vermeyi denedim. Çok rahat görünüyordu. Tüm bu meselelerin dışında kalmasını istedim. Yarın ayık kafayla nelerle baş etmesi gerektiğini düşünürdü. Bu gece ona problemler yüklemek istememiştim.

"İyi misin?" İçerisi ısınmıştı ama aramızda iletişimsizliğimizden kaynaklı bir soğuma olmuştu. Bunu gidermek istiyordum. "Sana kahve yapmamı ister misin?"

"Burada kahveleri ben yaparım," derken başını geriye atmış, tavanı izliyordu. Yaptığı hareketin boynunu ortaya çıkarma şekline takılmamayı denedim. Aynı şekilde omzundan koluna doğru kayan elbise askısına da takılmıyordum. "Sarışınları sever misin Dorukhan?"

Kaşlarım hızla çatıldı. "Anlamadım?"

"Sarışın kızlar mı yoksa kumrallar mı?"

"Sen."

Gözlerini bana doğru çevirirken vücudunu bir pelte gibi koltuğa iyice bırakmış durumdaydı. "Ciddi bir soru soruyorum."

"Ben de ciddi bir cevap veriyorum." Onun oturduğu yere doğru kalçamı kaydırıp aramızdaki mesafeyi biraz azalttım. "Aras'ın sana neler söylediğini bana anlatacak mısın?"

"Bir ilişkiden beklentilerin farklılaşacak mı?" Ne sorduğumla değil, yalnızca ne soracağıyla ilgileniyordu. "Sahip olacağın ün önüne her şeyin daha fazlasını getirecek. Sana asla yetmeyeceğim."

"Bu mevzu canımı sıkmaya başladı Feza," dediğimde eğer ayık olsaydı onu kıracağım kadar soğuk bir sesle konuştuğumu fark ettim. Sarhoş Feza'nın sınırları biraz daha esnekti sanırım. Yüzüme doğrudan yönelttiklerine bakarak bu çıkarımı yapmıştım. "Bu tür varsayımlar üzerinden konuşmanı bir yere kadar kaldırabilirim ama yarın öbür gün durduk yere gözümün dışarıda olduğunu ima etmeye başlarsan falan külahları değişiriz, haberin olsun."

"Seni saklamak istiyorum," dedi ciddi bir sesle. "Bu kadar göz önündeki birinin bana özel olmasını istemek zor bir şey."

Yemin ederim onu anlamayı deniyordum. Bana söylediği en ufak şeyin üzerine bile kafa yoruyor, dönüp kendime bakıyor ve yanlış bir şey yapıyor muyum diye, yapmıyor olduğumu bile bile kendimi sorguluyordum. Güvenine layık olmamak için hiçbir sebebim yoktu. Bunu kendime hatırlatmak, içimi rahatlatıyordu.

"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordum konuyu değiştirebilme düşüncesiyle. "Miden bulanıyor mu?"

"Evet aslında," dedi. "Kusarsam iğrenir misin?"

"Bir şey olmaz." Bundan bile çekiniyor gibiydi sesi. "Kusacaksan kus, lavaboya gidelim mi?"

"Yok, başım dönüyor."

"Taşırım seni."

"İyi alıştın."

Güldüm. Ben alışmış olabilirdim ama o da bundan keyif aldığını inkâr edemezdi. "Aras'la ne konuştunuz?" Bu soruyu yeniden sormamı beklemiyor olsa gerek, şaşkınlıkla gözlerini bana çevirdi. Ona biraz daha yaklaştığımda artık yan yana oturuyorduk. "Belki de asıl soru, Aras'la neden konuştuğun olmalıydı. Sana yalnızca bir kişiden hoşlanmadığımı söyledim, sen de arkamı döndüğüm an onun yanında mı bittin bebeğim? Ben bunun açıklamasını duymayı çok istiyorum."

"Aras yanıma geldi," dediğinde kanın beynime aniden sıçrayışı yüzünden kaşlarım sonuna kadar çatıldı. "O Uraz Dinçsoy'un oğluymuş."

"Yani?"

"Lafladık."

Onun bu rahat tavrı bana inanılmaz derecede batıyordu ama sakinliğimi sürdürmeyi denedim. Bu çok kısa bir süre geçerli oldu. "Önüne alkolü o mu koydu?" diye sorarken gözümün önünde korkunç senaryolar beliriyordu. Bunların hepsinin sonunda yumruğum Aras'ın yüzünde patlıyordu. "Bu konuyu açıklığa kavuşturman gerekiyor çünkü orada yoktum. Nasıl bir niyetle yaklaştı sana? Her şeyi öğrenmem gerekiyor."

"Bana Devin'i anlattı sadece," dedi masum bir sesle. Onun masumiyeti, beni herkese karşı şeytanlaştıracak türden bir etki yaratıyordu üstümde. Onun iyi niyeti yüzünden adının yanına bir hakaret bile iliştirmediği, kendisinden korktuğunu kimseye söylemediği piçin biri bu kıza dokunmayı kendine hak görmüştü. Onu her şeyden, herkesten korumam gerekiyordu. Aras, böyle bir şey yapmayacağına güvendiğim bir takım arkadaşım olabilirdi ama Feza'nın dudaklarının arasından çıkacak tek kelimeye ona güvendiğimden çok daha fazla güvenirdim.

"Bana doğru mu söylüyorsun?" diye sordum. "Sana asıldı mı? Rahatsız olacağın bir şey söyledi mi?"

"Hayır dedim Doruk." Bakışlarını kaçırmadan doğrudan yüzüme baktı. "Sana dümdüz muhabbet ettik diyorum."

"Bana bir şeyleri söylemediğinden yüzde yüz eminim." Ve bu beni sinirlendirmeye başlıyordu. "Aras'la dümdüz muhabbet etmek diye bir şey yoktur. Aras konuyu alır, istediği yere çeker, insanın canını sıkar sonra da susar. Genel olarak böyle birisidir. Ayrıca sana beni kötülememe ihtimali yüzde sıfır. Geçen antrenmanda arka arkaya attığım on serbest atışın sadece beşi isabet buldu diye basketbol topu tekmelediğimi anlatarak bile beni sana gömmüş olabilir ama mutlaka gömmüştür Feza."

"Ne kadar iyi tanıyorsun," dedi gülümseyerek. "Bence o ve sen iyi arkadaşlar olabilirsiniz."

"Siksen olamayız."

"Babası yüzünden mi?"

Sorusu bir anlığına fazla acımasız gelse de başımı iki yana salladım. "Sadece o yüzden değil. Bir herifi sevmiyorsam sevmiyorumdur. Doğal olarak senin de o heriften uzak durman gerektiğini akıl edebilmen gerekiyordur."

"Emredersiniz paşam."

Böyle bir şey yapmıyordum. "Hoşlanmadığın insanlarla arkadaşlığımı bitirdim, sevgilim. Sen de biraz benim hoşlanmadıklarıma dikkat edersen sevineceğim."

"İki olayın birbiriyle hiç alakası yok bu arada." Kollarını göğsünde bağladı. "Ayrıca bir zahmet Doruk ya! Okan'ın sana sahadaki davranışları yüzünden ona cephe aldın. Bunun benimle ilgisi yok. Mevzu Alara ve Beril'e gelince de... O kızlardan biri benim kolumu yoldu, diğeri ilişkimizi en başından beri baltalamaya çalışıyordu. Sen bunlara bile tepkini beş sene sonra verdin. Beynin çok geç basıyor bazen senin. Şimdi bunun muhabbetini açarak sana olan öfkemi körüklendirdin mesela. Hem geç basıyor hem de az basıyor. Bazen biraz akılsız olabiliyorsun, hiç kusuruma bakma."

Arka arkaya ortaya döktüklerini ne zamandır içinde tuttuğunu merak etmeme sebep oldu cümleleri. Sesindeki sitem canımı yakarken Feza'nın böyle içine atıp bana söylemediği benimle ilgili kaç sorunu olabileceğini düşündüm. "Kırgınsın bana," dedim yavaşça. "Bu geceyle mi ilgili, yoksa başka bir şeyler yüzünden mi?"

"Lavaboya diye gidip ortadan kayboldun," dedi ama bu bana kırılmasına sebep olmamalıydı çünkü uğraştığım kişi sarhoş Lukas'tı. Onu bırakmış olsaydım kesin bir rezillik çıkaracaktı. Güvenli bir şekilde eve ulaşacağından emin olmam gerekmişti. "Etrafında birileri varken beni hep unutacak mısın Doruk?"

"Seni unutmadım." Konuya öyle yanlış bir yerden girmişti ki elimi yüzüne uzatıp yanağını kavramam gerekmişti. Ürkek bakışlarını benimkilere çevirdiğinde dilim kilitlendi. Feza'nın gözleri dolmak üzereydi ve ben bundan nefret etmiştim. "Yemin ederim öyle değil," dedim. "Bu gece benim için senden daha önemli hiçbir şey yoktu. Hiçbir gece benim için senden daha önemli bir şey olamaz. Seni ilk andan beri hayatımın her yerine dahil etmeye çalıştığımın farkında değil misin Feza? Öncesinde yakın çevremi tanı istemiştim, şimdi takımımla tanışmanı istedim."

"İkisi de pek iyi gitmedi sanki, hım?" diye sordu. "Beni eşantiyonun olarak götürdüğüne pişman oldun mu?"

"Bunu yapma," dedim yüzü ellerimin arasındayken. "Kendini değersiz bir şeymişsin gibi, tek vasfın yanımda dolaşmakmış gibi hissetme. Tek bir muffinini yediler diye seni dilinden düşürmedi bu adamlar. Gördün işte, herkesin ilgisi senin üzerindeydi. Feza, ben kapıdaki güvenliğe bile seni anlatıyorum. Şu kafa yapısından artık çıkar mısın? Senin yanımda olman benim için lütuf. Ötesi yok bunun."

"Avuçlarının içi biraz sert." Kaşlarım çatılırken konunun buraya nasıl geldiğini çözememiştim. Yine de yüzünü kavrayan ellerimin üzerine ellerini koyduğunda yanaklarını sıkıştırmamıza sebep olduğu için ona bakıp güldüm. "Top sürmekten mi? Doruk, işaret parmağında basketbol topunu kaç saniye döndürebiliyorsun?"

"Sana kaç lazım?"

"Çok havalısın!" Ne dediğimi zerre umursamaması sinirimi bozsa da neşesi her şeye bedel olduğu için takılmamayı seçtim. "Ve top sürüşün... Bazen senin kayıtlarını izliyorum. Sonra sana yapılan editleri... Altyapıda bulabildiğim videolarını... Seninle ilgili her şeyi izlemek istiyorum. Top sürme şeklin hoşuma gidiyor. Diğerlerinden farklı bir şey yapmıyorsun ama sende daha iyi duruyor. Hani şu bacak hareketi."

Birden ayağa kalkınca ellerim boşluğa düştü. Eliyle top sektirir gibi yaptı, ardından bacaklarını araladı. O elbiseyle bunu yapmış olması elbisenin biraz yukarı doğru sıyrılmasına sebep oldu. Gözlerimi hemen gözlerine çıkardım. Feza bu sırada araladığı bacaklarının arasından sektirdiği topu geriye doğru yolluyormuş gibi yaptı. "Hani şu," dedi. Bana anlatmaya çalışmaya devam ediyordu. "Şu hareket."

Yapabilirdim. Sarhoş Feza'nın kafasını ısırmadan durabilirdim.

"Ee," dedim. "Ne olmuş o harekete?"

"Çok iyi." Topu bacaklarımın arasından geçirerek sürmemin günün birinde kız arkadaşımı etkileyeceğini şimdiye dek hiç düşünmemiştim. Havalı bir smacın onu etkilemesini anlayabilirdim ama dümdüz dribblingimin onda hayranlık uyandırıyor olması komikti. Feza'nın standartları çok düşüktü. Zaten öyle olmasaydı benim gibi biriyle birlikte olmazdı.

"Öyle mi?" diye sordum kanepede keyifle arkama yaslanarak.

"Evet." Ellerini çırptı. "Bana da öğretir misin?"

Hayali bir sahne gözlerimin önüne çizildiğinde o sahneye tutundum ve gülümsedim. "Tabii ki öğretirim, seve seve."

"Gerçekten mi? Yapabilir miyim? Çabuk öğrenirim. Ne söylersen yaparım."

"Yapabileceğine eminim." Derin bir nefes almam gerekti. Bu kız, o gözlerle bana baktığında bunu yapmak çok zor oluyordu.

"Zor mu?" diye sordu bana doğru yaklaşarak. Dizleri, dizlerime çarpınca durdu. Başımı geriye yatırdığım kanepede gözlerim onun gözlerinden kopamıyorken Feza, "Söz ver öğreteceğine," dedi değişik bir sesle.

"Sö-" diyecekken bir dizini bacağımın yanından koltuğa yasladı ve sağ eliyle omzuma dokundu. Gömleğimin kumaşının üzerinde kıvrılan parmakları, omzumu sıkıca kavradığında başımı daha fazla yukarı kaldırarak ona baktım. Diğer elini de sol omzuma sardı ve sonra gözlerimin içine baka baka kucağıma çıktı. "Söz ver," dedi yeniden.

Konuyu unutmuştum.

Elim benden bağımsız bir şekilde belini tutmak için harekete geçmişti. Geriye doğru düşmesini engellemek için refleksle yaptığım bu hareketi umursamadan Feza dizlerinin üzerinde yükselip kanepenin ucunda duran dizlerini biraz daha ortaya doğru sürükledi ve yeniden kucağıma yerleşti.

Nefesim kesildiği için "Feza," derken bile zorlandım. İki hecelik adını söyleyebilmem için ecel terleri dökmem gerekmişti. Elimi ateşe değmiş gibi belinden çektim ve kollarım boşluğa düştü. Puslu duran ela gözlerine bakarak yutkundum. "Ne yapıyorsun?"

"Ne yapıyorum?"

"Bilmiyorum. Ne yapıyorsun?"

"Seni rahatsız ettim mi?" Yüzünü kasıtlı olarak yüzüme yaklaştırırken masum pozları keserek gözlerini kırpıştırdı. "Kucağına çıkmış olmam, senin için bir sorun mu?"

Sorundu. Aklım durmuştu.

"Hım?"

Gülmeye başladı. O gülerken benim beynim resmen uyuşmaya başlamıştı. Ona temas etme isteğiyle tutuşan parmaklarımı yumruk yaptım. Gözlerimi gözlerinde tutmaya devam edebilmek için verdiğim çabayı bir ben biliyordum.

"Bunu o gün yapmak istemiştim." Neyden bahsettiğini anlamakta zorlandım. "Senin yapmasan mı şimdi dediğin gün işte. Bu sefer bir şey demene fırsat vermek istemedim."

"Feza..." Bir kez daha sertçe yutkunmam gerekti. Feza hareket edecek gibi olunca bir anda iki elim de onu durdurmak için bacaklarının üzerine kapandı. Avucum, üst bacağını neredeyse tamamen kaplıyordu. Parmaklarım tenine batınca Feza'nın dudaklarının arasından sıyrılan nefes yüzüme çarptı. Dudakları aralık kaldı, ardından omzumdaki parmaklarını boynumun kenarına doğru hareketlendirdi ve parmak uçlarıyla çenemi okşadı.

"Çok güzelsin," dediğinde tüm bedenimle kaskatı kesilmiş haldeydim. "Senin bana ait olman imkânsız. Sen öyle güzelsin."

"Du-" Gözleri, sözlerimi aksattı. "Senin sus-" dedim ve yine kaldım. Konuşamıyordum. "Durman gerekiyor," diyene kadar canım çıktı. Sahanın çevresini elli tur koşsam bile bir şekilde nefesimi toparlayabilirdim ama şu an bunu yapamıyordum. Ellerim uyarırcasına bacaklarını sıktığında teninin sıcaklığı tenime işledi. "Durmalısın," dedim. "Hareket etmemelisin. Asla bunu yapmamalısın. Ve susmalısın. Feza, konuşmamalısın."

"Ne yapacağımı söylemen ne hoş," dedi dalga geçer gibi. "Fikirlerin için sağ ol ama canım isterse canımın istediğini yaparım ve canım istiyor."

"Sarhoşsun." Aklımın tek bir kırıntısı kalmıştı ve onun da üzerinde bu yazıyordu. "Sarhoşsun." Aynı kelimeyi papağan gibi tekrarlayıp tırnaklarımla aklıma kazımayı denedim ama onun tırnakları, çenemden yanağıma doğru yavaşça yüzümde gezerken diğer eli ise enseme doğru hareketlenmişti. Oksijen yoktu. Salonumda bir gram oksijen kalmamıştı.

"Evet," dedi. "İlk kez. Bu mu beni cesur yapan?"

"Bu cesaret değil," dedim çenem kasılırken. "Bu bildiğin irade sınavı ve geçmek için inanılmaz bir uğraş vermem gerekiyor."

Gözlerimin içine birkaç cevap arar gibi baktığında az önce bomboş olan zihnim, koca bir düşünce denizinin altında kaldı. Yavaş yavaş olayı kavramaya başlıyordum. "Duydukların yüzünden mi?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Sesimin tonu Feza'nın bedeninden geçen bir ürpertiye sebep oldu. "Önce sarışınlar kumrallar, sonra ilişkideki beklentilerimi sorman, şimdi de bu. Hepsi Aras'ın kafana soktuğu şeyler, öyle değil mi?"

"Hayır," dedi. "Sadece sana çekiliyorum. Fena şekilde. Beni korkutacak kadar çok hem de."

Tırnaklarını ensemdeki saçların arasında hissedince istemsizce bacağını daha sıkı kavradım, böyle olunca da Feza oturduğu yerde kıpırdandı ve bu hiç iyi olmadı.

Hiç olmadı.

"Feza..." dedim sitemle. İsyan ediyordum. Onu kucağımdan itip koltuğa oturtabilirdim ama düşüncelerim eylemlerimle uyuşmuyordu. Bu anı bölecek tek bir şey bile yapamıyordum.

Göğsünün hızlı hızlı inip kalktığını gördüm. Yeniden omzuna doğru düşecek gibi olan askısına parmağını takıp onu düzeltti ve bana acilen dokunması gerekiyormuş gibi elini hemen göğsüme yasladı. Ellerini üzerimden çekmek istemiyordu. Bunun karşılıklı olduğunu söyleyebilirdim. Parmak izlerim bacaklarına kazınmaya başlamış olabilirdi.

"Doruk," dedi sesini zar zor bularak. "Sabit durmakta zorlanıyorum." Nedenini merak eder gibi dile getirmişti. Göğsümün üzerinde duran eli, deli gibi atan kalbimle karşılaştığında gözleri yavaşça açıldı. "Neden böyle?"

"Sürtünmek mi istiyorsun?"

Boğuk çıkan sesim Feza'nın dudaklarını ıslatmasına yol açtı. Başını yavaşça salladığında inledim. "Siktir." Gerilen yüzümü dikkatle inceliyordu. "Sakın," dedim. "Sakın yapma, tamam mı?"

"Sertsin."

"Sikeyim." Oksijen seviyesi sıfırın altına düşebilen bir şey miydi? Göğüs kafesimdeki kemikler, vakumlu bir poşetin içinde kalmışçasına sıkışmıştı. Akciğerlerim mahvoluyordu. Boynumda ve şakağımda atan damarı hissedebiliyordum. "Sikeyim. Sarhoş. O yüzden böy-"

Dudakları bana doğru yaklaşıp kelimelerimin devamını engelledi. Kendimi hızla geri çektiğimde Feza ona karşılık vermediğim için afallamıştı. "Lütfen," dedim. Herhangi biri sesimi duysa çaresizliğim yüzünden hayatım boyunca benimle dalga geçerdi. "Bunu şu an istemiyorum."

"Öpecektim," dedi. "Hareket etmiyorum işte. Öpecektim sadece."

Görebiliyordum. İçin için yanan gözlerinde bundan daha fazlasına ihtiyaç duyduğunun sinyalleri vardı. Feza'nın sınırlarını merak ettim. Tabularını dinlemek, kurallarını duymak istedim. Ardından ben de ona kendi sınırlarımdan bahsederdim fakat bu, ikimiz de yüzde yüz ayıkken yapmamız gereken bir konuşmaydı.

Feza bana güvendiği için yanımda sarhoş olabilmişti. Annesi bana güvendiği için sarhoş kızının bende kalmasına izin vermişti. Ortada böyle bir denklem varken düşünülecek başka hiçbir şey yoktu. Biraz bile ileri gitmeyecektim. Elimde kalan kontrole iki elle sarılacak, geçilmemesi gereken hiçbir çizgiyi geçmeyecektim.

"Beni öpmek istiyorsun." O bana tepeden bakarken benim bakışlarım boynundaki bene kilitlendi. Ardından çilek lekesine baktım. Gözlerimi ondan kaçırma çabam, yeniden çeneme sardığı eline kadardı. Beni ona bakmaya zorladı. "İstiyorsun," diye yineledi. "O zaman neden öpmüyorsun?"

Derin bir nefes almaya çalışsam da bunu yapamadım. Bu gece yalnızca Feza'nın zar zor alabildiği ve benim de hiç alamadığım nefeslerimiz vardı. "Duracağız." Hayal kırıklığı ile çevrelenen bakışları dilimi yakıyor olsa da konuşmaya devam ettim. "Aklımız başımızdayken ciddi bir konuşma yapacağız. O an gelene kadar da duracağız, tamam mı?"

"Ne konuşması yapacağız?" diye sordu merakla.

"Sadece beni zorlamaktan mı hoşlanıyorsun yoksa ilerisini gerçekten istiyor musun, önce bunu konuşacağız," dedim. "Benim tabularımdan birinin yaşımız olmasını konuşacağız. Bu tür bir çekimi sen de ben de ilk kez yaşadığımız için bununla nasıl baş edeceğimizi ya da bunu nasıl yöneteceğimizi konuşacağız. Biz bu ilişkide seninle her şeyi konuşacağız, Feza. Utanmadan, çekinmeden, ne istiyorsak, aklımıza ne gelirse. Anlıyor musun beni?"

Gülümsedi. "Utanmadan kısmına katılmıyor gibiyim."

Gülümsedim. "Ben de utanmayacağımın garantisini veremem," dedim. "Ama bu bir kez olur, iki kez olur. Üçüncüsünde aslında ne kadar utanmaz olabileceğimi görüyor olursun."

Omzuma vurdu ama rahatsız olmadı. Rahatsız olduğunu hissetsem ondan çok ben rahatsız olurdum. Olmadığını biliyordum. "Bunun için de söz verebilir misin?" diye sordu çekinerek. Anlayamadığım için düz bir şekilde baktım ve "İkimiz de," dedi. "İkimiz de hazır olana kadar ne kadar zaman geçerse geçsin araya başka kimsenin girmeyeceğine dair. Yani... Ben-"

"Benim için ilk olmak istiyorsun." Göğsüm şiddetle kasılırken gömleğimin yakalarına koydu ellerini. Utandığı için yakalarımla oynamaya başladı. "Ve," dedim. "Senin için ilk olayım istiyorsun."

Bir cevap vermek için kelimelerini kullanmadı. Parmaklarının tersi yakamın açık bıraktığı kadarıyla boynuma sürterken Feza gözlerini benden kaçırıp başını sallayarak beni onayladı. "Bunun için acele etmemize gerek yok," diyerek onu rahatlatmak istedim. "Seni beklerim, ne kadar sürerse sürsün. Senin için de tek olmak istiyorum, ne kadar sürerse sürsün."

"Ciddi misin?" diye sordu şüpheyle. "Birisi çıksa karşına, her şeye hazır olsa mesela-"

Nereye varacağını anlayınca sözünü keserek "Olaylar benim için düşündüğün gibi değil," dedim. "Erkekleri kafanda oturttuğun mekanizmadan beni sıyır. Ben hem seni sana asla öyle bir ihanette bulunmayacak kadar çok seviyorum hem de..."

"Hem de ne?"

"Güven," dedim. Anlayamadı. "Birisinin bana dokunmasına izin verebilmem için o kişiye güven beslemem gerekiyor. Kendimi rahat hissetmediğim birinin yanında üzerimi bile değiştiremem."

"Ama ben seni beklerken kabininin kapısını kilitlememiştin," dediğinde yüzü aydınlandı. Kendisinin bu kategoriye girmediğini anlamasıydı onu böyle gülümseten. Tüm sınırlarım için istisnam olabileceğini bilmiyorsa bunu ona öğretmem gerekiyordu.

"Sence," dedim işaret parmağımla ikimizi göstererek. "Senin yanında özel alan diye bir şeye sahipmişim gibi mi görünüyor?"

"Eğer bunu ihlal ediyorsam beni uyarabilirsin."

Onun özel alanını kendimden ibaret kılmak istiyordum. Her yerde o olsun, her adımımda kokusu burnuma dolsun, her seferinde bu kadar yakın olalım istiyordum. Hatta bu kadarı da ideal değildi. Onunla sıfır mesafeyi seve seve kabul ederdim. "Etmiyorsun," dedim cevap beklediğini fark ettiğimde. "Burası benim alanım değil, bizim alanımız. Benim olan her şey bizim, Feza. Bu konuyu netleştirelim."

Durgun bakışları yavaşça yüzümde gezdi. Parmakları çeneme değerek yeniden boynuma indi ve iki elini omzuma yerleştirip bana üstten bakmaya başladı. Açıktaki boynuna yaslansam orada rahatlıkla üç gün geçirebileceğimi hissediyordum. Keşke bunu yapabilseydim.

"Bana top sektirmeyi öğret," dedi başladığımız konuya geri dönerek. Ardından kasedi daha da geriye sardı. "Ve beni bırakma. Devin gibi olmak istemiyorum."

Devin'in Aras'ın eski sevgilisi olduğu biliyordum. Bu mevzunun nereye dayandığını, Feza'nın aynı çemberin etrafında neden dönüp durduğunu ondan öğrenemediğime göre bulduğum ilk fırsatta Aras'tan öğrenecektim. Aramızda hoş bir konuşmanın geçeceğini sanmıyordum. İpler gerilecek gibiydi.

"Bu gece konuştuklarımızın hiçbirini hatırlamayacakmışsın gibi geliyor." Parmaklarımı dizine doğru sürükledim, ardından ellerimi üzerinden ayırdım. "Bu arada miden bulanmıyor mu? Kusarsın sanmıştım."

"Biraz." Gözlerimin içine tereddütle baktı. "Burada mı kalacağım?"

"Evet," dedim. "Seni bu halde hiçbir yere bırakmam ama istiyorsan buraya birilerini çağırabilirim, mesela ablam gibi. Onun gelmesi senin daha rahat hissetmeni sağlar mı?"

"Benim rahat hissetmemi senden daha çok sağlayabilecek kimse yok Doruk," dedi ciddi bir sesle. Kurduğu cümle gülümsememe sebep oldu. "Kimseyi istemiyorum, sen yetersin."

"Öyle mi?"

"Evet." Gözlerini bir saniyeliğine benden ayırıp duvara çevirdi. İşaret parmağıyla şakağını kaşıdı. "Unutma ki sarhoş bir yürek, ayık bir zihinle konuşur."

Benim ona kurduğum cümleyi kurmayı denediğini fark ettim. "Sarhoş bir zihin, ayık bir yürekle konuşur," diye düzelttim onu.

"Olabilir," dedi. "Benimki de doğruydu."

"Hımhım..."

"Duş alabilir miyim?" diye sordu. "Her yerim ağrıyor gibi oldu. Sıcak su çözer her şeyi."

"Tabii ki." Yüzüne baktım. Onun gözleri ellerimdeydi. Üzerinden çekmemden hoşlanmamıştı, anlayabiliyordum. "Seni banyoya götüreyim, yolu bulabileceğinden emin değilim."

"Bulamayabilirim." Kollarını boynuma sardı. "Böyle taşıyabilir misin? Yine omzuna atarsan kusarım çünkü."

Onu taşımamı istiyordu. Ayağa kalkayım yoktu. Ben kendim giderim yoktu. Kucağımda kalmak istiyordu ve bu beni deli ediyordu. Ellerimi beline yerleştirdim ve koltuktan kalktım. Onu sarsmamak için küçük adımlarla hareket etmeye başladım. Kollarını boynuma sarmış, yüzümü izliyordu. Ben banyoya doğru ilerlerken Feza uzanıp çeneme dudaklarını bastırdı. Sabrımı öyle böyle sınamıyordu.

"Banyo dolabının altında temiz havlular var," dedim kapının önüne geldiğimizde. "Şampuanlar kabinin içinde. Görürsün zaten. Bir şey olursa seslen, seni duyarım."

Bacaklarını belime sarmıştı ve onları indirmek gibi bir niyeti yoktu. "Uykum da var," dedi tereddütle.

"Duş al, mayışırsın iyice. Uyursun sonra."

"Tamam." Benden zar zor ayrıldığında hissettiğim boşluk dayanılmazdı ama ben de zar zor birkaç adım geriye gitmeyi başarabildim. Feza banyonun kapısını açıp içeriye girdi. Bayık bakışlarla kapıyı yüzüme kapattı. Birkaç saniye geçti geçmedi, su sesi duymayı beklerken onun sesini duydum. "Bu kabine nasıl gireceğim?"

"Kapıları açarak."

Banyonun kapısını açtı. "Burada başka kapı yok."

Sabırla içeriye yürüdüm. Kabinin cam kapılarını iki elimle iterek açtığımda Feza büyülenmiş gibi yaptıklarımı izledi. Ardından başını içeri uzattı ve tepedeki duş başlığını görüp geri çekti. "Fermuar," dedi. Onunla bir banyonun içinde olduğumuz için kapalı olan algılarım yüzünden kıza yine düz düz baktım. "Fermuarım." Sırtını döndüğünde ne yapmamı istediğini anca anlamıştım.

Fermuarı tuttum, yavaşça aşağı çekmeden önce omzuna dudaklarımı bastırmadan duramadım. Feza, başını öptüğüm omzuna doğru eğerken ben fermuarını aşağıya çektim. "Suyu ayarlayıp öyle çıkayım," dedim. "Sıcak mı diye bakarsın hem."

Askılarını indireceğini anlayınca önce bir elini, sonra diğerini tuttum. "Bekle biraz."

"Neden?"

"Ben içerideyim."

"Ve?"

"Benim de mi duşa ihtiyacım olsun istiyorsun?"

"Herkesin duşa ihtiyacı vardır," dedi Feza. "Duş alamadığımızı düşünsene... Pis pis gezerdik o zaman."

Mantıklı olduğunu düşündüğü argümanını özgüvenle söylemişti. "Vay be," dedim. "Çok haklısın." Suyu ayarlayıp geri çekildim. Elini uzatıp kontrol etmesini bekledim ama bu sefer de Feza doğrudan kıyafetleriyle içeri adımladı. Beline sarılıp onu kabinden dışarıya çektim.

"Sen benim duş almamı istemiyor musun?" diye sordu başını omzunun üzerinden bana doğru çevirip kızgın bir bakış eşliğinde.

"Şimdi çıkacağım. Sen de kıyafetlerini çıkarıp duşa gir, tamam mı? Üzerindekiler ıslanmasın. Onları kenara bırak. Çıktığında giymen için bir şeyler ayarlayacağım, yatağın üzerine koyarım. Havlular da bu dolapta."

"Çocuk gibi konuşma benimle. Esin mi sandın beni?"

Deli gibi gülerdim kendimi tutmasam ama kızacaktı, biliyordum. "Gidiyorum," dedim. "Miden bulanırsa kusmaktan sakın çekinme. Bir şey olursa bana seslen."

"Tamam Dorukhan."

"Doruk," dedim.

"Sensin," dedi. İşaret parmağını göğsüme bastırıp güldü. "Senin adın Doruk."

"Evet."

"Güzel bir ismin var. Kim koymuş?"

"Annem."

"Özlüyor musun anneni?"

"Onu özlemeyi çok uzun zaman önce bıraktım." Cevap vermekten kaçmadım. Hatırlar mıydı unutur muydu bilmiyordum ama artık Feza açılmasını istemediğim bir konudan da bana sorular soruyor olsa onu cevapsız bırakmak istemiyordum. "Artık özlemiyorum."

"Anladım." Başını salladı. "Ablan peki?"

"Ablam annemden nefret eder," dedim. Benim ona karşı ablam kadar güçlü hislerim yoktu ama ablam belki de babama duyduğu nefretin dengi bir nefreti anneme de besliyordu.

Zaman içinde hisler körelir, öfke diner sanırdım. İnsanlar genelde böyle anlatırlardı, ben de buna inanmaya çalışırdım ama ablam anne olduktan sonra annemden daha fazla nefret etmeye başlamıştı. Ben de onu çok iyi anlamıştım.

"Ablan çok iyi bir kadın."

Karanlıktan çıktığımı, kalbimin ısındığını hissettim. "Bence de öyle."

"Sen de çok iyi birisin."

"Böyle düşündüğün için teşekkür ederim. Hadi, gir duşa."

"Çıkmadın."

"Çıkıyorum."

"Çok uzağa gitme. Bayılırsam düşme sesimi salondan duyamazsın."

Ona doğru bir adım yaklaşıp kolunu tuttum hızlıca. "Kendini bayılacak gibi mi hissediyorsun?"

"Yoo..."

"Başın?"

"Kıyak."

"Feza." Sinir bozukluğum yüzünden kahkaha atmıştım ve o da beni güldürdüğü için gülmeye başlamıştı. "Tamam," dedim. "Kapının önünde bekleyeceğim."

"Tamam," dedi o da. "Git."

Gittim. Kapıyı arkamdan çektim ama onun için sahiden endişeliydim. Fena dağıtmıştı. Duşakabinin içinde ayaklarının üzerinde durabileceği konusunda şüphelerim vardı. Hızlı hareket edip odama geçtim ve dolabımı açtım. Sorun şuydu ki ona uygun herhangi bir kıyafetimin olduğunu sanmıyordum. Ablamın bir şeylerini bulabilir miyim diye dolabın altını üstüne getirdim ama hiçbir şey bulamadım. En sonunda bir tane boxeri, beli ipli bir şortu ve ince bir tişörtü yatağımın üzerine çıkardım. Üşür mü emin olamayınca hırkalarımdan birini de giymek isterse diye yatağa bıraktım.

"Doruk?" diye seslendiği sırada banyo kapısının önünde nöbet tutuyordum.

"Efendim?"

"Duş aldım, havlu da buldum. Odanda giyinebilir miyim? Bir de, sen salona geçsen olur mu?"

"Tabii ki," dedim hemen. "Rahatına bak."

Salona geçip Ferda'nın attığı tehdit mesajlarını okudum. On beş yaşındaki bu bücürden azar yediğime göre günümün artık sona ermesi gerekiyordu. Yaşanılabilecek her şeyi yaşamıştım.

Derken en son sarhoş şekilde kaptana emanet ettiğim Lukas'ın attığı bir ayna selfiesi düştü önüme.

Millet içip eski sevgilisine falan mesaj atardı, bu çocuk beni kafasında yanlış bir yere koymuş olabilir miydi? Ses kaydını açıp "Yakıyorsun," dedim. Ona bu kelimeyi Bekir öğretmişti, Türkçe de söylesem anlardı o yüzden.

Lukas mesajımın altına öpücük emojisi bıraktığında telefonu kanepeye fırlattım. Kendi kendime güldüğüm sırada salonun kapısında Feza belirdi.

Üzerine formalarımdan birini geçirmişti.

Islak saçlarını sağ omzunda toplamış, formanın mavi kumaşının renginin koyulaşmasına sebep olmuştu. Yüzünden akan makyajı tam olarak temizlenmiş değildi, gözaltlarında siyah izler kalmıştı. Işık gözlerini rahatsız ediyor olsa gerek gözlerini kısıp bana baktı. "Ben bunu giydim ama... Bunu giymek istedim çünkü rahat ve uzun ve kumaşı hoşuma gidiyor ama istemezsen çıkarabilirim."

"Yok."

"Hım?"

"Dursun."

"Tamam mıdır?"

"Hassiktir."

Başımı geriye yasladım. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım ve çabucak kendimi toparladım. Ayağa kalktığımda ona ayıldın mı diye sormama gerek yoktu, ayılmış gibi durmuyordu. "Niye öyle dedin?" diye sordu.

"Bir şey demedim."

"Duydum, dedin."

"Demedim." Elimi kaldırıp omzuna koydum ve hafif bir destekle salondan çıkmasını sağladım. "Gel, saçlarını kurutalım. Böyle yatarsan boynun tutulur."

"Başımı tutamıyorum. Yatsam olmaz mı?"

Omzuna doğru eğdiği başını avucumu omzuyla kafasının arasına sokarak geri kaldırdım. İkimiz de güldük. "Hızlıca hallederiz, ben tutarım başını."

"Tamam."

Mutfaktan bir sandalye alıp banyoya götürdüm. Feza'yı oturttuktan sonra tarak almak için banyo dolabını açtım. Bugün taktığı beyaz kurdeleli tokasını çıkarıp benim tıraş setimin olduğu rafa koyduğunu o zaman gördüm. Eşyalarımızın yan yana duruşu beni gülümsetti.

Feza kafasını düz tuttuğunda aynada kendisiyle göz göze geldi. Gözlerinin altına akan maskarasını da o an fark etti. "Hiç söylemiyorsun!" diye kızdı bana. Ellerinin tersiyle gözlerini ovuştururken her şeyi daha da berbat ediyordu ama ona müdahale etmedim. Bütün ilgim saçlarındaydı. Tarak kahve tutamların arasında kolayca ilerlerken benim de gözüm aynaya takıldı ve bulunduğumuz durum, bir anda çok fazla şey hissetmeme sebep oldu.

Bu beni korkuttu.

Feza'nın hayatımdaki yerini düşünmek, saçlarında kaydırdığım tarağı duraksattı. O da haklı olarak başını kaldırıp bana baktı ne olduğunu anlamak isteyerek.

Ne olduğunu bilmiyordum. Her şey yolundaydı. Hayatımda hiçbir zaman benim için her şey yolunda olmamıştı. Ben bu hissin yabancısıydım, belki de bu yüzden içimi büyük bir huzursuzluk kaplamıştı.

Başımı eğip onunla göz göze geldim. Saçları soyadımın üzerine doğru dökülüyor, 15 numaranın kenarlarına su lekeleri bırakıyordu. O masadan kalktığımızda on beşle yoluna devam edeceğimi biliyordum. Şüphe duymamıştım. Bu kızla yeniden karşılaşacağımı da onun benim için herhangi biri olmayacağını da biliyordum. Şimdi buradaydı. Yalnızlığımı sığdırdığım evimde, benimleydi. Tokası tıraş setimin yanında, saçları parmaklarımın arasındaydı.

Ona alışmıştım. Ona sarılmış, onu maçlarıma çağırmış, beklemekten vazgeçtiğim birçok şeyi ondan beklemeye başlamıştım çünkü beni bunlara alıştırmıştı. Önemseniyordum, birisi tarafından zarar görmeden seviliyordum, daima düşünülüyor, daima bir zihnin içinde varlığımı sürdürüyordum. O zihin sarhoşken bile dudaklarından adım dökülüyordu ve bir kişi bana her zerresiyle güveniyordu.

Kendimi hiç bu kadar serbest bırakacağımı düşünmemiştim çünkü bunu yapamıyordum. Zamanında güvenimi kırmış biri ya da onu hiç hak etmemiş biriyle yolum kesiştiğinde ben hep en başa dönüyordum. Kendimi bulduğumu sandığım zamanlarım olmuştu fakat hepsinin sonunda daha çok kaybolmuştum.

Yeniden o anların birinin kıyısında olduğumu hissediyordum.

Uzanıp önümdeki sandalyede oturan Feza'nın alnına bir öpücük bıraktım ve bu hissin kaybolmasını diledim. Yeniden ilgimi saçlarına yönlendirince ağzını açmadı. Arkasına yaslandı ve sessizce oturmaya devam etti. Gözleri aynadaki yansımamdaydı, farkındaydım. Saçlarını kuruttuğum sırada beni izledi. Belki bir şeyler düşündü, belki hiçbir şey düşünmedi ama bu geceye dair her şeyi unutsa bile saçlarını kuruttuğumu iyice aklına kazımak istermiş gibiydi.

Onu kaldırıp odama yönlendirdim. Yatağın üzerinde duran giymediği kıyafetlerimi dolabın içine yerleştirdim ve battaniyeyi içine girmesi için açtım. Yatmak yerine yatak başlığına sırtını yaslayıp ayaklarını ileri doğru uzattı. Ardından başını geriye yasladı. Hâlâ sessizdi. Sürekli konuşan bu kızın sessizliği endişe vericiydi. Bir nefes aldı, daha derin bir nefes aldı ve gözlerini tavana dikti.

Yatağın kenarına oturup yüzümü onunkine çevirdim. "Kendini iyi hissetmiyorsun, değil mi?"

Feza ağlamaya başladı.

Keşke bunu yapmak yerine içimi söküp alsaydı.

Konuşabilirdik, onu dinlerdim ama gözyaşları arka arkaya dökülürken ona bakmaya devam etmek zordu. Gülümsesin istedim. Gülmeye mecali yoktu. "Neye ağladığını söyle bana." Tek bir şeye miydi, her şeye miydi anlamalıydım. Çözmeye çalışırdım. "Feza, konuş benimle."

"Ben bu değilim," dedi. İçine titrek bir nefes çekti. "Kendime çok yabancı hissediyorum. Bu normal mi?"

"Konunun geceyi evimde geçiriyor olmanla bir ilgisi var mı?" diye sordum. "Bak, eğer korkuyorsan-"

"Korkuyorum ama senden değil. Senden başka her şeyden. Ne yapacağımı hiçbir zaman bulamamaktan, yolumu yanlış kalemle çiziyor olmaktan, istediğim yerlere asla varamamaktan, ne istediğimi de bilmiyor olmaktan... Doruk, sadece savruluyorum. Bıktım bu durumdan."

"Sana yemin ediyorum ki geçecek bu." Onu ikna etmek için tek bir kanıtım bile yoktu ama çaresizce bana inansın diye bekledim. "Biraz zaman ver kendine. Bu hayatta her zaman koşturmak zorunda değiliz, biraz oturup dinlenmen gereken bir dönemden geçiyorsundur belki de."

"Ama sen hep koşturuyorsun." Gözünden bir yaş daha yuvarlandığında parmaklarını yüzüne götürdü. "Senin hayatın bu kadar iyiye giderken benimkinin bu kadar mahvoluyor olmasını kaldıramıyorum. Sen tepeye tırmanıyorsun, ben aşağı yuvarlanıyorum. Ben de yukarı çıkmak istiyorum. Niye bunu yapamıyorum?"

Bu kıskançlık değildi. Kıskançlığın neye benzediğini çevremden görüp öğrenmiştim. Feza'nın duygularının altında art niyetler yoktu. Yalnızca yetersiz hissediyordu. Kendini olduğu gibi değil de olduğundan daha az görmenin bir yolunu hep buluyordu. Ben onun adını zirve kabul ederken o kendini yerin dibinde sayıyordu.

"Sana elimi uzatmak istiyorum," dedim dürüst olmaya karar vererek. "Ama elimi tutmuyorsun, Feza. Özür dilerim, seni kırmak için bunları söylemiyorum ve beni yanlış anlamandan korkuyorum ama bir kez olsun dönüp etrafına bakar mısın? Her şeye sahipsin. Bu maddiyatla ilgili ya da gelecekle ilgili bir cümle değil. Seni el üstünde tutan bir ailen, yoluna serilecek bir erkek arkadaşın var. Senin arkanda Feyyaz Falez var, Feza. Canın ne istiyorsa onu yapabilecekken neden kendini bu şekilde sınırlayıp duruyorsun? Denemekten zarar gelmeyeceğini bile öğrenememişsin hiç denemediğin için."

"Sence de hak etmediğim şeyler yaşamadım mı?"

"Sen," dedim canım yanarak. "Çok ağır bir şey yaşadın. Yine ayağa kalktın, yine gülümsedin, tekrar düşmek istersen bu önemli değil. Ben hislerini saklamanı gerektirecek, yanında mutlu rolü yapmak zorunda olduğun biri değilim. Bu konuda anlatmak istediğin, içinde kalan bir şey varsa sabaha kadar konuşurum seninle. Diğer tüm konular için de geçerli bu. Ya, Allah aşkına... İnsan böyle omuzları sarsıla sarsıla, içli içli ağlar mı? Dayanamıyorum lan. Kıpkırmızı oldu yüzün. Kıyamam sana."

Bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırdım. "Ağlama," derken göğsümdeki bu baskıyı yok etmenin bir yolunu bulmayı deniyordum. "Ağlama şöyle, canım yanıyor. Bir şey yapamaz mıyım senin için?"

"Ne yapacaksın ki benim için?"

"Bilmiyorum, ne istersen."

"Battaniyeyi üzerime örtebilir misin?"

Dediğini yapmam göz açıp kapama süresinden daha kısa bir zaman aralığında gerçekleşmişti. Feza yastığımı başının altına çekti, elini yanağının altına koydu ve kocaman yatakta küçücük bir yer kaplayacak şekilde kıvrıldı. Yatağın diğer tarafına çöküp gözlerimi üzerinde tutmaya devam ettim. Yorgun bakışlarını yüzüme çevirmek için çenesini kaldırması gerekti. "Aslında benim çok hayalim var," dedi. Sesi giderek kısılıyordu. "Sadece anlatmıyorum."

Battaniyenin üzerine kıvrılıp dirseğimi yatağa bastırdım, ardından elime çenemi yasladım. "Hadi anlat bana."

"Ben sürekli şefleri takip ederim, kurslara bakarım, sonra bir sürü tarif bulurum. Dizi izlemediğim ya da Visal'de çalışmadığım zamanlarda yani. Tabii bir de senin videolarını izlemiyorsam..." Güldü. "Senin en büyük fanın benim."

Bunu duymak hoşuma gitti. "Hep öyle kal."

"O tarifleri denemiyorum," dedi bakışları benden koptuğunda. Ne konuştuğunun farkında olduğunu düşünmüyordum. Uykuya geçmek üzereydi. "O kurslara da gitmiyorum ama bir tanesi aklımdan çıkmıyor."

Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini bilmiyordum ama ondan bir isim beklerken kalbim heyecanla hızını arttırmıştı. "Hangisi?"

Cevap vermeliydi.

Uyumamalıydı.

Cevap almam gerekiyordu.

Elimi panikle saçına attım, sonra saçlarını taramış olmama rağmen parmaklarım saçlarına dolanmış gibi yapıp saçını hafifçe çektim. Feza'nın kapanmaya yüz tutan göz kapakları duyduğu acı yüzünden açılırken elini elime götürdü. "Acıdı."

"Özür dilerim." Bir saniye bile kaybetmeden hızlıca konuştum. "Hangisi olduğunu söyle. Merak ettim."

"Profesyonel pastacılık eğitimi veriyor," dedi. "Bir yıl gibi bir sürede CTH diplomasıyla bitiriyorsun. Bu akredite bir diploma, yani uluslararası da geçerli. Biliyor musun? Bilmiyorsundur. Rusya'ya komşu ülkeleri say desem bilirsin ama."

"Bir staj programı içeriyor mu?"

Bu önemli bir detay gibi gelmişti. O uyumadan onu ne kadar konuşturabilirsem o kadar iyi olacaktı.

"İmkanları öyle fazla ki..." İç çekti. Böyle iç çekişler, yalnızca imkansız saydığınız hayallere dalmışken belirirdi. Kendimden biliyordun. "İleri seviyede olmasa bile İngilizce bilme şartı var. Şakır şakır biliyorum ben. Bunu biliyor muydun? Çok iyi konuşurum. Yine de geliştirmemi isteselerdi bunu da yapabilirdim. İngilizce çalışmayı çok severim."

"Bu bahsettiğin yer, senin için bir hayal mi?"

"Neden peşinde koşmadığımı mı soracaksın?" Bana sarhoş bir gülümseme yolladı. "Çünkü böbreklerimi seviyorum." Bir anlığına anlayamadım. Anlayamadığımı fark etti. "Satamam," dedi. "Böbreklerimi. Böbreklerimiz önemlidir."

Bu kadar mıydı?

İstediği yere girmesi için önündeki tek engel para mıydı?

"Yanımda kalmanı istiyorum," dedi birden. Elimi sıkıca tuttu. "Ve benden başkasını sevmemeni. Özellikle bir sarışını Dorukhan."

"Doruk."

"Sevgilim."

Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Öyleyim."

Uyumadan önce ondan bahsettiği akademinin adını almayı başarabildim.

Önümüzdeki bir saatim, Feza yanımda düzenli nefesler alıp verirken benim bu akademiyle ilgili her şeyi öğrenmeye çalışmamla geçti. Verdiği eğitimleri okudum. Ders içeriklerine göz attım. Bunu diğer yerlerle kıyaslayacak bilgi birikimine sahip olmayı denedim ama farkları anlayamıyordum. Burayı diğerlerinden ayıran neydi ya da buradan daha iyi bir yer bulunabilir miydi fikirsizdim.

Sonra boş zamanlarını bu şekilde geçiren Feza'nın zaten en iyisini bileceğini düşündüm. Burasıysa burasıydı. Kayıtları açıktı. On sekiz yaşını doldurmuş herkesi kabul ediyorlardı. Herhangi bir deneyim beklemiyorlardı. Teorik eğitimlerle başlıyorlar, sonra öğrencileri uzun bir pratik eğitimle baş başa bırakıyorlardı. Stajı zamanı geldiğinde kendileri ayarlıyordu fakat bunun için belli bir başarı göstermiş olman gerekiyordu.

Feza'nın o kurstaki en başarılı öğrenci olacağından adımın Doruk olduğundan emin olduğum kadar emindim.

Neden buradan imkansız bir hayal olarak bahsettiğini ücret sekmesine geldiğimde mantıklı bir zemine oturtabildim. Haklıydı, onun için fazla tuzluydu.

Benim için?

Bunu karşılayabilirdim.

Menajerim Cüneyt abi, bana sponsorluk teklifiyle gelen bir ayakkabı markasıyla müzakere halindeydi. Yakın zamanda anlaşmaya varacağız gibi duruyordu. Bu beni heyecanlandırıyordu fakat birkaç pürüz çıktığı için henüz birilerine bahsetmemiştim. İmzayı atacağımız günü bekliyordum.

Ayrıca, bu iş olmasa da önemli değildi. Elimi hiçbir güvencem olmasa da onun için her taşın altına sokardım.

Feza'nın kimliğini ele geçirebileceğim tek anın bu gece olacağını düşünerek ayağa kalktım ve cüzdanını karıştırmak beni rahatsız etse de onu oradan aldım.

Yatağa döndüğümde yanımda her şeyin en iyisini hak ettiğini bildiğim, kalbime bütünüyle sahip o kız gözleri ağlamaktan şişmiş bir şekilde mışıl mışıl uyuyordu. Bir elimde kimliği, diğer elimde hayalleri duruyordu.

Taksitlendirme seçeneklerini değerlendirirken içimde tek bir kuşku bile yoktu.

Önce onun bilgilerini, ardından kendi kart bilgilerimi girdim.

Biriktirdiğim paranın tek bir tuşla birkaç hane eksilmesine izin verdim.

Araba alma işini biraz daha erteleyebilirdim.

Sonuçta aylık abonmana ve benimle her yolu yürüyerek de gelebilecek olan bir kız arkadaşa sahiptim.

🏀🧁🏀

Adım adım :')

Nereden başlasam inanın bilmiyorum. Siz başlayın, ben gelirim. Önce biraz sonda durayım.

Geçen bölüm Panikhandı, bu bölüm Sabırhan oldu. Bir de bölüm sonu. Bu bölüm sonu yok mu bu bölüm sonu...

Belki bu da Feza'nın altyapıdan A takıma çıkışı olacaktır, bilemeyiz.

Sanırım bir süredir bu soruyu sormuyordum. En çok hangi kısmı sevdiniz? Bir favori repliğiniz var mı?

Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakmayı ve hayaller kurmayı unutmayın. Bazen bir hayalin mümkün olmadığını sanırız ama karşımıza hangi kapının ne zaman çıkacağını bilemeyiz. Belki de tek gereken biraz sabırdır. Kim bilir :')

#DörtÇeyrek etiketinin altındaki tweetlerinizi okuyor olacağım. Bir ara ses odası da yapalım. Teşekkürler ve tatlı günler!

Instagram, twitter:
azraizguner

Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Feza ve gözümü dolduran, onu anladığım hisleri.. 💜

    YanıtlaSil
  2. sonuçta aylık abonmanımız var😜

    YanıtlaSil
  3. Feza çok kızacak Doruk'a fezanın yerinde bende olsam bende kızardım ama iyi ki yatın be Dorukhan

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. dorukhan haşlanmışhan olacak

      Sil
    2. Feza ve falez ailesi aşırı kızıcak doruk a ama yapmış olması da çok tatlı sonu iyi bir yere bağlanır bence

      Sil
  4. Ayyyyyy cok güzeldiiiiii

    YanıtlaSil
  5. Dorukkkk o kadar tatlısın ki hayran kalmamak elde değil

    YanıtlaSil
  6. Mukemmel bolumm

    YanıtlaSil
  7. feyyaz bey buna çok kızacak haşlanmışhan olucaz belki ama feza için bi şeylerin başladığı dönüm noktası olucak hissediyorum

    YanıtlaSil
  8. doruk o kadar sabırlı o kadar korkuyor ki fezanın güvenini sarsmaktan onu incitecek bir şey yapmaktan bu gerçek olamaz gibi geliyo bazen ama aslında olması gereken de bu değil midir?

    YanıtlaSil
  9. Bence doruk o sonda o hareketi yapmamaliydi. Bilmiyorum çok tatlı ama gerçekten aşırı derecede küçük düşürücü gibi geldi bana. Doruğa her yönden çok aşığım tüm bölüm dorugum yok diye ağladım ama yine de sanki çok aşırı bir haraketti, yani fezanin tüm sınırlarına saygı duyan bir adamın en büyük sınırı bu kadar çabuk aşması, bilmiyorum bence aralarında büyük bir probleme neden olacak gibi geldi, ve üzgünüm doruk aşkım feza bebeğim bu konuda kesinlikle daha haklı ve ben kesinlikle onun arkasında olacağım.

    YanıtlaSil
  10. Birkac gündür ağlama isteğiyle dolu sıkışmış bir ruhla dolaşıyordum, henüz patlayamamistim, feza ağlamaya başlayınca bir baktım ben de onla beraber hüngür hüngür ağlıyorum

    YanıtlaSil
  11. Doruk son yaptiğini yapmasa mıydın ya çok tatlı ama doğru değil gibi hissettiriyor 😭😭

    YanıtlaSil
  12. Merhaba öncelikle dört çeyrek'i okumaya başladığımda waow oldum çünkü benim adım Naz ve Feyza diye yakın arkadaşım , çilek lekem var . 13 sayısını da çok severim . Kitaplarını keyifle okuyorum umarım daha iyi yerlere gelirsin.

    YanıtlaSil
  13. korkuyorum ama senden degil senden başka herşeyden...
    Bu replik çok anlamlı geldi bana.
    Ayrıca şunu söylemek isterim ki ben seni yaklaşık 1,5 seneye yakındır takip ediyorum. Wattpad kapanmadan önce her gün yeni bölüm atmasını beklediğim yazarlardan biriydin açıkçası.
    Wattpad de genel anlamda tecrübesi olmayan yazarlar da olsa bazı kişiler gerçekten akıcı betimlemeleri yerinde ve özgün yazıyordu. Bana göre sen de o yazarlardan birisin. Ve inan ki takip ettiğim birçok yazar kitabını basmaya başladı, artık onları instagramda görüyorum. Örnek verirsem sıfır noktası, kutlu olsun, su tanrısının gelini, yarınlar zifiri karanlık diyebilirim. Belki şu an aklıma gelmeyen de vardır... Demem o ki sonuna kadar arkandayım. Kendine özgü hikayelerin ve samimi anlatımınla çok güzel yerlere geleceğine inanıyorum.
    Sevgilerle...
    _rnkeem

    YanıtlaSil
  14. Doruğun yaptıkları çok hoş. Ayrıca Canan hanımın doruğu bu kadar azarlamasına içim acıdı. Doruk kendi babasını düşünerek öyle konuşmuştu ama Canan hanım da ağır konuştu. Evet doğru doruğun ailesini bilmiyorlar ama gene de onun tepkilerinden anlamaları gerekirdi. Ayrıca umarım doruğa kızmazlar ve yaptığının kıymetini bilirler. Karşılık beklemeden doruğun yanında olan kişi Feza ve doruk da ona karşılık bir şeyler yapmak istiyor. Doruk sen harikasın

    YanıtlaSil
  15. Şey yb ne zaman 😳

    YanıtlaSil
  16. Yaaaa DorukHan ağlamayalım da napalım biz çok tatlılar 💕💕💕

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"