55. "Geri Sayım"
Bölüm şarkıları:
Labrinth & Zendaya, All For Us
Billie Eilish, Everything I Wanted
Taylor Swift, Blank Space
The Constellations, Perfect Day
🌟
Geceye karışıp göğe yükselen duman
Geri dönmeyecek yıldızları sarmadan
•⚓•
Analizciler üzerlerindeki ölü toprağını atmak için çatı katındalardı.
Aklımın içinde ne varsa susturmuş, tüm düşüncelerimi ve hayatımın diğer meselelerini kapının dışında bırakmıştım. Görkem ve ben karşımızdaki yüzlere tek tek bakarken soru işaretleriyle doluyduk ama sessiz kalıyor, önce kimin söze gireceğini merakla bekliyorduk. Bir şeyler başardıkları zaman ortaya çıkan gülümsemelerini izledim. Kaya, Arda ve Can... Bu gece üçü de birbirlerinden keyifli görünüyordu.
"Huzur," dedi Arda. Gecenin ışıkları tavan aramızın penceresinden üzerimize vuruyorken hafif soğuk havanın ve nostaljik kokan bu odanın içinde hepimiz huzurlu hissediyorduk. Damarlarım adrenalinle kasılıyor, büyük bir şeylerin geleceğini söylüyordu ama panik dolu değildim. Onlara duyduğum güven beni rahatıyordu. "Üzerimde tuhaf bir dinginlik ve yüreğimde bolca hayranlık var bu gece."
"Arda'nın edebiyatını balla böleceğim ama..." diye araya girdi Görkem. "Mahşer biseksüel cümlesinin sizi neden bu kadar keyiflendirdiğini anlatmayı düşünüyor musunuz? Ne buldunuz, nereden buldunuz ve kaynağımız kim? Detaylı özet istiyorum."
"En son Nedim'in babası Fazıl Beyhanlı'nın sorgusuna gidecekti Can Hande'yle. Bugün benim için uzun bir gündü. Başka şeyler olduysa bilmiyorum, hadi beni aydınlatın."
"Bekle," dedi Can bana. "Bu gece ışık saçacağım."
Onun bu özgüveni Görkem'i hem şaşırttı hem de gülümsetti. Ben ise "Sabredemeyeceğim," dedim. "Fazıl'la konuşup Hermes'in biseksüel olduğu sonucuna nasıl vardın?"
Keyifle güldü Arda. "Tanıştırayım, Can Günay."
Görkem'den "Sendeyiz," komutunu duyan Can sandalyesinde geriye yaslandı. Deri kapaklı defteri masanın sağında duruyordu ama bize anlatacaklarına oradan bakmaya ihtiyacı yoktu. Sanırım o defter, biz gelmeden önce Can kafasını netleştirmeyi denerken ona yeterince yardımcı olmuştu.
"Mahşer, Hermes," dedi Can boğazını temizledikten sonra. "Fakat bu, Kaya'nın konusu. Ben size bunu bulmamıza giden yoldan bahsedeceğim. Hande ve ben senin de söylediğin gibi bugün Fazıl'ın yanındaydık. Hande onunla konuşmamın kolay olmayacağı ve bu işi onsuz yapamayacağım konusunda ısrarcıydı. Niyeti yardımcı olmaktı, bunu anlıyorum ve ona çok da saygı duyuyorum. Lütfen söyleyeceklerimi yanlış anlama Asya, onun senin arkadaşın olduğunu ve çok yetenekli olduğunu biliyorum ama ortada bir sorgu varsa ve alınması gereken cevaplar söz konusuysa oyunun kurallarını belirleyecek kişi benimdir. Bugün de öyle oldu."
"Façan yanıyor Can," dedim keyifle. "Anlat bakalım belirlediğin kuralları."
"Nedim, içeriden Piramit avukatları tarafından çıkarılmıştı ama Fazıl için kimse çabalamadı." Can, parmak basmayı denediği konuyu hepimizin anladığından emin olunca devam etti. "Tutuklu olduğu cezaevinde gidip gördük onu. Hande bir konuda haklıydı, Fazıl'ın ilgisi hep onun üzerindeydi fakat anlamadığı bir şey vardı. Bu ilgi, yalnızca rollenme içerikliydi. Hande'ye abartılı şekilde asılıp duruyordu. Cümlelerinin tümü, kendinize ait olmayan bedendeki bir kıyafeti denediğinizde olacağı gibi onun da üzerine bir türlü oturmuyordu. Kasıntı duruyordu."
"Ve? dedi Görkem can alıcı noktada olduğumuzu anlayarak.
"O adam, bir şeyleri bastırmayı deniyormuşçasına aşırı bir çabayla Hande'ye yürüyordu. Yani heteroseksüelliğini ispat etmeye çalışıyordu. Bu da bastırılmış duygularının kendi cinsiyetinden insanlara yönelik olabileceğini düşünmeme yol açtı. Böylece Fazıl kendini Piramit hakkında sorgulanmaya hazırlamışken birden bambaşka bir senaryonun içinde bulmuş oldu."
Can'ı merakla dinlerken nefesimi tuttuğumu fark edip kendi kendime güldüm. Can bana döndü, neye güldüğümü anlamaya çalıştı. Ben de onu onun muhteşem olduğunu düşündüğümü anlatacak bir baş sallamayla cevapladım. Gülümsedi. "Öyleyimdir."
Bugün mütevazılıkta üzerine yoktu.
"Hande'nin yanımdan ayrılmasını istedikten sonra asıl sorgum başladı. Böyle bir yöneliminin olduğunu o içerideyken kabul etmesi mümkün değildi. Ben söylediğimde de kabul etmedi zaten. Ben de hemşirelik yapmaya başladım. Yani, hassas damarları ortaya çıksın diye doğru noktalara bastım parmaklarımı. Böyle düşünebilirsiniz. Nedim'in peşinden avukat yollanırken Fazıl'ın yalnız bırakılışının nedeninin bu olduğunu düşündüğümü söylediğimde yüz ifadesi kasıldı. Hermes'in babasının bu konuda bir kırmızı çizgisi olduğunu düşündüm. Etrafa saçılan ipleri birbirine bağladığımda da Hermes'in o kırmızı çizginin sınırında dikildiği sonucuna vardım. Bu parça bulmacanın eksik kısmı gibi. Oraya koyuyorsun ve her şey daha mantıklı bir hal alıyor."
"Yani bir ayağı çukurdaki Fazıl zamanında çocuk yapmış ama şu an geymiş, Altair homofobiğin tekiymiş ve Hermes de biseksüelmiş öyle mi?" Elindeki parçaları arka arkaya dizen Görkem, bulmacanın eksik kısmını bulmaktan ziyade daha karmaşık bir denklemle karşılaşmış gibiydi. "Kimin hangi yönelime sahip olduğunun peşine neden düştüğümüz konusunda beni aydınlat."
"Görkem, çok barizdi. Bunu şimdiye dek çoktan anlamam gerekirdi. Son videoda şüphelenmiştim fakat bana bir kanıt lazımdı."
Kanımın donduğunu hissettim çünkü söyleyeceği şeyi tahmin etmiştim. Can haklıydı. Elimize geçen bu yeni fikir, gerçekten de taşları cuk diye yerine oturtuyordu. "Barbaros," adı döküldü dudaklarımdan şok içinde.
"Barbaros," dedi Can. Görkem'in yanımda kaskatı kesildiğini hissedebiliyordum. "Otele göreve gittiğiniz gün ona verdiği oda kendi odasının hemen yanındakiydi. Ros'un zarar görüp buraya geldiği gün bize ne söylediğini hatırlayın. Hermes'in sağ kolu olmam birilerini rahatsız ettiği için bu dayağı yedim, Hermes de benim için birinin kafasına sıktı demişti. Sonrasında Ros'a kendine koruma tutmasını bile önermişti Hermes. Zaten bu iş için Barış'ı düşünmüştük biz de."
Çenem yere düşmek üzereyken Kaya ve Arda'nın da bunları bizimle birlikte ilk kez dinlediğini anladım. Can ortaya attığı fikrinin arkasını ilk kez dolduruyordu ve koyduğu her taşta teorisini daha da sağlamlaştırıyordu.
"Esir alındığımız gün Ros'un olaya dahil oluşuyla hepimizi bırakıp ona güvenmişti Hermes. Ros polisler geliyor demişti, Hermes inanmıştı. Tüm bunların ardında bastırılan duyguları vardı belki de. Beni asıl şüpheye sürükleyen, Görkem'in bize izlettiği son videoydu. Ros'a ait yatak odasında ikisi karşılıklı koltuklara oturmuş konuşuyorlardı. Hermes onunla konuşmak için onu kendi odasına çağırmamıştı, Ros'un ayağına gitmişti ve üstelik fazla rahattı. Dışarıdaki o ölüm makinesi ya da babasının uşağı gibi değildi. Ros'la aralarındaki ilişki iş veren ve işçi gibi miydi? Görkem'in oteli gözetlediğini öğrendikten sonra kameralara da eriştiğini sanıp korkudan ölürken bile Ros'u geride bırakmadı. Toparlanman için beş dakikan var, buradan gidiyoruz dedi ona. Kendi canını önemsediği kadar Ros'unkini de önemsiyordu."
"Sen..." dedi Arda, gözleri şokun etkisiyle kocaman olmuşken. "Sen, Can... Sen!"
"Hermes'in yanına sızdırdığımız ajanımıza karşı duyguları olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu Kaya. Soğukkanlı görünümünden eser yoktu. Arka arkaya öğrendiklerini sindirmeyi deniyordu.
"Hassiktir," dedi Görkem. "Hayır."
"Bir düşün," dedi Can. "Bir düşün. Her şey kulağa bu şekilde çok daha mantıklı gelmiyor mu?"
"Hermes daha önce Selma'yla yattı," dedim. Neyi kanıtlamaya çalıştığımı bilmesem de telaşlı çıkmıştı sesim. "Görkem'le o otel görevine gittiğimizde... Söylemiştim, hatırlıyor musun? Kesinlikle o ikisinin arasında bir şeyler yaşanmış olmalı."
"Olmadığını söylemiyorum," dedi Can. "Piramit'te yükselebilmek için her şeyi göze almış, hırslı bir kadınla babası yüzünden duygularını hiçbir zaman istediği şekilde yaşayamayan Hermes'i koy yan yana. Bu diğerlerine karşı verdikleri bir sus payı bile olabilir. Hermes, kendi yönelimini babasına asla kabul ettiremediği için aksi şekilde davranmak zorunda kalmış olabilir. Bunu da Selma gibi biriyle yatarak pek tabii herkese kanıtlayabilirdi."
"Amına koyayım bu adam çok zekice şeyler söylüyor," dedi Arda. "Ona son zamanlarda sinirli olduğum için karşıt fikir sunayım falan istiyorum ama az önce küçük dilimi yuttum galiba."
"Yağmur," dedi Görkem. "Hermes, Yağmur'la dans etmişti. Dışarıdan hiçbir şey hissetmiyormuş gibi görünmüyordu. Biseksüel olması fikri, gey olması fikrinden daha çok aklıma yatıyor."
"Yağmur değildi." Can'ın yüzünde durgun bir ifade belirdi. Bir ikilem yaşadı, ardından gözlerini Görkem'e çevirdi. "Bence sendin," dediğinde kaşlarım havaya kalktı. "Zeki olduğunu hiçbir zaman inkâr etmedi. Görkem, baktığım yerden bak. Onu etkiliyordun. Bir şekilde sana takıntılıydı. Bu başından beri barizdi, her adımda biraz daha belirginleşti. Bunun adının aşk olduğunu söylemiyorum bak. Bu, tamamen bastırılmış duyguların üzerine öfkenin ekilmesi. O adam sana karşı hep aşırı öfkeliydi. Seninle olan meselesini bu kadar kişiselleştirmesinin altında böyle bir sebep yatıyor olabilir diyorum."
"İyice saçmalamaya başladın." Görkem kendi ağzından çıkanlara inanmamıştı, bu belliydi. Can size öyle bir pencere sunuyordu ki o dışarıya ne çizmişse yalnızca onu görebiliyordunuz. Gözleri gözleriniz oluyordu. Eğer sizi aklının içine sokmaya karar verirse onun düşüncelerinden başka hiçbir şey düşünemiyordunuz.
"Milat bana, Mahşer sana takıntılı. Belalı ikizlerin şahsi meseleleriyiz Görkem."
Milat'tan en çok Can, Mahşer'den en çok Görkem zarar görmüştü. Başından beri oyun aynı taşların etrafında dönüyordu. Aynı döngüde ilerliyor, masada deprem oluncaya dek akıl oyunları devam ediyor fakat taşlar dökülünce bir süreliğine duraksıyordu. İlk kim taşlarını yeniden dizebilirse sonraki hamleyi o yapıyordu.
"Adına nasıl ulaştınız?" diye sordum. Ortamda mantık çerçevesinde bir cümle kurabilecek tek kişiydim o an. Herkes başka bir köşeye odaklanmış, ölüm sessizliği etrafımızı bürümüştü.
"Alfonso," dedi Can. "Biliyorsunuz, Vega onun canını önemsediği için farkında olmadan Alfonso'yu ölümün kıyısından almıştık. Bu konuyu derinlemesine inceleme fırsatım bir türlü olmamıştı. Fazıl'ın yanından ayrıldıktan sonra onu görmeye gittim. Diğer elimize geçen Piramit üyelerine göre onun konumu daha üstteydi, yaşı daha büyüktü ve Altair'e de ikizlere de daha yakındı. Kendisine edilen ihaneti sindiremez durumdaydı son bıraktığımda. Bir adım ileri gidememiş. Bana Vega'yı bir keresinde babasının şiddetinden koruduğunu itiraf etti. Vega'nın ona bu yüzden minnet borcu varmış yani. Bu arada herife yarı Almanca yarı Türkçe sorgu yapmaya çalıştığımız için bayağı komiktik, oralara girmiyorum karizmam çizilmesin diye. Hermes'in yönelimini dümdüz ona sorduğumda o kadar şaşırdı ki bunu biliyor olduğuma, emin olmasam bile artık kesinlikle emindim. Biraz daha sıkıştırma sonucunda Vega'nın İspanya'da kaldığı döneme odaklanmam gerektiğini anladım. Hermes'in İspanya'ya giriş yasağı varmış. Yani, resmi bir yasak değil ama birkaç sene önce babası tarafından konulmuş bir şeymiş. Odağımızı bunun sebebine kaydırdık."
Ne Görkem ne de ben araya girmiyor, sessizce varacakları yerleri bekliyorduk. "Bu da bizi Marco'ya götürdü," dedi Kaya. "Milat'ın Erasmus sürecindeki ev arkadaşı ve aynı zamanda okuldan da arkadaşıymış Marco. İkisi, Mahşer Kaman adına kayıtlı bir evde ikâmet etmişler."
"Bunlara nasıl ulaştın?" Görkem bu soruyu sormazdı, merak ediyora da benzemiyordu zaten. Eline geçen bilgilerle ilgileniyordu. Bu yüzden sorgulama işi bana kalmıştı.
"Üzerinden uzun zaman geçtiği için çok kolay olmadı aslında. Bizim altın günü hackerlerinden bir başkasıyla iletişime geçtim. Kendisi LOPD'nin açıklarını bulmada ve İspanya'da işlerin nasıl yürüdüğü konusunda benden daha bilgiliydi. Birlikte bir şeyler çıkardık ortaya." Kimsenin söylediğini anlamadığını fark ettiğinde daha açıklayıcı olmak istedi Kaya. "LOPD, İspanya'nın kişisel veri koruma kanunu. Bizdeki KVKK gibi işte."
"Yani Hermes, Vega'nın ev arkadaşıyla bir süre takılmış mı?"
"Elimizdekiler bunu gösteriyor. Bu bir süre, Altair'in olayı çakmasıyla sona ermiş olabilir. Sonrasında Hermes'e gelen İspanya'ya giriş yasağının sebebi de bu olabilir. Can bu konuyu Vega'dan öğrenebileceğini düşünüyor."
"Marco'yu bulmamız gerekir mi?" Görkem'in kafasından hızla akıp geçenleri yakalamak mümkün değildi. Bu yüzden sessiz kalıp onun düşünmesine izin verdik. "Açıkçası," diye söze başladığında dikkatle ona bakıyorduk. O ise masadan aldığı bir kalemi parmaklarının arasında çevirmeye başlamıştı. "Bunu istemiyorum," dedi. "Bu bizim alanımızın dışındaymış gibi geliyor. Seneler öncesindeki gönül ilişkisi bizi alakadar etmeli mi?"
"Şu açıdan etmeli," dedi Can. "Marco'yu kenara bırak. Günümüze odaklanalım. Barbaros, eğer düşündüğümüz konumdaysa Barış'ı yanına yerleştirmekten emin miyiz? Onun bir korumaya ihtiyacı olduğunu kesinlikle düşünüyorum ama kafamda şununla ilgili bir soru işareti beliriyor. Devamlı Barbaros'un peşinde dolanacak bir kişiye karşı Hermes'in yaklaşımı nasıl olur?"
Beynim patlayacakmış gibi hissediyordum.
"Marco dediğiniz adamı öylece kenara bırakmak mantıklı mı?" diye sordum. "Günümüzde hâlâ devam eden bir iletişimlerinin olup olmadığını biliyor muyuz? Piramit'ten haberi var mı mesela? Sorgulanacak o kadar çok şey çıktı ki ne düşüneceğimi şaşırdım."
"Bulamadım," dedi Kaya. "Henüz."
"Ne?"
"Marco'ya dair bir iz. Aramaya devam edebilirim ama bulabileceğimden şüpheliyim."
"Ölmüş olabilir mi?"
"Hermes ve Vega gibi farklı bir isimle hayatına devam ediyor da olabilir ya da ben yeterince aramamış da olabilirim."
"Babasının Hermes'i bağımlı yapmasının, tüm bunlarla bir ilgisi olabilir mi peki?" diye sordu Arda. "Kontrolden çıkmış oğlumu avucumun içine almam gerekiyordu. Önce onun İspanya'ya gidişine yasak getirdim, sonra onun tamamen bana bağlı olması için ortaya bir sebep çıkarttım. Uyuşturucuları bende olduğu sürece oğlum da bana sadık olacaktı."
"Mantıksız değil," dedi Can. "Altair, Vega'da istediği o katil potansiyelini göremedi ama Hermes bunu yapmaya daha müsaitti. Yüksek ihtimalle yaşadıklarından ötürü öfkesi her zaman daha yıkıcıydı. Uğraştığımız intihar vakalarını hatırlayın. İkizler, babaları istediği için birilerini öldürmek zorundaydılar ve Romen rakamlarıyla saya saya gidiyorlardı. İçlerinden biri, diğerlerinden farklıydı. Size o cinayetin Hermes tarafından gerçekleştiğini düşündüğümü söylemiştim. Cesedin üzerinde bir sürü bıçak yarası vardı. Altair'in Hermes'ten istediği o adam olmasıydı. Acımasızca öldüren. Beklentileri daima bu yöndeydi. Seni vurma emri de buradan çıkmıştı. Kendisine yapılana karşılık vermesini istemişti Hermes'in. İntikam almasını istemişti. Oğlunun bir erkeğe karşı duygular besleyen 'yumuşak' ve 'zayıf' biri olmasını istemiyor. Onun oğlu, koltuğunu devralacak kadar sert biri olmalı."
"Üç ihtimal var o zaman," dedi Görkem. "Altair, Marco'yu öldürmüş olabilir. Hermes, Marco'ya bir zarar gelmesin diye onu bir şekilde saklamış olabilir veya Altair, Marco'yu Hermes'e karşı bir tehdit unsuru olarak elinde tutuyor olabilir."
"Üçüncüsü olsa ve biz Marco'ya ulaşabilsek, Vega gibi Hermes de avucumuzun içinde olurdu."
Kurduğum cümle Can'ın kaşlarını çatmasına sebep oldu. "Yanlış yere odaklandığımızı düşünüyorum. Derdimiz Marco değil, Barbaros olmalı."
"Barbaros'un seninle flörtleşmesine alışmıştım ama Hermes'le bunu yapmasına ben de hazırlıksız yakalandım," derken buldum kendimi. Biraz gülmeye ihtiyacımız olduğunu hissetmiştim fakat Görkem'in ciddiyet kabuğu kırılmadı.
"Ros Hermes'le flörtleşmiyor," dedi. "Hiçbir şeyden haberi olduğunu sanmıyorum. Hermes'in ona karşı farklı bir bakışı varsa bunun da farkında değildir, olsa bana söylerdi."
"Ceylanın senden hiçbir şey saklamaz."
Kaya'nın tavrı da Görkem'i güldürmeye yetmedi. "Bu kapı iyi yerlere çıkmıyor," dedi elini alnına götürerek. "O herif benimle uğraşmak için kim bilir şimdi hangi planı yapıyordur. Derdi beni babasına götürmekti bunu zaten biliyoruz. Alkış bekliyor pezevenk. Şimdi böyle bir çerçevede Ros'la benim aramdaki bağı öğrenirse işlerin rengi hepten değişir, illa ki bunu kullanmak isteyecektir."
"Ne yapacağını düşünüyorsun?" dedi Arda, merakla.
"Soyadımı vermiş olmamın başıma hiçbir bela açmamış olması beni şaşırtıyor. Uzunca bir süre özellikle abimi korumak derdindeydim. İşte şu şirketle de bağlantısı vardı falan ya... Ama o iş Vega'nın başının altından çıkmıştı. Vega'nın da benimle kişisel bir husumeti yok. Belki de bu yüzden bu işin peşini bırakmıştır. Ne bileyim amına koyayım ya, insanda kafa mı bırakıyorlar? Kimi kimden koruyacağımı şaşırdım."
"Neden gerildin?" Kaya da hepimiz gibi onun başının ağrımaya başladığını anlamıştı. "Herifin adı elimizde. Bir sonraki aşama babasının kimliğini deşifre etmem. Bu sefer biz öndeyiz Görkem. Sen ona kendi adını verene kadar hakkımızda hiçbir sik bildiği yoktu. Biz kimse bize bir şey vermeden her şeyi kendimiz söküp alıyoruz. Yaslan arkana, kendine gel. Avantajı ele geçiren biziz."
"Barış'ı içeri yollayıp Selma'yı alacaktık," dedi. "Avantajı aldık ama ayağımız çukura girdi. Hermes Barış'ı kendine bir tehdit olarak görürse Yağmur kafama sıkar ve siz de cenazemi sırtlanırsınız."
"Sana başından beri Barış konusunda ısrar etmemeni söyleyip duruyordum," dedim kollarımı göğsümde bağlayarak. "Kalbim temiz işte. Bir şeyler çıkıyor önümüze. Barış'ı Piramit'e yollamıyoruz o zaman kesin, değil mi?"
"Ortalığı aleve vermek üzereyiz." Beni sinirlendirmeden açıklamanın bir yolunu aradığı için sesi ılımlıydı. "Ve gözlerinin önünde kopan kıyameti gördüklerinde kalkanlarını indirecek durumda olurlar. Bu savunmasızlığı fırsat bilirdik, içeride ikinci bir gözümüzün olması bize fayda sağlardı. Barış fikrinden vazgeçmek istemiyorum, sadece bir güncelleme gerekebilir diyorum."
"Doksan yedi kişi harıl harıl çalışıyor." Arda, karakoldaki gözümüz kulağımız olan Eylül'e yakınlığı sayesinde ikinci gazetemiz olmuştu son zamanlarda. "Eş zamanlı operasyonlar başlayacak. Alt tabakayı tertemiz edeceğiz ve sıra üste gelecek. Herhangi bir hata yapmamak için planlarının üzerinden geçiyor ekiplerin çoğu. Kıyamet, kopmak için iki dudağının arasından çıkacak tek kelimeyi bekliyor Görkem."
"Kimseyi kaybetmeyeceğim," dedi Görkem tüm bunlara karşılık olarak. "Hiç kimseyi, duydunuz mu?"
Bize kendimizi korumamızı mı söylüyordu yoksa kendi kendine bir söz mü veriyordu anlayamadım.
"Duyduk patron," dedi Arda. "Kimseyi kaybetmemeyi denediğin bu yolda kaybolmana izin vermeyeceğime de ben yemin ederim."
Görkem başını salladı ve yönünü Can'a çevirdi. "Vega ile görüşmen gerektiğini mi düşünüyorsun?"
"Kesinlikle," dedi Can. "O kadını konuşturabildiğimi biliyorsunuz. Barış'ı içeriye ikinci göz olarak gönderme fikrine katılmıyorum. İçeride zaten ikinci bir gözümüz var. Barış üç olacak."
"Doğru ya, senin kız arkadaşını saymayı nasıl unuturuz..."
Arda'nın cümlesi Can'ın hoşuna gitmese de ortalığı germemek için bu konu hakkında konuşmadı. "Altair'i sahaya indirmemiz gerekiyor," dedi Can. "Dört bir koldan Piramit'e saldırmaya başladığımızda bunun gerçekleşeceğini düşünüyorum. İşleri Vega'ya, Hermes'e ya da ona buna bırakmak yerine doğrudan kendisi gelip bizimle uğraşacak. İşte o zaman, sona gidiyor olacağız. Altair sahaya indiyse son yakın demektir."
"Hermes benden korktuğu için onu sahaya çekebilir," dedi Görkem. "Ros onun aklını bulandırdı çünkü. Peşindeyim sanıyor. Beni babasına şikayet etmesi gereken vakit gelmiş olabilir."
"Çoktan etmişse ne olur?" diye sordum. "Çünkü ortaya koyduğumuz teoriye göre babasına beni şikayet ettiğinde ondan aldığı akıl sonrası gelip beni vurmuştu bu adam."
"Karşıma geçmesini çok isterim, biliyor musun?" diye sordu Görkem tüm gece yüzüne yerleşmeyen gülümseme şimdi yüzüne kazınmışken. "O günün hayaliyle yaşıyorum."
"Bu korku filmi halini seviyorum," dedi Arda. "Onu ters yatırıp düz sikeceğini söylemek yerine gülümsüyorsun, okumuş adamsın tabii."
"Senelerdir bu görevdeyim." Görkem şakağını kaşıdı ağır ağır. "Senelerdir bir sürü şey gördüm ama hiçbirinde böyle hissetmedim. Aklımın almadığı bir öfke bu, oğlum. Korkmayanın aklı yoktur. Öyle boşa tehdit olsun, ağır abi gibi takılayım diye söylemiyorum. Bu neye mâl olacak bilmiyorum ama hepsini bitireceğim, bunu biliyorum. Tüm bu oyunları, tuzakları, kirli sokakları, kanlı elleri... Zamanı gelince de Hermes'i. Yemin ederim. Kaç yemin ettim saymadım. Siz bunu sözüm sayın. Yemin ederim biz, hak ettiğimiz şekilde hakkından geleceğiz hepsinin. Halledeceğim. Bana güvenin."
"Hiçbirimizin hiçbir zaman bundan şüphesi yoktu zaten." Bakışları yüzüme saplandığında ifadem sert, sesim netti. "Senin güven beklediğini dile getirmene bile gerek yok. Sen Görkem, çıkar konuşursun. İnsanlara arkandan ayaklanmama ihtimali bırakmazsın. Fark etmediysen et. Bilmiyorsan öğren. Doksan yedi kişiyse doksan yedi, yüzse yüz binse bin. Etrafına topladığın herkes senin adamın."
"Onu gazladı ve şimdi de konuşmanın yönünü değiştirecek," diye mırıldandı Can. Duyduk, duyabileceğimiz şekilde söylemişti zaten ama aldırış etmeden devam ettim sözlerime.
"Kendini tüketme," dediğimde bunun mümkün olmadığını söylemek istermiş gibi gerildi dudakları. "Neye mâl olursa diyorsun. Bunu birkaç kere daha yaptın. Anlamadığımı, fark etmediğimi sanıyorsan yanılıyorsun. Aklının kıyısında tuttuğun Z planın her neyse onu hiçbir zaman uygulamaya koymayacaksın. Ortaya koyduğun canınsa, bak, bununla ilgili tek bir düşüncen bile varsa yürümeyi bırakırım. Belki bin kişi peşinden gelir ama beni onların arasında bulamazsın."
Can'ın yüzünden garip bir ifade geçip giderken tüm ihtimalleri arka arkaya sıraladı ve benim gibi o da olabilecek kötü senaryoları görmeye başladı. Bahsettiği öfke Görkem'i diri tuttuğu kadar ona zarar verme potansiyeline de sahipti. Bununla ilgilenen tek kişiymişim gibi hissediyordum. Az önce söylediklerimi baş başayken söylememe sebebim de buydu. Bilsinler istiyordum.
En çok Görkem'e göz kulak olmak zorundaydık.
"Kendimi durduk yere feda edebileceğim bir yerde değiliz," dedi. "Sorumluluklarım çok. Bana güvenen bir sürü insan var. Şu noktada, operasyon için vazgeçilmez bir ismim. O yüzden rahat ol. Ortaya canımı her zaman koyacağım ama yersiz bir kahramanlık yapmaya çalışmayacağım. Şu sabretme işi beni delirtiyor sadece."
"Biraz durulmuş olmamız hepimiz için gerekliydi," dedi Can. "En azından Asya kendini toparlayabilecek fırsat buldu."
"Yüzde yüz sağlığına dönmüş değil," dedi Görkem. Arkasından gelecek şeyi merak ettiğim için dikkatimi ona çevirdim. Ben onun yüzüne bakarken o beklemediğim bir anda bana doğru eğilip dirseğinin ucunu karnımın soluna değdirdi. Eğer bunu hızlı yapmış olsaydı aldığım dirsek darbesi yüzünden çığlık atardım. "Solun," dedi yeniden doğrularak. "Solunu korumuyorsun."
Yaptığı refleks testi beni ilk günlerimize götürdü. O geri çekilince elimi solumdaki dikişin üzerine kapattım ve ona bayık bakışlar attım. "Yapan kişi sensin diye kendimi koruma gereksinimi duymadım," dedim. "Yoksa dirseğimi yüzünün ortasına yemiştin."
"Annen sana sarıldığında da canın yanmıştı."
"O da annemdi. Kendimi ondan korumama da gerek yoktu."
"Canın yanmayacak Yağmur," dedi bahanelerimle ilgilenmediğini belirten sert bir sesle. "Kim olursa olsun, soluna dikkat edeceksin. Sol tarafını savunmasız bırakıyorsun. Her anlamda."
"Karı koca kavgasına mı şahit oluyoruz liderimle kraliçem mi konuşuyor tam sınırı anlayamadım," dedi Arda kendi kendine.
Ben bu sırada "Nasıl yani?" diyen taraftım. Sesinin tonuna sinirlenmiyordum çünkü beni uyarmayı denediğinin farkındaydım.
"Seni kırmalarına izin veriyorsun," dedi. "Yeterince derdin var, başka bir şeye ayıracak zamanın yok. Bu bir. İkincisi de adım atarken hafif aksadığın anlar oluyor, canın acımasın diye ağırlığını sağına veriyorsun. Söylüyorum, fark et. Soluna dikkat et Yağmur. Yüzde yüz sağlıklı değilsin ama yüzde yüzünden fazlasına ihtiyacımız olacak."
"Sanırım sana annenleri umursamamanı söylemeye çalışıyor," dedi Kaya. "Bir de hiç kimseye güvenmemeni ve yaranı korumanı istiyor diye anladım. Uzun bir analiz yapmam gerekti bunun için."
"Son zamanlarda biraz kırılgan davranmış olabilirim." İnkâr edilecek bir şey yoktu, hassas bir dönemden geçtiğim ortadaydı. "Ama bu karşıma çıkana kök söktüremeyeceğim anlamına gelmez Görkem. Beni dert etme sen."
"Seni dert etmeyeceğim çünkü eskisinden daha iyi olacaksın." Net tavrı, buna inandığının bir göstergesiydi. "Korunmaya muhtaç değilsin, Yağmur. Kimse seni korumak için ekstra bir çaba harcamayacak. Üzerine titremeyecek, sürekli seni düşünmeyecek."
"Yok," dedi Kaya. "Düşüneceğiz biz. Boş yapma."
"Üzerine titremek mi?" dedi Arda. "Çadır olur tepene seriliriz, ayıp ettin."
"Sana bana ihtiyacı yok," dedi Görkem, kararlı bir şekilde. "Bir yangının ortasında kaldık diyelim. Yağmur diye koşmayacaksınız. Herkes ilk önce kendini kurtarmaya çalışacak."
"Çünkü zaten sen ona çoktan koşmuş olacaksın, öyle değil mi?"
Can'ın sorusu Görkem'in yüz ifadesinde herhangi bir değişiklik oluşturmadı. "Çok dağıldık, toparlanın. Herkes her ne olursa olsun önce kendisinden sorumlu. Anlaşılmayan bir şey var mı?"
Bu, Can'ın sorusuna bir cevap değildi. Reddetse yalan söylediğini Can anlardı. Bu yüzden konuyu değiştirmişti.
"Size iki kişilik iş çıkarmamamı söylüyor. Ekstra bir özene, el üstünde tutulmaya ihtiyacım yok. Evdeyken var, dışarıdayken yok. Evde ilginiz benimle olsun. Ben hâlâ çok yaralı, çok hasta, çok bitkin durumdayım. Yüzüğüm de var bu arada. Bu artist artist konuşan herifle evleneceğim."
Görkem yeniden konuşmadan önce dudaklarını birbirine bastırdı. "Her gece rüyamda korkunç senaryolar görüp durduğum için hepinizi uyarıyorum," diye bir itirafta bulundu sonra. "Artistlik olsun diye değil, kritik bir durumun içinde herkes ne yapacağını bilsin diye."
"Bir acil durum planı," dedi Kaya. "Çünkü bu sessizliğin hayra alamet olmadığını düşünüyorsun."
"Kesinlikle değil. Ona peşinde olduğumu bildirip içine korkuyu ektim ama elini kolunu bağlayıp oturuyor öyle mi? Bir yere kadar sürer bu. Mutlaka yeni bir hamleyle gelecektir."
"Basit bir önlem olarak Asya'nın tel tokalarını cepleyebilirsiniz." Omuzlarını kaldırıp indirdi Kaya rahat bir tavırla. "Hayat kurtarır."
"Tokalarımı rahat bırakın. Gidip kendinize birer kutu alabilirsiniz."
"Nişanda donuma kadar aldınız," dedi Kaya. "Beş kuruşsuz bir fukara olarak geçimimi artık sizden çalıp çırparak sağlayacağım."
"İstesen Ros'la yarışır düzeyde bir hırsız olursun," dedi Görkem de gerginliğini bir kenara bırakarak. "Ceplere dikkat beyler."
"Ros'la yarışır mı?" Kaya arkasına yaslandı. "O turuncu kafalıyı cebimden çıkarırım. Herkes haddini bilsin."
"Biliyorum boş muhabbetlere de ihtiyacımız var ama konu dağılmadan bir şey diyeyim mi?"
"Söyle," dedi Görkem, Can'a.
"Asya çok fazla zaafın oldu," dedi Can. "Bunu tamamen anlayabiliyor olsam da kritik anlardaki kararlarımızdan bahsediyorsak, onu gerektiğinde bizden istediğin gibi tek başına bırakabileceğini duymamız gerek. Bize iki kişilik iş yapmamamızı söylerken bizi üç kişilik iş yapmak zorunda bırakma."
"Ne gerekiyorsa o," dedim. "Zorunlu bir durumda geride bırakılabildiğimi hepiniz biliyorsunuz bence."
"İşler değişti," dedi Can. "Bu konuda bir açığımız var ve üzerine konuşmak istiyorum sadece."
"Ne duymak istiyorsun benden?" Görkem'in sesi ciddileşmiş, çenesi gerilmişti.
"Asya'dan vazgeçebileceğini," dedi Can. "Şartlar bunu gerektirirse bizden vazgeçebileceğin gibi."
Görkem'in dudaklarına küçümseyici bir gülümseme yerleşti. "Şartlar hiçbir zaman sizden vazgeçmemi gerektirmeyecek."
"Gerektirebilir," diye diretti Can. Daha önce böyle bir durumda kaldığımız olmuştu. Bu yüzden onun üzerine gitmesini yanlış bulmuyordum. Bir başka gün, aynı şekilde Hermes ya da Piramit'in herhangi bir üyesi de bizim üzerimize gelebilirdi ve Can'ın bu yaptığı bir çeşit beyin jimnastiği görevi görürdü. Hepimiz bu anı hatırlardık.
"Geride adam bırakmam," dedi Görkem. "Herhangi birinizden vazgeçmek diye bir şey yok."
"Eğer gerekirse, bırakabilmelisin," dedi Can. "Bu iş çocuk oyuncağı değil, çok iyi biliyorsun. Örgüt çökertiyoruz Görkem. Zaaflara yer yok, zayıflıklara da öyle."
"Çökertiyoruz," dedi. "Biz. Beşimiz. Beşten bir çıkardığında dört kalmıyor, Can. Sıfır kalıyor. Bu bizim matematiğimiz. Haliyle beşsek, beşle devam edeceğiz."
"Birini öldür ve o kişi Asya olsun demiyorum."
"De bir de amına koyayım!" Görkem'in yükselen sesi Arda'yı irkiltti. "Kur bakalım böyle bir cümleyi yüzüme, sabaha kimi öldürmüş oluyorum görürler o zaman."
"Doğru noktada gezdiğini anlamış oluyoruz böylelikle," dedi Kaya, Görkem'e karşı Can'ın arkasında durarak. "Sana kendi olarak gelmiyor, sana onların nasıl gelebileceğini gösteriyor Görkem."
"Kaya," dedi Görkem, rahatsız edici bir sakinlikle. "Yağmur'un gözlerinin içine bakıp ona ondan vazgeçebileceğini söyle. De ki, siktiğimin şartları gerektirirse seni geride bırakırım. Hangi şartlar lan o? Manyak mısınız siz?"
"Herkes önce kendini kurtaracak demiştin," dediğimde bana ters bir bakış atıp "Geri dönülmeyecek demedim," dedi. "Önceliğiniz kendiniz olsun dedim, kıçınızı kurtardıysanız siktirip gidin demedim. Herkesin kendisine sahip çıkmasını söyledim. Köpekbalıklarıyla yüzüyoruz, kan kokusunu alan başımıza üşüşür. Ben size kanamayacaksınız dedim."
"Yağmur." Kaya'nın bana ikinci ismimle seslenmesi içimi sıcak bir hisle doldurdu anında. "Gerekirse senden vazgeçebilirim."
"Güzel," dedim. "Sorun değil."
"Bitirmedim," dedi Kaya. "Böyle bir şeyin gerekmesi için ölmüş olmam gerekir. Biriniz için geri gelmediysem nerede olduğumu aramayın, ölmüşüm demektir."
"Benim için geri gelmenize gerek yok," dedi Can. "Ciddiyim. Hermes, Vega ya da Altair... Problem değil. Konuşabilecek haldeysem karşı taraf korksun. Ellerim dolu. Deliren değil delirten taraf olurum."
"Hermes ve Altair, belki," dedi Görkem. "Vega? Hayır. Her seferinde delirmiş bir halde dönüyorsun."
"Delirttiğimden daha az deliriyorum. Endişelenecek bir şey yok."
"Aynen," dedi Arda. "Filler de uçuyordu zaten."
Can ona ters bir bakış atmakla yetindi. Kendini onlara ifade etmeyi denemeyi bırakmıştı. Bu konuda kimse ona benim ona yaklaştığım şekilde yaklaşmıyordu. Bunu bildiğim için Can'a göz kırptım ve gülümsemesine yol açtım. O güldüğünde hiçbir şeyin önemi kalmadı benim için.
"Bazen... Sadece bazen, tüm bu çaba boşunaymış gibi hissediyorum." Bu itiraf ondan geldiğinde donup kalmamamıza imkan yoktu. Çoğu zaman Can, bizimle böyle düşüncelerini paylaşmazdı. "Çok fazla yenik düştük gibi geliyor," diye devam etti. "Halbuki yenik düştüğümüzde bile çok şey kazandık. Bilmiyorum, Görkem. Tüm bunlar bittiğinde ne olacak?"
"Tatile gideceğiz," dedi Görkem, bir saniye düşünmeden. Dudaklarım ışık hızında kulaklarıma vardı. Gülümseyişim diğerlerinin dikkatini çektiğinde onların da istemsizce tebessüm ettiklerini fark ettim. "Bana emekli dayılar gibi hayal kurduruyorsun Can. Bilerek yapıyorsun değil mi?"
Görkem'in kahkahasının herkesi rahatlatmaya yetebilecek kadar büyülü bir gücü vardı. Ruh halimiz onunkine göre şekilleniyordu.
"Başka?" Can sırıttı. "Detaylandır."
"Fethiye tarafları belki," dedi Görkem. "Belki oradan yazlık bir ev. Kafamıza esince kaçabileceğimiz yeni bir kapı. Ya da Ayyıldız otellerinden biri, fark eder mi? Bir aradaysak fark etmez."
"Olur muyuz lan bir arada?" diye yükseldi bu hayale Arda. "Daha kalabalık bile oluruz, değil mi? Belki çok daha kalabalık oluruz orada."
"Kafam kaldırmaz," dedi Kaya. "Yaşlanıyorum. Ben bahçeye geçip elektronik alet diyeti yapsam olur mu? Gazete falan okurum."
Kıkırdamaya başladım. "O kadar tatlı bir hayal ki, Görkem mangalı yellerken ben salata bile yapardım."
"Havlusunu omzuna atmış, yüzünde atom parçalayacak türden bir ciddiyetle mangalı simetrik rüzgarlarla yelleyen bir Görkem görüyorum," dedi Can.
"Simetrik rüzgar ne lan?" Görkem'in gülerken gözlerinin kenarlarında çizgiler belirmişti. "Ben yine sizin için bir şeyler yapıyorum. Mangalın sorumluluğu bile bana kalıyor amına koyayım ya. Kaya oturup kenarda keyif çatarken ben elli derecede mangal yelliyorum."
"Merak etme," dedi Arda. "Ben sana kenardan üfleyerek rüzgar yaparım. Asimetrik rüzgar."
"Ben yok muyum?" dedi Can, gülümseyerek. "Ben ne yapıyorum?"
Hızlıca bir şeyler düşündüm, sahneyi gözlerimin önüne çizdim ama Can'ı o sahnenin içinde göremedim.
Gözden uzakta bir şeyler yapıyor olmalıydı.
"Satranç taşlarını diziyorsun maalesef," diyerek gözümün önündeki sahneyi kendi elleriyle şekillendirmeye başladı Arda. "Sıkıcı birisin. Görkem'i yalvar yakar seninle satranç maçı yapmasına ikna etmişsin. Görkem çok üzgün. Görkem matematik çözmek istiyor. Asya test kitaplarını Muğla'ya götürmesine izin vermemiş. Görkem depresyonlarda."
"Satranç mı? Görkem yenileceğini bildiği masaya oturmaz yalnız."
Görkem, uzanıp Can'ı omzundan ittirdi. "Artist. Bir milyon ihtimali makine gibi karşında hesaplarken yüzündeki morarmayı keyifle izlerim, şok olursun."
Onların çocuk gibi atışması en çok Kaya'yı keyiflendirmişti. "Ege'de bir sahil kasabası hayali mi... Oğlum bizim içimiz çürümüş olabilir mi acaba? Yemin ederim emeklilik hayali gibi hayal kuruyoruz. Bodrum'da alemlere falan niye akmıyoruz mesela?"
"Çünkü Bahar senin kafanı kopartır," dedim korkutucu bir gülümsemeyle. "O yapmazsa ben yaparım, seve seve."
"Sadece içeceğiz," dedi Kaya, ağır abi gibi bir tavırla. "Lügatımızda ihanet yoktur bizim. Biz tek eşli canlılarız. Aşk, bu adamların kapısına bir kere uğradı. Sonra da hepimiz mahvolduk zaten."
O an, en çok mahvolanın Can olduğunu fark ettim. Herkes bir şeyler yaşamıştı fakat onun dışında herkesin yolunda giden bir ilişkisi vardı.
Can yapayalnızdı.
Tehlike çanlarının çalmaya başladığını duyduğumda kimse düşünceler denizinin içine dalmadan önce "Biliyor musunuz," diyerek konuyu değiştirdim. "Bu öğlen hastaneye gittim."
İşte şimdi, aileme döküleceğim yerdeydik. Onlara doktorun söylediklerinden bahsettim ve ihtimalleri anlattım. Söylememeyi tercih etseydim hiçbirinin haberi olmazdı. Görkem ben açmadığım sürece bu konuyu asla açmazdı. Ben, aileme güvenmeyi ve benim içimi biraz olsun rahatlatan bir haberi onlarla paylaşmayı seçtim.
Bu tam bir zafer sayılmazdı ama en azından benden bir hayal çalınmamıştı, bunun kanıtıydı. Benim için o hastanede koridorda gözyaşı dökmüş bu adamlar, benimle ilgili gelişmeleri bilmeyi de hak ediyorlardı.
Az önceki hayalin içine her birimiz başka bir sahne ekledik söylediklerimle birlikte. Dile dökmedik ama bunu hissettim. Lacivert iplerin deniz dalgalarına dönüştüğünü ve dümende Görkem'in olduğu bir gemide mutlu sona doğru ilerlediğimizi düşlemek o gece hepimize iyi geldi. Birlikte vakit geçirmek, hepimize iyi geldi. Yavaşça dağılmaya başladığımızda ise saat güneşin doğmasına yakındı.
Görkem'le eve dönmesek de olur kararına varmıştık fakat o, artık uykudan kapanan göz kapaklarına direnemiyordu. Onunla birlikte masadan kalkmadım ama uyumak için onun yanına gideceğime söz verdim. Kaya, kedileri kontrol etmek bahanesiyle az önce aşağı inmişti ve muhtemelen onları yatağına alıp yanlarına uzanmıştı. Esneyip durduğu için çoktan uyuyakalmış olabileceğini düşünüyordum. Arda'yı ise aşağı gönderen Can'dı. Yüksek ihtimalle benimle yalnız kalmak istediği için bunu yapmıştı.
"Ee," dedim gözlerimi tavandaki pencereye çevirerek. "Seni dinliyorum."
"Takıntıları ne durumda?"
Bakışlarımı hızla ona çevirdim. "Görkem'i mi konuşmak istiyorsun?"
"Panik atak?" dedi sorar gibi. "En son ne zaman geçirdi?"
"Onu habersiz bıraktığım için geçirmek üzereydi. Beni gördüğünde rahatladı sanırım. Yine de eli titriyordu. Neden bunları soruyorsun?"
"Başlamak için toparlanmayı bekliyor." Daha fazla açıklamaya ihtiyacım olduğunu anlaması için sessiz kaldım. "Her şeyi hızlıca hallediyor, kendisine iyi gelecek tüm şeyleri arka arkaya yapıyor. Evlilik teklifi ediyor, ailenle tanışıyor, nişanı hallediyor, seninle olabildiğince zaman geçirmeye çalışıyor, yüksek ihtimalle bu zamanlar temas da içeriyor." İleri gittiğini düşündüğüm için kaşlarım çatılsa da Can bunu herhangi bir imada bulunmak için değil, yaptığı analizlerin bir sonucu olarak dile getirmişti. "Toparlanmazsa toparlayamaz. Bunun için aklına geleni yapıyor. Artan takıntıları bu yüzden onu korkutuyor. O bunlara da zayıflık olarak bakıyor. Mükemmel olmaya kafayı takmış durumda."
"Her haliyle zaten mükemmel." Gülümsedim. "Eğer bana onun bir hata yapıp yapmayacağını soruyorsan, yapmayacak Can. Kafasının içinde hangi rotayı oluşturduğunu ben de senin kadar biliyorum. Hatta belki, sen benden daha çok biliyorsundur. Yine de hata yapmayacağından eminim. Kurulan ekiplere başlıyoruz emrini verdiğinde her şeyin başlaması ve bitmesi, hepimize on üç saniyeymiş gibi gelecek."
"Barış'la bir yemeğe çık," dedi Can. Bu, benden fazlasını bilmesiyle ilgili bir tavsiyeydi. "Her an onu olaya dahil edebilir. Onunla zaman geçirdiğinden emin ol."
"Hande?" dediğimde Can'ın bakışları sorguyla çevrelendi. Neyi sorguladığımı gayet de anlamıştı. "Barış'ın Hande'den hoşlandığını gözden kaçırmış olamazsın. Sence öyle olmasaydı, Hande'nin seninle bir şansı var mıydı?"
"Hiç olmadı."
"Hiç mi?"
Can'ın dudaklarına acı bir tebessüm kazındı. "Hiç olmadı, Asya. Üstelik bunun üzerine düşünmeyi bile denedim. Gözlerimin önüne sadece onun yüzü çiziliyor."
"Bu çok korkunç."
"Kesinlikle katılıyorum."
"Bir katile aşıksın."
"Biliyorum."
Kaşlarım havaya kalktı. "Kabul ediyor musun?" Benim için sorun olmadığını anlatmak isteyerek omuzlarımı kaldırıp indirdim. Halbuki sorundu. Tabii ki sorundu. Sadece benimle konuşabilmesini istiyordum çünkü bunu başka kimseyle yapamıyordu. "Kabul edeceğini düşünmemiştim," dedim. "Ama o masaya yürüdüğün gün, ilk karşı karşıya geldiğiniz anda ikinizin arasındaki ilişkinin bununla sınırlı kalmayacağını biliyordum. Ondan etkilendiğini gözlerinde görebilmiştim."
"Adının Vega olduğunu biliyordum. Adının Milat olduğunu da buldum. Onu ben bitiremezsem kimse bitiremez Asya."
"Bu bir hedef mi yoksa bir tehdit mi?" diye sordum. "Ve bir soru daha, sen onu gerçekten bitirebilecek misin Can?"
"Göreceksiniz," dedi sadece. Bu evet demek değildi, hayır da demek değildi. Can, kelimelerle kurduğu oyunlarla baş edemeyeceğim bir kişiydi. Bu yüzden ağzımı açmadım, başka bir şey sormadım. Bir süre onunla yalnızca sessizliği paylaştım.
"Onunla konuşuyorum." Tek bir şey bile söylesem susacağını düşündüm. Bu yüzden bu o kadar da önemli değilmiş gibi davranarak omuzlarımı silktim. Zaten bunu tahmin ettiğimi düşünmesini istedim. Halbuki içimde ikisinin ne konuştuğuna dair çok büyük bir merak uyanmıştı. Can, masanın üzerinde duran laptopuna uzanırken şifresini görmemden çekinmeden ekranı açtı. Ardından Lir'in sitesine girdi ve bağlantı linkini kopyaladı. Bir harfi silip yerine c harfi eklediğinde yine Lir'in ekranı açıldı fakat bu sefer konuşma kısmı aktif haldeydi. "Sadece o ve ben," dedi Can. "Lir'in sohbetlerini Kaya durdurmuştu, biliyorsun. Ama burası, bizim konuşabildiğimiz tek yerdi. Bu yüzden bir şekilde kanalı korumayı başardı."
"Bununla ne yapmam gerekiyor?" diye sordum. "Ne konuştuğunuzu görebilir miyim?"
"Hayır," dedi. "Çünkü her bir sohbet kendini imha ediyor. Uzun uzun konuşmalar yapmıyoruz. Yemin ederim bizimle ilgili hiçbir şey yazılmadı buraya şimdiye dek. Ne o ne de ben... O sadece her şeyin bitmesini ne kadar istediğinden bahsediyor. Ben sadece okuyorum. Çoğu zaman görüp görmediğimi bile bilmiyor ama gelip bana içini döküyor ve gidiyor."
"Bu hiç sağlıklı görünmüyor." Tüylerim ürpermişti. "Neden onun içini dökmesiyle ilgileniyorsun?"
"Çünkü tüm detaylar bu şekilde ortaya çıkıyor," dedi. "Ona en son annesinin adının Estrella olup olmadığını sordum. Cevap gelmediğinde bir daha bu ekranı açmayacağından emindim. Böylece hedefime ulaşmış olmanın keyfini yaşayacaktım ama düşündüğümü yapmadı. Bunun yerine, bana bunun onun soyadı olduğunu söyledi. İspanya'da doğduğunda hem annenin hem babanın soyadını alırmışsın. Bu yüzden bu işimizi ne kadar kolaylaştırır bilmiyorum ama müsait olduğumuzda Kaya'ya bunu söyleyeceğim."
"Neden bugün söylemedin ki?" diye sordum.
"Önceliğimiz Mahşer'di," dedi.
"Saatlerce konuşup Fethiye hayali kurmak yerine bunu araştırabilirdik," dedim.
"Bu, o kadar da önemli değil," dedi Can. "Annesinin adını ortaya çıkmak bize Piramit'le ilgili yeni bir detay sunmayacak. Sadece benim elime bir koz daha geçirmiş olacak. Bu benim menfaatimle ilgili ve bekleyebilir."
"Deli gibi merak ediyorsun," dedim. "Onun hakkındaki her şeyi. Yaşını. Mesleğini. Okuduğu üniversiteyi. Gittiği kreşi. İkizinin ismini. Ne bileyim, her şeyi işte."
"Reddetmeyeceğim," dedi. "Seninle konuşurken değil."
Bu, aramızda kalsın demekti. Her şey zaten aramızdaydı. Onun son zamanlardaki tek sırdaşıydım. Bu konumu kaybetmeye de niyetim yoktu. Eğer diğerlerinin sahip olduğu tepkilerle ona yaklaşsaydım, Can asla kontrol edilemez bir noktaya gelirdi.
"Ağzından çıkan her kelimeye dikkat et." Onu uyarmayı kendime bir görev bildim. "Sana önemsiz gelen bir detayı yakalayıp bizim hakkımızda bir şeyler öğrenebilir. Onunla konuşurken kendinle konuşuyormuşsun gibi düşün."
"Merakı size yönelik değil," dedi Can. "Merak etme Asya, ona ağzımdan hiçbir şey kaçırmam. Onu avucumda tutmak için izlemem gereken bir yol var ve ben de onu izliyorum sadece."
"Sence," dedim alacağım cevaptan korkarak. "Farklı bir evrende tanışsaydınız Vega'yla bir şansın olur muydu?"
Can bir anlığına durdu ve sorumun ona hissettirdiklerine odaklandı. "Bir şansım olsaydı onunla hiçbir evrende tanışmak istemezdim sanırım." Vereceği hiçbir cevap yaşadığı çaresizliği daha iyi anlamamı sağlayamazdı. "Bu romantik bir aşk hikâyesi değil, Asya. Hiçbir evrende olmazdı."
"Keşke senin için bir şeyler yapabilseydim," dedim bütün dürüstlüğümle. "Elimden daha fazlasının gelmesini çok isterdim Can."
"Teşekkür ederim," dedi. "Bunu duymak bile çok değerli."
Yavaşça yerimden kalktım çünkü kurduğu cümlenin bir nokta olduğunun farkındaydım. Daha fazla konuşmayacaktı, ben de konuşsun diye zorlamayacaktım. Onun için onun sınırlarının tümünü kabullenmiştim. Başka türlü ilerleyemezdik.
"Biraz uyuyacağım," dedim oturduğu sandalyenin başında dikilirken. Elimi uzatıp Can'ın saçlarının üzerine dokundum ve Kaya'nın sık sık bana yaptığı gibi ben de Can'ın saçlarını karıştırdım. "İyi ol, Can."
Başını kaldırıp gülümsediğinde bana küçük bir çocuk kadar savunmasız geldi. Sorun değildi, kanatlarım etrafına gerilirdi. Abim Mete, bana bunun nasıl yapılacağını öğretmişti.
Merdivenleri yavaş adımlarla indim. Bir bardak su içmek için mutfağa uğradım ve sessiz adımlarla koridorun sonundaki odaya ilerlemeye başladım. Duvarda asılı çerçevede beşimizin çekildiği bir fotoğraf duruyordu. O çerçevedeki gülen gözleri görmek içimi ısıttı. Bir aradaysak, başımıza ne gelirse gelsin iyi olmanın bir yolunu hep bulurduk. Buna emindim.
Görkem'in kapısını açıp içeri girdiğimde onu yüzünü duvara dönmüş bir şekilde uyurken buldum. Dizlerini biraz karnına doğru çektiği için normalde olduğundan daha küçük görünüyordu. Üzerimdeki hırkayı çıkarıp sandalyesine bıraktım ve battaniyeyi altına girebilmek için kaldırdım. Beni karşılayan, çıplak sırtıydı. Yalnızca pencereden vuran ışık odayı aydınlattığından sırtındaki kabartılar gölgelerle çevrelenmiş oldu. Her bir yara izi, onun ne kadar savaşçı olduğunun bir kanıtı gibiydi. Her bir yaranın yeri ezberimdeydi. Bu canımı çok acıtıyordu ama onun için çektiğim acı, onun çektiği acıdan daha fazla olamazdı.
Yanına kıvrılıp başımı yastığa yasladım. Ona sarılmak için elimi karnına doğru attığımda üşüyen parmaklarımı tenine değdirmek konusunda çekinceliydim. Onun teni zaten yeterince soğuktu. Ben bunları düşünürken elimi kavrayıp önce dudaklarına götürdü, ardından karnının üzerine yerleştirmemi sağladı. Onu uyandırmış olduğumu da bu sayede anladım. "Yağmur?"
Boğuk ve uykulu sesiyle adımı söylemesi beni gülümsetti. "Buradayım bebeğim," dedim burnumu ensesine yaslayarak. "Biraz üşümüşsün sanki."
"Üşümüşüm." Sesi o kadar derinden geliyordu ki onu görmesem başı yastığın altında sanırdım. "Sen yoksun diyedir. "
Yavaşça ayağa kalktım. Bir rüya olduğumu sanıp beni kontrol etmek için başını az önce yattığım tarafa doğru çevirmeye çalıştı. Hırkamın altındaki tişörtünü alıp ona doğru ilerledim. "Kalk hadi," dediğimde bunu bir emir sayıp dirseğini yatağa bastırarak hızlıca doğruldu. Bir gözünü tam açamıyordu ve saçları darmadağınıktı. Ben tepeye doğru dikilmiş tutama uzanıp onu bastırarak diğerlerinin hizasına sokmaya çalışırken o sessizce bekliyordu. O kadar tatlıydı ki gülümsemeden edemedim.
Bu adam yemin ederim ki benim her şeyimdi.
Asla ayılamamış olmasını fırsat bilerek "Bi'tanem," dedim. "Neden üzerini çıkarıp yattın?" Bu sırada elimdeki tişörtün yakasını genişletmiştim. Tişörtü başına geçirdim. "Hava soğuk."
Tişörtün kumaşı boynunda toplandığında kolunu zar zor kaldırdı. Uykuya o kadar ihtiyacı vardı ki bulduğu ilk boşlukta resmen ruhunu teslim etmişti. Hareketleri beni çok güldürüyordu. Tişörtü kollarından geçirmesine yardım ettim. Bensiz bunu yapamazdı. "Ateş basmıştı," dedi. "Özür dilerim."
"Neden özür diliyorsun?"
"Dilemeliymişim gibi geldi."
Kafasını ısırma isteği içimde fena halde birikiyordu. Tişörtün eteklerini karnına doğru indirdim. Ardından omzuna yaptığım hafif bir baskıyla yeniden yatağa devrilmesini sağladım. Tam olarak kendini bırakmadan önce beni de kolumdan tutarak kendisiyle yatağa çekmişti. Sendeleyip elimi başının yanından yatağa bastırdığımda onun yarı kapalı gözleri benimkilere tutundu. "Yağmur," dedi yine. "Nikah tarihi alalım."
"Ne?"
"Yarın," dedi. Homurdanarak beni istediği pozisyona çekti. Yüzümü ona doğru dönmüş, yatağa kıvrılmıştım. Bacağını iki bacağımın arasına sıkıştırarak bacağımı onun üzerine atmamı sağlamış oldu. Birkaç kez böyle uyandığımız olmuştu. Gece bu şekilde yatmayı sevdiğimi biliyordu. "Yarın nikah tarihi alalım," dedi. Bilinçli bir şekilde kurup kurmadığını bilmediğim bir cümleydi.
"Aradan çıksın diye benimle hızlıca evlenmek mi istiyorsun?" Gözlerimi sonuna kadar açarak alınmış gibi yaptım. "Bizim nikahımız, senin için üzeri çizilmesi gereken bir madde mi Görkem?"
"Evlenelim," dedi benim söylediklerime takılmadan. "Karım ol."
"Olacağım ya?"
"Şimdi," diye devam ettiğinde kıkırdamaya başladım. Kaşlarını çattı. "Komik değil," dedi. "Daha fazla sabredemem."
"Neye sabredemezsin?"
"Karım olmamana." Alnını alnıma bastırdı. "Evlen benimle," dedi büyük bir çaresizlikle. Ona kalsaydı hemen şu an evlenirdik ama o hâlâ uyuyordu.
"Evet," dedim. "Bunu daha önce de söylemiştin. Kabul ettim. Sakinleş."
"Çok korkuyorum." İtirafı kalbimi yerinden sarstı. "Sana bir şey olmasından," diye devam etti. "Başka hiçbir şeyden değil. Benimle saçma sapan konuştular. Masayı dağıtasım geldi, Yağmur. Senden vazgeçmiyorum. Vazgeçmem."
"Aşkım, biliyorum." Dudaklarımı yanağına bastırdım çünkü nefes alış verişlerinin hızlandığını fark etmiştim. "Sorun yok, tamam mı? Buradayım ben."
"Alalım mı nikah tarihi?"
Yine güldüm. "Bu neyi değiştirir? Zaten birlikte kalıyoruz, evimiz de var. Yine de acele ediyorsun."
"Bizim için," diye mırıldandı. "Barış şahidin olmayacak mı? Hem o da yanımızda olabilsin istiyorum hem de... Hem de bir an önce evlenmek istiyorum. Başıma bir şey gelirse gözüm açık gitmememi sağlar bu."
"Başına bir şey gelmeyecek."
"Gelirse-"
"Gelmeyecek."
"Peki." Durdu, durdu, durdu. Gözlerinin birini açıp yüzüme baktı. "Evlenelim mi?"
"Evleneceğiz."
"Büyük bir düğün mü istersin?"
"Düğün istemiyorum," dedim. "Nikahtan sonra kendi aramızda bir kutlama yaparız. Belki bizim bahçede... Bir ses sistemi işimizi görür."
"Tamam."
"Çok fazla kişiyi çağırmayız."
"Olur."
"Senin şahidin Necip Amir mi olacak?"
"Kaya," dedi net bir şekilde. "O varken başkasının hiç şansı yok."
"Daha önce oturup planını yapmadığın herhangi bir şey var mı?"
"Sana aşık olmak planlarımın arasında yoktu." Burnumun ucuna dudaklarını bastırdı. "Başıma gelen en güzel şey."
Uyku mahmuruyken romantik bir adam olmayı nasıl başarabildiğini bilmiyordum. Aslında genel olarak onun romantik bir adam oluşuna ben hâlâ şaşırıyordum.
"Gel göğsüme." O defalarca kez beni göğsünde uyutmuştu, bunun karşılığını vermeyi seviyordum. Saçlarını yavaşça okşarken başını boynumun girintisine yerleştirmesini bekledim. Şah damarımın üzerine bir öpücük kondurup "Sen," dedi. "Sen olmasaydın, bitmişti. Bitmiştim."
Bana daha fazla sokulduğunda canındaki yangını hissedebileceğim kadar yakındı kalbi kalbime. "Uyu," dedim. "İstediğin kadar. Sabah bir işin var mı bilmiyorum ama boş ver. Sadece biraz uyu. Kimsenin seni rahatsız etmemesini sağlayacağım."
"Sabah bir işim var," dedi. "Nikah tarihi almak."
Güldüğümde onun da güldüğünü boynuma vuran nefesinden hissettim. Sonra birden kendimi "Tamam," derken buldum. "Alırız."
"Söz ver."
"Söz Görkem." Saçlarını öptüm. "Hallederiz."
Bu, onu aralıksız bir şekilde tüm gece uyutmaya yetecek bir kelimeydi.
🌃
"Eylül!" diye bağırdım. "Bunun fermuarı kapanmıyor ve bir de aşırı rahatsız edici. Ben vazgeçtim!"
"Saçmalama! Çık da bir bakalım."
"Bekliyoruz balım," dedi Bahar. Görkem burada olsaydı bu kelimeyi kullandığı için Bahar'a bilenirdi ama değildi. Beyefendiye uymuş, tarih alalım demiştik ama kimse bana bu tarihi üç gün sonraya verebileceklerini söylememişti. Sağlık raporu işini Bige ablanın yardımlarıyla en hızlı şekilde halledince sonrası çorap söküğü gibi gelmişti.
"Hayır," dedim. "İstemiyorum. Ben vazgeçtim. Gelinlikle nefes alamam."
"Mızmızlanma Asya," dedi annem. "Güzel olmak zahmetli bir iştir."
"Çık hadi çatlayacağım yoksa," dedi Bige abla. "Lütfen!" diye bağıransa Müge'ydi. "Sana bir bakayım. Eminim prenses gibi olmuşsundur."
Kabinin kapısını sertçe açıp bir prensese en uzak tavırla dışarı çıktım. Nefes nefese kalmış, fermuarımı kapatmak için boğuşurken saçlarımı dağıtmıştım. "Olmadı," dedim. "Lacivert bir gömlek giymeyi düşündüğüm aşamadayım."
Karşımdaki kadınlar tepki versin diye bekledim ama hepsinin ağızları beş karış açıldı.
"Mia bella!"
"Ten rengin şaka mı?"
"Kızıl bir afetsin."
"Seni Görkem kaptığı için çok üzgünüm. Senin için Kaya'yı üç saniyede şutlardım."
"Sen prenses değil, peri masalı olmuşsun Asya abla!"
Elbisenin kolumun altında kalan fermuarını işaret ettim. Yolun yarısından fazlasını çıkamamıştı. "Kilo mu aldım ben? Doğru söyleyin."
"Hayır," dedi Eylül. "Aksine, verdin son zamanlarda."
"Niye olmadı o zaman bu?"
"Göğüslerin yüzünden olabilir mi acaba?" diye sordu Bige abla, alenen göğüslerime bakarak. "Maşallah ablam benim."
Sinir bozukluğum onun sözleriyle birlikte koca bir kahkahaya döndü. "Sevmedim bu modeli," dedim. "Eylül, neden beni uğraştırıyorsun? O kadar zenginsin. Çağır terzini, gelsin."
"Ve üç günde sana bir gelinlik mi diksin?"
"Hep o Görkem yüzünden." Sinirle bağırarak konuşuyordum. "Beni kandırdı. Çok tatlıydı. Hayır diyemedim. Üç güne her şey nasıl yetişecek?"
"Sakin ol," dedi Bahar, bileğimden dirseğime doğru tırnaklarını sürterek çıkarırken. "Çuvalla da gitsen olur, kimse sana hiçbir şey diyemez. Fiziğe bak. Hiçbir şey giymesen de olur inan ki."
Kızlarım, bana yürüyorlardı.
Ben stresten aklımı yitirmek üzereydim.
Küçük bücür Müge, kenarda kıkır kıkır gülüyordu. "O fermuarın sıkışması biraz kokoreç gibi olmuş," dedi minik kahkahalarının arasında. "Babam bana göstermişti bir kere. Şişte kokoreç gibisin ama beyazsın."
Bu benzetmeyi nasıl yaptığını asla anlayamasam da "Abla!" dedim. "Kızın bana kokoreç olduğumu söylüyor!"
"Seni yemek istiyor olabilir," dedi Bige abla. "Eminim ki bunu isteyen tek kişi olmayacaktır."
Yakın arkadaş arsızlığı bambaşka bir şeydi. Bu kızların arasında kendimi güvende hissetmemeye başlamıştım. Annem desen kızlardan da beterdi. Kabine başka bir gelinlik denemek için döndüm. Sonra başka bir gelinlik ve sonra başka bir gelinlik...
Tüm bunları yaparken Görkem'e sövüp duruyordum.
💙
Görkem Duman
Kulağım çınlıyordu.
Nedenini bilmiyordum ama bayağı bir çınlıyordu.
Siyah kadife perdeyi açıp kabinden dışarı çıktığımda mağazaya gireli on dakika anca olmuştu. Üzerimdeki beyaz gömleği ve altımdaki pantolonu karşıdaki duvara sıralanmış arkadaşlarıma gösterdim. "Tamam mıdır? Oldu gibi."
"İyisin," dedi Can. "Olmuş."
"Yaktın geçtin," dedi Arda. "Her zamanki halin."
"İki dakikalık iş için bizi niye başına topladın amına koyayım?" diye sordu Kaya.
"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Yağmur çocukları da çağırırsın dedi. O öyle dediği için çağırdım sizi."
"İyi bok yedin," dediler üçü aynı anda. Senkronize olmaları beni güldürdü. Onlara sırtımı dönüp kabinin içindeki aynadan kendime baktım. Üzerimdeki gömleğin yakalarını düzelttim. Pantolonun paçalarını kontrol ettim. Her şey tamam gibiydi. Bu tek başıma halledebileceğim bir işti. Diğerleri neden buradaydı hiçbir mantıklı açıklamam yoktu. Onlara bunun bir acil durum olduğunu yazdığım için hepsi saniyesinde konumunu attığım alışveriş merkezinde bitmişlerdi. Sonra da onları peşimden bana smokin bakmaya sürüklemiştim.
"Ceketi de geçir üzerine," dedi Can. "Bari öyle de görelim. Ne değişecekse sanki..."
Ceketin kollarını benim için açtığında hızlıca üzerime geçirmeme yardım etti. Ardından omuzlarıma pat pat vurdu. "İyisin iyi."
"Bu şekilde tamam mıdır o zaman?"
"Tamam dedik ya," dedi Arda. "Gelmişken ben de bir şeyler bakayım bari. Eylül ne renk giyecek bilen var mı?"
"Nikah tarihini öğrenmemizin üzerinden yaklaşık olarak yirmi iki dakika geçti," dedi Kaya. Onun bu süreyi tam olarak bilmesi üzerine kaşlarımı havaya kaldırarak bir cevap beklediğimi belirttim. "Canım sıkıldı seni beklerken."
"Üç dakikadır falan içerideyim?"
"Olabilir, sıkıldım."
"Baş sağdıç olmaya layık değil," dedi Arda. "Yol yakınken tekrar düşünmelisin. Ben hiç şikayet etmiyorum gördüğün üzere."
"Kes lan," dedi Kaya, onun ensesine bir tane geçirerek. Ardından elindeki siyah bir şeyi bana doğru savurdu. Bir an için ne olduğunu anlayamadım ve kendimi savunarak bir adım geri çekildim. Kaya yüzüme dik dik bakıp avucunda sıktığı kumaş parçasını göğsüme bastırdı. "Tak şunu da."
"Kravat da mı takacağım?" diye sordum siyah kravatı elinden alırken. "Niye?"
"Durun, düşüneceğim," dedi Can. "Çok zor çok zor." Baş ve işaret parmağını açtıktan sonra elini çenesine yerleştirip işaret parmağıyla yanağına vurarak düşünüyor taklidi yaptı. "Buldum," dedi suratıma düz düz, ben malmışım gibi bakarak. "Sen damatsın!"
"Öf," dedim. Kravatı Kaya'nın elinden alıp boynuma geçirdim. "Bunsuz damatlığım kabul olmuyor mu?"
"Asya seni ne yapar, sen biliyor musun?" diye sordu Kaya. Onun abisiymiş gibi davranmasını seviyordum ama böyle zamanlarda bana itmişim gibi yaklaşıyordu. "Gözlerini oyar, hiçbirimiz de durduramayız," dedi. "Madem kızı üç güne nikaha ikna ettin, o zaman her şeyi tam yapacaksın birader. Hiçbir şeyde gözü yokmuş gibi davranabilir ama bir kez evlenecek. Her şeyin kusursuz olması gerek."
Kravatımı bağlarken aynada kendime baktım. Gözüm, jilet gibi takımın içindeyken çenemdeki yara izine odaklandı. Aslında ilk bakışta göze çarpmıyordu ama ben ne zaman kendime bakacak olsak gözlerim ister istemez çeneme kayıyordu. "Kusursuza bayağı uzak bir adamım," diye mırıldandım kendi kendime. Benimle idare edebildiği için çok şanslıydım.
"Oğlum, damatlar papyon mu takardı acaba ya?" diye sordu Arda. Muhtemelen beni duymamıştı. Duymamaları daha iyiydi. Özgüveni yüksek tarafıma şahit olmalarını tercih ederdim. "Bilmiyorum, ilk kez bizden biri evleniyor. Çok düğünlere katılan bir ekip de değiliz. İnternetten bir baksak mı?"
"Kravatı papyona tercih ederim," diye mırıldandım ağzımın içinde.
Kaya, yumruğunu diğer avucunun içine bastırıp bana doğru yaklaştı. "Ben kazanırsam papyon takarsın, taş kağıt makas."
O kadar hızlı şekilde konuşmuştu ki yumruk yaptığım elimi avucumun içine resmen refleks olarak vurmaya başlamıştım. Bana oyunu oynamayı seçme şansı bırakmamıştı, sadece elimi hangi şekle sokacağımı düşüneceğim alan kalmıştı.
Ben taş yaptım, Kaya taş yaptı.
Tekrar yumruklarımızı sallamaya başladık.
Ben taş yaptım, Kaya taş yaptı.
Aynı anda başımızı sallayıp hırsla yumruklarımızı avuçlarımıza daha sert vurduk.
Yabancı bir gözün bizi onaylamaz bir baş hareketiyle izlediğinin farkındaydım. Mağaza görevlisiydi. Hiçbirimiz onu umursamıyorduk. Çocuklar heyecanla çevremize toplanmıştı. Arda üçten geriye saydı.
Ben taş yaptım, Kaya taş yaptı.
"Çekil şuradan," dedi Can, onu omzundan ittirerek benden uzaklaştırırken. "Ben kazanırsam kravat, sen kazanırsan papyon," dedi çok hızlı bir şekilde. Ağzının içinde yuvarladı kelimeleri. Ben de o anki hırsım yüzünden alık alık kafa salladım.
Can kağıt yaptı, ben makas yaptım.
Onun kağıt yapacağını biliyordum. Bu yüzden yumruğumu kendime doğru çekerek başarımı kutladım.
Kazanan bendim ama zafer gülümsemesi onların yüzündeydi.
Kaşlarımı çattım. Arda, keyifle elime bir papyon tutuşturdu. Kaşlarım daha da çatıldı ve elimdeki papyona hayatımda ilk kez papyon görüyormuş gibi bakarken bana kurdukları kumpasın farkına vardım.
Ben kabindeyken bunu aralarında konuşmuş olmalılardı.
Daha önce Yağmur'a da bahsetmiştim. Can'la taş kağıt makas oynamak, yaklaşık olarak yüzde otuz kazanma ihtimalin olduğu anlamına gelirdi. Eğer yenilmek istemezse onun yenilgisi sık görülen şey değildi. Beni üç saniyede tongaya düşürmüşlerdi. Kaya bana yaklaşmış, beni hazırlıksız yakalamış ve sonra birden Can ortaya çıkmıştı.
Kazandığımı sanırken kaybedeceğim bir senaryo kurgulamışlardı. Üstelik bu, sadece papyon ve kravat üzerinden dönen bir iddia içindi. Beni önce boynuma bir şey takmak konusunda kravatla kandırmışlar, sonra bana zorla papyonu kabul ettirmişlerdi.
Gurur dolu bir gülümseme dudaklarımı çekiştirdi.
Onlarla gurur duyuyordum. Her zaman, her saniye, her şeyleriyle. Şahit olduğum kandırmaca beni daha fazla gülümsetirken keyfim oldukça yüksek bir seviyedeydi.
"Vay be," dedim. "İyi oyundu, tebrik ederim."
Anlamamı beklemiyor gibi birbirlerine bakıp bir de üstüne dünyanın en berbat oyunculuğuyla bana masum pozları kestiler. Sonunda onlara öyle dikkatli baktım ki suçlu birer çocuk gibi arkamdan iş çevirdiklerini kabullenmek zorunda kaldılar. Ama bunu yapma şekilleri sinir bozucuydu.
"Bir de kazandım sandı, salak," dedi Kaya.
"Bana karşı hiç şansı yok," dedi Can.
"Çok saftı, keşke bozmasaydık da sevinmeye devam etseydi," dedi Arda.
Sırıtarak kabinin içine geri döndüm. Onlara artık ihtiyacımın olmadığını, defolup gitmelerini söyledim. Bu yüzden kabinin önünü boşalttılar. Ben de üzerimden çıkarttığım gömleği, ceketi ve pantolonu düzgünce katladım ve koluma astım.
Ardından papyonu kabinde bırakıp kravatı yanıma aldım.
Bu sırada üç kafadar, Arda'nın askıları kendi üzerine tutarak gösterdiği gömleklere kafa sallayıp yorum yapmakla meşgullerdi.
Takım elbiseyi kravatla birlikte satın aldım.
Oynanan oyunların ya da insanların kendilerini çok zeki sanmalarının pek bir önemi yoktu.
Lider bendim. Günün sonunda ben ne istersem o olurdu.
•⚓•
Bugün 13 Mayıs. 13 ve Mayıs. Analiz'in günü resmen. Koştur koştur bölüm yetiştirdim size. Nerede benim tebriklerim?
Nasılsınız? Düğünümüz için hazır mısınız?
Biliyorsunuz ki geçen cumartesi Dört Çeyrek'in kitap olacağı duyurusunu yaptım. O zamandan beri harika tepkiler alıyorum. Hepinize iyi dilekleriniz ve destekleriniz için teşekkür ederek başlamak istedim. İyi ki varsınız, sizi seviyorum 🤍
Şimdi hemen bölüme dönelim. Hermes'in aşk hayatına (?) bir dalış yaptık, Can'dan itiraflar dinledik, sonra gidip nikah tarihi aldık derken karma bir bölümü geride bıraktık. Duygularınızı, düşüncelerinizi, yorumlarınızı buraya bırakabilirsiniz.
Yeniden görüşene dek hoşça kalmayı ve yüzümüzün güldüğü bölümlerin tadını çıkartmayı unutmayın. Bir de bir kere gülümseyip öyle gidin olur mu? :)
#AnalizWattpad etiketinin altında tweetlerinizi bekliyor olacağım.
Teşekkürler ve iyi günler!
🔵🤝🔵
Harika bir bölümdü Azra ilk once hermesin aşk hayatı çok değişikti kısacası onun gey yada biseksuel olması acayipti öbür yandan Canın itirafları ve nikah tarihi çok heyecanlıydı bu bölüm harika olmuş yeni bölüm için çok heyecanlıyım bu arada 4 Çeryek için hayırlı olsun teşekkürler ve iyi günler 💙💙💙
YanıtlaSilbölüm mükemmeldi eline sağlık en kısa zamanda analizde kitap olsun istek değil ihtiyaç
YanıtlaSilÇok güzel bir bölümdü detaylar yakıyordu
YanıtlaSilHarika bir bölümdü tek dileğim düğünlerinde sıkıntı çıkmaması hermesin sağı solu belli değil umarım analizde en kısa zamanda kitap olur istek değil ihtiyaç
YanıtlaSilDÜĞÜNDE BİR ŞEY OLACAK GİBİ HİSSEDİYORUM Bölüm ne kadar güzel olsa da bir yerde Görkem'in bir noktada yine birini seçmesi gerekeceğini düşünmeye başladım ve bence bu düğünde olcak yani umarım olmaz da
YanıtlaSilCan'ın gelecek hayalinde ilk başta yer bulamaması öyle huzursuz etti ki beni içime öyle bir kurt düşürdü ki acaba mi dedim
YanıtlaSilmükemmellllmükemmellll
YanıtlaSilhayalde yağmurun canı görememesi içime öyle bi kurt düşürdü ki düğünde bi şey olucak diye korkuyorum
YanıtlaSilCanın ölmesinden ya da bi şekilde bu gruptan kopmasindan şüpheleniyorum sanki kitapta buna dair kesitler var gibi kitabın çok tatlı bi bölümü olsada yazlık hayali kurdugunda ki asyanin kelimeleri beni sorgulattı
YanıtlaSil