35. "Görülme İhtiyacı"
Bölüm şarkıları:
Yüzyüzeyken Konuşuruz, Kendi Evimde Deplasmandayım
Kaset, Güzel Olmaz Mı
Bozukçalar, Ellerini Ruhumdan Çek (Naz ve Eren)
Bu bölüm size ve o arkadaşınıza ithaf edilmiştir.
•🧁•
Günler Mayıs'a doğru sürükleniyor, geçen zaman içimi kıpır kıpır yapıyordu. Hâlâ Doruk'un K&S'ye kaydımı yaptırmış olmasını kabullenebilmiş değildim, hâlâ bu bana çok fazla geliyordu, hâlâ içim rahat değildi ama bir yanım, oraya başlamak için gün sayıyordu ve buna engel olamıyordum.
Mutlaka ödeyecektim. Aksi hiçbir şekilde mümkün değildi. Bunu defalarca kez Doruk'a da söylemiştim. Sürekli beni geçiştirecek bir şeyler yazıyor ve konuyu evirip çeviriyor, bir şekilde kapatıyordu.
Geçen gecelerin birinde spor salonundan çıktığında bana yazacağını söylemişti. Yatağımda bir o yana bir bu yana dönüp ondan bir mesaj beklerken yabancı bir numaradan arka arkaya beklemediğim mesajlar almıştım.
054********: Selam
054********: Umarım rahatsız etmiyorumdur ama bir şey sormam lazım yoksa içim içimi yiyecek
054********: Bana numaranı Aras attı ve seninle dertleşebilirmiş dedi. Sanırım sen ona numaramı Devin'e atabilirsin demişsin.
054********: Kısacası yazmak isteyen bir şekilde yazıyor, seni bahane olarak kullandı sadece
054********: Yanlış anlamazsan şeyi merak ettim
054********: Senin kim olduğunu?
054********: Bana Dorukhan'ın kız arkadaşı olduğunu söyledi, ben de tamam dedim konuyu boş boş uzatmasın diye. Doğru mu söylüyordu? Sen şu Feza mısın?
054********: Eğer Aras'la başka türlü bir ilişkin varsa ve bana yalan söylüyorsa lütfen benimle gerçeği paylaşır mısın? Niyetim gerçekten huzursuzluk çıkarmak değil. Eğer birlikteyseniz mutluluklar dilerim. Sadece olayı anlamaya çalışıyorum.
054********: Rahatsızlık için özür dilerim, merakımı giderirsen çok sevinirim ❤️
İşte o mesajlardan beri, sanal bir arkadaşa sahiptim.
Devin çok hızlı samimi olabilen bir kızdı. Sanırım bu, derdini bana anlatabileceğini anladığı an gerçekleşmişti çünkü Aras'la ilgili hislerini gururuna yediremediği için kimseyle paylaşamamıştı. Ona nasıl bir güven verdiysem kız bana patır patır dökülmüştü. İlişkinin en başında sıfırdan tanışılıp sabaha kadar konuşulan o aşamayı resmen Devin'le yaşamıştık.
Öyle dolmuştum ki ertesi gün Doruk'u arayıp Aras'tan nefret etmeye başladığımı söylemiştim, Doruk da bir şey oldu sanıp çocuğa iyice kurulmuştu. Bu yüzden Devin'le mesajlaşmaya başladığımızı ona itiraf etmem gerekmişti.
Sonrasında Aras'ın soyunma odasında Doruk'un telefonunu karıştırıp numaramı aldığı gerçeği ortaya çıkmıştı. Doruk'un buna kızmasını beklemiştim ama o hiç ummadığım bir tepkiyle karşılık vermişti: "Sana ulaşmam için bir bahaneye ihtiyacım olsaydı, ben de aynısını yapardım galiba."
Bunun ne kadar yanlış olduğunun o da farkındaydı. Sonuçta ortada kişisel eşyalarının kurcalanması durumu vardı. Üstelik Aras numaramı Devin'e iletirken bana da fikrimi sormamıştı. Evet, o gece bunu yapabileceğini söylemiştim ama gerçekten yapacağını hiç düşünmemiştim.
Bu sıralar zerre fikrim alınmadan sürekli insanlar benimle ilgili bir şeyler yapıyorlardı. Bense derin bir nefes alıyor, neyse diyor ve önüme bakmaya çalışıyordum. Bir şeyleri geçiştirip durmaktan nefes alamayacağım noktaya gelmiş de olsam, ufacık bir olumlu nokta bulup ona tutunuyordum. Kendi kendime Polyannacılık oynayıp duruyordum.
Tüm bu olayları kabullenme sebebim de bana Devin gibi harika bir sanal arkadaş kazandırmış olmasıydı.
Dedikodu yapmayı seven yanım, onun ve Aras'ın kaoslarını büyük bir istekle dinliyordu. Bunu inkâr edemeyecektim. Diğer yanım hep huzursuz, hep diken üzerindeydi. Yine aynı yanım korkuyordu, bunu biliyordum. Doruk'la bir şeyler yolunda gitmezse ne hale geleceğimin fragmanını izliyormuşum gibi hissediyordum. Sonra bu hisleri başımdan savmayı deniyordum.
Devin için üzüldüğüm bana yetiyordu. Bir de var olmayan senaryolar için üzülmemeliydim.
Ne zaman kendimi dert çukuruna düşecek gibi bulsam sevgilimin son dönemde yükselen formunu düşünüyor ve çıkarttığı harika maçlara yapılan editleri izleyip toparlanmayı deniyordum.
Son zamanlarda yine çok fazla midem bulanmaya başlamıştı. Visal'e gitsem bir dert, gitmesem başka bir dertti. Evde kendimi oyalayacak bir şey bulmak konusunda çok zorlandığımdan bu sabah oraya bir şans daha vermek istemiştim. Önce Eren'i aramış, tüm gün benimle duracağının garantisini almıştım. Zaten yokluğumda tüm iş ona ve Naz'a kalıyordu ama Naz'ın yoğunlaşan okul dönemi yüzünden Eren hepimizden daha çok orada vakit geçirmeye başlamıştı.
O da kafasını dağıtmaya çalışıyordu, biliyordum.
Bugün bunu birlikte deneyebilirdik. Sabah açılışı yapabileceğini, öğlen saatlerinde gelmemin sorun olmayacağını söylediği için güzel bir uyku çekmiş ve kahvaltımı evde yapmıştım. Fırat, iki kez Doruk'la ve onun hocasıyla birlikte spor salonuna gitmişti. Eve geldiğinde parmağını kaldırmaya hali kalmamış oluyordu. Ferda ile bir olup onunla dalga geçmek en sevdiğimiz şeylerin başında geliyordu.
Babam dün akşam bunu yine yaptığımız bir vakitte bize "Rahat bırakın oğlumu," demiş, Fırat'a yere oturmasını söylemişti. Sonra kanepede doğrulup Fırat'ın omuzlarını ovmaya başlamıştı. Fırat gözleri dolmasın diye kendini sıkarken göz göze gelmiştik ve bana kalbime asacağım türden sıcacık bir gülümseme yollamıştı. Onu o kadar çok seviyordum ki başarılarını izleyeceğim zamanları dört gözle bekliyordum.
O, o geceye kadar bana çok kızgındı. Eve dönmediğim için kurulmuş, hatta Doruk'la bir daha konuşmayacağını ve ondan gelecek hiçbir şeyi de kabul etmeyeceğini bana söylemişti. İlk öfkesi geçtiğinde onunla yüz yüze konuşmak istediğini söylemişti ve ilk kez spor salonuna gittiği gün de yaptığı buydu.
Doruk ona nasıl bir konuşma yaptıysa Fırat bir daha bu konu hakkında tek kelime etmemişti. Öfkeli miydi, benden nefret mi ediyordu, endişeli miydi anlayamıyordum. Neyse ki dün geceki gülümsemesi aramızın normale döneceğinin bir işaretiydi. Biz kardeştik, her zaman normale dönerdik.
Otobüsten inip Visal'e giden yolu arşınlarken bu yolu eski hevesimle yürümüyor olduğumu düşünmemeye çalıştım. Mutfağa girdiğimde her şey düzelecekti. Kendimi buna odakladım. Üstelik Eren'e sarılmak istiyordu canım. Bir an önce bunu yapacaktım.
İçerisi beklediğimden daha doluydu. Sipariş sırasına girmiş dört kişi vardı ve Eren aynı anda hem oraya yetişmeye çalışıyor hem de gözleriyle diğer masaları tarıyordu. Hızlıca tezgâhın arkasına doğru yürümeye başladığımda "Feyza," dedi. "Seni gördüğüme ne kadar sevindiğimi inan ki anlatamam."
"Deli," dedim. "Madem bana ihtiyacın vardı neden daha erken gelmemi söylemedin? Naz'ın dersi mi varmış yine?"
"Aynen, çıkınca gelecek sanırım." Önlüğümü hızlıca üzerime geçirip iplerini arkamda bir kurdele haline getirirken Eren beni büyüleyen el çabukluğuyla aldığı siparişleri hazırlıyordu.
"Sen de iki Ice Mocha yapabilir misin abim?" diye sorduğunda hızlıca başımı salladım. Ona sarılma isteğimi azıcık daha erteleyebilirdim. Müşterilerimiz önceliğimizdi. Önüme bardakları ittiğinde siparişleri hazırlamaya koyuldum. Tezgâhın arkasındaki hareketlerimiz ikimiz için de artık refleks gibiydi. Ezberlenilmiş davranışların rahatlatıcı yanını kimse hafife almamalıydı. Bisiklet sürmek ya da yürüyüş yapmak insanı nasıl ki rahatlatabilen bir şeyse, kahve hazırlamak için de aynı şeyi söyleyebilirdim. Bunu özlemiştim.
Firuzan Hanım bir kez olsun beni aramamış, halimi hatırımı sormamışken, oğlunun yaptığı iğrenç şeyden sonra benimle en ufak bir konuşma yapmamışken onun kafesine böyle ihtiyaç duyuyor olmak zoruma gidiyordu.
Artık onu da sevmiyordum.
Hatta, neredeyse ondan da nefret edecektim. Nefret benim için çok güçlü bir kelimeydi ve herkese kolay kolay bu duyguyu besleyemezdim ama ona olan kırgınlığım, nefrete dönüşmeye başlamıştı ve bunu engelleyemiyordum.
Sadece Eren... O aileden sadece Eren'i sevmeye devam ediyordum.
İş yükümüzü hafiflettiğimizde gözlerimi kapatıp kendimi onun göğsüne adeta fırlattım. Bana sarılmak için kollarını açmak zorunda kaldı. Hiç şikayet etmeden bunu kabullenip başımın arkasını tutarak beni göğsüne yasladığında kıkırdadım. "Seni özledim."
"Eğer istersen, daha sık gelebilirsin," dedi. "Eğer buradaki varlığım sana yetecekse, seni her şeyden korumak için her zaman burada olurum. Ne dediğimi anlıyor musun? Bir şeylere tutunmaya ihtiyacın olduğunu biliyorum. O şey senin için hâlâ Visal'se, bunu kolaylaştırabilmem için ne gerekiyorsa bana söyle."
Duymayı beklemediğim bu cümlelerden sonra başımı ona doğru kaldırdığımda Eren'le göz göze geldik. Bana benimle dünyanın arasına geçmeye hazırmış gibi bakıyordu. "Masaları kaldıralım atalım, iç dizaynını sil baştan yapalım, tezgâhı söküp yenisini yaptıralım... Sen ne istersen Feyza. Görmekten rahatsız olduğun bir şey olursa bunu bana söylemeni istiyorum. Senin için yapabileceğim herhangi bir şeyi bana söylemeni istiyorum."
"Bir akademiye kaydoldum," dedim o anda. Onunla da paylaşmak istemiştim. İçim içime sığmıyordu. Bu yüzden bile kendimi kötü hissediyordum. Sanki bu, asla hakkım değilmiş gibi geliyordu ama Doruk ne yapmış etmiş ve bu seçeneği önüme koymuştu. "Daha doğrusu, Dorukhan beni kaydettirmiş. K&S..."
"Yuh," dedi Eren. "Orası çok şey değil mi... Şey..."
"Pahalı?"
"Vay anasının gözü diyecektim," dedi. "Ama pahalı diyeyim tabii."
Acıyla gülümsedim. "Öyle. Bana sormamış. Sorsa kabul etmeyeceğimi biliyordu. Hâlâ ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Oraya gitmemeliyim, değil mi? Bu onun parasını yemek gibi olur. Korkunç bir konuma koyar beni."
Kaşları bana anlam veremediği için çatıldığında "Ne konumu?" diye sordu. "Tabii ki oraya gitmelisin. Bu işin sonunda önüne nasıl imkânlar çıkar, hayal edebiliyor musun? Ödüllü, yıldızlı restoranlara şefler bile çıkarıyor orası."
"Kendi başıma gücüm yetmezdi," dedim içimdeki sıkıntıyla birlikte. "Ve ondan böyle bir yardım alma fikri beni bayağı utandırıyor Eren. Bilemiyorum..."
Daha fazla konuşmama izin vermedi. "O senin erkek arkadaşın," dediğinde bu bana yeterince anlam ifade etmedi. "Tabii ki senin için böyle bir şey yapabilir. Sen de kabul edebilirsin. Çok da güzel düşünmüş. Aferin lan. Gözüme girdi."
"Eren! Yanlış taraftasın, haberin olsun. Destekleyip arkasında duracağın kişi ben olmalıyım."
"Gereksiz gurur yapma." Ona kızmaya başladığımı hissettim. Beni dinlemek yerine kendi fikirlerini söyleyip duruyordu. "Feyza, ciddiyim," dedi iki parmağının arasına burnumu sıkıştırarak. "Paramı kız arkadaşıma harcamak istiyorsam harcarım. Bana minnet duymasını ya da borçlu hissetmesini bekleyerek yapmam bunu. Onu mutlu etmek istediğim için yaparım. Şu hayatta seni daha çok mutlu edecek bir şey bulabilir mi o çocuk? Mutfakta zaten harikalar yaratıyordun, şimdi bambaşka bir seviyeye çıkacaksın. Ben bile heyecanlandım."
"Kabul etmem gerektiğini mi düşünüyorsun?"
"Kaydımı yapmış dedin. Tüh, nasıl üzüldüm. İptal de edilmez şimdi. Koskoca K&S sonuçta bu. Yok ben vazgeçtim diyebileceğin bir yer değil ki."
Her geçen gün, erkeklerin fazla düz mantık olduğunu düşünüyordum.
Hayatı kesinlikle aynı pencereden görmüyorduk.
Neden oraya gitmem gerektiğiyle ilgili bana bilmem kaç maddelik bir sunum yapmaya başladığında onunla konuşmanın bana fayda etmeyeceğini anladım. Doruk'la aynı şeyleri düşünüyor, neredeyse aynı cümlelerle bunu ifade ediyordu. Uzadıkça uzayan bu konuşmanın sonunu yeniden artan yoğunluğumuz getirdi. Tam bitirdik sanırken içeriye giren yeni müşteriye çevrildi gözlerim.
Hafif kambur duruşu boyunu olduğundan biraz daha kısa gösteriyordu. Aralarına grilerin karıştığı kahve saçları uzun süredir tıraş olmadığını belli eden bir şekle sahipti. Sakalları da bu manzarayı tamamlıyordu. Evsizden hallice bir tarza sahip bu adamın bakışlarıysa rahatsız edici bir keskinlikteydi. Ela gözlerini koyu kahve kirpikler örtüyordu.
Eren, gözlerini ona çevirdiğinde bakışlarına çöken huzursuzluğu fark ettim. Bu adamdan o da benim gibi anlık bir rahatsızlık duymuş olmalıydı. Kurduğu cümleyle birlikte bunun anlık bir rahatsızlık olmadığını anladım. "Yeni düzenli müşterimiz," diye fısıldadı kulağıma doğru. "Sert bir kahve alıp köşedeki masaya kuruluyor. Tek yaptığı bu. Dadandı birkaç gündür."
Siparişini almak için harekete geçtim. İnsanları giyim tarzına ya da dış görünüşüne göre yargılamak hiç benlik değildi fakat bu adamın öyle rahatsız edici bir yüz ifadesi vardı ki kendimi sebepsiz yere huzursuz hissetmeme neden olmuştu.
"Filtre kahve," dedi gözlerini tam olarak gözlerimin içine dikerek. "Az sütlü. Orta boy."
"Tabii," dedim. "Ödemenizi kartla mı yapacaksınız yoksa nakit mi? Bir de adınızı öğrenebilir miyim?"
"Nakit." Cebinden kahverengi deri bir cüzdan çıkardı. Parayı aldığı gibi yeniden bakışları bana kilitlendi. "Adım Burhan."
Para üstünü çevirip fişi kestim. Herkese yaptığım gibi onu da beklemesi için yönlendirdim fakat kasanın önünden bir adım bile hareket etmedi. Hâlâ bana bakıyordu.
Sezgilerim bana onun iyi biri olmadığını söylüyordu. Bunu nasıl tanımlayabileceğim hakkında bir fikrim yoktu ama onun yüzüne baktığımda içimi resmen kasvet sarıyordu. Saçtığı kötü enerji bulaşıcı olacak kadar yoğundu.
"Buyurun," dedi Eren, iki dakika sonra. Adam hiçbir şey demedi, kahvesini aldı ve köşedeki masaya kuruldu. Dakikalar geçti, müşteriler geldi gitti, bulaşıklar yıkandı bitti, masaların üzerleri silindi. O adam köşede, aynı şekilde oturmaya devam etti. Ara sıra başını telefonuna eğdi, bunun dışında pozisyonunu değiştirmedi.
Eren'in bedeni bir dağ gibi arkama gerildiğinde eli korumacı bir tavırla belimi bulmuştu. "Paranoya mı yapıyorum bilmiyorum ama ondan hiç hoşlanmıyorum."
"Ben de hoşlanmadım," dedim hemen.
Normalde müşterilerin nasıl arkasında durduğumu bilirdi fakat benden aldığı tepki de onunkine benzer olunca dökülmeye karar vermişti. "Onu birkaç kez sana bakarken yakaladım Feyza." Ben de bunu yaşamıştım. Normalden fazla göz göze gelmiştik. "Ve bu hiç hoşuma gitmedi. Sınırdayım. Tekrarı durumunda onu buradan göndermekten gocunmam."
Sırf sevmedik diye kimseye zararı olmayan, kendi halinde kahve içen bir adamı Visal'den kovacak halimiz yoktu. Neyse ki kendisi de yirmi dakikanın ardından bize iyi günler dileyip gitmişti.
Naz'ın içeri girmesiyle birlikte dikkatim dağıldı. Her zaman büyük çantalarla dolaşırdı ama bugünkü devasa acı kahve kol çantası bir başkaydı. Ona içinde hazine taşıyormuşçasına sarılmıştı.
Tezgahın arkasına yönelirken "Selamlar!" diye adeta cıvıldadı. "Nasılsınız? Bu suratsızın yanında seni görmeyi özlemişim. Sensiz hiç çekilmiyor burası bebek kızım."
Eren gözlerini devirirken ben gülümsedim. Kollarımı Naz'a sarmak için küçük ama hızlı adımlarla onun yanına vardım. Yürüyüş şeklim ona kahkaha attırdı. Naz'a sarılırken kocaman çantasına biraz yaslanmış oldum, bunu yaptığımda ise çantanın içinde bir şeyler hışırdadı.
"Yüz yüze konuşacağımız çok şey birikti," dedi. "K&S'ye ne zaman başlıyorsun? O zamana kadar seni darlamak için vaktim var, sonra çok meşgul bir kız olursun."
"Mayıs'ta," dedim. "Hiçbir şey kesin değil, öyle konuşma şimdiden."
"Valla kendin gitmezsen ben seni zorla içeri fırlatıp bu kızı sakın dışarı salmayın diye onlara maaşımı teklif ederim. Gerçi bu ay çok fazla çalışamadım burada. Maaş değil de maaşçık diyelim. Onlara maaşçık teklif ederim."
"Sıkışık mısın?" diye sordum yüksek bir sesle. Gerekli yere mesajın iletilip iletilmediğini durup bekledim ve Eren'in ilgisinin bize dönmesini keyifle izledim. "Yardım edebilirim," dedim. "Hemen gidip Doruk'tan borç alırım. Nasıl olsa para basıyor bu aralar. Salak çocuk. Bak yine sinirlendim."
"Yok be, iyiyim ben," dedi Naz. "Geçen gün yaptığımız kupon tuttu yine. Bu Eren'in hayatta becerebildiği iki şey var aşkım. Biri kahve yapmak, biri kupon yapmak. Hakkını yiyemeyeceğim."
"Ne?" dedi Eren.
"Kupon ve kahve," dedi Naz.
"Aşkım mı?"
"Feyza'ya dedim." Eren'in havaya kalkan kaşları bununla birlikte gözlerinin üstündeki yerine geri döndü. Kırışan alnı düzeldi. Naz çantasının kolunu kavrayıp mutfağa doğru girerken "Sana bir şey getirdim," dedi. Peşinden içeriye adımladığımda "Eren," diye seslendi hâlâ tezgâhta dikilen Eren'e. "Son cümle sanaydı."
"Ne?"
"Bu çocuk niye tekte anlamıyor?" diye sordu Naz.
"Erkek," diye cevap verdim duraksamadan.
Başını salladı. "Doğru." Çantasını mutfaktaki masanın üzerine bıraktı ve "Buraya gel," dedi. Bu düz komutu Eren'in de mutfağa girmesini sağlamıştı. Üzerindeki siyah önlükle birlikte pervaza yaslanan Eren bizimle harcayacak vakti yokmuş gibi orada dikilmeye başladı.
Bana güldüğü kadar Naz'a gülmüyordu. Naz bu konuda haklıydı. Eren ben yokken çekilmiyor olabilirdi. Naz içeri girdiğinde nedense o daha soğuk birine dönüşüyordu. "Söyle, ne var?"
Naz'ın yalnızca kırıldığı zamanlarda olduğu gibi dudağının kenarı büküldü. Sonra durup buruk bir gülümsemeyle Eren'e baktı. "Boş ver, bir şey yok."
"Bana bir şey getirdiğini söylemedin mi?" diye sordu Eren, içeri doğru bir adım atarak. Mutfak kapısını arkasından kapattığında Visal'le ilgilenecek kimse kalmamıştı ama o bunu yaptığına göre demek ki ilgilenilmesi gereken birileri de yoktu. "Ne getirdin?" Bu kez sesinde merak vardı ve bunu gizleyememişti.
Kafası karışan Naz, ne diyeceğini bir saniyeliğine bilemedi. Sonra çantasına uzandı ve içinden karton bir poşet çıkarttı. O, Eren'e dönerken ben sandalyeyi çekip oturdum ve ikisinin yüzündeki her bir mimiği dikkatle incelemeye başladım. "Senin bu," dedi. Eren anlam vermeye çalışarak gözlerini poşete diktiğinde şaşkınlıktan dilini yutmak üzereymiş gibi görünüyordu.
"Benim mi? Ne alaka?"
Naz neyse ki onun şaşırdığı için böyle bir tepki verdiğini biliyordu. "Bordo demiştim ama sonra kahve daha iyi olur diye düşündüm."
Eren'in hâlâ hiçbir fikri yoktu. Karton poşeti alıp elini içine soktu. Ardından avuçladığı şeyi dışarı çıkardığında acı kahve bir kumaş parçası aşağı doğru salındı. "Salak," dedi Naz. "Ütüledim ben onu, öyle tutulur mu?"
Altı aylık bir bebek, ilk kez gördüğü bir oyuncağa daha anlamlı bakışlar atardı. Eren'in sanki tüm algıları kapanmıştı. Naz utandığı için bir adım geriledi, sonra ağırlığını diğer ayağına verdi. Ellerini arkasında birleştirdiğinde sırıtmamaya çalışıyordum. Heyecanlanmıştı. Yüzünden belki anlaşılmıyordu ama Naz şu an aşırı heyecanlıydı.
"Gömlek bu." Eren'in kelimeleri yeni keşfediyor gibi bir hali vardı. "Bana gömlek mi aldın?"
Poşeti mutfak tezgâhına bırakıp gömleğin iki omzundan tutarak kumaşın rengiyle bire bir uyuşan kahve düğmelere sahip gömleği elinde incelemeye devam etti.
"Almadım," dedi Naz. "Ben diktim." Başını yere eğdi. Sonra yeniden kafasını kaldırdı. "Bana bir top kumaş almıştın ya geçen, barışalım diye." Duraksadı. "Yani, ben sana bir top kumaşa barışırız demiştim. Sen de ciddiye almıştın. Neyse, o kumaş işte. Değerlendiriyorum onu. Bu da değerlendirilmiş bir parçası."
"Sen diktin?"
"Evet."
"Siktir oradan," dedi Eren, yüzündeki büyük hayretle birlikte. "Sen bana oturup gömlek dikecek değilsin, anlamadığım bir şaka yapıyorsunuz bana ikiniz."
"Benim de şu an haberim oluyor," dedim.
Naz, "Sevmedin," dedi. Sesine bir hüzün bulaşmıştı. "Aslında sen sev diye dümdüz yapmıştım. Yani biliyorsun, ben moda tasarım okuyorum ve bir kumaşa dokunduğumda aklıma en az kırk kırk beş fikir geliyor ama bunu senin için yaptığımdan dümdüz çalıştım. Cep bile yapmadım. Sigara falan koymaya kalkarsın diye. Geçen içiyordun ya, umarım içmeye devam etmiyorsundur. Yani, öyle. Neyse."
Naz'ı ilk defa böyle görebiliyor olabilirdim. Özgüveni, kıskandığım özelliklerinden biriydi ama şu an bu mutfağın içinde sıfır özgüvenle, yalnızca onaylanma isteğiyle dikiliyordu.
"Bir saniye tut," dedi Eren, gömleği Naz'a doğru uzatarak. Naz bir anda ağlayacak sandım. Çok fazla kırılmıştı. Bunu saklamaya çalışıyordu. Beklediği tepki bu değildi.
Benim beklediğim şey de Eren'in ellerini bir anda önlüğünün belindeki iplerine götürmesi değildi. Hızlıca ipi çözdü. Parmakları boynuna gitti ve önlüğü başından çıkardı. Onu ikiye katlayıp sandalyeye doğru fırlattı. Ardından üstten başlayarak üzerindeki siyah gömleğin düğmelerini açmaya başladı. Naz'ın nefesindeki dalgalanma, duyabileceğim netlikteydi. Elindeki kahverengi gömlekle öylece dikilip "Ne yapıyorsun be?" diye sordu. Eren ona aldırış etmeden düğmeleri çözmeye devam etti.
Üzerindeki gömleği kollarından sıyırıp onu da sandalyeye fırlattı. Yarı çıplak kaldığında esmer tenini süsleyen dövmelerin tümü ortaya serilmişti. Yalnızca kollarını sarıyordu o karaltılar. Göğsü boştu.
Bir keresinde bana göğsüne ailesiyle ilgili bir dövme yaptırmak için orayı boş bıraktığını söylemişti. Ben de "Firuzan Hanım ve Taner'le ilgili ne gibi bir dövme yaptıracaksın ki?" diye sormuştum. Başını iki yana sallamış, "Öyle değil," demişti. "Kendi ailemle. Yani, böyle hissettiren birileri olursa. Belki ileride çoluk çocuğa karışırsam falan... Öyle işte."
"Ver," dedi Eren. Naz, gözlerini onun vücuduna dikmiş durumdaydı. İlk kez Eren'i bu şekilde görmüştü. Sanırım aklına kazınsın diye uğraşıyordu. Karşımda yaşanan sahne, kalbimi güm güm attırırken içime romantik komedi filmleri izlerken hissettiğim türden bir mutluluk doldu. Onların birbirlerini ne olarak gördüğü umurumda değildi. Benim onlara baktığımda görebildiğim tek şey aşktı.
"Gömleği ver, Naz." Naz'ın dalıp gitmesini haksız bulmuyordum. Eren'in bakılmaya değer olduğu kesindi. Benimki abimin yakışıklılığına hayran olmaktı, Naz'ınsa ona tam anlamıyla dibi düşmüştü.
"Al," dedi Naz, ona bir adım yaklaşıp gömleği uzatarak. Eren'in parmakları Naz'ınkilere değdi, gömleği onun ellerinin arasından aldı ve düğmelerini hızlıca açtı. Üzerine geçirirken Naz bir saniyeliğine bana dönmüş, bir cevap arar gibi gözlerimin içine bakmıştı. Soru neydi bilmiyordum. O da istediği cevabı benden alamamıştı. Sanki sadece destek aramıştı. Burada oturuyor olmam, ona gereken desteği sağlamış olmalıydı.
Eren gömleğin düğmelerini hızlı hızlı ilikledi. Ardından ellerini bir model edasıyla ceplerine sokup iki üç adım yürüdü. Sonra geri döndü. Bu bana babamı ve Fırat'ı koltuğa oturtup Ferda'yla aldıklarımızı göstermek için kendi çapımızda onlara yaptığımız defilelerimizi hatırlattı. Eren de bizim için bir defile yapmıştı. "Oldu mu?" diye sordu. "Düşündüğün gibi durdu mu üzerimde? El emeğinin hakkını verebilecek bir model miyim, Naz?"
Naz'ın ağzını açamayacağını anladığım için ona zaman kazandırmak isteyerek "Yuh," dedim ve güldüm. "Üzerine dikilmiş gibi resmen!"
Şakam Eren'i güldürdü. Naz'ınsa gözlerinin içinin gülmesine yol açtı. "Oldu," dedi Naz. "Düşündüğümden daha çok yakıştı sana." Tereddütle baktı Eren'e. "Sevdin mi peki?"
"Böyle bir şey beklemiyordum."
"Sana gömlek dikeceğimi söylemiştim. Böyle şeyleri öylesine söylemem."
Eren'in gözleri Naz'ınkilerle buluştuğunda ortamdaki kıvılcımı hisseden tek kişi ben olamazdım. Onları yalnız bırakmaya dair müthiş bir istekle doldum ama ikisini de tanıyordum. Ben bir anda buradan gidersem işler garipleşirdi. Aralarındaki bu büyüyü bozacak hiçbir şey yapmadım.
"Çok teşekkür ederim," dedi Eren. "Kendimi mahcup hissettim. Çok güzel olmuş. Söylemeseydin senin diktiğini asla anlamazdım. Söylediğinde bile anlamadım zaten. İdrak edemedim yani. Bayağı iyi, Naz. Çok beğendim."
"Gerçekten mi? Pot da durmadı hiç. Ben ortaya güzel bir şey çıktığını düşünüyorum ama sen böyle düşünmüyorsan söyleyebilirsin. Beğenmediysen giymek zorunda-"
"An itibariyle dolabımdaki en sevdiğim gömlek," dedi Eren, beni şaşırtarak. Naz onun odun tarafına aşinaydı ama Eren, kendisi için harcanan emeğin karşısında frenlere asılmaktan vazgeçmiş olmalıydı. "Naz Aslan imzalı bir parça taşıyor olduğum için onur duydum."
"Çok ünlü olduğumda açık arttırmada para edebilir." Naz, alaya vurmaya çalışıyordu. "Sakla bence de. Geleceğe yatırım yapmış olursun."
"Birilerinin bunu benden almak için herhangi bir fiyat biçebileceğini sanmıyorum," dedi Eren, sert bir sesle. "Deneyemezler bile."
Gömleğini sahiplenmişti.
Naz'ın diktiği gömleği böyle sahiplenen, kim bilir Naz'ı nasıl sahiplenirdi.
Naz utanıp gülümseyerek bakışlarını kaçırdı. "İyi model olurmuş bu arada senden," dedi. "İleride ek bir iş lazım olursa, kuponlarının hatırına beni arayabilirsin. Ne yapabileceğimize bir bakarız."
"Benimle ne yapabilirsin, Naz?" diye sordu Eren. Kafamda kuruyor olamazdım. Boğuk sesinde resmen benim boyumu bir hayli aşacak kadar ima vardı. Belki o imalar sarhoş Feza'nın boyunu aşmazdı, orasını bilemiyordum.
Adını bu şekilde duymak, Naz'a da bir şeyler hissettirmişti. O da bu serseri imayı seziyordu ama anlamıyor gibi yaptı. "Defilemde yürüyecek ikinci kişi olabilirsin," dedi Naz. "Feyza'dan sonra."
"Hım."
"Bu seni tatmin etmedi mi? Seninle başka ne yapayım istersin, Eren?"
Gözlerim yerinden çıkarcasına öne fırladı. Bu ikisinin arasında lisede görmediğim kadar çok kimya vardı. Etkileşimleri bir laboratuvar ortamında bile yaratılamazdı.
"Buna çok kolay alışırım," dedi Eren. "Benim için başka bir şey dikmek istersen, asla hayır demem."
"Sponsorum olduğun sürece adil sayılabilecek bir anlaşma bu."
"Tek bir sponsorun mu var?"
"Anlamadım?"
Neyini anlamadın Naz, demek istedim. Tek olup olmadığını öğrenmeye çalışıyor. Çocuk sana evinin modeli, gömleklerinin babası olayım mı diyor.
"Benden başka bir sponsorun var mı?"
"Ne yazık ki. Senin gibi maç sonucu tutturabileni her yerde bulamıyorum maalesef."
"İyi," dedi Eren. "Ben yeterim zaten."
"Öyle mi beyefendi?" diye sordu Naz. "Şu çocuğu postalamasaydın belki birisini daha bulmuş olurdum. Futboldan anlayan birine benziyordu ama onu eğitime bile sokmadan göndermeye karar verdin."
"Alaaddin'i mi diyorsun?" Bu geçenlerde görüştükleri adaydı. Naz'ın telefon numarasını almak istemesi onun en büyük hatası olmuştu. Keşke burada olsaydım ve Eren'in Naz'ı nasıl kıskandığını izleyebilseydim. "Sokturtmasın sihirli lambasına," dedi Eren. Herif yazı yazmayı bile doğru düzgün öğrenememiş. Müşterilerin adını çok çirkin yazıyordu."
"Ona bir şans vermedin, çocuk heyecanlıydı."
"Çocuk mu?" dedi Eren. "Küçülsün de cebime girsin. Koskoca adamdı. Çivi yazısıyla hayatta kalana dükkân emanet edemem, kusura bakmasın."
"İnsan yazısı çirkin diye kovulur mu ya?"
"Her boku sorarak yapıyordu."
"Hata yapmak istemiyordu. Deneme günündeydi, çok normal değil mi?"
"Siyah kalemi mi alayım mavi kalemi mi diye sordu sana ve bir süre sonra sen de rahatsız oldun bu saçma sapan sorulardan. Sırf bana inat yapacaksın diye onu savunmaya çalışıp durma. O burada vakit geçirmek isteyeceğin biri değildi. Eğer bir çalışan daha alırsam her zaman burada olmama gerek kalmaz, bu da o kişinin sizinle iyi anlaşabilecek olmasını gerektirir. Ben sadece işini yapıp gidecek birini aramıyorum. Aynı zamanda kızlarımın rahatını da göz önünde bulundurmak zorundayım adaylara bakarken."
Naz her geçen saniye ondan daha fazla etkileniyordu. Bu yüzden yapmaması gereken bir şeyi yaparak her şeyi mahvetti. "Bunu yapmaya kardeşinden başlasaydın keşke."
Mideme yumruk yemiş gibi hissettim. Az önce ikisi yalnız kalsın diye buradan gitmek istiyordum, şimdiyse kendim için buradan çıkıp gitmek istedim. Ben üzerine bastırmayı denerken birileri çıkıp yarayı kurcalıyordu. Kabuk bağlamayan yaramdan oluk oluk kan sızıyordu ve böyle anlar, nefes almama engel oluyordu.
"Sakın bunu yapma," dedi Eren, çelik gibi bir sesle. "Sakın onun yaptıklarıyla beni vurmaya çalışma. O şeref yoksunundan ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun. Onu asla affetmeyeceğimi de hiçbir suçum olmamasına rağmen sırf onun yüzünden kendimi affetmenin bir yolunu bulamadığımı da biliyorsun. Sana bunları paramparça bir halde gelip ben söyledim Naz. Beni, benim anlattıklarımla vurma."
Bu konuyu benim yanımda konuşmaları beni rahatsız etti. Ben onların yerinde olsaydım anında gözlerim oturduğum sandalyeye döner, olayı yaşayan kişinin önünde söylediklerim yüzünden pişman olurdum ama kendi dramalarına öyle odaklanmışlardı ki varlığımı unutmuş olmalılardı.
Elim boğazıma gittiğinde içimde yükselen asidi hissettim. Bu kez kusmamalıydım. Başımı tavana doğru çevirip engel olmayı denedim. Mide bulantımı bastırmanın bir yolu olmalıydı.
Yüzü gözlerimin önüne geldiğinde çığlık atma isteğiyle doldum. Gözlerimi kapattım. Kalbim korkuyla atmaya başladı. Birbirlerine bir şeyler daha söylediler ama onlarla ilgilenmedim. Kendimi burada bir figüran gibi hissettim. Sahnede yerim yoktu, silinmeliydim. Gitmeliydim.
Bunu sık sık yapmaya başlamıştım. Doruk'la da geçen gün tartışmamak için gitmek istemiştim. Halbuki ben kalırdım. Örneğin, Visal'de kalmaya devam ediyordum. O gün her şeye rağmen Doruk'la kalmaya da devam etmiştim. Hemen çekip gidememiştim.
Gitmem gerektiğinde gidemiyor, kalmamam gerektiğinde kalıyordum.
Benimle ilgili bir şeyler çok yanlıştı ve bunları nasıl düzeltebileceğimi bilmiyordum.
Sürüp giden konuşmalarında onun adının geçtiğini duyduğumda ayağa kalkıp "Ne yapıyorsunuz?" diye sordum. Kendimi hüsrana uğramış hissediyordum. "Gidip başka bir yerde istediğiniz kadar birbirinizi yiyebilirsiniz. Burada değil. Bu mutfakta o ismin geçmesini istemiyorum. Elimde çok az şey var. Bari mutfağım temiz kalsın."
İkisi de dehşet içinde bana döndüklerinde gözlerimde ne gördülerse bakışları pişmanlıkla çevrelendi. İki özür aldım aynı anda. Bu hissettiklerimi değiştirmedi. Sonraki iki dakika onların pişmanlıklarını ifade etmeleriyle geçti. Bunu bilerek yapmadıklarının farkındaydım ama bazen insanları çok fazla alttan aldığım için beni kolayca yok sayabildiklerini düşünmeye başlamıştım.
Devamlı olarak ses çıkaran biri olsaydım, bir köşede sessizce dursam bile ağırlığımı hissederlerdi. Halbuki ben birinin görüş alanından çıktığım an tamamen görünmez oluyordum.
Kötü hissedip durmaktan çok sıkılmıştım.
Mesai bitimine kalmadan Visal'den ayrıldım. Bunu sorun etmediler. Sadece çıkarken Naz, bana sımsıkı sarılmayı ihmal etmemişti. İkisine de kızgın değildim. Belki de ben abartıyordum. Belki verdiğim tepkiyle onları üzmüştüm. Bilmiyordum. Son zamanlarda gerçekten hiç iyi hissetmiyordum.
Durağa kadar yürüdüm ve bu sırada kalbimden geçen numarayı tuşladım. Karşı taraf telefonu açtığında "Ferdi," dedim otobüs durağında dikilmeye başlayarak. "Biraz görüşebilir miyiz müsaitsen? Seni çok özledim."
Dünyanın en güzel hislerinden biri, birisinin sizin için ne zaman ihtiyacınız olursa olsun vakit ayıracağını bilmekti. Ferdi bana daima bu güveni verirdi. Biz bir sene boyunca da konuşmasak aramızdaki mesafe her zaman bir alo kadardı.
Mahallemizdeki parkta buluştuğumuzda hava hafif rüzgârlıydı. Sokak lambaları yanmıştı. Park bomboştu, lise çıkışı ara sıra gelip oturduğumuz banksa bugün yine bize ev sahipliği yapıyordu. Ona sıkıca sarılıp "Nasılsın?" diye sordum nasıl olduğumu anlatmaya başlamadan önce.
"Özlemiş," dedi gülümseyerek. Elini uzatıp saçlarımı karıştırdı. "Sen nasılsın? İyi değilsin gibi."
"Bu sıralar hayatımla ne yapacağımı bilmiyorum," dedim dürüstçe. Gözlerimi ondan çekip salıncağa diktim. "Hiçbir şeye ayak uyduramıyor gibi hissediyorum Ferdi. O kadar bunalıyorum ki. Birkaç ay önce sanki her şey benim için daha kolaydı."
Bodoslama bir şekilde "Dorukhan'dan önce mi demek istiyorsun?" diye sorduğunda hızla başımı iki yana salladım.
"Tabii ki böyle demek istemiyorum. Ben Doruk'u çok seviyorum."
"Sana onu sevip sevmediğini sormadım," dedi. "Sana ondan önce hayatının daha kolay mı olduğunu düşünüyorsun diye sordum."
"Hayır. Onunla tanışmak, benim dönüm noktamdı. Bundan eminim."
Doruk hiç olmasaydı ben hep eksik kalırdım. Varlığını bilmediğim bir boşluğu kendisiyle öyle bir doldurmuştu ki her geçen gün onunla tamamlandığımı hissediyordum.
"O zaman," dedi içimi huzursuz edenin ne olduğunu bildiği için. "Buradan şu kursa da gitmeye karar verdiğin sonucunu mu çıkarmalıyım? Aranızda bir sorun yok yani, değil mi? Beni buraya çağırdığında ilk aklıma gelen sana ayrılık tesellisi verecek olmamdı."
Ona bir mesajla azıcık bahsettiğim akademi konusunu öyle doğru yerde açmıştı ki bunu detaylıca konuşmamız için onun da yüz yüze gelmemizi beklediğini anlamıştım.
"Onunla ayrılmadık," dedim. Ferdi farklıydı. Onun yanında içimden geçenleri söylerken tekrar tekrar düşünmem gerekmiyordu. Kendimi filtrelemeden konuşma şansını bana sunuyordu ve bakış açısını duymaya çok ihtiyacım vardı. "Ama bu benim için gerçekten büyük bir sınırdı, Ferdi. Doruk'u bu şekilde kullanıyormuşum gibi olmuyor mu sence de? O her ne kadar olaya böyle yaklaşmasa da, bunu yapan sen olsaydın senin de benim için böyle bir şey yapmanı kabul edemezdim. Bence bu, onun gördüğünden çok daha hassas bir mevzu. İçime sinmiyor olması normal değil mi?"
Lütfen beni anla, demek istedim. Bari sen anla. Lütfen Ferdi.
"Sana bir şey diyeyim mi," dedi Ferdi. "Ama beni yanlış anlamanı gerçekten istemiyorum."
"Söyle."
"Birisi için böyle bir şeyi yapardım ama birisinin benim için böyle bir şey yapmasını ben de asla istemezdim. Öğrendiğin ilk anı düşünüyorum da... Bilmiyorum, yerinde olsaydım konuyu ayrılığa bile getirebilirdim sanırım ben. Bana sorulmadan bu kadar büyük bir karar verilmesini hiç hoş karşılamazdım. Sen ona göre hareket etmek için çabalıyorsun, bunu biliyorum. O da seni tanımak için çaba sarf etmişse, buna tepki göstereceğini önceden biliyor olmalıydı."
"Biliyordu zaten."
"Yine de yaptı?"
"Yine de yaptı." Başımı yavaşça salladım. "Ve o kadar arkasında ki yaptığının... Biraz bile pişman değil. Cümleleri beni çok etkiliyor, Ferdi. Onun açısından yaklaştığımda onu gerçekten anlayabiliyorum."
"Ama bu senin hayatın," dedi Ferdi. "Dünya hassas kalpliler için cehennemdir sözünün capcanlı örneğisin. Herkesi anlamaya çalışıyor, seni ilgilendiren bir olayı senden başka herkesin gözüyle değerlendiriyorsun. Bunu yaparken kendi duygularını yok saydığını ya hiç fark etmiyorsun ya da fark ettiğinde her şey için çok geç oluyor."
Gözlerim doldu. "Öyle yapıyorum değil mi?"
"Öyle yapıyorsun," dediğinde omzuna yaslandım gözlerimin dolduğunu görmemesi için. "Bir şey soracağım," dedi. "Dürüst ol. Annem babam ne der, elalem ne düşünür, bunu kabul etmem beni insanların gözünde hangi konuma koyar... Bunları kenara bırakıp cevapla. Oraya gitmek istiyor musun?"
"Ne istediğimi bilmiyorum."
Bana inanmadı. "Hep biliyordun, Feyza," dedi aksini kabul etmeyecek kadar net bir sesle. "Sadece kabul etmen, yaklaşık bir seneni aldı."
"Ben dilciydim," dedim. "Pastacı değil. Geçen sene aklımda böyle bir düşünce yoktu."
"Yoktu çünkü dilciydin," dedi. "Yoktu çünkü önündeki seçenekler mütercim tercümanlık, İngilizce öğretmenliği gibi şeylerdi ve hayatına bu şekilde devam etmek istemediğini biliyordun. Kararının da sonuna kadar arkasında durmuştun, kimse seni döndürememişti üniversite okumamama fikrinden. Feyza, içten içe bir gün yolunun buraya düşeceğini biliyordun bence sen. Maddiyat yüzünden uzak duruyordun sadece."
Doğruları duymak için bazen sizi yakından tanıyan birine ihtiyaç duyuyordunuz. İnsan kendisine arkadaşlarının ona söyleyebileceği her şeyi söyleyemiyordu. Bazen bir başkası tarafından bir tokata ihtiyacınız oluyordu ve o tokata kendiniz gidip başınızı uzatıyordunuz. Benim bu gece Ferdi'yi aramam tam da bu yüzdendi.
"Sen evin en büyük kızısın," dediğinde kalbim sıkışır gibi oldu. "Babandan böyle bir parayı isteyemeyecek ve bunu ona söyleyemeyecek kadar gururlusun. Çünkü evin durumunu herkesten daha iyi biliyorsun. Orta halli bir ailenin böyle bir parayı öylece çıkarıp ortaya koyamayacağının farkındaydın. Bu yüzden kendini aslında bunu istemediğine inandırdın."
"Asla isteyemezdim." İçimdeki duygular giderek yoğunlaşıyordu. "Asla."
"Dorukhan senin için bunu karşılamaya gönüllü ama," dedi. "Belki de hayat, sadece bu yüzden bile sizi bir araya getirmiş olabilir. Uçuk kaçık biri olduğumu düşünebilirsin ama ben böyle şeylere inanırım Feyza. Belki de bu yol, istemediğin bir şekilde önüne sunulmuş olsa da senin kaderindir. Belki yürüyüp yürümemeyi bu kadar düşünmek yerine sadece bir adım atman gereklidir."
"Ödeyeceğim," dedim. "Ancak ben ödersem kabul edebilirim."
Aynı şeyi tekrarlayıp durma sebebimi Ferdi çok iyi anlamıştı. Gururuma yediremiyordum. O benim erkek arkadaşımdı. İlişkimizde yersiz gurur yapmalara gerek yoktu ama bu yersiz bir gurur değildi. Bunlar sadece benim hislerimdi.
"Ödersin," dedi. "Zamanla. Hem Feyza, ileriye bir baksana. Bir kez olsun kur şu hayali. Bilmem kaç yıldızlı restoranda şef olarak çalıştığını düşün. Bu ilişki ikiniz için de gelip geçici bir heves değil belli ki. İleride senin bunu kolaylıkla karşılayacağın bir sürü an sizi bekliyor olabilir. Ne bileyim, düğün masraflarını da sen üstlenirsin mesela ya da günün birinde onun için çok istediği bir şeyi gerçekleştirirsin. Sen de önünüzde uzun yıllar olduğunu düşünmüyor musun?"
Bu sorusu bana on beş yıl oyunumuzu hatırlattı. On beş sene sonra da Doruk yanında benim olacağımdan bahsetmişti. Bir kere kol saati bendeydi. Her türlü görüşmemiz gerekecekti. Bizi birbirimize bağlayan bir bahanemiz vardı.
"Biliyor musun," dedim. "Hiç bunu karşılayacak kadar para kazanacağım zamanları düşünmemiştim."
"Çünkü özgüvenin sıfırın altında," dediğinde kaşlarım hızla çatıldı. Bu net cümle canımı yaktı. Ferdi de ifade ediş şeklinin doğru olmadığını anladı ve hızlıca "Özür dilerim," dedi. "Seni kırmak istemediğimi biliyorsun."
"Ama kırıldım," dedim.
"Evet," dedi o da. "Bunlar yaşanır. Her türlü ilişkide, isteyerek ya da istemeyerek bir taraf diğer tarafı kırabilir. Her zaman doğru sözcükler ağzımızdan doğru sıralamayla çıkacak diye bir şey yok. Özür dilersem geçer mi?"
"İki lafa çok kolay tav olurum Ferdi."
"Peki Doruk özür dileseydi geçer miydi?"
Donup kaldım.
Galiba geçerdi. Bu farkındalık kalbimin daha fazla sıkışmasına neden oldu. O hiç hata yapmamış gibi davranmış, kararının sürekli arkasında durmuştu. Onun yerinde ben olsaydım, geçtiğim sınır için özür dileyerek bile konuşmaya başlayabilirdim.
İnsanları böyle suçlamamın nedeni, benim gibi düşünmemeleri miydi?
Ama o ve bendik. Çok zıttık, çok farklıydık. Farklı koşullarda büyümüş, farklı şeyler öğrenmiştik. Bunun farkındaydım. Anlayışlı olmaya da çalışıyordum.
Kapana kısılmıştım.
Hiçbir yere varamıyordum.
Belki de bir yerlere varmak için bir kez olsun düşünmeden adım atmam gerekliydi.
O adımı atacaktım.
"Onunla sakin kafayla da konuşmalısın," dedi Ferdi, düşünceler denizimden beni çekip çıkararak. "Bu iki tarafın da kızdığı bir konuşma olabilir, birbirinizi yiyebilirsiniz ama bence o çocuk, bir şansı hak ediyor."
"Ama o konuştuğu zaman beni hemen ikna ediyor."
Bunun nesinin sorun olduğunu anlayamadı. "E ne güzel işte?"
"Güzel mi?"
"Kartlarını sana açık oynuyor mu?" diye sordu. "Yani Feyza, demeyeyim diyorum ama böyle şeyleri bir noktada kabul etmen gerekebilir."
"Nasıl yani?"
"Kızım, çocuk Efes'te oynuyor. Boru değil yani. Euroleague maçlarına çıkıyor. Yeri geliyor bizim ligde takımını sırtlanıyor. Bir basketbolcuyla sevgilisin. Bunun yüzünden bazı sınırlarını esnetmeyi düşünebilirsin. İleride ikiniz için de kolaylık sağlar bu. Kendinden taviz ver demiyorum, çocuğun parasını ye de demiyorum. Ben yemin ederim seni çok iyi anlıyorum. Sadece diyorum ki bir dahaki sefere ona fikrini almasını söyle. Ama bir dahaki sefere, kendinin de onun ettiği teklifi etraflıca düşüneceğinden emin ol."
Bu konuşma, yüreğimin ferahlaması için çok gerekliydi. Birilerine danışmaktan gocunmayışımı seviyordum. Konuştukça rahatlıyordum, bunu inkâr edemezdim. Benim terapim konuşmaktan geçiyordu. Bir tek bu şekilde aklımı toparlayabilecek gibi hissediyordum. İçime attığım meseleler sonumsa, konuştuklarım sonlananlarımdı.
"Seni sevdiğimi biliyorsun, değil mi?" diye sordum. "Seninle aynı sırada bir kez daha oturabilmek için birçok şeyden vazgeçerdim Ferdi."
"Biliyor musun, ben de," dedi başını başımın üzerine yaslayarak. İkimiz de başımızı gökyüzüne çevirdik. "Hayat lisedeyken çok zor sanıyordum, sadece bir sene geçti Feyza ama hayat bugünlerde çok daha zor. İlk mevzuya dönecek olursak, büyüdükçe işlerin zorlaştığı konusuna ben de katılıyorum sanırım."
"Birlikte çözeriz yine de, değil mi?" diye sordum. "Dün ergenlik sorunlarımız vardı, yarın yetişkinlik sorunlarımız olur ama yine de birlikte hallederiz değil mi?"
"Sen benim kız kardeşimsin," dedi Ferdi içimi ısıtan sıcacık sesiyle. "Sana her şeyimi anlatabileceğimi bilirsin, bana her şeyini anlatabileceğini bilirim. Aynı kıytırık sırayı paylaşmak, bazen iki insanı sonsuza dek dost kılar."
Dudaklarımı büzüp yüzüne ağlayacak gibi baktığımda somurtup yüzünü buruşturdu. Sonra birlikte gülmeye başladık.
Artık kötü hissetmiyordum.
Artık her şey toparlanabilecekmiş gibi bir his vardı içimde.
🏀🧁🏀
Birtakım kararlar alındı. Sonuçları ne olacak, bekliyoruz.
Nasılsınız? Favori bir sahneniz, bir repliğiniz var mı?
Gece bütün yorumlarınızı ve #DörtÇeyrek etiketinin altındaki tweetlerinizi okuyor olacağım. En sevdiğim en sevdiğim.
Yeniden görüşene dek hoşça kalın. Ödevimi yetiştirmem gerek. O yüzden koşarak kaçıyorum. Teşekkürler ve tatlı günler!
Instagram, twitter:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
Bana da ferdi gibi bir dost lazım en acilinden
YanıtlaSilbende vardı ama yokmuş ben kendimi kandırmışım
SilÇok güzel bir bölümdü. Bana çok hızlı bitti gibi geldi belki kısaydı belki ben Doruk ‘un bir yerlerden çıkmasını bekledim belki de dört çeyreği çok özlemiştim bilmiyorum 😅💕Bu arada kafeye gelen ürkütücü adam bence Doruk ‘un babası. Öyle tahmin ettim
YanıtlaSilbende öyle düşünüyorum
Silbence şu tanerin arkadaşlarından biri
SilDoruksuz bir bölümün üzüntüsü vardı ama naz ve eren fav ship benim için
YanıtlaSileren naz best ya onları okumak benim enerjimi arttırıyor
YanıtlaSilBenim niye ferdi gibi bir dostum yok ki
YanıtlaSilbölümdeki arkadaşlık ilişkilerine bayılıyorum özenilecek cinsteler ama ben doruğu özledimmm
YanıtlaSilFerdi o kadar güzel bir insansın ki.. 🩵
YanıtlaSilBölüm guzeldi ama her satırda doruk çıkacak diye bekledim…aglamak
YanıtlaSilBurhan da bir olaylar var gibi
YanıtlaSilbayıldım ya valla azra abla her erkek karakterine ayrı aşığım ferdi si dorugu hatta arası bitmiyolar valla
YanıtlaSilişin daha güzel yanı arkadaşlıkları da aşkları kadar güzel kitapp karakterlerinin .
bayıldım şu bölüme , doruk u özledik ama diğer bölüm bol bol doruk isterim
Bir sırayı paylaşmak bazen gerçekten ömürlük dost kazandırır Ferdi ve feza bu bölüm lise dostunun sıcaklığını sonuna kadar hissettirdi. Nazla eren hep tansiyonu yüksek bir çift olucak sanırım iyi bir şey yaparken bile heycandwn şaşırıyorlar dorukhanı göremediğimiz bir bölüm oldu özledim yaaa. Birde bir tek ben mi böyle düşünüyorum bilmiyorum ama kafeye gelen adamın dorukhanın babası olduğunu düşünüyorum inş başımıza iş açmaz
YanıtlaSilAaa bir de derin feza ikilisini unutmuşum arasla dorukhanın arası bu ikiliyle mi ısınıcak acaba ben ikisininden çok iyi arkadaş olur vibe alıyorum çünkü
SilDevin aras
SilFeza doruk
4 date istiyorum yazar haberin olsun sjdjjxjsjs
naz eren çiftimi neden dışladınız
SilAy unutmuşum 6 lı date istiyoruz (tüm okurlar toplandık)
SilFeza Doruk
Naz Eren
Devin Aras
Yazar hanım haberiniz olsun bu bir tehdit mesajıdır
Birde ferdi kuşuma da birini ayarlayabilirsin o yalnız kalmasın
SilTamam 8 li date istiyorum son kararım yazar hanım
Sil8li li date absbnsghshzhshsnsnanan
SilYine şahane bir bölüm yine heyecanla okudum. Bu bölüm bana hayatımla ilgili birçok şeyi gözden geçirmemi sağladı. Ve bence Burhan, K&S de çalışıyor ve Feza'yı çalıştığı yerde görmek istedi.
YanıtlaSilBölüm Doruksuz olduğu için sevineceğim aklıma gelmezdi hiç. Bu bölüm Visale gelsin hiç istemezdim
YanıtlaSilDevinle tanışsaydık bölümde daha çok geçseydi, böyle bir şey olacak mı acaba
YanıtlaSilHani Dorukkk???😢😢
YanıtlaSilBugün bölüm var mı
YanıtlaSilBen bilmiyorum ama sanırım çok feza gibi hissediyorum. Ama özellikle konuşacak kimsem olmadığı için. Ne istediğimi bilmiyorum ve bunu konuşabilecek bir dostum yok mesela. Ya da benim için bazı basit engelleri kaldıracak bir sevgilim yok. Bana beni önemseyen kimse yokmuş gibi geliyor. Yani kendi kendimi herkesten çok önemsiyorum zaten hani sorun o değil ama bazen, bazı gecelerde insan iyi geceler dileyebilecegi birilerini arıyor. Ve böyle zamanlarda çok daha yalnız ve yetersiz hissediyorum. Ve feza doruk hakkinda yetersiz hissettiğinde o cümleleri kendime ait gibi görüyorum. Yuvam olan kitap bazen beni çok yaralayabiliyor.
YanıtlaSil