56. "Çapa ve Dümen"

Bölüm şarkıları:

Can Ozan, Toprak Yağmura
Can Ozan & Dktt & Deniz Tekin, Belki
Yıldız Tilbe, Aşk Yok Olmaktır
Yıldız Tilbe, Buz Kırağı

Bir kısmını buraya bıraktım ama bölümde geçen şarkıları arkaya açıp sahneleri öyle okumanızı tavsiye ederim. Modumuzu yakalayalım.

🌷

Kaç nefes kaldı bilmiyorum
Kaç acı, kaç hüzün, kaç keder
Bir seni biliyorum, bir de senin olduğumu
Bu bana bir ömür boyu yeter.

•⚓•


"Ağlamayacak mısın?"

"Yok," dedim karşımdaki koltuğa dizilmiş üçlüye bakarken. Bige abla, Bahar ve Eylül bana kendilerince kına gecesi yapmaya karar vermişlerdi ama bu bir kına gecesi değildi, bu bir bekarlığa vedaydı. Hepimizin elinde birer şişe içki vardı. Her birimiz, yüksek ihtimalle birkaç kadeh daha içersek yıldızları görmeye başlayacak kadar sarhoş olmuştuk.

"Niye, üzülmüyor musun hiç?"

"Abla, zaten birlikte yaşıyorduk biz," dedim elimi niye üzüleyim ki der gibi sallarken. Bige abla bunu unutmuş olmalıydı. O zaten çok çabuk sarhoş olan biriydi, bunu biliyordum. Birkaç yudumda kendini kaybediyor, sonra da alıklaşıyordu. "Baba evinden ayrılmıyorum ki, niye üzüleyim?"

"Kına yakmayacak mıyız?" diye sordu Bahar, gözleri tavandayken. "Ortaya otur. Etrafında dönmek istiyorum."

"Niye böyle bir şey istiyorsun? Manyak mısın?"

"Bilmiyorum. Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar açmalıymışız gibi geliyor. Bu şekilde bir şeyler eksik."

"Eylül acil bir durum olduğunu söyleyip beni evine çağırdı ve kapıda üzerime konfeti patlattınız. Bahar şampanyayla kenarda bekliyordu, becerebilseydi o da şampanya patlatacaktı."

"Ama aşkım, düğün öncesi kız kıza bir kutlama yapmamız bence şarttı."

"Kafayı bulduk Eylül," dedim. "Bige abla birazdan Egemen diye bağırarak ağlamaya başlayacak gibi. Bunun neresi kutlama?"

"Kalkın da iki göbek atalım," dedi Bahar. "Sonra da yüksek yüksek tepelere söyleyelim. N'olursunuz, yoksa içimde kalacak."

Ayağa kalkmam üç saniye bile sürmedi. İstemem yan cebime koy triplerine hiç girmedim. Gelin olduğum için ilk şarkı seçme hakkı benimdi ve ben de hiç düşünmeden Shakira açtım.

Dört yakın kız arkadaşın Shakira şarkılarıyla kurdukları ortamı hiçbir erkeğe açıklayamazdık. An itibariyle Bahar'la, Görkem'in kalp krizi geçireceği türden bir yakınlık kurmaya başlamıştım. İkimiz kalçalarımızı sallarken Eylül parmaklarını ağzına götürüp ıslık çaldı. Bige abla ayakta biraz zor duruyor olsa da bize ayak uydurmakta gecikmedi. O kadar çok gülmüştüm ki karnım ağrımaya başlamıştı.

Bunları tek bir şarkı yapmıştı. Bu gecenin devamı da vardı.

Şişeyi dudaklarıma götürüp kendi etrafımda dönmeye başladığımda Eylül bana yanaşıp "She make a man wants to speak Spanish," kısmını bağırarak söylemişti. Bir adamda İspanyolca konuşma isteği uyandırmak anlamına gelen şarkının bu kısmını bana ithaf etmesi beni çok güldürdü.

Uzun zamandır her şeyi boş verdiğim buna benzer bir gece geçirmemiştim. Bu bir kına gecesi değildi, bir terapiydi. Dünya umurumuzda değilken şarkı söylüyor, dans figürlerimizi birbirimize sergiliyor ve masanın üzerindeki sarmalardan ağzımıza atıyorduk.

Bahar konsepti yanlış anlayıp yeriz diye bir tencere sarma getirmişti Eylül'e. Bunu ilk öğrendiğimde deli gibi gülmüştüm. Eylül ona Asya'nın bekarlığa vedasını kutlayacağız, yemek de yeriz dediğinde altın günü tarzı bir etkinlik algılamıştı Bahar. Bige abla ise bir kasa içkiyle Eylül'ün kapısına gelmişti. Eylül de bize yemek olarak favori dükkânından kebap söylemişti.

Her şey ama her şey inanılmaz saçmaydı. Hiçbirinden benim haberim yoktu. Bu yüzden bana ne sunarlarsa kabul ediyordum. Kebap mı yiyecektik? Yerdik. İçip kafayı mı bulacaktık? Bulurduk. Shakira eşliğinde dans ederken birbirimize sarma mı yedirecektik? Olurdu, benim için sorun yoktu.

Sevildiğimi hissediyordum ve onları çok seviyordum. Uzun zamandır erkeklerle yaşıyor olabilirdim ama ilk defa sahip olduğum bu kız ortamı başka bir şeydi. Saçma sapan şeylere kahkahalar atıp aklımıza ne eserse onu yapıyorduk. Burada Piramit yoktu, beyin yakan akıl oyunları yoktu. Ben yarın gelin olacaktım ve bugün, ben ne istersem o oluyordu.

O noktaya nasıl geldiğimizi anlayamasam da bir noktada bu oynama işi, sıra sıra herkesin bir şişe kapıp şarkı söylediği bir ortama dönmüştü. Eylül, Ariana Grande'nin 7 Rings şarkısını seçmişti. Biz Bahar'la onun arkasındaki dansçılar olma görevini üstlenmiştik. Her şey spontane gelişmişti ama şovumuz Bige ablanın dünyada gördüğü en güzel şey olmalıydı. O kadar çok gülmüştü ki en son yere düşmüş, dizlerinin üzerinde gülmeye devam etmişti.

Küçük çocuklar anneleri için kareografiler hazırlarlardı ya, işte kendimi o küçük çocuklar gibi hissediyordum.

Sıra Bahar'ın şarkı seçimine geldiğinde onun bir anda açtığı melodiye "Şimdiki aşklar yalan olmuş, ben yine aşık!" diye girmesini kimse beklemiyordu. Aniden Yıldız Tilbe'ye geçişimizi garip karşılamamız gerekirdi ama adapte olmamız için göz kapatıp anı açma hepimize yetti. O Kaya'nın kız arkadaşıydı. Ondan da bu beklenirdi.

"Bendeki şansın talihi yok yine yazık," diye bağıran bendim.

"Bir yarim var herkesten güzel ama deli," diye devam etti Eylül.

"Bir gözü bende, öbürü nerede bilmem ki," diye katıldı Bige abla hemen. Bu cümleyi öyle içinden gelerek söylemişti ki muhtelen çok bağırdığı için boğazı acımıştı.

Seçtiğimiz cümlelerin karakterlerimizle uyum seviyesine uzun uzun gülmek için zamanım yoktu, nefes alacak boşluğum bile yoktu. Şarkıya eşlik etmek zorundaydık.

Bahar ve Eylül eteklerini sallıyor gibi yaptılar ve omuzlarını çarpıştırdılar. Ardından olmayan eteklerini tutuyor gibi bir elleri bacaklarının kenarındayken ayaklarını yere vura vura birlikte dönmeye başladılar.

"Kalbimi verdim, kendimi de, yetmedi sana... Yıllarımı serdim halı gibi yollarına..." Onlar oynarken Bige abla efkara bağlamıştı. Ben demiştim, bu kadın bugün ağlayacaktı. "Ah ulan ah, hem de ne yıllarımdı. Çocuğumuz bile var aptal herif seni."

Kendimi koltukta onun yanına bıraktım. Gerçek bir bırakıştı bu. Oturmamıştım, düşmüş sayılırdım. Başımı kedi gibi omzuna yerleştirdim. Bahar ve Eylül işin makarasını sürdürmeye devam ediyorlardı. Biz Dumanzedeler olarak Bige ablayla onlardan ayrılmış, farklı bir kafaya geçiş yapmıştık. "Abla, hiç mi olurunuz yok yeniden?" diye sordum ciddi bir şekilde. Ani ruh hali değişikliğim onu şaşırtırken sesimdeki ciddiyetse kaşlarını kaldırmasına sebep olmuştu.

O dalga geçmeli bir efkârlanma içindeydi, ben bunun dalga olmadığını biliyordum. Gerçekten canı yanıyordu. "Bebeğim eğlenelim, şaka yapıyorum ben," dediğinde başımı daha fazla bastırdım omzuna.

"Söyle bana, ne durumdasınız?"

Müzik bir anda durduğu için kızlar da sorumu duymuş oldular. İkisi de aynı anda Bige ablayla benim bacaklarımızın dibine çöküp bağdaş kurdular. Çeneleri havaya kalktı ve tüm odak Bige ablada toplandı. "Kızlar, saçmalamayın," dedi ablam. "Bir örtü getirin de Asya'yı ortamıza oturtalım hadi."

"Hayır," dedim. "Sonra yaparız. Çatlayacağım. Anlat bana. Çok merak ediyorum. Hiç öpüşüyor musunuz?" Sarhoşluğun etkisiyle sahip çıkamadığım dilim, en merak ettiğim mevzuyu fazla açık bir şekilde söylemişti. Bundan utanacaktım ama Bige abla gülümsediğinde utancımdan eser kalmadı.

"Onu hâlâ sevdiğimi çok belli ediyorum değil mi?" diye sorduğunda ona üçümüz dik dik baktık.

"Yok ya," dedi Eylül. "Hiç anlamamıştık vallahi."

"Egemen abiyi ben de çok severim, biliyorsun," dedi Bahar, elini kalbine koyarak. "Seninki çok sevmek değil, seninki bildiğin kapkara sevda."

"Seni o kadar seviyor ki Bahar," dedi Bige abla birden konudan saparak. "Ankara'da okuduğun dönemden beri hep derdi bu kızla tozu dumana katarız biz, bir gün İnşallah birlikte çalışma şansımız da olur diye. Nasıl içten dua etmişse seneler de geçse aradan, bak oldu işte."

"Çok emeği var bende. Sizinkilerin arkadaşlığı sayesinde öz abim saydığım biri girdi hayatıma. Ne diyeyim ki abla? Sen yine rahat ol ama. Say söv, problem yok. Ben buradayım diye rahat konuşamıyorsan diye diyorum yani... Boşandığınızı öğrendiğim an komaya girmiştim üzüntüden. Çok yanlış bir karardı çok."

"Bence ikimiz de her geçen gün bunu daha fazla hissediyoruz," dedi Bige abla, kırık bir gülümsemeyle. "Bence o ve ben, o kadar kırıldık ki buradan toparlamayı denemeye korkuyor gibiyiz. Her şey bir adıma bakar, kızlar. O adımı atmayacak kadar gururluyum. O da bu yola benimle bir kere daha girmeyecek kadar kararlı."

"Yanıldığını düşünüyorum." Düşünür gibi değil, bilir gibi konuşmuştu Bahar. Yüzüne baktığımda kesinlikle bizden fazlasını bildiğine dair bir emare gördüm suratında. Egemen abiyle aynı ortamda çalışıyor olmak, ona dert ortaklığı yapmayı da içeriyor muydu acaba? "Çok kısa bir zaman içinde kavuşacağınızı düşünüyorum nedense."

"Müge çok istiyor bunu," dedi hüzünlü bir iç çekişle birlikte. "Minik kızımın bizi bir araya getirmek için ne kadar çırpındığını görseniz ağlarsınız. Arif babama da devamlı anlatıyormuş, iş birliği yapmayı teklif ediyormuş. Hem annemi hem babamı yemeğe çağırsana demiş bir süre. Abartmıyorum, bir hafta boyunca her gün babam bizi çağırdı. Ben de anlam veremiyordum niye çağırıp durduğuna. Meğer Müge ayarlıyormuş babasıyla vakit geçirebileyim diye."

"Karşı karşıya gelmemek için hiçbir çabanız yok," dedi Eylül. "Aksine, bir bahane olsun da yan yana duralım diye bekliyorsunuz. Hep söylerim, Müge sizden çok daha akıllı. Siz bilmiyorsunuz, o biliyor."

"Gözlerine bakmak canımı yakıyor. Kaçmam gereken bir yerde kalmak için o kadar çok çaba sarf ettim ki..."

"Ben de bir keresinde böyle yaptığımı düşünüyordum." Bahar yavaşça omuzlarını kaldırıp indirdi. "Aynıyız demiyorum ama araya zaman girmesinin ne demek olduğunu anlayabiliyorum. Yine de abla, insan kaderinden kaçamıyor."

"Siz de bu aralar iyisiniz sanki," dedim imayla. "Kaya son zamanlarda sana vakit ayırmadığı için çok dertliydi ama bir şekilde telafi etti gibi."

Bahar dudaklarını birbirine bastırdığında yüz ifadesi, neler yaşandığı konusunda beni bilgilendirmeye yetti. Sırıtmaya başladım. Sonra dayanamayıp o da sırıtmaya başladı. "Of," dedi imalı kıkırtılarımla baş edemeyince. "Sakın tek kelime etme."

"Tek kelime etmedim," dedim. "Ama bir avukatın konu Kaya olduğunda mimiklerine hakim olamayışı beni keyiflendirdi."

"Ne diyebilirim ki?" dedi Bahar, utanmaktan vazgeçip arsız bir gülümseme takınarak. "Biz de bazı şeyleri böyle halleden iki yetişkiniz."

"Nasıl halleden?" Eylül bilerek üzerine gidiyordu. Benimle iş birliği içine girdiği için göz göze geldik. İkimiz de onu köşeye sıkıştırdığımız için çok keyifliydik.

"Böyle," dedi Bahar. "Konuşturmayın beni şimdi."

Bige abla da gülmeye başladı. "Elinizde şansınız varken hayatınızdakilerin kıymetini bilin. Böyle bir tavsiye verdiğim için kendimi yaşlı hissettim ama gerçekten, basit bir temas için bile nelerimi verebileceğimi bir ben biliyorum. O kadar özlüyorum ki... Biz işten yorgun argın da dönmüş olsak Müge'yi uyuttuktan sonra yan yana koltuğa kıvrılır, kırmızı bir battaniye atardık üzerimize. Sarılıp bir şeyler izlerdik. Size yemin ederim, orada hissettiğim huzuru hiçbir yerde bulamadım ben. Kırmızı battaniyeyi poşetleyip dolabın üzerine kaldırmıştım evden gittiğinde. Hâlâ da aynı yerde. Dokunsam ağlarım, kendimi biliyorum."

"Sizi gerçekten anlayamıyorum," dedi Bahar, göğsünde onların acısını taşıyan bir sesle. "Boşandığından beri yüzüğünü boynunda taşıyor o adam. Birlikte olmanız için daha ne gerekiyor ki? Bu kadar sevmek nasıl olur da yetmez diyeceğim... Aklıma Kaya geliyor, diyemiyorum da. Ne diyeceğimi bilmiyorum."

"Bazen gerçekten çok kırıcı olabiliyorlar," dedim. Düşündüğüm Görkem'di ama Duman kardeşleri kastederek söylemiştim. "Beni korumak için benden vazgeçebilecek birisidir Görkem de. Tehlikeli sulara girdiğimizde kenara ittiği hep ben olurum. Yani, olurdum. Özellikle hisleriyle baş edemediği dönemlerde o kadar tuhaf davranıyordu ki, onu anlamak için çaba sarf etmekten vazgeçmiştim. Bu yüzden Egemen abiye karşı neler hissettiğini anlayabiliyorum. Bana bir keresinde onların mantığını yenemeyiz demiştin. İnsan savaşmaktan yoruluyor. Bu yüzden, yorgun oluşun öyle normal geliyor ki bana. Bundan sonra bir şey olacaksa da bırak onun çabasıyla olsun."

"Son zamanlarda bir şeyler deniyor kendince," diye dökülmeye başladı dert ortaklarına. Meşguliyetlerimiz yüzünden aktifliği düşen Dört Idiots grubumuz sanki en son dün dertleşmişiz gibi bir samimiyetle yeniden diriliyordu. "Ne yaparsa yapsın onu affetmeye hazır mıyım onu da bilmiyorum gerçi."

"Hazır görünüyorsun," dedi Eylül. "Biri birini hiç affetmeyecek olsa Arda da beni affetmezdi. Arada aşk olunca gurur bir yerde rafa kalkıyor abla. Omzunda başka birine duyduğum aşkı anlatıp ağladığım adam, senelerce benimle ilgili hislerini içine gömmüş. Ben tutup onu öpmeseydim söylemeye de niyeti yokmuş. Yine de konuşulduğu sürece bir şeyler netleşiyor, problemler azaltılıyor. Hayatında hiç kimse onu benim kırdığım kadar kırmamış. Bana bunu kendisi söyledi. Buna rağmen benimle birlikte olmak istiyor. Beni sevmekten vazgeçmiyor. Aşk, ne kadar kırıldığınla ilgilenmiyor. Gariptir ki insan, ezdiği kalpte yaşamaya devam edebiliyor."

Bahar, "İşte buna kadeh kaldırırım," dediğinde kadeh yerine elini havaya kaldırdı. Ardından ne yaptığını fark edip kadeh tuttuğu diğer elini havaya kaldırdı. Gülümsedim ama canım yanmıştı. Eylül'ün dert ortağı Arda'ysa Arda'nınki de bir zamanlar bendim. Eylül benim için herkesten bağımsız çok özel bir yere sahip olsa da Arda'nın gözyaşlarının izleri omuzlarımda dururken bu konuda daha fazla anlayış gösterebileceğim taraf Arda'ydı.

"Onu mutlu görüyorum," dedim. "Bunu onun kadar hak eden çok az kişi vardır. Öyle ya da böyle, geç bir zamanda onu görmeye başlamış olsan da onu mutlu ettiğin sürece sana kızgınlığı diniyordur bence. Zaten Eylül, Arda hiçbir zaman sana kıyabilen biri olmadı."

"Öyle." Eylül, bakışlarını ellerine indirdi. "Onun tarafından sevilmeyi hayatımdaki hiçbir şeye tercih etmem. Dünyanın en güzel hissi bu, gerçekten. Sevgisi beni büyülüyor ve yeterince karşılık veremediğimi hissettiğim zamanlar oluyor. Öyle anlayışlı ki. Acelesi yok. Bütün hayatını beni beklemeye ayırabilirmiş gibi. Ben... Hazırım aslında. O hazır mı bilmiyorum ama eğer hazırsa... Ay bu konuya nasıl geldim bilmiyorum. Utandım şu an."

"Hiç birlikte olmadınız mı yani, doğru mu anladım?" diye sordu Bahar, lafı hiç dolaylamadan. Bu dümdüz sorusu onu utandırırken Eylül gülüp önemli değil der gibi bir kafa hareketi yaptı.

"Henüz," dedi. "Ve delirmek üzereyim." Attığım ani kahkaha Bige ablayı güldürürken Bahar'ın dizime vurmasına yol açtı. "Gülme," dedi Eylül. "Arda'yla her öpücüğümüz çok değişik hissettiriyor bana. Kaç yaşında kadınım, çocuk gibi heyecanlanıyorum beni öptüğünde. Nasıl denir, şiir gibi. Abartmıyorum, gerçekten. Elim ayağım kesiliyor. Ten uyumu denen şeye inanmayan varsa bir kez olsun oturup konuşmak isterim onunla. Böyle bir şey olamaz."

Daha fazla gülüp tek tek kızlarıma baktım. "Şu ortamda ten uyumuna inanmayan hiç kimse yok, emin ol."

"Hiç kimsede Görkem'de hissettiğini hissetmedin, değil mi?"

"Bebeğim," dedim başımı ona doğru eğip göz temasımızı sağlayarak. "Adamla yarın evleniyorum. Düşün bakalım hissetmiş miyim?"

"Gerçekten evleniyorsun." Promillerimiz kaçın üzerine çıkmıştı merak ediyordum. Şaşırarak bunu söylemesini kanımızdaki alkol oranına bağlıyordum. "Her aşamanızı görmüş biri olarak hâlâ idrak edemiyorum. Tanıştığınızda ikiniz de evliliğe çok uzak insanlardınız. Senden böyle bir şeyi beklemezdim mesela. Görkem'in zaten bir ilişki yürütebileceğini bile düşünmüyordum."

"Duyguları çok güçlü, Eylül," dedim dudaklarımı araladığımda. Ondan bahsederken alyansımla oynamaya başladım. "Ben de beklemiyordum, yalan yok. Biliyorsunuz durumları zaten. Ama o, herhangi bir beklentinin çok ötesinde bir adam. İçimdeki harabeyi göre göre bana ikinci bir şans vermek istediğinde sıfır inançla girmiştim ben o eve. Hepiniz, hayatıma onun katkısısınız. Ailem saydığım adamlarla yolumu o kesiştirdi benim. Bazen ona bakıp gerçekten aşktan ölecekmişim gibi hissediyorum."

"Bu planı yaptığım için bana kinli," dedi Eylül, elini ağzına götürüp gülmeye başlayarak. "Sensiz bir gece geçirmek, ölmek demekmiş. On iki gibi partimizi bitirsek olmaz mıymış... Neler neler söyledi, resmen oturup dil döktü bana. Ben de düğünden önceki gece gelini göremezsin, uğursuzluk getirir dedim. Konu sen olunca biraz alık olduğu için inandırmayı başardım."

"Gelinliği görmesi uğursuzluk getirir diye biliyorum," dedi Bige abla, ciddi bir sesle. "Onu da göstermedik zaten."

Göstermemiştik. Ben de onun damatlığını görmemiştim. Birbirimizden saklayabildiğimiz tek şey nikahımızda giyebileceklerimizken hayat çok güzeldi. Hep böyle olmalıydı. Aramıza giren sırlar, bu gibi anlamsız şeylerden ibaret kalmalıydı.

"Çok heyecanlıyım," dedim beklenmedik bir neşeyle. Sırıtarak dizlerimi salladım ve ellerimi dizlerime kapattım. "Bu kadarını ben de beklemiyordum. Ara sıra saate bakıyorum kaç dakika kaldı diye. Görkem'e sorsam o saniyesine kadar biliyordur muhtemelen."

"Onlar bahçeyle uğraşıyorlardı en son," dedi Bahar. "Işıkları ayarlayacağını söylemişti Kaya. Bir de boy aynasının süslenmesini istemişsin. Arda ve Can gümüş harflerle adınızı yazacaklarmış aynaya."

"Gerçekten mi?" dedi Eylül. "Sen mi istedin?"

"Bu o kadar garip bir şey mi?" dedi Bige abla. "Bayağı meşhur böyle şeyler aslında. Hep yapılıyor."

Aynanın süslenmesi değildi garip olan, bunu benim özellikle istemiş olmamdı. Eylül anlamıştı. "Evet," dedim. "Fotoğraf çekineceğiz hep birlikte. Salonun en güzel yerine koyacağım çerçevemizi. Diğer eşyalar da bir gelsin. Mutfağı biraz hallettik. Koltukları da seçtik geçen. Yavaş yavaş toparlıyoruz işte. Babam sağ olsun, sağlam bir miktar yollamış benim hesabıma. Onu bir güzel yiyoruz Görkem'le."

Çok eğleniyorduk. Aslında ben mağaza gezip evimiz için alışveriş yapmayı da çok istiyordum ama şimdilik işlerimizi internetten halledecek kadar zaman bulabiliyorduk. Belki kalan ıvır zıvırlar için el ele bir alışverişe çıkabilirdik.

Şu düğünü sağ salim atlatsak ona bile şükredecek durumda olduğum için böyle şeylere takılmamayı deniyordum. Peşinde olduğumuz bu organize örgütü çökertme yolunda evlenmeye karar vermiş olmamız akıl alır gibi değildi. Beni nasıl kandırdığına hâlâ şaşırıyordum. Bir keresinde Müge, Kaya'ya hayır diyemediğini söylemişti. Kendimi Görkem'in karşısında aynı onun gibi hissediyordum.

O gece birkaç hareketli müzikle daha devam etti. Kasvetimizi dağıtmak istedik. Biraz daha uzun konuşursak herkes ilişkisindeki sorunları yolunda giden diğer şeylerden daha fazla görecek, Eylül'ün evi dert yuvasına dönecekti. Bunu yapmak yerine kurtlarımızı dökmeyi seçtik. Gecenin sonunda ise arkada ben bal arısı gibiydim senden önce sözlerine sahip o şarkı çalıyordu. Kimin açtığını bilmiyordum, ne ara Bahar'la el ele tutuşup dans etmeye başladığımızı da bilmiyordum. Ayakta duramayacak kadar sarhoş olduğumuz için birbirimizin ayağına basıp duruyorduk. En sonunda kendimi kanepeye bıraktım.
Zaten orada da uyuyakalmıştım.

Sabahın ilk ışıklarının odaya dolmasıyla gözlerimi açarken başım ağrıdan çatlıyordu. Birisi gece üzerime ince bir battaniye örtmüştü. Kızlara dönüp bakmak istediğimde Bige ablayı yerdeki minderlerin üzerine kıvrılmış yatarken gördüm. Bahar yüz üstü şekilde halıya uzanmış, kolunu da kulaç atar gibi ileriye doğru uzatmıştı uykusunda. Eylül'ün bedeni yerde, başı koltuktaydı. Neden hepsi yerde uyuyakalmıştı fikrim olmasa da bu bana Analizcilerin odamda sabahladığı ilk geceyi hatırlattı.

Yüzüme buruk bir gülümseme yerleşirken o gün de yaptığım gibi telefonumu kaldırıp onları kadraja alarak fotoğrafımızı çektim. Gözlerim ekrandaki saate kaydı. Yediyi on üç geçiyordu. Erken uyanmam gerektiği için kurduğum alarmın çalmasına iki dakika vardı.

Tam bu sırada dışarıdan iki kısa korna sesi yükseldi. Bir kez daha kornaya basıldı, ses kesildi. Ardından iki kez daha kornaya basıldı.

Telefonum çalmaya başladığında Görkem'in aramasını hızla cevaplandırdım. "Alo," diye fısıldarken neye uğradığımı şaşırmış haldeydim.

"Kapıdayım."

Onu anlamıştım. "Niye? Sabahın köründe ne işin var?"

"Gel," dedi yalnızca. "Bekliyorum."

Başım ağrıdığı için yüzümü buruşturup elimle şakağıma masaj yaparken "Sevgilim," dedim. "Benim gitmem gereken-"

"Evet. Seni oraya götürmek için buradayım."

Kalbimin deli gibi atmaya başladığını hissederek şakağımdaki elimi göğsüme bastırmak için indirdim. "Ne?"

"Bekliyorum Yağmur."

Ayağıma Eylül'ün süslü terliklerini geçirip evin içinde hızlı adımlarla ilerledim ve dün gece onun odasına bıraktığım kıyafetlerimi almak için sessiz olmaya çalışarak koşturmaya başladım. "Kızlar uyuyor," dediğimde gri eşofmanımı bulmuştum. Görkem'i hoparlöre alıp altımdaki şortu hızla çıkarttım ve yerine onu giydim.

"Bırak uyusunlar," dedi. Sesi yeni uyandığını belli eden o boğukluğa sahipti. Gözünü açar açmaz kapımda bitmişti. Bazı şeyler hiç değişmiyordu. "Seni biraz kaçırmam sorun olmaz bence. Eylül, düğünden önceki gece gelini görmek uğursuzluk getirir dedi. Düğün sabahı için bir şey söylemedi."

Üzerime de beyaz bir crop geçirdikten sonra Eylül'ün makyaj masasından tarağını kapıp hızla saçlarımı taramaya başladım. "Hazır mısın?" diye sordu. "Yol üzerinde bir yere de uğrayacağız. Siparişi önceden vermiştim."

"Ne siparişi?"

"Göreceksin."

Ayakkabılarımı giymeden önce salonun kapısından başımı uzatıp kızları kontrol ettim. İçlerinden biri uyanık olsaydı ona Görkem'le çıkacağımı söyleyecektim ama hepsi uyuyordu. Bu yüzden yolda Eylül'e bir mesaj çekmeyi düşünerek kapıdan çıktım. Koşarak arabaya ilerlerken Görkem benim için uzanıp yolcu kapısını açtı. İçeriye atlayıp yüzümü ona çevirdim. Akşamdan kalma halimi ne kadar toparlayabildiğim tartışılırdı fakat çok da önemli değildi. Bu adam bu gece beni zaten hiç görmediği şekilde görecekti.

Ona nasıl bakıyorsam dudaklarına derin bir gülümseme kazındı. "Günaydın bebeğim," dediğinde yüzünü ellerimin arasına alıp yanağına bir öpücük kondurdum.

"Gerçekten mi?" diye sordum. "Bunu kimseye söylemedim. Biliyor olamazdın."

"Bugüne Mete'yi ziyaret ederek başlayacağını tahmin etmek için sandığın kadar zeki olmaya gerek yok." Abimin adını müstakbel eşimden duymak, çok garip bir histi. Benimle birlikte mezarlığa gelmek için hazırlanması ise tarifsizdi. Bunu akıl edebilmiş olması onu dünyanın en zeki insanı yapmıyorsa da dünyadaki en sevdiğim adam yapıyordu.

Gözlerimin doluş sebebi mutluluğumdu. "Benim için bir sürü şey yaptın," dedim. "Ama bu, çok farklı Görkem. Korna sesini duyduğumda sen olduğunu anladım. Yine de bunu beklemiyordum."

"Uyanmış mıydın?"

Başımı salladım. "Bir dakika falan olmuştu."

Gülümsedi. "Hissetmişsin geldiğimi.

Gülümsedim. "Hissetmişim geldiğini."

"Seni öpebilir miyim yoksa bu da mı uğursuzluk getirir?"

"Boş versene," diyerek ona uzandım. Elini yanağıma yaslamak için kaldırdığında başımı avucuna yatırdım. Gülümseyerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Aldığım nefes, onunla paylaştığımda güzelleşiyordu. Yanağımdaki teması doğrudan kalbime ulaşıyor, dudaklarımın üzerinde yavaşça hareket eden dudakları ilk günkü gibi beni heyecanlandırıyordu.

"Nasıl hissediyorsun?" diye fısıldadı dudaklarımın üzerine doğru. Yavaşça geri çekilip gözlerimin içine baktı. "Gece nasıldı?"

Arabayı çalıştırdığında ayakkabımı çıkarmış, bir bacağımı altıma kıvırıp yüzümü ona dönerek oturmuştum yolcu koltuğuna. "Biraz gerginim," dedim. "Heyecanım daha fazla. Gece de güzeldi, nasıl olsun. Çok eğlendik kızlarla. Siz ne yaptınız?"

"Çocuklarla dövüştük."

"Ne?"

Gülümsemesi göz kamaştırıcıydı. Siteden çıktıktan sonra gözlerini yoldan çekip bana çevirdi. "Işıkları ve ses sistemini ayarlıyorduk. Kaya ayağının altında dolaştığımız için çok kızgındı. Ben de hiçbir şeye dokunmayıp köşeye oturdum. Kafama ledlerden birini fırlattı ona yardım etmediğim için."

Onları bahçemizi süslerken hayal etmek içimi ısıttı. "Çocuk gibisiniz," dedim gülmeye devam ederken.

"Sorma. Sonra Arda, şaka olsun diye led ışıkların kablosunu Kaya yere eğilmişken onun boynuna doladı. Kaya bunun kolunu tutup omzunun üzerinden çimlerin üzerine fırlattı. Arda'nın beyaz tişörtünün her yeri çayır çimen lekesi oldu. Can köşede tek başına içip bizi izliyordu. Altta kalanın canı çıksın oynamak için üzerlerine atlayacaktı. Koşarak gelirken dengesini kaybedip havuza düştü bebeğim. O havuza daha biz bile girmemiştik."

O kadar çok güldüm ki Görkem beni izlemek için arabayı kenara çekip çekmemeyi düşündü. Bunu kaldırım tarafına attığı bakıştan anladım. "Ben gerçekten bu evi iyi toparladım bunca zaman," dedim kollarımı göğsümde bağlayıp rollenerek. "Siz dört erkek kreşten fırlamış gibisiniz. Ben de sizin sevgi kelebeği ana okulu öğretmeninizim."

"Sen mi sevgi kelebeğisin?" diye sordu hayretle kaşlarını kaldırarak. "Sen gülümse diye takla attığımızı biliyorum ben. Yanlış mı hatırlıyorum?"

"Yanlış hatırlıyorsun," dedim hiç düşünmeden. "Ben gayet enerjik, kıpır kıpır biriydim hep. Enerji deponuz gibiydim. Bana haksızlık ediyorsun."

"Ruhumu sömürüyordun," dedi. "Bana yenisini vermek için yapıyormuşsun, sonradan anladım."

Onun belki de öylesine kurduğu bir cümle benim için çok fazla şey ifade ettiğinde "Görkem," dedim. "Hiç düşündün mü o gün evime gelmeseydin ne olacağını?"

Başını hafifçe iki yana salladığında "Geldim," dedi. "Yine gelirdim. Bilmiyorum, bir şekilde karşılaşmalıydık seninle. Seni tekrar görmeliydim. İşler bu raddeye varır mıydı fikrim yok ama Yağmur, aklımın bir köşesinde ihtimalin hep kalırdı."

"Ekibe katılma ihtimalim," diyerek düzelttim cümlesini. "Beni yetenekli olduğum için istiyordun."

"Öyle olduğunu inkâr etmeyeceğim," dedi. "Sen, benim hiç dile getirmediğim takıntılarımdan biriydin. Ekibime geldiğinde bunun biteceğini sanmıştım. Halbuki hayatım yeni başlıyormuş. İnsan geriye dönüp baktığında fark edebiliyor böyle şeyleri."

"O gün evime geldiğinde bana zarar vereceğini sanmıştım." Mazi, saklandığı yerden başını uzatıp bizi izler gibi önümüzdeki yola serildi. "Sen o zararları benden almak için oradaymışsın. Hayatımın hiçbir döneminde böyle bir hikâyeye sahip olacağımı düşünmemiştim. Kimseye yeniden güvenmem demiştim. Kimseyle yakınlık kurmam, yeni bir arkadaş edinmem... Yarını bile göremem."

Araya girip "Düşünme bunları," dedi. "Nereden geldiğimize değil nereye gittiğimize bakalım biz. Bundan sonrası, bundan öncesinden çok daha güzel olsun."

Aramıza giren sessizlik boyunca onunla birkaç saat içinde hayatlarımızı tamamen birleştireceğimizi idrak etmeye çalıştım. Göğüs kafesimde titreşen bir ışık dalgası vardı. Hem içimi ısıtıyor hem aydınlatıyordu. Bugün kalbim diğer günlerden daha farklı çarpıyordu.

Görkem bizi mezarlık yolundaki bir çiçekçinin önünde durdurdu. Arabadan inmem için önden dolaşıp kapımı açtığında centilmenliğine minik bir reverans hareketiyle karşılık verdim. Ardından el ele tutuşup çiçekçinin kapısından içeri girdik. Sabahın bu saatinde bile zinde görünen tatlı bir kız, bizi neşeli gülümsemesiyle karşıladı. "Görkem Duman, değil mi?" diye sordu.

Her şey gibi, bunu da önceden ayarlamıştı.

Görkem'in verdiği onaydan sonra kadın bizim için iki buket sarı lale getirdi.

Biri benim gelin çiçeğimdi, diğeri mezarlığa gidecekti.

Göğsümdeki ışık, parlaklığını yitirmeye başladı. Heyecanım sarı lalelere bakarken buruk bir hal aldı. Yaşadığım en ağır kaybın acısı ansızın yüreğimde sızladı.

Elini daha sıkı kavradığımda canımın nasıl yandığını hissetmiş gibi avucunu belime yerleştirerek ayakta durmama destek oldu. "Mutluluklar dilerim," dedi o kız, parlak bir gülümsemeyle. Teşekkür ederken o kırılmasın diye ben de gülümsemeyi çalıştım. Oysa gözlerim, cayır cayır yanıyordu.

İki buketi de elime alıp göğsüme bastırdım. Laleler, tenime değdiğinde diri diri yanmaya başladığımı hissettim. Acı, geçip gitmiyordu. Acı azalmıyordu, yalnızca onunla nasıl yaşanılacağı öğreniliyordu. Diş etlerimden parmak uçlarıma kadar derin bir acı hissettim. Aldığım nefeslerin sıklığı azalırken gözlerim yanmaya başlamıştı.

Burada değildi. Olmayacaktı. O bir mezarlıktaydı. Bedeni toprağın altında, sesi benden çok uzaklarda, son nefesi ise hâlâ kollarımın arasındaydı.

Lalelere daha sıkı sarılıp yolcu koltuğuna oturdum. Görkem hiçbir şey söylemeden arabayı çalıştırdığında bakışlarımı camdan dışarı çevirmiştim. Gözlerim kızarmaya başlamış olmalıydı. Yolculuk bitene dek çiçeklerime sarılmaya devam ettim.

Arabadan indiğimizde kolunu omzuma atıp beni kendine doğru çekti. Dudakları saçlarımı buldu. "Burada olan burada kalır," dedi. Bu ağlayabilirsin demekti. "Kendini sıkma. Beni üzeceğini düşünme. Ben, sizin için buradayım."

Biz. Ben ve Mete.

Bir zamanlar beni bu dünyada en çok seven kişi olduğuna inandığım benim canım abim ve onun koşullar fark etmeksizin daima ilk tercihi olan biricik kız kardeşi.

Mezar taşında ismini gördüğüm an ağlamaya başladım.

Buraya Görkemsiz geldiğim bir senaryoda buradan nasıl ayrılacağımı gözümün önüne çizemedim. Beni ambulansın gelip alması gerekebilirdi. Her seferinde canım yanıyor, her seferinde kalbim sızlıyordu fakat bugün, herhangi bir gün değildi. Bugün onsuz geçmemesi gereken bir gündü. Yanımda olmasını en çok istediğim kişi oydu.

"Selam," dedim tir tir titreyen bir sesle. "Biz geldik."

Çiçekleri toprağın üzerine bıraktığımda elimdeki suyun kapağını açtım. Titreyen elimle biraz zaman kazanabilmek için sessizce mezardaki bütün çiçekleri sulamaya sığındım. İşim bittiğinde "Mete," adı döküldü dudaklarımdan. "Evleniyorum ben."

Dizlerimin üzerine düşeceğimi hissetsem de dik bir şekilde durmayı denedim. Görkem'in gölgesi üzerime düşüyordu. Mete'nin de istediği buydu. Ona bir şey olursa, Görkem'e bana ulaşmasını tembihleyen oydu.

"Sözüm yemin, demiştim." Görkem'in sesi titremedi ama duygusallıktan kaynaklanan o tokluğa sahipti. "Emanetin emanetim, Mete." Elini göğsünün üzerindeki çapa dövmesine götürdüğünde ben de uzanıp diğer elini tuttum. "Emanetin emanetim."

"Seni o kadar kıskanırdı ki." Gözlerimden yaşlar akarken gülümsemeye başladım. "Bizi bu halde oturtmazdı karşısında. Uzak dur Yağmur'dan derdi sana."

"Eh," dedi Görkem. "Bu cümleyi kaç kez duyduğumu saymadım. Sonuç olarak, duramadığımı herkes kabullendi Yağmur."

"Bir de bana Yağmur diyorsun." Gülümsemem, minik bir kıkırtıya dönüştü. "Bunu duymuş olsaydı kalp krizi geçirirdi."

"Ama o bana Asya'yı değil, Yağmur'u emanet etti." Gözlerini mezar taşına diktiğinde Görkem'in omuzları dikleşti. Yüz ifadesine büyük bir saygı yerleşti. Yıllar önce yalnızca bir kez, benim için konuştuğu adamın mezarının başında yine benim için konuşuyordu. "Konu o olduğunda ben kimseyi umursamadım ama Mete, senin rızanı alabilmeyi çok isterdim. Umarım o gün bana kurduğun hiçbir cümle için pişman değilsindir. Umarım onu ne kadar sevdiğimi bir şekilde görüyorsundur."

Her kelimesi, içimdeki duygu selini yoğunlaştırıyordu. "Seni hiç sevmiyor gibi davranırdı ama senden razı olurdu." Artık gözyaşları, yağmur damlaları gibiydi. Buluttan gözlerim, sağanağı yanaklarıma bırakıyordu. "Bunu biliyorum." Kalbim hızını arttırdı. "Ve kesinlikle nikah şahidim sen olurdun." Burnumu çekerek tebessüm ettim. "Vekaletini Barış'a bıraktığın için o bu görevi seve seve devralacak. Gözün arkada kalmasın. Zaten o varken hiçbir zaman kalmazdı, bunu da biliyorum."

"Benimki de Kaya olacak," dedi Görkem. "Kaya, Yağmur'un abisi gibi davranıyor. Haberin olsun."

Beni böyle bir haldeyken bile güldürmeye başladı. Abime abimi şikayet ediyordu. Az önce Mete'nin Görkem'i kıskanacağını söylediğimden Görkem ona kıskanması için başka birini sunuyordu. Kendisini aklamak için bunu yapıyordu.

"Bunu duymana rağmen dirilmediysen, kesin ölmüşsün sen." Travmamla dalga geçiş şeklim bana Barış'ı hatırlattı. Kendi kendime güldüm, ardından yeniden çöktü omuzlarım. Burnumun direği özlemle sızlarken beni bir kere daha kollarının arasına alabilmesi için nelerden vazgeçebileceğimi düşündüm. "Keşke burada olsaydın," dedim ve hemen "Hep buradasın," diye ekledim. "Yemin ederim Mete, ben seni biraz bile unutmadım. Ne sesini ne bana verdiğin güveni ne de birlikte geçirdiğimiz günleri. Seni o kadar çok seviyorum ki."

"Bunlar onun son gözyaşları," dedi Görkem, elini mezar taşına sanki bir dostun omzuna yaslanır gibi yaslayarak. "Ona gözüm gibi bakacağım, son nefesime dek. Söz veriyorum."

"Yalnız kalmamdan nefret ederdin," dedim. Görkem'in arkamdaki bedenine yaslandım ve o da eğilip omzuma dudaklarını bastırdı. Gülümsedi, gülümsedim. Mete'nin de gülümsediğini hissettim. "Yalnız kalmayacağım," dedim. "Teşekkür ederim, abi. Bana nefes almayı da birine bağlanmayı da sen öğrettin. Bugün çok şey değişecek. Ben Asya Yağmur Duman olacağım ama sonsuza kadar senin kız kardeşin olarak kalacağım. Bu değişmeyecek."




Gümüş harflerle isimlerimizin yazıldığı boy aynasındaki yansımama baktım.

Yatak odamızdaydım. Evin bahçesi misafirlerimizle dolmaya başlamıştı. Bir saat kadar önce bu odanın içinde inanılmaz bir telaş vardı. Annem saçlarımı yapmaya çalışırken Bahar makyajımla uğraşıyor, Eylül eksik bir şey kalmasın diye koştururken Bige abla ve Hande diğer kısımdaki işleri koordine ediyordu. Arkadaşlarımın yardımı ve desteği olmasaydı bugünü nasıl atlatacağımı bilmiyordum. Benim akıl edemediğim bir sürü şey düşünmüşler, benim çok da umurumda olmayan tüm detaylara onlar dikkat etmişlerdi.

Her şey, olabilecek en güzel halindeydi.

Aynadaki yansımamda gözlerimin parladığını görmemle dudaklarıma bir gülümseme kazındı. Düşük omuzlu bu gelinlik, yara izimi açıkça ortaya seriyordu. Vücudumu saran gelinliğimin dantel detayları beni zarif gösterirken omuzumdaki dikiş izi, bugüne neleri aşıp geldiğimi simgeler gibi görüntümü tamamlıyordu.

Kızlar gideli çok olmamıştı. Bu da Görkem'in beni göreceği ana çok az kaldığı anlamına geliyordu. Yatağın üzerindeki kadife kutuda bu akşam için ona aldığım hediye duruyordu. Saniyeler geçtikçe içimdeki heyecan yükseliyor, bacaklarım titreyecek gibi oluyordu.

Kapı iki kez tıklandı, bir kez ve sonra iki kez. Kalbimin hızı aniden artınca gözlerimi kapalı olan kapıya çevirdim. Makyajım tamamdı, duvağım düzgündü, gelinliğim üzerime cuk oturmuştu. Onun için, bizim gecemiz için hazırdım. "Bebeğim," diye seslendi kapalı kapının ardından. "İçeri girmeyi çok istiyorum ama çocuklar beni sıranın en sonuna attılar. Önce onlar geleceklermiş. Lütfen onlarla çok vakit geçirme tamam mı? Çaktırma, galiba geliyorlar." Birkaç adım sesi duydum, ardından Görkem sesini yükselterek "Beyler," dedi. "Tam olarak burada bekliyorum. Gelinimi sadece beş dakika daha görmeden durabilirim. Hızlıca girip çıkın lütfen."

"Onu senden önce göreceğimiz için böyle yapıyorsun," dedi Arda. "Kıskançlıktan çatlıyorsun ama maalesef liderim. Adet böyledir. Kızı kaptıysan erkek kardeşleriyle de uğraşmak zorundasın."

"Ben bile heyecanlandım amına koyayım," dedi Kaya. Başını kapıya yaklaştırmış olsa gerek, sesi daha gür geldi. "Asya, vazgeçtiysen seni kaçırabiliriz. Bir işaret yollaman yeter."

Görkem, Kaya'ya vurmuş olmalıydı. "Saçma sapan şeyler söyleme."

"Acıdı lan."

"Ilık götlü, o kadar hızlı vurmadım."

"Düzgün konuş benimle. Nikahına şahitlik yapmazsam görürsün gününü."

"Garantiye almak için senden iki tane daha gezdiriyorum yanımda," dedi Görkem, Can ve Arda'yı kastederek.

Can, "Resmen yedek oyuncu muamelesi görüyoruz," dedi. "Şok içindeyim. Gururum incindi."

"Artık içeri gelecek misiniz yoksa nikaha geç mi kalalım?"

"Nikah memurunu ayağımıza getirdiğimizi varsayarsak böyle bir şey teknik olarak mümkün değil ama bence de artık seni görelim," dedi Can. "Eylül gördüğü herkesin koluna yapışıp ne kadar güzel olduğundan bahsediyor dışarıda."

"Uygunsun değil mi?" dedi Kaya. Kapı kolunu tutmuş olmalı ki kol aşağı doğru indi ama kapıyı itmedi.

"Gelin," dedim. "Ama Görkem kalsın. Siz çıkınca o gelir."

"Merak etme," dedi Arda. "O kadar aklımız var. Sizi baş başa bırakacağımıza söz veriyoruz."

Hızlı adımlarla gidip kapıyı onlar için ben açtım çünkü daha fazla sabredemezdim, çok heyecanlanmıştım. Görkem, koridorun diğer tarafında korkuluk gibi dikiliyor olmalıydı. Ona görünmemek için kapının arkasına yapışmıştım. Analizcilerin kalanları tek tek içeri girdiklerinde yüzüme kilitlenen üç çift göz, hızlıca beni süzdü. Bir süre hiçbiri tek kelime etmedi. Kendi etrafımda dönüp gülümsedim. Duvağımı tutup savurdum, elimi üzerine çenemi yaslayarak onlara poz verdim. "Çok güzel olmuş muyum? Çok güzel olmuşsun deyin."

"Çok güzel olmuşsun," dediler koro halinde.

Ağlamaya başlarsam makyajım akacağı için gözlerimi tavana doğru çevirdim. Birlikte öyle çok şey yaşamıştık ki, şimdi burada olmamız bana çok garip geliyordu. Her şey yolunda gibi hissetmeye hiç alışkın değildim ama bugün, her şey hayal ettiğimden bile daha güzel bir yoldaydı.

Kaya'nın kilitlenip kalan bakışları, Arda'nın hayranlıkla parlayan gözleri ve Can'ın mutluluğumu aklına kazımak ister gibi yüzüme dalıp gidişi karşısında duygularım iyice kabarırken "Sizi çok seviyorum," derken buldum kendimi.

"Ne dediğini anlayamıyorum," dedi Arda. "Az önce kalbimi aldın, sonsuza dek senin oldu. Gözlerim saçtığın ışıktan körleşti, kulaklarım yaydığın frekanstan sağır kaldı."

"İlk defa abartmıyor," diyerek ona destek verdi Can. "Az önce bildiğim her şeyi unuttum. Adım neydi benim? Yok, hatırlamıyorum."

Bana böyle iltifat etmeleri, yaşımı beşe indiriyordu. Tıpkı yoldan geçen bir abinin gülümseyip yanağından makas aldığı bir çocuk gibi heyecanlanıyordum. Eteklerimi tuta tuta etrafımda birkaç tur daha dönmek istedim. Bakışlarım o da bir şey desin diye Kaya'ya çevrildiğinde aslında beklediğim düz bir tepki vererek her zamanki Kayalığını yapmasıydı ama bu kez, onun da dudakları hayranlıkla hafifçe aralanmıştı.

"Dünya güzelisin," dediğinde gözleri dolacak gibi oldu. Ayaklarım yere mıhlandı. Çenemi kaldırdım ve göz göze geldik. "Hiçbirimizin seni şu an Görkem'e vermek istediğini sanmıyorum. Bence seni bizim eve götürmeliyiz, bizim kızımız ol sen."

Onun küçük çocuklara yapılan bu teklifi bana karşı kullanması hepimizi güldürdü. Bana bu hayatta abim gibi hissettiren biriyle tanışacağımı hiçbir zaman düşünmezdim. Önce karşıma Mete çıkmıştı, sonra Kaya. Tek çocuk olarak büyüyen bana, ikisi de çok değerli birer hediyeydi. Arda ve Can'a baktım. Onları kardeşlerim gibi seviyordum. Hissettirdikleri aile sıcaklığı, her geçen saniye iliklerime işliyordu.

Bileklerimizdeki lacivert iplere baktım. Sonra gözlerimi ben de onlarda gezdirdim. Üçü de jilet gibi giyinmişti. Siyah gömlekleri ve siyah pantolonları üzerlerine dikilmiş gibiydi. Siyah birer gözlük de taksalar tam anlamıyla mafya filmlerindeki adamlara benzeyeceklerdi. Arda'nın kıvırcık saçlarının öne düşen bir tutamını elimle şekillendirip kenara ittim. Can'ın ceketi düzgün olmasına rağmen yakalarını bir kez daha düzelttim ve Kaya'nın omzunda var olmayan bir tozu silkeledim. "Ekip hazır," dedim gururlu bir tebessümle. "Çıkarken boy aynasını da dikkatlice götürüp bahçede önceden gösterdiğim yere yerleştirebilir misiniz?"

Hiçbir hareket olmayınca yeniden başımı kaldırıp gözlerine baktım. Onlar da birbirlerine bakmışlardı. Yaşanan anlık sessizlik, Kaya'nın ceketinin iç cebine elini uzatmasıyla birlikte bölündü. "Çıkmadan önce..." dedi ve cebinden kadife bir kutu çıkarttı. Arda, kutuyu açıp içindeki gümüş rengi kolyeyi aldığında ben onlardan bir hediye beklemediğim için şaşkınlıkla karşımdaki sahneyi izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Kolyenin ucunda sallanan minik çapayı gördüm.

"Evet, fazla basit," dedi Arda. "Ev hediyelerimiz de olacak tabii... Kolaya kaçmışsınız diye düşünme. Sadece bugün için ne yapsak derken aklımıza bu geldi."

"Beni ağlatacaksınız." Bugün duygusal olarak kendimi en uç noktada hissediyordum. Heyecanı zirvede yaşadığım gibi sevgiyi de zirvede yaşıyordum. Gözlerim gerçekten dolunca Kaya, "Sakın ağlama," dedi telaşla. "Makyajın akarsa kızlar bizi gebertir."

Güldüm. Açık kalan gerdanım, kolyemi taşımak için oldukça uygundu. Gözlerim sessiz kalan Can'ı bulduğunda Can da bu anı bekliyordu. Kolyeyi Arda'dan alıp arkama yürüdü. "Duvağıma..." diye cümleye girecekken "Dikkat ederim," diyerek tamamladı beni. "Gelinliğin üzerine takmak zorunda değilsin bu arada. Kenarda durabilirdi."

"Asla," dedim. "Hiçbir zaman kenarda durmayacak çünkü hiç çıkarmayacağım."

Can gülümsedi. "Hiç çıkarmayacağın kolyeni ben taktım. Diğerleri ağlayabilir, en çok beni sevdiğinin kanıtı sayarım ben bunu."

"Lan!" dedi Kaya.

"Ne alaka?" dedi Arda aynı anda.

Yine benim için kavga etmeye başlayacaklardı. Tam onlarla dalga geçecektim ki "Çıkın şu odadan!" diye bir ses yükseldi koridordan. "Karımı görmek istiyorum artık ve her geçen saniye, size işkence çektirdiğim senaryorlar gözümün önünde dönmeye başladı. Biraz daha içeride kalırsanız çıktığınızda hepinizi öldüreceğim gibi duruyor." Duraksadı. "Sen hariç hayatım."

Dirseğimle Kaya'yı dürttüm. "Sana diyor galiba."

Arda, Can ve ben o kadar çok güldük ki Kaya somurtup göz devirerek kapıya kadar yürüyüp bizden kaçmak istedi. Kapıyı sonuna kadar açtığında refleksle yine arka tarafa doğru kaçtım. Arda ve Can'ın gülüşleri bu hareketimden sonra daha da şiddetlendi, duracak gibi de değildi. İkisi Kaya ve benimle dalga geçmeyi sürdürerek kapıya ilerlerken derin bir nefesle ciğerlerimi doldurdum ve kapıdan girecek kişiyi beklemeye koyuldum.

Önce ayakkabısının burnuna değdi gözlerim. Sonra Görkem, çoktan yetişmesi gereken bir yere fazla geç kalmış gibi bir hızla içeri girip kapıyı ardından kapattı. Gözlerimiz birbiriyle buluşurken odanın içinde nefes seslerimiz bile duyulmadı. Kalbim duracak sandım. Beyaz gömleğinin üzerine ceketini giymiş, boynuna bir kravat takmıştı. Onunla daha bu sabah görüşmüştüm. Sadece hazırlandığımız süre boyunca ayrıydık fakat hissettiğim özlem, aramıza giren dakikaların çokça dışındaydı.

Bakışları donup kalırken yüzünde ufacık bir tebessüm bile oluşmadı. Gözleri beni acele etmeden taramaya başladı. Kalp atışlarını nabzımın üzerinde hissedebiliyordum. Kesilen nefesi, beraberinde benimkini de kesmişti. Üzerimde dolanan bakışlarının sıcaklığı resmen tenimi yakıyordu. Açıkta kalan gerdanımı süsleyen kolyede kısa bir süre oyalanan gözleri, omzumu çıplak bırakacak bir model seçtiğimi fark ettiğinde çok daha uzun bir süre yara izime saplanıp kaldı.

Eteklerimi tutup neşeyle bir kez etrafımda döndüm.

Görkem, sırtını arkasındaki kapıya yaslamak için kendini geriye doğru bıraktı. Sırtı kapıya çarptığında çıkan ses, dizlerimin heyecanla titremesine yol açtı. "Sen nesin böyle?"

Gülümsedim. "Asya Yağmur Duman ama sen kısaca 13 de diyebilirsin."

Gerçi soyadım, hemen değişmeyecekti. Görkem'in soyadı Piramit tarafından bilindiği için riske girmemem adına bir süre daha Tunçbilek olarak kalacaktım. Kaya bu işi halletmenin bir yolunu bulduğunu söylemişti.

"O kadar güzel olmuşsun ki..." Mavi gözleri, güneş ışınlarını yansıtan okyanus misali parlıyorken yüzüne büyük bir hayranlık yerleşti. "Nutkum tutuldu Yağmur."

Kelimeleri bir ara getirmekte zorlanır gibi bir hali vardı. "Teşekkür ederim." Utandığımı hissettim. Tatlı bir his karnımı sarıp göğsüme kadar yükseldi. Sabahtan beri beni gören herkes arka arkaya iltifatlarını dizmişti ama hiçbiri onun bir bakışı kadar beni derinden etkileyememişti.

Dakikalarca su altındaymışım da şimdi yüzeye çıkmışım gibi hissediyordum. Onu görene dek, hiçbir şeyin tamamlanmadığını şimdi anlıyordum. Asıl her şey şu an yoluna girmişti. Girmese de sorun değildi. Yol onunla olduğu sürece gerisi görmezden gelinebilirdi.

"Sen de fena değilsin." Ondan etkilenmemiş gibi davranmak çok zordu. Zaten hemen başarısız oldum. Ayaklarım beni ona götürmeye başladı. Göğsündeki mıknatıs tarafından çekiliyordum, karşı koyma imkânım yoktu. Stresten kaç tane nane şekeri tüketmişti bilmiyordum ama ona yaklaştıkça ciğerlerim nane kokusuyla doldu. "Beni öpmeye ne dersin? Kaç dakikamız var?"

"İnanır mısın," dedi gözleri dudaklarıma kayarken. İçini çeker gibi boynuma yaklaşıp aldığı derin nefes, ensemin ürpermesine yol açtı. "13," diye fısıldadı dudakları omzumu bulmadan hemen önce. Ardından kafasını kaldırdı, avucunu duvağımın altından geçirdi ve ensemi sımsıkı kavrayarak dudaklarımı ona bastırmamı sağladı.

Onu öyle büyük bir tutkuyla öpüyordum ki hayatta kalmak için çırpınmaya bile benzetebilirdim bunu. Hatta daha da fazlasıydı. Ben, ucunda ölüm olan bir ihtimale her zaman gözüm kapalı gidecek bir kadındım. Görkem, yaşamdı ve o yönde koşarak gittiğim tek kapıydı. Kaç kez düşersem düşeyim yeniden kalkardım. Onun için yine çabalar, onun için yine yaşardım.

Ensemdeki tutuşu belime kayarken diğer eliyle çenemi kavrayıp başımı geriye doğru yatırmamı sağladı. Benden alacakları, bana verebileceklerinden daha fazlaymış gibi dudakları dudaklarımı ısrarla hırpalıyordu. Böyle bir şey mümkün değildi. Onun bana sunduklarının yanında benim elimdekilerin hiçbir anlamı yoktu.

Bana ait olan en önemli şey, oydu.

Dudaklarındaki nane tadını almaya başladığımda onu bırakmakta çok zorlandım. Bu yüzden iş ona kaldı. "Bence düğün o kadar da önemli değil." Geri çekildiğinde yüzünün her yerine rujum bulaşmıştı. Bunu temizlemek için çok zamanımız olmadığından parmağımı kaldırıp o konuşurken alt dudağının kenarını silmeye başladım. "Bence," dedi. "İki evet yeter. Eğlenceyi başka zaman yaparız."

"Misafirlerimize çok ayıp olur o zaman," dedim. "Uslu bir adam olup bir şeyler için geceye kadar bekleyebilirsin."

"Böyle konuşursan ben hiçbir şeyi bekleyemem amına koyayım," dediğinde onu uyuz etmek hoşuma gittiği için sırıttım. Bir kez daha dudaklarıma uzandı. Dilini dudaklarımı aralamak için ağzıma ittiğinde nereye varacağımızı kestiremediğim için zorlukla da olsa bu kez ben kendimi geri çektim.

"Sevgilim," dedim. "İnsanlar bekliyor."

"Bu bana bir anlam mı ifade etmeli? Çünkü etmedi."

Onu cevapsız bırakıp yatağın üzerindeki kutuya gelinliğim yüzünden fazla koşamasam da hızlı adımlarla ilerledim ve kutuyu elime aldım. Görkem onu bıraktığım yerde aynı şekilde duruyordu. Yalnızca yüzüne sorgular bakışlar yerleşmişti.

Dümen şeklindeki gümüş kol düğmelerini çıkarıp ona uzattım. "Diğerlerinin bana bu kolyeyi hediye edeceklerini bilmiyordum ama ben de sana bunları almıştım. Birbirimiz için yaratıldığımızın kanıtı sayabiliriz bunu. Yine tamamlandık."

"Çok teşekkür ederim," dedi kol düğmelerini avucuna alırken. "Sana hiçbir şey almadığım için kendimi kötü hissettim."

Ona ters ters baktım.

Adam bize ev almıştı.

"Neyse," dedim omuzlarımı silkerek. "Balayımızı da sen ayarlarsın, ödeşiriz."

Şakamı anlamayacağı kadar alıklaşmıştı. "Seni biraz bekleteceğim," dedi kararlılıkla. "Kısa bir süreliğine balayımızı erteleyeceğiz ama yemin ederim, buna değecek."

Onu kol düğmelerini takarken izledim. Çatık kaşları ve ciddi yüz ifadesiyle büyük bir görev bilinci içinde düğmeleri takıp yeniden gözlerime baktı. Odağı yeniden dudaklarıma kaydığında dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. "Rujunu tazele," dedi emir verir gibi bir sesle. Telefonunu cebinden çıkarıp ön kamerasını açtı ve bana çevirdi.

Rujumu resmen yemişti.

Ben onun yüzünü temizleyeyim diye çırpınırken kendime de dönüp bir baksam güzel olacaktı. Yine arkamı döndüm ve koştura koştura makyaj çantasını açıp ruju çıkardım. Görkem sesli gülerek karnımda tuhaf kasılmalara sebep oluyordu. Benim için tuttuğu kameraya doğru eğilip rujumu sürerken birkaç kere fotoğrafımı çekti. Ona sinirle baktığım anda bir başka kare yakaladı. İşimi bitirdim. Telefonu diğer eline aldı, kolunu boynumdan geçirerek beni göğsüne yapıştırdı ve ikimizi kadraja alıp bir fotoğraf daha çekti.

O fotoğraf öyle güzel oldu ki hiçbir profesyonel fotoğrafçı bizi o kadar güzel çekemezdi.

"Hazır mıyım?" diye sordum.

"Hazır mısın?" diye sordu.

"Hazırım," dedim çünkü biliyordum, bunu benim söylememi bekliyordu. Parmaklarım, parmaklarının etrafına dolandı ve elini heyecanla sıktım. "Nasıl hissediyorsun?"

"Antin kuntin."

Yan yana dururken bakışlarımız kesişti. Bu, ondan duyduğum ilk itiraftı. Anısı beni gülümsetti. Zaten o da dudaklarımda bu gülümsemeyi görmek için böyle söylemişti.

"Künyen boynunda mı?" diye sordum.

Başıyla onayladı. Ardından çenesiyle yatağı işaret etti. "Lalelerini al, çıkalım."

Gerçekten heyecandan kalbim duracaktı.

Çiçeklerimi alıp göğsüme bastırdım. Ardından Görkem'in koluna girdim, derin bir nefes aldım ve önüme dönmeden önce son bir kez yan profiline bakıp rahatlamaya çalıştım. Uzanıp şakağıma dudaklarını bastırdığında gülümsedim. Yan yana yürüyerek odamızdan çıktık. Dış kapıdan geçip bahçeye çıktığımızda ise Arda elinde konfeti tutarak kapının hemen yanındaki duvara yaslanmış dikiliyordu. Bizi henüz beklemediği için telaş oldu. Konfetiyi patlatamadı.

Görkem elimi sıkıca tutarak yürümemi engelledi. Durup Arda'nın konfetiyi patlatmayı becermeye çalışmasını bekledik. "Hay amına koyayım," diyerek elindeki silindirin alt kısmını çaresizce sıkıştırmaya çalıştı. Bahçedeki havuzun kenarındaki yeşilliğe ortalarından bir yol geçecek şekilde iki sıra beyaz sandalye dizilmişti. Arka tarafta kiracılarım Ceyhun, Berk ve Kerem oturuyordu. Hemen yan taraflarında Muhip ve Necip Amir'i gördüm. Bir ön sıralarına Egemen abi, Bige abla ve Müge dizilmişken Can da Müge'nin hemen yanına oturmuş, ona bir şeyler söylüyordu.

Annem beni gördüğünde elini göğsüne götürmüş, babam gözlerini benden ayıramamıştı. Hande ve Barış, bugünü hiç görmeyeceklerini düşündükleri için yan yana otururken hâlâ olayın şaşkınlığını yaşıyorlardı. Arif amcanın gözleri dolmuşken Nevin Hanım'sa sanki bir kusur var mı diye kontrol eder gibi bir Görkem'e bir bana bakıyordu. Eylül'le Bahar'ın arasında oturan Kaya ayağa kalkıp "Ver şunu," dedi Arda'ya. Ardından tek seferde konfetiyi patlattı.

Üzerimize beyaz kağıt parçaları uçuşarak saçılırken Berk'in elindeki profesyonel kamerayla birlikte hızla ayağa kalktığını gördüm. Birkaç kare yakalamayı başarmış olacak ki zaferle gülümsedi. Radyo televizyon mezunu Berk'i bugün kameraman olarak kullanma fikrini ortaya atan kişi Ceyhun'du. Onları davet ettiğimde arkadaşlarını zorbalayarak "Berk ortada dolaşıp sizi çekerek bir işe yarar, ben de pistte balonlarla oynamasın diye Kerem'i tutarım sen merak etme," demişti. "Son saniye kaçmak istersen seni kaçırabilirim de. Hâlâ bir yanım senden hoşlanıyor gibi."

Görkem, Ceyhun'un burada olmasından rahatsızmış gibi davransa da doksan yedi kişilik ordusunun önemli bir ferdi olduğu için ona saygı duyuyordu. Bu yüzden onları davet etmek istediğimi söylediğimde olabildiğince anlayışlı yaklaşmıştı. En azından başının etini çok fazla yememe gerek kalmamıştı. Bir iki öpücüğe istediklerimi kabul ettirebilmiştim.

Tabii ki edecekti. Başka şansı yoktu. Adam üç güne düğün ayarlamıştı bize. Bunu ben kabul ettiysem o da benim hiç de kabarık olmayan davetli listemi seve seve kabul etmek zorundaydı.

Çok az kişiydik aslında ama zaten ben de çok az kişiyi seviyordum.

Analizciler bahçeyi hazırlamak konusunda muazzam bir iş çıkarmışlardı. Gereksiz bir abartı yoktu etrafımızda, her şey sade ve şıktı. Nikah memurunun kırmızı cübbesiyle beyaz bir masanın kıyısında bizi beklediğini gördüğümde Görkem'in elini daha sıkı kavradım. Eli soğuktu. Benim avuçlarımsa terlemek üzereydi. Hava biraz esiyordu ama içimi ateş basıyordu.

Misafirlerimizin yanından geçip masaya vardığımızda Görkem de ben de sırıtıyorduk. Bu, arkasında ayakta duracağımız yükseklikte bir masaydı. Üzerinde örtü bulunmama sebebinin kızların Görkem'in ayağına basacağım sahneyi merakla beklemeleri olduğunu düşünüyordum. Ayakkabılarımın altında ailemizin tüm bekarlarının isimleri yazılıydı. Yani bu, anne babalarımız dışında herkesin adını ayaklarımın altında taşıdığım anlamına geliyordu.

Saçım ve makyajım yapılırken aramızda geçen konuşmada Eylül, şakayla karışık bir şekilde çiçeği ona atmamı teklif etmiş, Bahar'sa doğrudan çiçeğimi yemeyi denemek istediğini söylemişti. Nişan kurdelemi elinden zor aldığımızı düşünürsek, onun ciddi olabileceğinden korkuyordum. Bu yüzden çiçeğimi kimseye atmayacaktım.

Sarı lalelerim, bunu yapamayacağım kadar kıymetliydi benim için.

Şahitlerimiz masadaki yerlerini aldığında nikah memuru anne ve babamızın adını sorarak prosedürü başlattı. Tufan ve Yeşim Tunçbilek çifti, hayatımda ilk kez gördüğüm şekilde duygusallardı. Babam bana tıpkı onun en kıymetlisi olduğum zamanlardaki gibi bakıyordu ve annem, muhtemelen içinden dünyadaki en güzel kadın olduğumu düşünüyordu. Kısa bir süreliğine Görkem'e attığı bakışta karın olay demeye çalıştığını o anlamamışsa da ben anlamıştım. Annem çatlağın tekiydi, kim bilir aklından başka neler geçiyordu.

Görkem, annesinin adını söylerken öğretmeninden bahseder gibi bir saygı vardı sesinde. Babasının adı ise dudaklarından saf bir sevgiyle dökülmüştü. Arif Ahmet Duman'ın gözünün kenarına tutunan yaş, Görkem başını kaldırıp onunla göz göze geldiğinde akıp gitti yanağına.

İkisi arasında ikisinden başka kimsenin anlamını tam olarak idrak edemeyeceği sözsüz bir konuşma geçti.

Görkem, yeniden nikah memuruna döndüğünde yüzünde engel olamayacağı kadar büyük bir gülümseme vardı. Dünya gözüyle babasına bu anı yaşattığı için kendisiyle gurur duyduğunu hissettim. Belki de zamanında abisinin düğününde kendisinin hiç böyle bir anı yaşamayacak oluşunu düşünmüştü. Anne ve babasının tek gelininin Bige abla olacağını sanan müstakbel kocama muazzam bir ters köşe olduğumu kabul etmem gerekiyordu.

"Siz," dedi nikah memuru. "Sayın Asya Yağmur Tunçbilek, hiçbir etki ve baskı altında kalmadan kendi hür iradenizle Sayın Görkem Duman'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

H beklemedim, çoktan etmiştim. "Evet."

"Peki siz Sayın Görkem Duman, hiçbir etki ve baskı altında kalmadan kendi hür iradenizle Sayın Asya Yağmur Tunçbilek'i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

"Evet," dedi Görkem, tereddütsüz bir şekilde. Sesindeki kararlılık öyle keskindi ki Can, Arda ve Eylül kendi kendilerine gülmeye başladılar. Benim heyecandan ölen evetimin yanında onunki fazlasıyla ciddi bir evetti.

Herkes gitsin, sen kal evetiydi bu. Nikah memuruna döndüğünde nikah memuru o an şahitlere dönmeseydi Görkem adama Gelini öpebilir miyim diye soracaktı, buna emindim. Neyse ki Kaya ve Barış'ın da evet demeleri gerekliydi. Bu yüzden bu konu birkaç saniyeliğine de olsa ertelendi.

Kaya, düz bir şekilde "Evet," dese de hemen sonrasında dudakları iki yana öyle bir kıvrıldı ki o kıvrımın kenarında beliren çizgide Görkem'le yürüdükleri yolun bir yansımasını gördüm. O yansımanın sonu bana varıyordu. İkisi benim haberim yokken bir arabanın içinde oturuyor, bana bakıyordu. Bugün üçümüz, aynı hizada yan yana duruyorduk. Arkamızda yaşanmışlıklarımız, önümüzde mutlu olacağımıza inanmaya çalıştığımız yeni bir hayat vardı.

Barış, "Evet," dediğinde onun gülümsemesi buruktu. Gözleri benimkilere değdi. Üzerimizde bir gölge belirdi. Barış'ın genişleyen gülümsemesi, o gölgeyi her zaman takip edeceğimizi herkese bildirmek içindi. "Ben şahidim," dedi. "Mete de şahit."

İmzalarımızı attık.

Karı koca ilan edildik.

Görkem'le birbirimize baktık. Evlilik cüzdanı elimde, gözlerim onun güzel yüzündeydi. Büyülenen bakışlarını fırsat bilerek dikkatini dağınık yakalayıp ayağına basmak için ayağımı kaldırdım.

Görkem refleksle ayağını geri çekti.

Masanın altından diğerlerine sunduğumuz bu şov, onun demirden reflekslerini yakından tanıyan Analizcileri kahkaha krizine sokarken Can "Yok artık," dedi. "Bu anın da mı planını yapmıştın?"

"Bizim kızlar ve annelerimiz on saattir ayağıma bakıyor," dedi Görkem, gözlerini benimkilerden ayırmayarak. "Dost başa düşman ayağa derler de, yeterince düşmanım var sanıyordum. Daha fazlası bana da sürpriz oldu."

"Bas artık Asya," dedi Eylül. "Yaparsın kızım."

Kaşlarımı hafifçe çatıp "Getir ayağını şuraya," dedim. Bir gösteri sergiliyormuşuz gibi ilgi ikimize yoğunlaşmıştı. Heyecanlarının dorukta olduğunu hissediyordum. O an için herkesin en büyük derdi Görkem'in ayağına basıp basamayacağımdı.

Görkem, basabilmem için ayağını eski konumuna getirmekten bir saniye bile gocunmadı.

"Aferin," dedi Arif Ahmet Duman. Kendine hakim olamadan, plansızca konuşmaya başlamıştı. "Ben yetiştirdim diye demiyorum, benim oğlum böyledir."

Sesini yalnızca benim duyabileceğim kadar alçaltıp "Bas," dediğinde karnım şiddetle kasıldı. "Çiğne. Ez, geç. Yak, yık. Geç, seyret. Sana söylemiştim. Her şeyin kabulüm, Yağmur. Her şeyin kabulüm."

Ayağını topuğumla ezmek yerine ayakkabılarımın burunlarıyla Görkem'in ayakkabılarına bastım ve parmak uçlarımda yükselip yüzümü onunkine yaklaştırdım. Ellerim boynuna yaratıldığım ilk andan beri oraya aitlermiş gibi yerleştiğinde "O zaman," diye fısıldadım. "Gelini öpebilirsin."

Dudakları, dudaklarımı buldu.

Bize birbirimizden uzak durmamızı söyleyen herkes elleri kopana kadar bizi alkışlıyordu.

İçimde karşılıklı olarak inat edip kimseyi dinlemeden kurduğumuz bağı bu seviyeye getirmiş oluşumuzdan kaynaklanan bir başarı hissi vardı.

Sadece birilerine karşı vermemiştik biz mücadelelerimizi. Görkem'in kendi içinde bitiremediği onlarca savaşı vardı. Ben defalarca kez vazgeçmenin kıyısından dönmüştüm. Zorluklara rağmen bulduğumuz orta yollarımızla gurur duyuyordum.

Geri çekilmek yerine alnımı alnına yaslayıp gülümsedim ve etrafımızdaki alkış seslerini dinledim. "Bak," dedim ona imalı bir sesle. "Seni nasıl da dize getirdim."

"Sevgili karım," dedi o da aynı şekilde karşılık vererek. "Hatırlatmak isterim ki seni evlenmeye ben ikna ettim."

Buraya çok da uzak olmayan bir evin kapısını ilk gördüğüm an gözümde canlandı. Sonra bu anıyı, Görkem'in orada kalacağım ilk gece bana yatağını vermeyi teklif etmesi takip etti. Şimdi hayatlarının sonuna kadar tek bir yatağı paylaşacak olan yeni evli bir çifttik. İlk güne dönüp kendi intiharından kaçmak için onlarla yaşamayı kabul etmiş o kadına bugünden bahsedebilme şansım olsaydı, yüzüme bakıp bana saatlerce gülerdi. Karşısındaki adam yakışıklıydı ama yalnızca onun lideriydi. Üstelik, mantığını öne sürüp duygularını epeyce baskılayan bir liderdi. O kadınınsa o günlerdeki tek derdi, gördüğü mutlu aile tablosunda kendine bir yer bulabilmekti.

Bu adam, benim yerimi baş köşeye kendi elleriyle çizmişti.

Analizciler bize bakışlarında birlikte geçirdiğimiz tüm zamanlarımızın izlerini taşıyorlardı. Hepsi farklı bir sahneye tutunuyor, aynı şekilde duygusal bir yoğunluk yaşıyorlardı. Muhip ve Necip Amir Görkem'e baktıkça her geçen saniye daha büyük bir şaşkınlığı paylaşıyorlardı. Onun evlenmesi, o ikisinin aklına hâlâ tam anlamıyla yatamamıştı.

Egemen abinin ayağa kalktığını gördüm. Görkem'e doğru yürürken arkasından Eylül de koşturarak bana geliyordu. Egemen abi, Görkem'e sarılırken Eylül aynı anda benim boynuma atladı. Aldığımız ilk tebriklerin kardeşlerimizden gelişi karşısında Görkem'le kısa bir an için bakıştık. Ardından biz de onlara sarılarak karşılık verdik. "Çok mutluyum," dedi Eylül. Nereden çıktığını anlayamadığım bir anda Arda da kollarını ikimize sardı. "Ben de," der demez üzerimizde Can'ın kolları belirdi. Beni bir sevgi çemberinin ortasına almışlardı. "Aile sizsiniz," dedi Can. "Hep beraber çok mutlu olun, olalım."

Görkem, Kaya'nın kolunu tutup onu bulunduğumuz çembere doğru hiçbir şey demeden ittiğinde Kaya bize doğru savrulurken sarılmaya gönlü yokmuş gibi poz kesiyordu ama onun kolları boynumu bulduğunda bana en sıkı sarılanın o olduğunu fark ettim. "Beğenmezsen onu bize iade edebilirsin," dedi kulağıma. "Bu koca evde tek başına kafanı dinlemek istersen, numaramı biliyorsun. Seni ondan kurtarırım."

"Salak," diyerek omzuna vurdum. "Kıskançlığını bir kenara bırakıp hoparlörlerin çalıştığından emin ol. Acilen ilk dansımızı etmemiz gerek. Nevin Hanım dik dik bakıp duruyor. Kontrol manyağı kadın, ayrılın da düğün devam etsin diye her an yanımıza gelebilir."

Ben bunu söylerken, hangi şarkıya ait olduğunu çok iyi bildiğim bir melodi bahçeye yayılmaya başlamıştı. Bahar'ın şarkıyı başlatan kişi olduğunu gördüm. Sesi duyar duymaz bakışlarımı Görkem'e çevirdim. İlk dans şarkımızı o seçmişti ve benim de bundan şu an haberim oluyordu.

"Toprak yağmura, ben sana."

Zincire vurulmuştu, karşısında oturuyordum ve bunun paylaştığımız son an olduğunu düşünüyorduk. O zamana dek hiç söyleyemediği o itirafı ben onu durdurmasaydım o gün yapacaktı. Elini uzattığında diğerlerinin arasından sıyrılıp ona doğru ilerledim. Beni sandalyelerin olduğu alandan uzaklaştırıp havuzla evimizin arasında kalan alana çekti. Elini belime yerleştirdiği sırada gözlerinden başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. O mavilikler, ruhumu içimden taşırıyordu. Ona tutundum ve birlikte yavaşça sallanmaya başladık.

"Resmen travmalarımla dalga geçiyorsun," dedim çalan şarkı yüzünden. "Ama seni çok sevdiğim için bunu alttan alacağım."

"Travmalarınla dalga geçmiyorum," dedi. "Yaralarımızı güzel anılara dönüştürmeye çalışıyorum."

Elimi göğsünde çapa dövmesi olan yere yerleştirdiğimde eğilip omzumu öptü. İkimiz de gülümsedik ve birlikte dans etmeye devam ettik. Nedense bunu yaparken utanacağımı düşünmüştüm. Arkadaşlarımla dans ederken kendimden seve seve geçerdim ama özellikle anne ve babalarımızın da bulunduğu ortamda bu şekilde eşimle dans etmenin benim için zorlayıcı olacağını sanmıştım. Görkem'in rahat yüz ifadesi omuzlarımı gevşetiyordu. Dansımızı o yönlendiriyor, belimi sıkıca kavrayarak bana hiçbir sorun olmadığını anlatmaya çalışıyordu.

"Diğerleri de dansa kalkıyor," dedi. "Seni o yöne çevireceğim. Abime dikkatli bak."

Dediğini yaptığında annemle babamın el ele bu tarafa doğru yürüdüğünü, Arif amcanınsa Nevin Hanım'ın önünde hafifçe eğilerek ona "Bu dansı bana lütfeder misiniz?" diye sorduğunu gördüm. Bahar, Kaya'ya bakarken Kaya elini ona uzatması gerektiğini Can onun dizini dürtünce anladı. Eylül'se çoktan bizden birkaç adım uzak bir köşede kollarını Arda'nın boynuna dolamıştı.

Egemen abi, Bige ablaya kasap dükkânının önünde dikilen bir köpeğin vitrine atacağı türden bir bakış atıyordu.

Ufacık bir sinyal alabilse onu anında buraya sürükleyecekti fakat Bige abla, onun olduğu tarafa bakmak yerine doğrudan kafasını bize çevirmiş durumdaydı.

Kiracılarımın tıp okuyanı olan Kerem'in Müge'ye yaklaştığını gördüm. Onun önünde dizlerinin üzerine çökünce Bige abla da Egemen abi de dönüp Kerem'e baktı. Kerem, gözlüklerini gözüne ittirdikten sonra Müge'ye onunla dans etmesini teklif etti. Müge gözleriyle Kaya'yı aradı. Onu Bahar'ın yanında görünce omuzlarını kaldırıp indirdi ve sonra Kerem'in elini tuttu. İkisi de sahnedeki yerlerini aldılar.

"Hande," dedim. "Can'a bakıyor."

"Can," dedi Görkem, çenesini alnıma sürtmeyi bırakıp gözlerimin içine bakmak için başını eğerek. "Hande'den o anlamda hoşlanmıyor."

Bu çok da büyük bir tespit değildi. Hatta tespit bile değildi. Yüksek ihtimalle Görkem'in duymadığı bu şeyi bizzat Can'ın ağzından duymuştum. Hiçbir zaman bu ihtimalin bulunmadığını söylemişti. Buna rağmen Hande'ye centilmence elini uzattı ve onu kibar bir gülümsemeyle dansa kaldırdı. Hande gülümsedi ama gözlerinde herhangi bir parlama olmadı. Bu, iki arkadaşın öylesine edeceği bir danstı.

Ama Barış, bunu aynı şekilde yorumlamış gibi görünmüyordu.

Başka bir dans müziği çalmaya başladığında Görkem'in kulağına yaklaşıp "Gidip abine reddedilme pahasına bu hamleyi yapmasını söyle," dedim. "Ben de Barış'ı dansa kaldırayım."

Bakışları bir Barış'a bir abisine döndü. Sonra başını salladı. Benden uzaklaşırken boş kaldığımı gören Necip Amir ayağa kalkacaktı fakat Barış, ondan önce davrandığında gözlerimi kısıp Necip Amir'e imayla gülümsedim. Bu şakayla karışık tavrım, ona mesajlarımı iletiyordu. Beni ailesinden bir parça olarak görmekte en zorlanan kişi o olmuştu. Şimdi benim için de bir öncelik olamayacağını görüyordu ve çok geç de olsa bunun pişmanlıklarını yaşamaya başlıyordu.

Barış yanıma yaklaşır yaklaşmaz başım göğsüne yaslandı. O "Mete," diyecekken aynı anda ben "Aralarında bir şey yok," dedim. İkimiz de durduk. "Mete olsa, sana onu dansa kaldırmanı söylerdi," diye devam ettim.

"Yarın başlıyorum," dedi Barış. "Benekli, ben yarın yola çıkıyorum."

Bu, görevden önceki son gecesiydi. Yüksek ihtimalle düğün tarihini öğrendiği için işini ertelemişti yoksa çoktan Piramit'in sınırları içinde dolaşmaya başlamış olacaktı.

"Belki de bu sizi son görüşümdür," dediğinde ona öyle ters bir bakış attım ki lafı ağzına tıkılmış oldu. Saçları uzuyordu. Onu bir kez daha eskisi gibi saçlarını topuz yapmış halde görememeyi düşünmek bile yeterince canımı sıkarken bunu ondan duymaya katlanamazdım.

"Tabii ki bu bizi son görüşün değil," dedim. "Ama Selma'yı tavlamaya çalışmak için buradan ayrılmadan önce Hande'ye ondan hoşlandığını söylemen gerektiğini düşünüyorum Barış."

"Başka işin gücün yok mu senin?" diye sordu rahatsız olduğu için konuyu çevirmeyi deneyerek. "Düğün günü çöpçatanlığa soyunasın mı tuttu?"

"Evet, hatta Görkem'i de abisine bu yüzden yolladım."

Başarmıştım.

Egemen abinin eli, Bige ablanın beline yerleşmişti. Birbirlerine mesafeli duruyorlardı ama bu gerginlikleri en fazla bir dakika içinde silinip gidecekti. Aralarındaki enerji, ettafımızdaki diğer çiftlerden çok daha yüksek bir seviyedeydi.

Benim adım da Asya'ysa bu akşam bu ikisinin arasında bir şeyler olacağına kalıbımı basardım. Kızlarım, kendi aralarında konuşup nedime kombinlerini birlikte seçmişlerdi ve ortak noktaları hepsinin saten giymiş olmasıydı. Açık mavi, ince askılı elbisesine dökülen sarı saçları, Bige ablayı bambaşka bir güzellikte gösteriyordu. Saçındaki mavi tutamı yeniden boyamıştı, bu kez rengi öncekilerden daha koyuydu ve doğrudan göze çarpıyordu. Egemen abi, ona bakarken engel olamadığı bir dürtüyle parmağını renkli tutama götürdü.

Müge'nin kıkırdayarak Kerem'e sarılıp ona "Annemle babam barışacak galiba," dediğini bana çok yakın olmasalardı duymazdım. Öyle mutluydu ki Arif amca bile Nevin Duman'dan ilgisini uzaklaştırıp torununa içi parlayan gözleriyle bakmıştı.

Neden arka arkaya bu kadar dans müziği çaldığını sorgulamak için gözlerim Arda'yı ararken bir yandan da bilerek eş değişimi için Barış'ı Hande'nin olduğu tarafa sürüklüyordum. Can'la göz göze geldik, bir kez göz kırptık ve şarkı değiştiği anda eşlerin de değişmesini sağladık. Şimdi karşımdaki yüz Can'dı ve Hande, kendini Barış'ın önünde dikilirken bulmuştu.

Can'la dansı bahane edip yengeç gibi kaça kaça onlardan uzaklaştık. Güldüğümü gizlemek için başımı omzuna sakladığımda Can, kahkahasını bastırmaya çalışıyordu. "Elli saat sadece dans müzikleri çalacak," dedi ihtiyacım olan açıklamayı bana sunarak. "Çünkü Arda, hepimizin seninle dans etmek istediğini bildiği için hazırladığı playlistin girişine bulabildiği her şarkıyı koydu. Benden sonra Kaya, en son da onunla dans edeceksin."

"Bu sırada Görkem ne yapacak?"

Görkem, geride kalan bekar erkeklerin yanına oturmuş Ceyhun, Necip Amir, Muhip ve Berk'in arasında dönen muhabbeti dinliyormuş gibi yapıyordu ama tek yaptığı beni izlemekti. Yanındaki sandalyeye kolunu yerleştirmiş, geriye doğru yaslanmıştı. Kısık bakışları her bir adımımı takip ediyordu. Tek eksik, elinde bir kadeh viskinin olmamasıydı. İçme işini en sona bırakmıştık.

Büyükler gittiği an koşarak gidip gelinliğimi değiştirecektim ve sonra cılkımız çıkana kadar içip dağıtacaktık.

"Onun keyfi yerinde," dedi Can, liderini kastederek. "Ayrıca Eylül'le falan da dans ederler. Takılma sen ona."

"Kocam o benim," dediğimde sahiplenişim karşısında Can sırıtmaya başladı.

"Evet, biliyorum."

"Biliyorsun değil mi? Nasıl da yakışıyoruz."

"Hepiniz çok yakışıyorsunuz," dedi Can. Zümrüt yeşili elbisesinin içinde muazzam görünen Bahar'a dalıp gitmişti Kaya. Arda'ysa kırmızıyı teninde kendine ait bir imzaymış gibi taşıyan Eylül karşısında kalp krizi geçirmemeye çalışıyordu.

"Yalnızsın," dedim canını yakma pahasına da olsa bunu dile getirerek. "Önceden de yalnızdın ama bunu seviyordun. Şimdi yalnızlığını dert ediyorsun, değil mi Can?"

"Sonsuza kadar yalnız olacağım ve bunu kabul etmeye başladım," dedi Can. Zamanında benim de böyle düşündüğüm olmuştu fakat kesinlikle aynı koşullar altında değildik. Ben, eski sevgilimin beni sevip sevmediğinden emin olamadığım için bir daha kimseye güvenemeyeceğimi düşünüyordum. O ise başından beri asla güvenemeyeceği ve birlikte olmalarına dair hiçbir ihtimalin bulunmadığı birine karşı duyduğu hislerden dolayı yalnızlığının sonsuzluğa uzanacağını düşünüyordu.

"Aşk, bitebilen bir şeydir."

İçini rahatlatmak adına ortaya attığım bu sava karşılık olarak "Öyle düşünsen, onunla evlenecek kadar ileri gitmezdin," dediğinde karşımdaki kişinin Can olduğunu hatırlatmam gerekti kendime.

"Yine de," dedim. "Bir yerlerde mutluluğun seni beklemediğine inanman için hiçbir sebep yok. Bak gözlerimin içine, bugün sence benim hayalini kurabileceğim bir gün müydü?"

"Sen bak gözlerimin içine," dedi durgun bir sesle. "Mutlu bir son görebiliyor musun Asya?"

Ağzımı açacaktım ki elinin omzuma yerleşmiş olduğunu fark ettim. Bunu fark ettiğimi anlayan Can, o durgun ifadeden sıyrılıp gülümsedi. "Evet," dedi sonra. "Sen iyileştin, Asya."

Aklımı dağıtmış, beni başka bir yere odaklamış ve bu sırada zamanında kimsenin dokunmasına izin vermediğim izin üzerine elini yaslayarak benimle dans etmeye devam etmişti.

"Sizinle," dedim. "İyileştiysem, bu sizinle oldu. İyileştiğinde bu bizimle olacak. Bir başkasıyla değil. Onunla, hiç değil. Bunu sakın aklından çıkarma."

"Kamu spotlarına ihtiyacım yok." Konuşurken gülümsüyor olmasaydı beni azarladığını sanırdım. "Neyin ne olduğunu hep biliyordum. Geçmeyeceğim çizgi belli. Bana güven. Çünkü bunu hak etmeyecek hiçbir şey yapmadım size ben."

"Sana güveniyorum," dedim. "Ve seni çok seviyorum, Can. Sana laf söylerim ama seni benden uzun zamandır tanıyan arkadaşların da dahil olmak üzere kimsenin sana laf söylemesine izin vermem. Biliyorsun. Defalarca kez seni savundum. Sen de beni buna hiç pişman etmedin."

"Hım," diye mırıldandı Can. "Manipülasyona başlamak için çok uygun cümleler seçtin ama aklına kolay sızılabilen biri olsaydım hepinizi öldürüp Piramit'in ikinci basamağına yerleşmiş, para içinde yüzüyor olurdum."

"Ve Vega'dan çocuğun olurdu," dediğimde absürt şakam ikimizi de deli gibi güldürdü.

"Yüksek ihtimalle iki çocuk ve sekiz kedi babası biri olurdum."

"İki çocuğu bilmem de sekiz kedi babası olacaksın gibi," dedim. "Mila'yı ve Tesla'yı evde tek başına bırakmamalıydınız. Nereden bildiğimi sorma."

Can'ın yüzüne bir dehşet ifadesi yerleşti. "Çok haklısın," dedi. "Korkunç derecede haklısın. Bir aşkın daha önünde duramadık. Neyse, ölmeden torun sevmedik de demeyiz be Asya."

Sürekli gülüp durmaktan yanaklarım ağrımaya başlamıştı. "En azından onların kimseye zararı yok," dediğimde onunla dalga geçtiğimi bildiği için beni itiyormuş gibi yaptı ama yeniden belimden tutarak dansımızı sürdürdü.

"Doğru," dedi. "Ama başka bir açıdan bakacak olursak, kediler elimi tırmalayıp dururken o kadının bana hiçbir fiziksel zararı olmadı."

Öyle bir güldüm ki kaşları çatıldı. "Birinin sana zarar vermesi için seni öldürmesi gerekmez," dedim. "O kadın hepimizin hayatını mahvetti. En çok da seninkini etti ve bu tartışmaya açık bir konu değil Can."

"O halde konuyu kapatalım."

Bu şekilde kapanması içime sinmeyecek olsa da gece devam edeceği için kafasını dağıtacak çok fazla anımız olacaktı. Bu yüzden sustuğunda ben de susarak eşlik ettim ona. Çok geçmeden de karşımdaki isim Kaya oldu.

"Kusacağım," dedim ellerimi omuzlarına koyarken. "Slow slow şarkılar eşliğinde beni döndürüp duruyorsunuz. Kız kıza Shakira gecemiz bundan on kat daha eğlenceliydi."

"Abartma," dedi Kaya. "Herkesle ikişer dakika sallanıyorsun alt tarafı.

"Çok kişisiniz," diyerek göz devirdim ama gülüyordum. "Sıkıldım sizden."

"İnan ki ben de çok sıkıldım," dedi. "Keşke içmeye başlasak ve arkaya Yıldız Tilbe açsak. Mıy mıy içim kıyıldı."

"Bahar'a evlilik teklifi etmek için güzel bir gece," dediğimde bu geceki çöpçatanlığım gerçekten de sınır tanımıyordu. Sanırım insan, sevdiğiyle mutlu olunca herkesin sevdiğiyle mutlu olmasını daha çok istemeye başlıyordu.

"Evlenmek için inanılmaz boktan bir zaman," dedi ve hemen arkasından sahte bir ciddiyetle ekledi. "Sözüm meclisten dışarı.

"Aynen." Başımı kaldırınca göz göze geldik. Aynı anda göz devirdik. "Meclisten bayağı dışarı."

"Kolyen güzelmiş."

"Teşekkür ederim. Ailem almış."

"Peki annenle babanı yok mu sayıyoruz yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sordu Kaya, anlamak isteyerek. Görkem'in annesiyle dans ettiğini ve gülüştüklerini gördüğümde kendi anneme döndüm fakat o, babamla aralarında bir şeyler konuşuyordu. Öyle estetik görünüyorlardı ki hiçbirimiz onların üzerine gölge düşüremezdik. Dışarıdan bakan biri, onların sahne insanı olduğunu anında anlardı.

"Aslında bunun için özel bir çaba göstermiyorum," dedim. "Ama hepiniz benim için sıraya girerken babam bu sıranın içinde yoksa, ben bir şeyleri daha fazla zorlayamam Kaya."

"Kötü olmadıklarını biliyorum ama onları sevmiyorum."

Sorun olmadığını söylemek için omuz silktim. "Kimseyi sevmek zorunda değilsin. Ben hariç. Beni sevmek zorundasın."

"En çok seni sevmiyorum."

"Yalan söyleme."

"Yalan değil."

"Bu gece eve gittiğinde kapımın önüne kıvrılıp ağlayacaksın ben olmadığım için," dedim. Hüzünlenir gibi burnumu çektim. "Üzülme, birkaç dakikalık mesafede olacağım. Hıçkırıklarını duyarsam koşar gelirim."

"Sana abinle dalga geçmemen gerektiğini bunca zaman öğretememiş miyim? Yazıklar olsun bana."

"Yazıklar olmasın sana. Lütfen Arda'yla ettiğim dans bittiği anda arkaya bir halay falan aç, delireceğim yoksa."

"Beni kullanıyorsun," dedi. "Ve ayak işlerin için kullanacağın ilk kişi olmayı bile seviyorum. Nereden çıkıp geldiğini hâlâ idrak edemesem de bana kaç kez iyi ki dedirttiğini Görkem bile hesaplayamazdı."

"İyi ki," dedim ondan ayrılmadan önce ellerimi saçlarının arasından geçirerek. "İyi ki Kaya."

"Ve iyi ki Arda, öyle değil mi?" diye sordu Arda, estetik bir hareketle beni Kaya'dan ayırıp kendi kollarına çekerken. Eylül'ün de Görkem'e doğru küçük adımlarla koşturduğunu gördüm. Görkem sıcacık bir gülümsemeyle Eylül'e eşlik etmeye başlarken Arda, diğerlerinin aksine beni kendi etrafımda döndürmüştü.

Müzik değiştiğinde çalan şarkı I Will Survive'dı. Aynı anda tüm adımlar durdu, ardından yine aynı anda daha hızlı adımlar atarak dans etmeye başladık. Arda beni itiyor, geri çekiyor, koluna yatırıyor ve sonra kaldırıyordu. Göz ucuyla Bige ablaya baktığımda Egemen abi de onu elinden tutarak kendinden uzağa itmişti. Sonra birden çekti ve Bige abla Egemen abinin göğsüne çarptığında etrafta şimşekler çaktıracak türden bir çekim oldu aralarında.

"Ay bunlar gerçekten olacak," dedim neşeyle. "Müge'ye bak, havaya uçacak gibi."

Müge, Ceyhun ve Berk'le de tanışmıştı. Onların oluşturduğu bir çemberin ortasında zıplayarak oynuyordu. Necip Amir ve Muhip'in bile ayağa kalktığı an buydu. Eşler dağılmaya başlamıştı. Herkes birbirleriyle gülüşüp eğleniyordu.

Bu hayatta hiçbir şeye güvenmesem bile Arda'nın müzik zevkine güvenirdim. Akan şarkılar, bunun doğru bir karar olduğunu söylüyordu. Hit the Road Jack müziğini duyar duymaz babam, yerinde sayarak adım atıyormuş gibi yapıp ritimle uyumlu olacak şekilde sağ elini şıklatmaya başladı. Uyumu iliklerine dek yaşayan bir ekip olarak bu ritmi anında yakaladık. Ortamdaki bütün erkekler babama ayak uydurduğunda eteklerimi tutarak kendi etrafımda döndüm. Sonra kıkırtılar eşliğinde babama yürüdüm.

Burada olmadığı anlara kızmak yerine burada olduğu anın tadını çıkartmaya karar vermiştim. O benim babamdı, yanındaki ise yirmi sene sonra aynada göreceğim kadının neredeyse aynısı olan annemdi. Bir şeyler yaşardık, bir şeyler yaşamazdık. Önemli değildi. Hepsi bizim aramızdaydı. Bugün, hiçbir gerginlik çıkmayacaktı.

Babam elimi tuttu ve diğerlerinde olmayan profesyonel dans adımları sayesinde beni hareket ettirmeye başladı. Annem, başında fötr şapkası varmış da onu çıkarıyormuş gibi bir hareketin ardından öne doğru eğilerek bizi selamladığında Nevin Hanım'ın bakışlarını sırtımda hissedip arkamı döndüm. Böyle bir düğün değildi istediği ama benim istediğim tam da buydu. Arif amca onun belini kavrayıp babamı taklit etmeye çalışarak ikisini pistin ortasına çekti. Asla adımlamayı yapamıyordu. Bu yüzden babam, Arif amcaya direktifler veriyordu.

Bu direktiflerden Barış'ın da yararlandığını gördüm. Hande'nin ayağına basmasına rağmen Hande kahkaha atarak onun koluna tutunduğunda ben de kocaman gülümsüyordum

Görkem, küçük bir çocuk gibi ayaklarını yere vura vura yanımıza geldiğinde babama bakıp "Karım," dedi. "Karımı alabilir miyim?"

"Hayır," dedi babam. "Buna hazır değilim." Elini göğsüne bastırıp yüzünü buruşturdu. "Bana onunla gitmeyeceğini söyle Asya."

Necip Amir, babamın omzuna elini koyup "Kuşlar yuvadan çok çabuk uçuyor, öyle değil mi?" diye sorduğunda kuşların çok uzun zamandır aynı yuvada yaşadığını söyleyip ortamdaki dramı bozmak istemedim.

Ben bozmasam da Lingo Lingo Şişeler çalmaya başlayınca atmosfer değişmiş oldu.

"Bu muazzam liste bir tek senden çıkabilirdi," diye Arda'ya laf yetiştirmeye çalışırken ellerim kontrolüm dışında havaya kalkmıştı. Sırtım Görkem'in göğsüne gelecek şekilde arkamı dönüp oynaya oynaya ona yanaştım. Geriye doğru eğilerek oynamaya başladığımda "Giydiğim atlas," diye de şarkıya girmiştim. "İğneler batmaz..."

"Yar sensiz yatmaz," dedi Görkem kulağıma. Şarkı sözü bensiz'di ama Görkem kendi rüyalarına beni çekmeye çalışıyorsa bunu bu şarkıda bile yapmayı başarmıştı. "Kaç aydır yok İspanyolca yok Almanca takılıp duyduğun iki tıngırtıya böyle kurtlarını döküyor olman, çizdiğin bütün imajı öldürdü bebeğim. Haberin olsun."

"Hım..." Nakarat girdiğinde herkes ellerini kaldırıp kendi etrafında dönmeye başlamıştı. Biz de onlara eşlik ediyorduk ama ben bir yandan Görkem'e laf yetiştiriyordum. "Benden etkilenmiyorsun yani artık, doğru mu anladım?"

"İnanılmaz yanlış anladın," diyerek belimi kavradı. "Gitsinler diye saniye sayıyorum."

"Bu kadar misafirperver olmak seni zorlamıyor mu?"

"Beni zorlayan sensin." Parmak uçlarımda karıncalar dolaşmaya başladı sesi yüzünden. Çok yüksek bir müzik sesi vardı. Bu yüzden kulağıma eğiliyordu ve nefesleri kulağıma çarpıyordu. "Sana dokunmadığım her saniye dans ettiğin insanları kıskandım az önce. Baban dahil. Olay, kişilerin kim olduğu değil. Olay, ellerimi bir saniye bile üzerinden ayırmak istemeyişim."

"Sabır," diye mırıldandığımda sırtımı göğsüne yasladım daha çok delirsin diye. Onu kızdırmak hoşuma gidiyordu. Sonra, Misket çalmaya başladı ve bilerek yapmamış olsam da ondan uzaklaşıp koşarak Barış'ın yanına gittim.

Bu şarkı, Mete demekti. 13. İstasyon'da kollarını iki yana açmış, siyah gömlekli Mete sahnedeki diğer tüm detaylarla birlikte gözümün önünde belirdi. İkimiz de aynı anıyı kucaklayıp aynı anıya sarıldık. Barış, kollarını iki yana açıp Mete'nin omuz silkme hareketini de yaparak karşımda oynamaya başladığında ben de ona hanımefendilik çizgimi tamamen bozup eğile eğile eşlik etmeye başladım. Mete, bu oyunun böyle oynanmasını severdi. Terden ölmeden yerine oturmazdı. Sırtımızda onun mirası, omzumuzda onun el iziyle ondan öğrendiğimiz hünerleri karşılıklı olarak sergilemeye başladık.

Siyah Güvercin'im Mete, bizi böyle görseydi mutluluktan ağlamaya başlardı.

Barış da ben de her an ağlayacak gibiydik fakat Analizcilerin, özellikle Arda'nın bağıra çağıra eşlik eden komik sesi yüzünden kendimizi dizginlemeyi başarabiliyorduk.

"Nasıl yani," dedi Bahar oynaya oynaya yanıma geldiğinde. "Seni anan benim için doğurmuş diye diye Görkem'e cilve yapmayacak mısın?"

"Nevin Hanım, yok ben senin için doğurmadım diyebilir," dedim. Aslında keyfi yerindeydi ve o da diğerleri kadar eğleniyordu ama yine de o kadın beni biraz geriyordu. "Risk almak istemem."

"Görkem'i kendinden geçirmen için söyledim. Gerçi ekstra bir şeye gerek var mı bilmiyorum. Sana içi gidiyor gibi bakıyor."

"Senin de bana için gidiyor mu, doğru söyle," dedim.

Elini kalbine koyup "Biliyorum evlisin, seni bekliyor yuvan..." diye mırıldandığında bünyemde henüz bir gram alkol bulunmamasına rağmen sarhoş biri gibi kontrolsüzce gülmeye başladım.

Tükürüğüm boğazıma kaçtığı için ölüyordum.

Bahar durmadı. "Kahrolmadan ikimiz, bitmeli bu sevgimiz!"

"Hayırdır lan?" dedi Kaya. İyi miyim diye kolumu tutan ilk kişiydi, diğer yandan da ne yapıyor diye Bahar'a bakıyordu.

Arda'nın da konu hakkında hiçbir fikri yoktu ama "Bu bizim kaderimiz, dayan yüreğim dayan!" diye Bahar'a destek çıktı.

Krize girmiştim. Kaya gerçek bir endişeyle beni kontrol etmeye çalışırken ben karnımı tutup öksüre öksüre gülüyordum.

"Unutma ki evlisin," dedi Bahar. "Yuvana dönmelisin..."

"Evli dedi," dedi Görkem. "Benimle evli. Karımda gözün mü var? Git, Bahar. Konu anladığım gibiyse eğer, hiç durma, uzaklaş Bahar."

"Karım demeyi öyle kolay benimsedi ki şoka giriyorum," dedi Arda. "Bütün hayatı boyunca bu an için beklemiş."

"Katılıyorum ve arttırıyorum," dedi Can. "Şaka yapmıyor, gerçekten Asya'yı Bahar'dan kıskanıyor."

Kaya'nın koluna asılarak kendime gelmeye çalıştım. Gülmekten gözlerim yaşarmış, az önceki öksürüklerim yüzünden boğazım acımıştı. "İyi misin?" dedi Kaya. Ardından bir baş hareketiyle kenardaki Ceyhun'a işaret verdi. Ceyhun saniyeler içinde yanıma bir bardak suyla geldi.

Her şey çok komikti.

"Kan çıkacak olmasa sana şimdi de yürürdüm," dedi Ceyhun. "Ama o, artık emir aldığım insanlardan biri olduğu için bunu rahat rahat yapamıyorum."

"Bir sen eksiktin zaten," dedi Görkem, bardağı onun elinden sertçe çekerek. "Gelirken orkide almışsınız bir de amına koyayım. Sinirlerimle oynamakta üstüne yok. Kovacağım seni."

"Düğün hediyesiydi," dedi Ceyhun sanki çok masummuş gibi. "Yemin ederim bu sefer çiçek o heriften değildi, biz aldık."

"Bir de o heriften olsaydı!" Görkem, nihayet beni hatırlayıp ben ölmeden önce suyu dudaklarıma yaklaştırdı. Bir yandan söyleniyor, bir yandan avucunu bardağın altına tutup üzerimize dökülmemesi için önlem alarak suyu bana içiriyordu. "Çok güzel olduğun için uğraştığım şeylere bak. Cinsiyet ve yaş fark etmeden herkes sana yürüyor. Bige ablayı bile seni süzerken yakaladım. Kahrımdan öleceğim. Herkes gitsin artık ne olur."

Bu konuşmaya şahit olan annem "Aslında biz bu gece burada kalmayı düşünüyorduk," dediğinde Görkem ağır çekimde omzunun üzerinden arkasına doğru dönüp anneme öyle bir bakış attı ki Yeşim Tunbilek bir saniye bile ciddi kalamadı. "Şaka yaptım damat, calm down."

"Annenin aralara başka diller serpiştirip konuşmasına bayılıyorum," dedi Eylül. Herkes farklı telden çalıyordu. "Her şeyiyle çok ikonik bir kadın. Sen de büyüyünce böyle mi olacaksın?"

Açıkçası, umarım olmazdım.

Sevdiğim bir sürü özelliği vardı ama bir gün çocuğum olursa ilişkimizin hiçbir zaman bu hale gelmesine izin vermeyeceğim türden bir anne olmak istiyordum.

Kendime ebeveynlik için bir örnek seçmem gerekiyorsa bu Arif amca olurdu.

Elinde bir peçeteyle geldiğinde ne yaptığını anlamak için ona bakmıştım. Bu kaosun ortasında, peçeteyi bana doğru uzattı. "Makyajını bozarım diye dokunmuyorum ama terini sil istersen babacığım, üşütme."

Görkem, kıskançlık krizini bir kenara bırakıp babasının kafasını kavradı ve bir anda herkesin içinde onun alnını öptü. "Babam benim," dediğinde gözlerim, benim babamı buldu. O da bu anı tıpkı benim gibi dikkatle izliyor sanmıştım ama o, daha çok benim yüzümde beliren ifadeyle ilgileniyordu. "Önünü zor görecek yaşa geldin, Yağmur'un alnındaki teri nereden gördün sen?"

Arif amca bacağıyla onun bacağına vurup "Eşek seni," dedi. "Şuna bak, büyümüş de babasını beğenmiyor."

"Beğenmediğimi söylemedim," dedi Görkem.

"Hürmetler Görkem'in babası," dedi Ceyhun.

"Hürmetler çocuğum."

"Hürmetler Arif amcam," dedi Kaya.

"Hürmetler evladım."

"Hürmetler ve iyi günler," dedi Can.

Arda hazırlıksız yakalandığı için gülmeye başlarken Arif amca ne olduğunu anlamadığı için dönüp ikisine baktı. Sonra Egemen abiye döndü. "Bunlar yaşlandığım için benimle dalga mı geçiyor?" diye sordu. "Sen de yaşlısın, beni anlarsın."

Egemen abinin çenesi az daha yere yapışacaktı. "Baba... Ayıp oluyor çocukların yanında."

"Çocuklarımdan çocuklar diye bahsediyorsun," dedi Necip Amir. "Sen gerçekten yaşlanmışsın Egemen."

"Görkem de çocuklara çocuklar diyor," deyip bir avukat olduğunu ortaya sererek kendini savunmaya başladı Egemen abi. "Demiyor mu? Demiyor musun Görkem? Diyorsun."

"Çünkü çocuklar," dedi Görkem, arkadaşlarına bakarak. "Evladım hepsi benim. Yıllar önce sahiplendim."

Kaya, Görkem'in ensesine bir tane geçirdi. "Dilin çok uzadı senin. Evlenince bir haller oldu sana."

"Arkasına Asya'yı aldığı için böyle rahat olabilir mi?" diye sordu babam, muhabbete kıyıdan köşeden dahil olma isteği ile. "Kızıma mı güveniyorsun damat, hayırdır?"

"Kızınız arkamda değil, yanımda," dedi Görkem. "Kafama vura vura bana bunu öğretti. Sonra diğerlerine de. Sizin kızınız, bizim baş tacımız Tufan Bey."

"Konu biraz dağıldı ama en son Egemen'in yaşlandığını konuşuyorduk," dedi Bige abla. "Oraya dönebiliriz bence."

"Babam yaşlı değil," dedi Müge. "Sadece diğerlerinden biraz çok yıl yaşadı."

"Ege," dedi Egemen abi, Bige ablaya dikkatle bakarak. Ona hitap şeklini düzeltmesini istemişti. İkisi arasında yine bir kıvılcım belirdi. "Ve hayır, yaşlanmadım. Kızım haklı. Sadece sizden biraz çok yıl yaşadım."

"Hürmetler," dedi Arda.

Berk bir kahkaha patlatırken Kerem de çok geçmeden ona katıldı. Şahit oldukları muhabbetler onları çok eğlendiriyordu.

"Yaşlandın," dedi Bige abla, inatla.

"Benimle yaşıtsın."

"Olabilir ama ben hâlâ çıtırım."

"Kesinlikle bu arada," dedi Ceyhun. Belli etmiyordu ama bu çocuk gerçekten zekiydi. İkisi arasındaki gerilimi çözmüş, fitili ateşlemek için ortaya bu cümleyi atmıştı.

Egemen abinin ona öyle bir dönüşü vardı ki Görkem kollarını göğsünde bağlayıp "Haklısın," dedi. O bakışın altındaki anlamları biliyordu. "Bence de abi."

"Ortadaki bariz gerçekleri birileri dile getirmeli." Berk, canına susamış olmalıydı. Ceyhun, ona dönüp sırıttığında aralarında bir ittifak kurulmuştu. "Çok güzel bir kadınsın abla. Jale'm kadar güzel olmasa da... Jale'm A101'de çalışıyor bu arada. Masmavi gözleri var. Bir görseniz."

Yüksek ihtimalle Ceyhun'un beklediği ittifak bu türden bir şey değildi fakat Berk, kendini hülyalara bırakmıştı. Aldığım son güncellemeye göre Jale'yi görebilmek için sabah akşam markete gidiyordu. Sürekli ekmek aldığı için ekmekler ziyan olmasın diye tost yapıp duran Ceyhun ve Kerem'in son zamanlarda kilo almalarının sebebi buydu.

Bir süre daha hep birlikte dans ettik, halay çektik ve bağıra çağıra şarkılar söylemeye devam ettik. Gece yarısı yaklaşırken Görkem'le isimlerimizin yazdığı aynanın önüne geçtiğimiz ve arkadaşlarımızın aynanın ardına dizildiği bir düğün fotoğrafı daha çektirdik. Berk, tüm gece başta bu olmak üzere harika kareler yakalamıştı. Ona ayrılan sürenin sonuna gelmiş olsa da kamerasını bize bırakacaktı.

Misafirlerimiz ayrılıp has tayfayla kalmadan önce herkes biraz olsun dinlenmek için çimlere yığılmıştı. Bu sırada pastamızı yedik. İki katlı beyaz pastanın içi orman meyveliydi. Benim siparişim üzerine hazırlanmıştı ve kendisiyle büyük bir aşk yaşamıştım. Yine benim siparişim üzerine ekler aldığımız için pasta bittikten sonra bir tur da ekler yemek zorunda kalmışlardı. Kimse bu durumdan şikayetçi durmuyordu. Hatta Arda ve Berk arasında kim daha çok yiyecek üzerine bir yarışma bile yapılmıştı.

Bige abla, Arda şeker komasına girdiğini söyleyince "Açılın ben doktorum," çıkışı yapmış, Berk'se "Ben de doktor adayıyım, benim için de açılın," demişti ve bir süre ikisi tıp okumanın zorluklarıyla ilgili muhabbet etmişlerdi

Berk, Ceyhun ve Kerem evden ayrılmadan önce sıra sıra bana sarılıp iyi dileklerde bulundular Ceyhun'la sarıldığımız anda hem Görkem'in hem de Egemen abinin dik bakışları onun üzerindeydi ama bu durum onu çok eğlendiriyordu. Genel olarak insanları sinir etmeyi seven biriydi ve bu konuda oldukça başarılıydı. Kerem'le Berk, onu Dumanlardan kaçırarak götürürlerken çok eğlendiler.

Annem ve babam ayrılmadan önce annem yine yaramın olduğunu unutup bana canımı yakacak kadar sıkı sarıldı ama kollarındaki sıcaklığa tutunup sesimi çıkartmadan ona karşılık verdim. Yine solumu korumamıştım. Halbuki solumu annemden bile korumalıydım.

Geri çekildiğimde gözlerim o sızı yüzünden dolmuştu, bunu yanlış anladılar ve babamın gözünden bu gece yaşadığı tüm hislerin bir göstergesi olarak bir damla yaş aktı. Bu yaş, canımı tahmin edebileceğimden çok daha fazla yaktı.

Aramızda düzelmeyeceğini bildiğim birçok şey vardı fakat günün sonunda onlar benim annem ve babam olacaklardı. En acısı da zaten buydu. Onları affetmek için belki de birkaç adım atmaları yeterli olurdu fakat ben arayıp gelmelerini isteyene dek çıkıp gelmemişler, geride bıraktıklarına dönüp bakmamışlardı.

Hislerim bir kördüğümden farksızken yine her şeyi bir kenara itip ikisinin de yanaklarını yoğun bir sevgiyle öptüm. Bu bir veda değildi, birkaç gün daha burada kalmayı planlıyorlardı fakat nedense bir veda gibi hissettirmişti. Yarın anlık bir karar verdiklerini söyleyip uçup gitseler, hayatımda hiçbir şey değişmezdi.

Sonra sıra, Arif amca ve Nevin Hanım'la vedalaşmaya geldi. Nevin Hanım bir kaynanadan çok bir öğretmen edasıyla iyi dileklerini Görkem'e ve bana sıralarken sanki önceden hazırladığı bir metni bize okuyormuş gibi hissettiriyordu fakat onun tarzı buydu. Düzgün diksiyonu sesine didaktik bir tarz katıyordu.

Öyle ki konuşma bittiğinde Görkem, "Teşekkürler öğretmenim," demişti. "Yaptığın konuşmayı bile sonunuz abine benzemesin diye bitirdin. İlk defa onun hakkında olumsuz bir şey söyledin ama yine de büyük oğluna değinmeden edemedin. Bu artık bana gerçekten komik gelmeye başladı."

Nevin Hanım, böyle bir şey duymayı beklemiyordu. Onun kadar ben de şaşırmıştım. "Sana komik gelmeye başlayan ne?" diye sordu, en az Görkem kadar gerilmiş bir sesle. "Bu yaşta abini mi kıskanıyorsun Görkem?"

"Yüksek ihtimalle tüm gece o beni kıskandı anne," dedi Görkem. Düşmanca bir söylem değildi bu, iç çeker gibi bir cümleydi. "Yanlış yerlere odaklanıyorsun."

"Oğlum," dedi Arif amca, gülümseyerek araya girerken. "Ben anlıyorum seni ama şimdi sırası mı sence?"

"Görüyorsun, bir şeyleri değiştirmeye çalışıyorum." Görkem, elimi tuttuğunda elini sıkarak desteğimi hissetmesini sağladım. Değiştirmeye çalıştığı ilk şey kendisiydi. Bazı davranışlarını törpülemiş, yeri geldiğinde kalbini dinlemeyi öğrenmişti. "Ve bunun da değişmesini istiyorum. Sağlıklı aile ilişkilerinin önemini çok daha iyi anladığım bir gecedeyiz. Ben de ailemle yaşadığım ufak bir sorunu dile getirmek istedim."

"Sorunun abinleyse bunu onunla çöz."

"Sorunum abimle olsun diye çok çabaladın ama hiçbir zaman olmadı anne," dedi Görkem. Hiçbir şey demiyor, yalnızca onun elini tutuyordum. Bunu bu gece konuşmak istiyorsa ona engel olmayacaktım. Sadece takdir ediyordum. Ben, bunu yapamamıştım. Alttan almış, boş vermiş, tek kelime etmemiştim. O ise kökten çözmek için çabalıyordu. Belki de esas nokta buydu. O sorununu çözüme kavuşturabileceğini biliyordu, benimse çabalamaya halim yoktu. "Yerimde bir başkası olsaydı, ondan nefret ederek büyürdü," dedi Görkem. "Seni çok seviyorum ama keşke bu huyundan vazgeçsen."

"Hangi huyumdan?" diye sordu Nevin Hanım. Bu konunun benim yanımda konuşulmasından rahatsız olduğu yüz ifadesinden anlaşılıyordu.

"Onu her zaman ön plana alıyorsun," dedi Arif amca. Bu gerçeğin o da farkındaydı. Buruk bir gülümseme belirdi dudaklarında. "Tüm gece en büyük derdin Bige'yle Egemen'in arasında neler olduğu, Egemen'in niye Bige'ye öyle baktığı, gerçekten barışıp barışmadıklarıydı. Görkem susacak sandım ama burada haklı, Nevin. Düğünde bir yabancı bile damatla gelini izler. Sen bu çocuğa ana karakter olma fırsatını bir türlü vermiyorsun."

Nevin Hanım, beyninden vurulmuşa dönmüş gibi gözlerini kocaman açtığında ben Arif amcanın söylediklerini yeni idrak edebiliyordum. O an dikkat etmemiş olsam da gözlerimin önüne çizilen tüm sahnelerde Nevin Hanım'ın bakışlarının Egemen abide olduğunu fark ettim. Gerçekten de Görkem, annesi için kendi düğününde bile ana karakter olamamıştı.

"Sana böyle mi hissettiriyorum?" diye sordu Nevin Hanım, hayretle.

"Evet," dedi Görkem. "Ama bunu neden yaptığını biliyorum çünkü kimsenin görmediklerini bile sen görüyorsun. Dans ederken adımları saydığımı, pastanın kaç dilim edeceğini hesapladığımı, ağaçtan sarkan dördüncü led ışığın sönmüş olmasına takıldığım için bakışlarımın sürekli oraya kilitlendiğini, herkes pistteyken benim gidip yamuk olan sandalyeyi düzelttiğimi sen biliyorsun. Sana bile isteye benzemedim ama bende gördüklerin, seni hâlâ rahatsız ediyor. Abimde bunları görmediğin içinse bunu başarı sayıyorsun."

"Bu şekilde bir yüzleşmeyle günü kapatmayı planlamamıştım," dedi Nevin Hanım. Biraz alınmıştı ama hiçbir şey söyleyemiyordu çünkü içten içe Görkem'e o da hak veriyordu. "Ben sarılırız, güleriz sanmıştım

"Zaten sarılacağız." Görkem, onu kollarının arasına çekti. "Takıntılarım yeniden artıyor," dedi annesine. "Ve bunu durdurmanın bir yolunu bulamıyorum. Bana başarısız bir denekmişim gibi baktığında bundan etkileniyorum. Bunu yapmanı istemiyorum çünkü başımda aklının almayacağı kadar bela var. Onlarla baş edebiliyorum ama bazen kendimle nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Belki biraz desteğini görmeye ihtiyacım vardır."

"Anneciğim," dedi Nevin Hanım. Tüm buzların eriyip yok olduğunu tek bir kelimeyle hissettim. "Özür dilerim. Sen benim canımın parçasısın. Yemin ederim ki bilerek yapmıyordum. O dördüncü ledi gidip sökmemek için tırnağımın kenarını yoldum." Elini kaldırıp Görkem'e doğru salladığında Görkem annesinin parmağına bakıp gülmeye başladı. Nevin Hanım da güldü. "Bana çektiğin için çok üzgünüm. Elimden senin, sizin için ne gelirse yapacağımı biliyorsun değil mi? Senin için bir kurşunun bile önüne atlarım. Bunu biliyorsun değil mi?"

"Azıcık destek iş görür, kahramanlığa ihtiyacım yok," dedi Görkem.

"Tabii ki," dedi annesi. "Bir alo desen herkesten önce ben gelirim Görkem. Annenim ben senin. Zordaysan zordayım diyemeyeceğin biri değilim. Gelmen gereken ilk kişiyim."

"Ama ben, geleceğin ilk kişiyim," dedi Arif amca. Ciddi söylese ortamı buza döndürürdü fakat nispet yapar gibi söylediği için bizi ısıttı. Ardından elini göğsüne sürterek "Oh," dedi. "Senin Egemen'in varsa Görkem'in de beni var."

Aralarındaki ilişkiye bakıp iç çekmemek elimde değildi. Arif amca sadece oğlunu değil, tüm aileyi toplamak konusunda uzmanlaşmış biriydi. "Ve Yağmur'u," diye ekledi sonra, ellerimize bakarak. "Onun Yağmur'u var. Şu kızın bakışlarına bak. Hiç kimse yoksa da ben olacağım diye bağırıyor. Ne şanslı adamsın sen böyle, onun kıymetini bilmezsen sana yapacaklarımı tahmin bile edemezsin."

"Ne kadar gaddar olabileceğini abime yaptıklarını izlerken gördüm," dedi Görkem. Bu elbette ki fiziksel bir şey değildi ama Bige abla ile ayrıldıklarında Arif amca Egemen abiye fazlasıyla çektirmiş olmalıydı.

"Bu arada konu yine abime geldi diye kızmayacaksan bir şey diyeceğim," dedi Arif amca.

Görkem onun zihnini okumuştu. O söylemeden kendisi söyledi. "İkisi arasında kesinlikle bir şeyler olacak."

Başımı salladım ve gülerek onayladım. "Kesinlikle. İkinci bir düğün için umarım masrafları karşılayabilecek durumdasınızdır.

"Gerekirse dükkânı satarım," dedi Arif amca. "Allah'ım, kabul et dualarımı. Gerisini ben hallederim."

"Amin," dedi Nevin Hanım. Ardından Müge'ye seslendi. "Hadi babaanneciğim! Uyku saatini çok fazla geçirdik. Bir an önce eve gidip masalımızı okuyalım."

"Aa!" dedi Müge, Can'ın yanından yarı yalpalayıp yarı koşturarak bizim yanımıza gelirken. "Ben sizinle mi kalacağım?"

"Evet," dedi Arif amca. "Seni çok özlediğimiz için kabul edersin diye düşündük."

"Tabii ki ederim. Peki Gökçüğüm, sizinle de kalabilir miyim sonra? Eviniz çok güzelmiş. Belki yüzmeye de gelirim."

"Tabii ki benim prensesim." Görkem onu kucakladığında eriyip yerle bütünleşecektim. "Şimdi iyi geceler öpücüğü ver amcana."

Müge onu öptü. Ardından beni de öptü ve annesiyle babasına el salladıktan sonra babaannesiyle dedesinin elini tutup ayrıldı evimizden

Çok geçmeden Barış geldi yanıma. "Hande'yle 13. İstasyon'da bir çorba içeriz dedik. Sana ayıp olmayacaksa biz de kaçalım yavaştan."

"Düşündüğüm şey mi?" diye sordum. Bu aynı zamanda dilediğim bir şeydi. Barış bir karşılık almayacak bile olsa hislerini ona söylemeliydi. Tehlikenin göbeğine gitmeden önce, içinde bu konuyla ilgili bir şey kalsın istemiyordum. Aramızdaki sır, benimle mezara gitsin istemiyordum.

"Belki," dedi Barış, gülümseyerek. Cesaretini toplayabilirse ona açılacaktı. Anlamak için kelimelerine ihtiyacım yoktu, bakışları yetiyordu

"Her şey gönlünce olur umarım," dedim. "Beni ne olursa olsun haberdar et.

"Tamamdır. İyi geceler Benekli Duman."

"İyi geceler benim canım."

Muhip de Görkem'le vedalaşıp aramızdan ayrılınca çekirdek kadroya dönmüş olmuştuk. Bahar ve Kaya, etraftaki sandalyeleri toparlayıp kenara kaldırıyorlardı. Arda çimlerin üzerine iki minder atmıştı. Eylül topuklu ayakkabılarının bağcıklarını gevşetiyor, Görkem'le Can aralarında bir şeyler konuşuyordu. Gelinliğimi çıkarmak için içeriye girdim. After için içinde gelinliğime nazaran daha rahat hareket edebileceğim beyaz bir elbisem vardı, onu giyecektim. Bu sırada diğerleri de kasa kasa satın aldığımız içkileri getirecekti. Deli gibi sarhoş olacak, son saatlerimizi bu şekilde eğlencenin dibine vurarak geçirecektik.

Bir bardak su alma düşüncesiyle önce mutfağa yöneldim. Az önce Bige abla içki şişelerini almak için içeriye girmişti ama Egemen abinin onun peşinden gittiğini mutfaktan onun sesi geldiğinde anladım.

"Yine mi küstük?" diye sordu. "Sen kaldırma. Ben alırım kasayı."

Bige abla inat ediyordu, ayrıca Egemen abiye dönüp bakmıyordu. Egemen abi, elini onunkinin üzerine koyarak Bige ablanın bira kasasına uzanmasını engelledi. "İki dans ettik diye barışmadık biz Ege," dedi Bige abla, kızgın bir sesle. "Niye peşimden geldiğini de hiç anlamadım zaten."

"Yardım etmek için."

"Gerek yok yardımına." Sesi fazla gergindi. "Hallediyorum ben tek başıma, sağ ol."

"Bu bir ima mıydı?"

"Bu beni mecbur bıraktığın için öğrendiğim bir şeydi." Ses çıkartmamaya dikkat ederek ikisini görebilmek için kapıya bir adım daha yaklaştım. Yaptığım şey çok ayıptı ama arkamı dönüp gidemeyecek kadar ne olacağını merak ediyordum. Sonrasında onları dinlediğimi Bige ablaya itiraf edip birkaç iltifat ederek onun gönlünü alırdım. Şimdi sessizce duracak ve dinlemeye devam edecektim.

"Seni tek başına bırakmadım," dedi Egemen abi. "Bunu hiçbir zaman yapmadım. Yapmayacağım da."

"Benden ne istiyorsun Egemen?" diye sordu Bige abla. "Kızımız annenlerle gitti. Her şey yolunda gibi davranmamıza gerek kalmadı yani."

"Rol yapmıyorduk Başak."

"Kendi adına konuş," dedi Bige abla.

"Konuşurken yüzüme bak." Komutu öyle netti ki benim bile Egemen abinin yüzüne bakasım gelmişti. "Biliyorum yalan söylerken gözlerime bakamıyorsun ama inandırıcılığını arttırmak istiyorsan deneyebilirsin."

Bige abla, tezgaha yaslanarak Egemen abiye doğru kaldırdı başını. "Yapabilseydim, bu düğüne başkasını getirecektim," dedi onun gözlerinin içine bakarak. Yalan değildi. Bunu gerçekten düşünmüş olmalıydı. "Asya'nın annesiyle babasına söylediğimiz yalan bile umurumda değildi. Sadece canını yakmak istiyordum ama yine yapamadım. Çünkü geri zekâlının teki olduğum için hâlâ sana kıyamıyorum. Yapabilseydim, hayatıma devam edecektim ama edemiyorum Egemen. Bunları zaten biliyorsun. Hiçbir şey değişmediği halde niye bana eziyet edip duruyorsun anlamıyorum. Daha fazla konuşmak da istemiyorum. Al biraları, dön bahçeye."

Bige abla yanından geçip gidecekken Egemen abi onun kolundan tutarak yeniden bedeninin tezgâha yaslanmasını sağladığında ben de nefesimi tuttum. Hiç ses çıkarmamam gerekmeseydi heyecandan ellerimi falan çırpabilirdim. Kalbim, büyük bir beklentiyle atıyordu

"Yeniden deneyemez miyiz?" diye sorduğunda Bige ablanın gözlerinde beliren şokun aynısını ben de yaşıyordum.

"Ne?"

"Seni geri kazanmak için her şeyi yaparım," dedi Egemen abi, çaresiz bir yakarış gibi. "Uzun zamandır bunu söylemek istiyordum ama her şeyi bu kadar mahvetmişken bir türlü cesaret edemiyordum. Yüzsüz gibi yine geldim kapına Başak. Bana bir şansım olup olmadığını söyle. Yeniden deneyemez miyiz?"

"Ne diyorsun be sen?" diye sordu Bige abla, öfkeyle. "Kafayı yedin herhalde. Kenarda gizli gizli içtin mi ne yaptın? Çekil şuradan."

"Ciddiyim ben."

"Boşanalım derken de ciddiydin!"

"Doğru şeyi yaptığımı sanıyordum."

"Ne değişti?"

"Kaçak dövüştüğümü gördüm," dedi Egemen abi, acıyla. "Görkem de benim yaptığımı yaptı Başak. O da soyadını riske attı ama tuttuğu eli bırakmadı. Başka bir çare buldu. Asya için savaştı. Aynı haltı ben yediğimde, benim soyadım riske girdiğinde yaptığım şey sizi uzaklaştırmaktı. Sizi bu şekilde koruyacağıma inanıyordum. Sizi korudum belki ama bizi yok ettim."

"Bunları konuşmak için bugünü mü bekledin?" diye sordu Bige abla, alaycı bir kahkahanın ardından. "Bütün akşam bizim düğünümüzü düşündüm. Dejavu yaşaya yaşaya kafayı sıyırdım ve bir de yetmezmiş gibi üzerimden ayrılmayan bakışlarınla, dans ederken bıraktığın dokunuşlarınla uğraştım. Bilerek mi zayıf olduğum bir anı yakalamayı bekledin? Ben senin için kazanman gereken bir dava mıyım Ege? Sen beni bu şekilde mi yeneceksin?"

"Gözlerimin içine her şeyi düzeltmem için yalvarır gibi bakıyorsun," dedi Egemen abi, alçalan sesiyle. Ben bile koca bir manipülasyonun ortasında kalmış gibi hissediyordum ama Egemen abi o kadar çaresiz görünüyordu ki her bir cümlesinde samimi olduğunu biliyordum. "Bırak düzelteyim," dedi. "En azından deneyeyim. Bu şekilde daha fazla yaşayamıyorum, Başak. Yalan söylüyorsam Allah alsın canımı. Yanımda kaldığın geceden sonraki her sabah, kafayı yiyerek kalktım o yataktan. Yanımda uyanmadığın için ölmek istedim geçen gün. Senin için yaşıyorum ama seninle yaşayamıyorum. Her şeyin sorumlusu benim, bunu da biliyorum ama sana yemin ederim düzeltmek istiyorum."

"Sen gerçekten kafayı yemişsin," dedi Bige abla. Onu ezip geçebilir, ona bir tokat atıp onu susturabilirdi ama duyduklarına o kadar çok inanmak istiyordu ki ikna olabilmek için orada durmaya devam ediyordu. "Kardeşin evlendi diye triplere girdin. Yarın geçer. Konuşma daha fazla çünkü bu şekilde kalbimi kırmaktan öteye gitmiyorsun."

"Seni sevmekten öteye gidemiyorum," dedi Egemen abi. Sesi titrer gibi olduğunda elinde hiç inancının kalmadığını anladım. Parmakları gömleğinin içine sızdı, boynundaki zinciri çıkarttı ve ucunda sallanan alyansını gördüm. Ben aralık kapının kenarında durduğum için beni görmüyorlardı. Gerçi kapı ardına kadar açık olsa da beni görmezlerdi çünkü birbirleri dışında dünyanın geri kalanıyla ilgilenmiyorlardı. "Say söv, kır dök, istediğini söyle. Bunun gerçek olduğunu biliyorsun. Seni hâlâ köpek gibi sevdiğimi çok iyi biliyorsun."

"Sevgi yetmedi," dedi Bige abla, gözleri alyansın üzerindeyken. "Sevgin hiçbir zaman önceliğin olmadı ki Ege. Aklınla çeliştiğim hiçbir seferde sen beni seçmedin. Sen olsan kendine ikinci şansı verir misin? Duman olmayayım diye beni duman ettin sen."

Soyadını ondan almıştı ama geriye Bige abladan hiçbir şey kalmamıştı. Bunu zamanında hesap edemeyen Egemen abi, onun canını ne kadar yaktığıyla yüzleşiyordu.

"Özür dilerim."

"Geç kalınmış özürlerin hiçbir önemi yok."

"Özür dilerim Başak."

"Siktir git. O evrakları imzalamadan önce düşünecektin sen onu."

Sinirle sesini yükseltiyordu ama hâlâ Egemen abiden uzaklaşmayı denemiyordu. Bu da bana geçen gece konuştuklarımızı düşündürtüyordu. Beklediği şey tek bir adımdı. Adımın âlâsını alıyordu. Kalkanlarını indirmesine son birkaç saniye kalmıştı. Gururuna tutunmaya çalışıyordu ama aşkı, buna galip gelmek üzereydi.

"Tek bir şans," dedi Egemen abi. "Sonra istemezsen yemin ederim görmezsin beni."

"Boşandığımızda da böyle olması gerekiyordu ama olamadı," dedi Bige abla. "Palavra sıkma o yüzden, inandırıcılığını çoktan kaybettin."

"Kızımız üzerine yemin ederim." Egemen abinin cümlesi, Bige ablanın bakışlarının donuklaşmasına yol açtı. Karşısındaki adamın ne kadar ciddi olduğunu o an anladı. "Yalvarırım, Başak." Egemen abi, elini tezgâha yasladığında Bige ablaya daha fazla yaklaşarak onu sıkıştırdı. Artık Bige ablanın yüzünü göremiyordum. "Tek bir şans. Bunu da mahvedersem hayatından tamamen çıkacağıma söz veriyorum. Geri dönülmesi imkânsız bir hata yaptım. Bir de değil... Çok hata. Çok fazla hata. Bana güvenmek istemezsen bunu anlarım. Bana tam şu an tekmeyi koysan, inan anlarım. Hak da veririm sana. İşler buraya geldiği için çok özür dilerim bebeğim."

Sesi daha fazla titremeye başladığında ne kadar gitmek istesem de gidemedim. Çok fazla özellerine girmiştim. Asla yapmamam gereken bir şeyi yapıyordum. Yine de öyle bir haldeydim ki içeri girip Egemen abiyi sırtından biraz ittirmek, onları zorla öpüştürmek istiyordum. Bunu yapmadığıma dua etsinlerdi.

İçimden ne olur öpüşüp barışsınlar diye geçirirken dudaklarımı birbirine bastırmıyor olsaydım bunu az daha sesli de söyleyecektim.

"Bana bunu neden yapıyorsun?" diye sordu Bige abla. Sanırım ağlamaya başlamıştı. "Neden Ege ya? Niye? Benimle dalga geçmeyi mi seviyorsun? Hoşuna mı gidiyor canımı yakmak? Biz senin yüzünden boşandık ya boşandık! Özür dileyince geçecek mi bu? Silinecek mi tüm bunlar? Güldük eğlendik, tamam işte. Sen yoluna ben yoluma. Öyle dememiş miydin?"

"Allah belamı versin."

"Bence de!"

"Seni öpeceğim," dedi Egemen abi. Elimi heyecandan bayılmamak için duvara yasladım. En son Eylül'ün Arda'yı öptüğü anda böyle hissetmiştim. "Bunu istemiyorsan çıkıp gidebilirsin ama denemekten vazgeçmeyeceğim. Bu yüzüğü süs olsun diye boynumda taşımıyorum. Boktan bir karar verdim ama bir adım gitmedim ben senden."

"Git," dedi Bige abla. "Basit bir şeyden bahsetmiyorsun. Bir karar verdim, birkaç hata yaptım diye anlatamayacağın bir yerdeyiz biz. Görmüyor musun? Sen beni ne hale getirdiğini görmüyor musun? Seven sevdiğine bunu yapar mı Ege?"

Egemen abinin sesi çocuksulaşırken "Heyecanlandın," dedi geriye kalan her şeyi boş verip. "Seni öpeceğimi söylediğimde heyecanlandın. İstiyorsun, değil mi?"

"Ağır şizofrenisin sen. Hastaneye yatırmamız gerek seni."

"Öpme de," dedi Egemen abi. "Demiyorsun işte. Desene. Bana seni öpmememi söylesene."

"Manyak mısın nesin? Git şuradan. Sıkıştırdın bir de beni."

"Sikeceğim gururunu Bige. Gurur mu kaldı? Ben benimkini ayağımın altına aldım. Yalvardım sana. Ayaklarına da kapanırım. Söyle şimdi. Öpeyim mi öpmeyeyim mi? Karar vermek için iki saniyen var. Susarsan bunu evet sayacağım."

Bige abla sustu ve Egemen abi bunu bir evet saydı

Dudaklarını onunkilere bastırdığında Bige abla, elini Egemen abinin saçlarına daldırıp onları çekiştirerek bu öpücüğe karşılık verdi.

Bu kesinlikle evet demekti.

Biraz dil dökerek Barış'ı Hande'yle yemeğe gitmeye ikna etmiş, zihin gücümü kullanarak Bige abla ve Egemen abiyi öpüştürmüştüm. Sırıta sırıta odama giderken bu geceki çöpçatanlık performansıma on üzerinden on üç veriyordum.

Resmen içim rahatlamıştı.

Gelinliğimi hiç kimseden yardım almadan zorlana zorlana üzerimden çıkardım ve yerine dizlerimin biraz üzerinde biten beyaz elbisemi giydim. Kalın askıları boynumda birleşen elbisem üzerime dikilmiş gibi bedenime oturuyordu. Kumaşı belime kadar vücuduma yapışarak iniyor, sırtımı tamamen açıkta bırakıyordu. Saçlarımı düzeltip topuklu ayakkabılarımı çıkarmak için eğildim. Sonra onları ters çevirip altına yazdığımız isimlere baktım.

Sadece Can'ın adı silinmişti.

Gülmeye başladım. Ardından rahat hareket edebilmem için daha kısa topuklara sahip bir çift ayakkabıyı ayağıma geçirdim ve koşarak bahçeye döndüm.

"Senin adın silinmiş," dedim Can'a doğru koşmaya devam ederken. Bige abla ve Egemen abi hâlâ yoktu. Bu detayla birlikte sırıtışım genişlerken Can'ın koluna tutunup onu sarsmaya başladım. Can ne olduğunu anlamamıştı.

"Nereden?" diye sordu.

"Ayakkabımdan," dedim.

"İlk ben mi ölüyorum?" dedi Can.

"İlk sen evleniyorsun," dedi Eylül. "Nasıl sadece Can silinmiş ya? Bu işte bir terslik var. Bu adet yanlış çalışıyor galiba."

"Bilemiyorum. Senin adın aynı yazdığın gibi pasparlak duruyordu. Çok azıcık da Kaya'nınki silikleşmiş ama Can bayağı bayağı yok olmuş."

"Azıcık daha sürtemedin mi ayağını?" diye sordu Bahar. "Kaya'nın ismini asetonla silersem hile mi yapmış olurum ki acaba? Keşke söylemeden yapsaydım, bilmezdiniz."

"Bu ne için yapılıyor?" diye sordu Kaya. "Bir mantığı var mı?"

"Adı silinen bekarlar kısmet bulur," dedi Bahar ciddiyetle. "Silikleşmişi silinmiş sayabiliriz bence."

"Gerek yok," dedi Kaya. "Kısmet aramıyorum. Ben benimkini çocukken buldum."

"Zaten bir kısmetin olduğu için bu kapı evleneceğimize çıkar hayatım, benden söylemesi."

"Biz zaten evleniriz de bu durumda Can da Vega'yla mı evleniyor?" diye sordu Kaya.

"Tövbe tövbe," dedi Arda. "Ağzından yel, rüzgâr, lodos, toprak kayması, sel alsın. Fırtınalar alsın. Çatılar düşsün, yıldızlar dökülsün, dünya ters dönsün de o kadın altında kalsın."

"Anladığım kadarıyla Arda üzerine bir kuma istemiyor aşkım," dedi Bahar, Kaya'ya. Bu bir anlığına Arda'yı bile güldürdü ama Can gülmedi. Bu toplara diğerlerinin yanında hiç girmek istemiyor gibiydi. "Amin," dedi o yüzden.

Kolumla koluna vurup "Kalk," dedim. "Sıradaki şarkıyı sen seçeceksin."

"Kaya biraz daha Yıldız Tilbe açmazsak gidecekmiş," dedi Can. "Bu arada Egemen abi nereye kayboldu?"

"Lavabodadır." Sırıttım. Sırıttığımı gören Görkem'in kaşları havaya kalkarken bana gözleriyle bir soru gönderdi. Bu soruyu onun yanına giderek cevaplamak istedim. Yere atılan turuncu minderi onunkinin yanına çekerek yavaşça oraya oturdum. Tam ağzımı açacaktım ki "Çok güzel olmuşsun yine," dedi. O böyle söyleyene kadar bu elbiseyi de daha önce görmemiş olduğu detayı aklımdan çıkmıştı.

"Hangisini daha çok sevdin?" diye sordum pişkin pişkin sırıtarak. Yüzüne doğru yaklaştım ve fısıldayarak konuşmaya devam ettim. "Oyun gelinliğimden yanaysa gece tekrar onu giyebilirim."

Saçımla oynuyormuş gibi yaparak kulağıma yaklaştı ve "Hiçbir şey giymemeni tercih ederim," diye fısıldadı.

"Benim de senin için tercihim bu yönde," dedim. Bu sırada kravatını kavradım. Görkem'le ayaklarımız zıt yönlere bakacak şekilde yan yana oturuyorduk. Bu yüzden ona doğru yaklaştığımda diğerleri sırtımı görüyordu. Kavradığım kravatı hafifçe çektiğimde Görkem aralanan dudaklarıyla birlikte yüzüme yaklaştı. Gülümsedim. Karşılığında alt dudağını ağzının içine yuvarlayıp dişleriyle ezdi. Ardından onun da dudakları iki yana kıvrıldı.

"Buraya bana bir şey söylemek için geldin," dedi. "Ama beni görünce unuttun."

Çok haklı olduğu için bir anlığına dudaklarımı aralamış olsam da ne diyeceğimi bilemedim. Gülüşü aklımı dağıtmıştı. Sonra dudaklarına bakarken esas mesele geldi aklıma. Parmaklarımla kravatının üzerinde çizgiler çizerek "Abinle ablam," dedim. "Öpüştüler." Tepki vereceğini sezip parmaklarımı ağzına bastırdım. "Sakın ses çıkarma."

Allah'tan kimsenin bakışları üzerimizde değildi de rahatça onu susturabilmiştim. "Ne diyorsun?" dedi kısık bir sesle, şok içinde.

Düğünümüzde kocamla çimlere oturmuş dedikodu yapıyorduk. Hiçbir şey, bundan daha iyi olamazdı. "Evet," dedim heyecanla koluna vurarak. "Abin ablama bir şans için yalvardı. Aklını başına getiren, senin bunca şeyin ortasında bana soyadını vermen oldu sanırım."

"Henüz tam verdim diyemeyiz aslında," dedi. "Ama neyi kastettiğini anladım." Gözleri evimizin kapısına doğru kaydı. Sonra yeniden bana yaklaşıp "Geliyorlar," dedi. "Abim önden elinde bira kasasıyla yürüyor ve Bige abla utanmış gibi görünüyor."

Dönüp bakmak istesem de Bige ablayı iyice zor duruma sokmamak için bunu yapmadım. Zaten şahit olmamam gereken bir şeyi gözümü kırpmadan izlediğim için ben de utanıyordum. Onları artık kendi hallerine bırakmalıydım.

Bunu da ilgimi Görkem'e vererek yaptım. Kravatını bir kez daha kendime doğru çektiğimde bu kez onlara bakmak için kaldırdığı başını bana doğru eğmesine yol açtım. Hoplayıp zıpladığımız için dağılan saçlarının benim saçlarıma karıştığını hissettim. Kravatı avucumun içinde tutup sıktım. "Çözsene," dedi. Herhangi bir ima yapmamış olmasına rağmen parmak uçlarım karıncalandı.

Ellerimi yakasına götürüp düğümü gevşettim. Ardından çözüp kravatı boynunun iki yanından sarkacak şekilde açık bıraktım. Ben ona bakmaya devam ederken esen rüzgar hafif terli omuzlarıma ve açıkta kalan sırtıma çarpınca içim titredi. Görkem, çimlerin üzerinde duran ceketini alıp omuzlarıma bıraktı. Ceketinin yakalarını düzeltirken bana daha fazla yaklaşmıştı.

"Allah'ım, çok güzel kareler yakaladım!" dedi Arda. Ona doğru döndüğümde Berk'in kamerasının ellerinin arasında olduğunu gördüm. Onu heyecanla sallıyordu. "Bana ücret ödemeniz gereken konular var. Müthiş iş çıkarttım."

"Modellerin iyi, o yüzdendir," dedi Egemen abi. Elindeki teneke kutuyu rahat bir tavırla açıp dudaklarına götürürken bakışları Bige ablanın üzerindeydi. Bige abla ondan uç bir noktaya oturmamıştı, aslında ona epey yakındı ama gözleri eski kocasınınkilere değmiyordu.

Kaya da kendine bir bira açıp onu başına dikti. "On saattir bunu mu arıyordunuz?" dedi çenesiyle kasayı işaret ederek. "Dolapta bir sürü şişe vardı. Onları da getirirsiniz sanmıştım."

"Görmedim ben," dedi Bige abla. "Bunu bulabildim."

"Bulmanı gerektirecek bir yerde değildi," dedi Eylül, şüpheyle kaşlarını kaldırarak. "Görünürdeydi gayet. Nesini aradın ki?"

"Göz numaram arttı herhalde, bilmiyorum."

"Sen gözlük kullanmıyorsun," dedi Bahar. "Egemen abi kullanıyor arada. Onunkiler artmışsa belki..."

"Yok," dedi Egemen abi. "Ben her şeyi gayet net görüyorum."

"Nihayet," dedi Görkem, gülerek.

Egemen abi ona tam bir abi bakışı attı. Görkem de dudaklarına fermuar çekiyormuş gibi yaptı.

Sonra Arda, gidip Domdom Kurşunu açtı.

Bu şarkıyı birçok kez onun sayesinde dinlemiştim ama hiçbirinde onu bugünkü kadar mutlu görmemiştim. Eylül sanki bir tuşa basılmış gibi ritmi duyar duymaz omuzlarını oynatarak ayağa kalkmış, Arda'ya eşlik eden ilk kişi olmuştu.

Bu senaryonun gerçekleşeceğini bana buraya geldiğim ilk gün söyleselerdi asla inanmazdım. Arda'nınki bana imkansız bir aşk gibi gelirdi. Şimdi o aşk, Eylül'e de bulaşıyordu. Arda'nın renkleri Eylül'ü son sürat kaplıyor, dünya ikisinin bir arada olması sayesinde benim için daha yaşanılabilir bir hale geliyordu.

İkisini de ayrı ayrı çok seviyordum. Bir arada olmaları, bir rüya kadar güzeldi.

"Aldatıldım," dedi Can, dramatik bir halde. "Onun ruh eşi hep ben olurum sanmıştım."

"Hep sanmışsın," dedim, Şebnem Ferah göndermesi yaparak.

Bahar "Mayın tarlasındaaa!" diye bağırdığında Can'ın dikkatini dağıtmış olmuştuk. Hüzne boğulmasına izin vermiyor, onu düşünceleriyle baş başa bırakmamak için elimdeki tüm tuşlara basıyordum. Birilerinin fark etmeden de olsa bana eşlik etmesi güzeldi.

Domdom Kurşunu bittiğinde yerini Serdar Ortaç, Şeytan'a bıraktı.

"Ayağa kalkacaksın," dedim Görkem'e. Demekle de kalmadım. Onu tehdit ede ede ayağa kaldırdım. Biralar ve sonradan soğuk soğuk buzdolabından aldığımız diğer şişeler bize eşlik etmeye başladı. Herkesin gevşemesi, ortamdaki zekâ seviyesini üçe düşürmüş haldeydi. Sergilenen dans figürleri giderek korkunçlaşıyor, hareketlerimiz çığırından çıkıyordu.

Görkem'in omuzlarıma bıraktığı ceketi parmağıma takıp başımın üzerinden çevirdiğim, Kaya'nın ona doğru oynayarak eğilen Arda'nın alnına bir tane vurduğu, Bahar'ın Eylül'le birlikte bir kareografi geliştirip ilkokul dans gösterilerini bu kez hepimizin ortasında yaptığı anlar yaşanıyordu.

"Horon da tepelim," dedi Bahar. "Biliyor musunuz? Ben size öğretirim."

Bahar, erkekler de dahil olmak üzere birkaç dakika içinde hepimize horon tepmenin mantığını kavratmıştı. Liseli bir çifti zorla yalnız bırakmaya çalışan en yakın arkadaş rolümü üstlenip bir elimle Bige ablanın, diğer elimle Egemen abinin elini tuttum ve yalnızca bir tur ikisinin arasında horon tepmeye çalıştım. Sonra onları bırakıp Görkem'le Kaya'nın arasına koştum. İkisinin ellerini birbirinden ayırdım ve kara kedi gibi aralarına girip horonuma orada devam ettim.

Sonra, ortamdaki en iyi horon tepen kişi haline geldim çünkü Bahar'ın hareketlerinin tamamını ezberlemiştim.

"Bu şarkının adı ne?" diye sordu Arda. "Ev halkını çıldırtmak için oluşturduğum playlistime ekleyeceğim."

"Sibelim," dedi Egemen abi.

"Sibel kim?" diye sordu Bige abla, sanırım yüksek sesten dolayı Arda'nın sorusunu duymamıştı. Duysa da algılamamış olabilirdi. Alkol ona fena halde çarpıyordu

Havuzun etrafında ellerimizi kaldırarak horon tepe tepe dönerken "Kim Sibel?" diye sordu Egemen abi.

"Şarkı," dedi Kaya. "Yeni kavuşmuşken kavga etmeyin yine."

"Kavuşmadık biz," dedi Bige abla, öfkeyle. "Öpüştük sadece."

"Ne?" diye bağırdı Bahar ve Eylül aynı anda.

Görkem, horona devam ederken kaldırdığım elimi dürtünce benim de tepki vermem gerektiğini hatırladım. "Ne?" dedim. "Ne zaman?"

"Az önce," dedi Bige abla. Saniyesinde verdiği dürüst cevap, yine kanındaki alkol yüzündendi.

"İyi öğrenin," dedi Egemen abi, adımlarımızı dikkatlice izlerken. "Can, düzgün oyna oğlum. Böyle yaparsan seni bizim düğünde oynatmam."

"Önce benim düğün olacak," dedi Can. "Adım silinmiş abi, öyle dediler sen yokken."

Ritim çok az değişirken şarkının yine aynı adama ait olduğunu anladım. Sanırım adı Oyna'ydı. Nereden bildiğimi bilmiyordum ama bu şarkının sözlerini daha önce görmüştüm. Yani ezbere biliyordum.

"Duman geliyor duman," dedim Cimilli İbo'yla aynı anda. "Bağrımı karalamaya."

Bir sonraki cümlede Bige ablayla seslerimiz tek bir ağızdan çıkarcasına çıkmıştı. "Duman da benim gibi meraklı ağlamaya."

Bahar, "Çözdünüz bu işi," dedi keyifle. "Mrs Dumanlar sizi."

"Ekinci benim soyadım," dedi Bige abla.

"Değiştiririz," dedi Egemen abi. "Alışkın olmadığın şey değil."

"Nikah memurunu geri çağıralım mı?" diye sordu Arda. "Gelmişken sağ baştan sıraya diziliriz. O adam bizi sevdi gibi. Bence bize bir güzellik yapar."

Nikah memurunu geri çağırmadık ama horonların üzerine bir tur da halay döndük.

Etrafında döndüğümüz havuzun suyu da esen rüzgâr yüzünden dalgalanıyordu. Ağaçların yaprakları bizimle kıpırdıyor, sanki her şey bizim ritmimize uyum sağlıyordu. Hayatımda hiç bu kadar eğlendiğim bir gün var mıydı bilmiyordum.

Birkaç şişe daha devirdik, şampanyalar patlattık ve bahçenin kenarında minik bir bira kutusu ağacı oluşturduk. Kısa süre sonra arka fondaki ses Yıldız Tilbe'ye aitti ve sahne, Kaya'nındı

"Çok kararlısın kalbimi çıra gibi yakmaya, niye?"

Görkem, onun sesine eşlik etmeye başlayınca diğer erkeklerin de katılımıyla Yıldız Tilbe'nin sesi iyice bastırıldı ve şarkı bir tribün bestesi gibi söylenmeye başlandı.

"Duvar çekiyorsam yanıyorum için için,
bitti işim.
Saklar mı yüreğin yüreğimi,
İçinin her yerinde?
Eski kelimeler döndürüyor başımı,
Sen söylediğinde.
Korkular, arzular...
Nasıl başım dar, bilsen şaşarsın, yâr.
Her yerim kördüğüm.
Dolaşık ipin ucunu bul, çözeyim."

Nakaratta şarkıya ben girdim fakat bir anda herkes bunu bekliyormuş gibi sustu. Kendimi tüm ışıkların üzerinde toplandığı bir tiyatro oyuncusu gibi hissettim. Işıkları kabul ettim ve devam ettim. "Her ayrıntım sayıklıyor! Sükunetim deliliğimden!

"Hey yavrum benim," dedi Görkem bir anda. Kolu, boynuma dolandı ve sırtımı göğsüne bastırdı. Olduğumuz yerde sarmaş dolaş halde sallandık. Sonra seslerimiz birbirine karıştı. "Aşk yok olmak diyor biri, yar ben yokum yok zaten!"

Kaya, çalan şarkıyı değiştirdiğinde bu kez daha ağır bir ritim kapladı havayı. Bu şarkının anısı vardı. Bu şarkı, onlarla mutfakta bağıra çağıra söylediğimiz şarkılardan biriydi.

"Yanar içim su gülüşüne, bir tebessüm et söneyim!"

"Hava buz kırağı, deli bozuk. Terk edilmez ah nöbetim!"

"Nicedir sarhoşluğum, ayamam anlayamam!"

Can'ın sesine Egemen abininki eşlik ediyor, Kaya'nın bağırmaktan boğazı acıyordu. Kendimizi sahne şovumuza öyle kaptırmıştık ki ellerimiz havaya kalkıyordu. Nameler uçuşuyorken kimin sesinin güzel olup kiminkinin olmadığı hiç önemli değildi. Hepimizinki birleştiğinde ortaya borazan gibi bir şey çıkıyordu.

Arda, ağır abi edasıyla "Ödenir bedeli aşkın!" derken Görkem, belimden kavrayarak ayaklarımı yerden kesti.

"Acıma kederime sonuma sebep olur ama gel!"

Ne yapacağını anladığımda "Hayır," dedim ama gülüyordum. Sıkıca boynuna tutunup çırpınsam da kararlı adımlarla yürümeye devam etti.

Diğerleri aynı anda "Yüreğime sor!" diye bağırdı.

Görkem, kucağında benimle beraber havuza atladı

Müzik kesildiği anda ikimizin de kafası suyun altındaydı.

Aynı anda sudan çıktık. Ben saçlarımı geriye doğru attırırken o, gülerek tek eliyle yüzündeki su damlalarını sildi.

"Kal yanımda!" diye bağırdı bizimkiler. Alkışlar kopuyor, kahkahalar yankılanıyordu.

Havuzun ortasında ikimizdik. Suyun soğukluğu tenime işliyorken Görkem gözlerini gözlerime kenetledi ve dudaklarını araladığında büyük bir dejavu yaşattı bana. "Uğrunda deliriyorum."

Önce elimle ona su sıçratıp "Salak," dedim gülümseyerek. Sonra ona doğru yüzdüm ve bacaklarımı beline doladım. Ellerim omuzlarındayken niyetim kimseyi umursamadan dudaklarımı onunkilere bastırmaktı. Kalçamı kavradığında gözleri diğerlerine değdi. Şarkı değişti ve beni kenara doğru çekti.

Çünkü arkadaşlarımız aynı anda havuza doğru koşmaya başlamışlardı.

Arda, Eylül'ü kucağına almıştı. Eylül gülerek onun boynuna sarılmış, ayaklarını sallıyordu. Kaya, Bahar'ın elini o kadar sıkı tutuyordu ki Bahar'ın koşmaktan başka şansı yoktu. Egemen abi, aynı şekilde Bige ablayı sürüklüyordu ve Can, yüz metre koşuda şampiyonluğa oynar gibi bir hızla bize doğru geliyordu.

Demet Akalın'ın Kulüp şarkısı yankılanırken aynı anda hepsi havuza atladılar.

Kızlarımdan çığlıklar yükselirken erkekler hunharca gülüyorlardı.

Üzerimize sıçrayan sudan ellerimi yüzüme kapatarak kaçmaya çalışmamın hiçbir faydası olmadı çünkü Görkem, ona dolanan bacaklarımı çekerek beni geriye doğru yatırdı ve başım bir kez daha suyun altına girdi.

Suyun altında kahkaha attığım için genzime su kaçtı.

Canım yanarak kafamı yeniden sudan çıkardım. Deli gibi gülüyordum. Kaya, avucuyla suyu tokatladığında yeni açabildiğim gözlerim üzerime sıçrayan su yüzünden tekrar kapandı.

Arda, kollarını sallayıp ritmi iliklerine kadar yaşarken Can, Kaya'yla ittifak kurmuş benimle uğraşıyordu. Eylül bana yardım etmek için gelecekken Görkem onu bir enik gibi ensesinden yakalayıp kolaylıkla diğer tarafa doğru çevirdi. Bu sırada arkasından yaklaşan Egemen abiyi fark etmemişti.

Egemen abi, Görkem'in üzerine atlayınca Görkem birkaç saniyeliğine ortadan kayboldu.

İkisi suyun altında boğuşmaya başladılar.

Soğuk yüzünden dişlerim birbirine çarpıyor, omuzlarım titriyordu ama içim sıcacıktı. Gür kahkahalarıma karşılık Kaya'nın neredeyse gözlerinden yaşlar gelmek üzereydi. Can'ın gülerken omuzları sarsılıyordu. Bahar ve Eylül de boş kalınca birbirleriyle su savaşı yapmaya başlamışlardı.

Bige abla, gözleriyle suyun altındaki Egemen abiyi ararken Egemen abi onun tam dibinden yüzeye çıktı. Saçlarını savurduğunda Bige ablanın suratına damlalar sıçradı. Bu düşük bütçeli romantik komedi filmini izleme keyfimi bölen şey, aynısını Görkem'in de bana yapmasıydı.

Dumanların kafası gerçekten aynı çalışıyordu

Beyaz gömleği kaslarına yapışan Görkem'in ıslak saçlarını arkaya doğru yatırması, nefesimin kesilmesine sebep oldu.

Islandığı için şeffaflaşan kumaşın arkasından gümüş künyesinin zincirini takip ederek bakışlarımı göğsüne indirdim. Göğsü, abisiyle boğuşmasının etkisi yüzünden şiddetle inip kalktıkça künye kaslarının arasında hareket ediyordu. Boynundan kayıp gömleğine yapışan damlalardan birini dilimle yakalamamak için kendimle savaş veriyordum. Ona baktım, baktım ve baktım. Onun benim olduğuna bir türlü inanamadım.

"Söyle," dedi. Beni öyle sinsice köşeye çekmişti ki çıplak sırtım havuzun kenarına çarpana kadar ben de bunun farkına varamamıştım. Kolunu kaldırıp havuzun kenarına dayadığında diğer eli de belimi buldu. Bu sayede tamamen köşeye sıkışmış oldum. "Aklından geçeni duymak istiyorum," dedi. "Söyle. Duymaz kimse."

Haklıydı. Kimsenin bizimle ilgilendiği yoktu. Herkes dans ediyor, birbirini ıslatıyor, önüne gelenle uğraşıyordu.

Derin bir nefesle göğsümü şişirdiğimde kumaşın açık bıraktığı gerdanıma düştü gözleri. Çapa, göğüslerimin arasında parlıyordu. Onun da dövmesi beyaz kumaşın altında bir gölge şeklinde seçilir hale gelmişti. Üzerimizde taşıdığımız sembol, tıpkı alın yazılarımız gibi eşleştiğinde gülümsemem dudaklarımı çekiştirdi.

"Sen ve ben," dedim, başka bir dejavuya da ben sebep olmak isteyerek. "Kafamın içinde az film çekmedik Görkem."

Arsız sırıtışı bana kafayı yedirtecekti.

"Öyle mi bebeğim?" dedi. Herkes az önce deli gibi içmişti. Onun yavaş gittiği detayı gözümden kaçmamıştı ama bunun sebebini anladığım an tam olarak şu andı. Bünyesi alkole fazla dayanıklı sayılmazdı ve bu gece kontrolü elinde tutmak istiyordu. Bu yüzden promil seviyesine dikkat ediyordu.

"Öyle," dedim kesik bir nefesle.

Bir çığlık, dikkatimizi dağıttığı için aynı anda aynı yöne dönüp baktık.

Bige abla, Egemen abinin omzundan düşmüştü.

Onun omzunda ne işi olduğunu diğerleri deve güreşine başladığında anladım.

Bahar'ın Kaya'nın omuzlarında oturduğunu görünce görmeyi beklediğim diğer şey, Eylül'ün Arda'nın omuzlarında olmasıydı ama hayır, Eylül kenarda kahkaha atmaktan kıpkırmızı kesilmiş halde Arda'ya tezahürat yapıyordu çünkü Arda, Can'ın omuzlarındaydı ve ikisi "Allah Allah," nidalarıyla Kaya'yla Bahar ikilisine doğru gidiyorlardı.

Görkem'le göz göze geldik ve aklımızdan aynı şey geçti.

Biz hepsini devirirdik.

Bu yarışa bizim de katılmamız gerekiyordu.

"Hazır mısın?" diye sordu. Saçlarından bastırarak onu suyun altına soktuğumda başını bacaklarımın arasından geçirip beni omuzlarına oturttu.

Omuzlarında duran bedenimle birlikte suyun içinde yükselirken eliyle açılan eteğimi toparladı. Karnımı başının arkasına yaslayarak saçlarıyla oynadım. Bu sırada diğerlerinin yanına varmıştık. Arda ve Bahar arasında bir kedi dalaşı dönüyordu. İkisi birbirlerine pati savurur gibi saldırırlarken Bige abla yeniden Egemen abinin omzuna çıkmayı başarabilmek üzereydi.

Ayağımla Görkem'in belini dürttüm. Görkem, bizi o tarafa çevirdi ve henüz yerleşememişken Bige ablayı itip onu suyun içine gönderdim.

"Yuh hainler!" dedi Egemen abi. "O kadın lazım lan bana, gavura vurur gibi vurdun. Büyük kız o senden, hürmetin olsun biraz."

Egemen abiye sırıttım.i

Bige abla, sinirle başını sudan çıkarttı ama hesaplamayı yanlış yaptığı için bize değil, diğer tarafa bakacak şekilde çıkmıştı. Bu yüzden gözleriyle bizi öldürmeyi başaramadı.

"Önce hangisi," dedi Görkem. "Bence Bahar. Sebebini sorma. Şahsi."

"Bahar olsun," dedim. "Fark etmez. Beşi üst üste dizilse beşini de deviririm."

Parmakları bacaklarımı daha sıkı sardığında "İz kalacak," dedim boş bulunarak.

"E zaten," diye karşılık verdi. "Her türlü kalacak."

Bir an önce hepsini yenseydim de evlerine gitselerdi.

Tam Baharların arkasına yanaşmıştık ki okyanusta kanı seçebilen köpekbalığı hassasiyetine sahip olan Kaya, Görkem'in varlığını sezip bize doğru hızla döndü. Can, Arda'yı düşürmemeye çalışırken ikisi kenarda kendi halinde yüzmeye başlayan Eylül'le uğraşıyorlardı. Bu yüzden rakibimin Bahar olacağı kesinleşmişti.

Kaya ve Görkem arasında kovboylara has o uzun bakışmalardan biri geçti. Bakışma biraz fazla uzadı ve ikisi de birbirine yaklaşmak için hamlede bulunmadı.

"Şey," dedi Bahar. "Biz inelim ister misiniz?"

Playlistte yeniden sıra Yıldız Tilbe'ye gelince Kaya, hiç şansımızın olmadığını anlatmak ister gibi gülümsedi. Bunun bir işaret olduğuna kendini inandırmıştı ama unutmaması gerekiyordu. Karşısında Görkem vardı.

Görkem ellerini omuzlarına atarak onu kafeslemişken ben de aynı anda Bahar'a uzandım.

Az daha dengemizi kaybediyorduk fakat o bir eliyle bacağıma yapışıp beni tuttu, diğer eliyle de Kaya'yı itmeye devam etti.

Her şeyi tek bir salisede kontrol edişi beni öyle etkilemişti ki az daha kendiliğimden geriye doğru devrilecektim.

"Aşkım," dedi Bahar. "Ben bu kıza meydan okurken bunun polis olduğunu unutmuşum. Yuh! Sık bakayım kol kasını. O ne be öyle? Biz seninle aynı ligin topçusu değiliz Asya."

Sadece gülüp geçmem gerekirdi ama o kol kasımı sıkmamı söyleyince aniden bunu yapmış bulunmuştum. Bahar, iki elini diğer koluma uzatarak beni itmeye çalışınca Görkem bacağıma vurarak "Deli," dedi. "Devirteceksin bizi. Odaklan biraz.

"Bahar," dedi Kaya, karşılıklı gülüşmelerimizin arasında ciddi bir sesle. "Asya'nın omzundan uzak dur. Başını hedef alabilirsin."

Bu aşırı düşünceli başlayan cümlenin bitişiyle birlikte ayağımla Kaya'nın omzunu ittim ve Kaya gülmekle meşgul olduğu için bunu fark etmeden geriye doğru gitti. Bahar'da onunla birlikte savrulunca ikisi birlikte suya devrilmiş oldular.

Görkem, elini ona bir beşlik çakmam için yukarı doğru uzattı. İşbirliğimizden ikimiz de memnunduk. Karşımıza çıkma cesareti gösterecek yeni ikiliyi bekliyorduk. Onlar Arda ve Can oldu. Nedense buna hiç şaşırmamıştım.

"Sizi her zaman yeneceğimi biliyorsunuz değil mi?" diye sordum elimi ileri uzatıp tarnaklarıma bakarak. Tavrım onları güldürdü. "Zaman mekân fark etmeksizin," diye ekledim. "Karşıma çıkan herkes, yenilmeye mahkûmdur."

"Sana yenilmekle bir problemimiz yok," dedi Can. "Ama kazanmayı denemedik demek istemeyiz."

"Senin için zorlayıcı bile olamayacağım," dedi Arda, gözleri arka tarafımda bir noktaya sabitken. "Şuna bak," dedi sonra. "Gözünü kırpmadan beni izliyor ve gülüp duruyor. Kalbim isyanda, Asya. Kalbim, onun gülüşünü bu kadar sene oldu hâlâ kaldıramıyor."

Dönüp Eylül'e baktığımda onu kollarını havuzun kenarına dayamış, bize bakarken gördüm. Üzerine yapışan elbisesinin içinde ıslandığı için rengi koyulaşan sarı saçlarıyla dudak uçuklatıcı bir güzelliğe sahipti ve Arda'ya öylesine bir tebessümle değil, arzu dolu bir gülümsemeyle bakıyordu. Kıvırcıkları birbirine dolanmış, gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıyırıp üstten üç düğmesini açmış karşımdaki çocuk, Eylül'ün gözleri için bir ziyafet olmalıydı.

"Can," dedi Görkem, atmosferi bozarak. "Bak uçak geçiyor."

Can, asla yapmayacağı bir şeyi yapıp kafasını yukarı kaldırdı. Arda Eylül'e bakmakla meşgul olduğu için Can'ın kafası karnına çarpınca aşırı tepki verdi ve hiçbir çabaya gerek kalmadan ikisi kendi kendilerine suya devrildiler.

Bu, önümüzdeki beş sene dalgasını geçeceğimiz bir deve güreşi performansıydı. Onları o kadar çok zorbaladık ki Arda ağlamaya başlayacak sandım. Can kaşlarını çatıyor, bu tuzağa nasıl düştüğünü düşünüyordu.

Düştüğü tuzak, uçağın geçmesiydi. Kesinlikle dalga geçmek zorundaydık.

Egemen abi çok üşüyen Bige ablaya havlu almak için havuzdan çıktığında Kaya da onun peşine takıldı. Üzerlerinden sular damlarken evimize girmelerini umursamadım. Bir ara silerdik. Şu an başka hiçbir şeye odaklanamayacak kadar keyifliydim.

"Uçak geçiyor dedim ya," dedi Görkem, gülerek. "Artık buna bebekler bile kanmıyor, salak Can."

Can, kaşlarını çatıp onu itmek için ona doğru yüzdü ama Görkem hızlı bir hamleyle yönünü değiştirince Can, boşluğa yüzmüş oldu. Sonra ikisi, sözsüz br inatlaşmaya girip aralarında bir savaş başlattılar. Can Görkem'e vurmaya çalışıyor, Görkem bir o yana bir bu yana kaçıyordu. İkisi hareket ettikçe dalgalanan suyun içine kendimi sırt üstü bıraktım. Ellerimi başımın arkasına kenetledim ve tamamen arkama yaslandım.

Ben sırt üstü uzanırken Bahar gelip üzerime atladı.

Onu Bige abla ve en son Eylül takip etti. Arda da Can'la birlik olmuş, Görkem'i kovalamaya başlamıştı.

Havuzun başına ne ara döndüklerini bilmediğim Kaya ve Egemen abi ellerinde havlular ve yüzlerinde sorgular bakışlarla önlerindeki manzarayı izlemeye koyuldular.

Can ve Arda, kutu kutu pense oynar gibi döne döne Görkem'e değmeye çalışıyorlardı. Bige abla, Eylül ve Bahar ben ünlü bir yıldızmışım gibi kıyafetimi çekeliyorlar, beni sağa sola döndürerek batmamı sağlamaya çalışıyorlardı

"Allah'ım nerede yanlış yaptık acaba?" diye sordu Egemen abi, başını göğe kaldırarak.

"Boşanmakla," dedi Bige abla, beni nihayet bırakıp havuzun kenarına doğru ilerleyerek. "Şimdi çıkar ve kurut beni. Sonra da götür eve uyut beni. Hadi Ege."

"Bende mi kalacaksın?" diye sordu Egemen abi umutla.

"Hayır," dedi Bige abla. "Sen bende kalacaksın çünkü ben sarhoşum."

Egemen abi de sarhoştu ama bunu dile getirmek yerine "Tamam," dedi. "O zaman ben sende kalayım. Çok haklısın."

"Haklı değilim, sarhoşum," dedi Bige abla.

"Teşekkürler ve iyi günler," dedi Can, alakasız bir anda.

Yine gülmeye başladık.

Herkes teker teker havuzdan çıkıp olabildiğince kurulandı. Geriye sadece Görkem'le ikimiz kaldığımızda önce onun çıkmak için hamle yapmasını bekledim. Hemen peşinden de ben gidecektim. Planım buydu fakat o, elini havaya kaldırıp sallayarak planımı bozdu.

"Her şey için teşekkürler," dedi, elini çok uzaktaki birine kendini göstermeye çalışıyormuş gibi abartılı hareketlerle sallamaya devam ederken. "Görüşürüz gençleer. Sağ oluun! Haberleşiriz."

Herkes kendi işini bırakıp Görkem'e dik dik baktı. Kaya, bu sırada saçını kurulamakla meşgul olduğu için ters bakışları havlunun hemen altındaydı. Egemen abi, Bige ablanın etrafına sardığı havlunun iki ucunu tutarak onun ıslaklığını almaya çalışırken hareketlerini durdurmuştu. Can, zaten düz düz havuzun kenarındaki taşa bakıyordu. Şimdi aynı bakışları Görkem'e yönlendirmişti.

Kısacası hepsi durmuş, Görkem'in kendilerine el sallamasını izliyorlardı.

"Yolcu yolunda gerek," dedi Görkem. "Zaten kimse çeyrek bile takmadı. Siz yolunuza biz yolumuza."

O böyle hararetli hararetli diğerlerini kovmaya çalıştıkça ben daha çok utanıyordum.

Ama ıslak saçlarının alnına düşme şekline dikkat kesildiğimde etrafımızdaki kimsenin benim için de bir önemi kalmadı.

Arda, bu konuşma yaşanırken Berk'in kamerasını yeniden eline almıştı. "Tamam," dedi. "Son birkaç poz. Sonra söz, gideceğiz."

Eliyle Görkem'in yakınına yanaşmam için bana bir hareket yaptığında bunu seve seve kabul ettim. Saçlarımı düzelttim. Görkem'in de saçlarına uzandım ve onları ellerimle dağıttım. Ben bunları yaparken Arda arka arkaya deklanşöre basmaya devam ediyordu.

"Birkaç tane de benden," dedi Kaya. "Asya kolum uzun olduğu için selfie çekmemi seviyor. Anı kalır."

Telefonunu çıkarttığında biz havuzda, bizimkilerse havuzun önüne dizilmiş halde hep birlikte poz verdik. Arda ve Eylül, ikimizi ortaya alacakları şekilde dıştan bir çerçeve oluşturmuşlardı bizim için. Arda iki elini bizi göstererek açmış, Eylül de onun gibi havuzun dibine çöküp baş parmaklarını kaldırmıştı.

Bu gece bir sürü fotoğraf çekilmiştik fakat favorilerimin hepimiz ıslak birer sıçana benzerken çekildiklerimiz olacağını düşünüyordum.

"Tamam, yeter," dedi Kaya, defalarca kez tuşa bastıktan sonra.

"Son bir," dedim gülerek.

"Peynir deyin."

Analizciler, daha önce de buna benzer bir an yaşadığımız için güldüler ve aynı anda "Böreeek!" dedik.

Fotoğrafı görmedim ama Kaya'nın sırıttığına emindim.

Bahçeden birer birer ayrılırlarken Görkem gibi ben de abartılı bir şekilde onlara el salladım. Sanki onları uzun bir yola uğurluyormuşuz gibi davranıyorduk. Kaya, bahçe kapısından çıkmadan önce son bir kez Görkem'e bakıp "Görüşürüz birader," dedi. "Seni çok özleyeceğim."

Evlerimizin arası beş dakika falandı ve muhtemelen yarın yine görüşecektik.

Görkem bir kahkaha atıp Kaya'ya orta parmağını kaldırdı.

Ve nihayet hepsi gittiklerinde, yeni evimizde yeni evli bir çift olarak baş başa kaldık.

"Çok yoruldum," dedim etraftaki dağınıklığı izlerken. Her yer dağınıktı ama etrafa saçılan minderlere, havlulara ve boş bira kutularına bakmak bile içimi huzurla dolduruyordu.

"Hayır yorulmadın," diye karşılık verdi Görkem neredeyse telaşlanarak. "Uykun falan da yok."

"Var aslında," dedim ondan uzaklaşacak şekilde geriye doğru yüzerek. Onu uyuz etme niyetiyle sürdürdüğüm tavrım bacaklarımın sızlamasıyla birlikte yerini gerçek şikayetlerime bıraktı. "O kadar çok oynadık ki yarın en az on saat uyuruz hepimiz, ben sana söyleyeyim."

"Gerçekten bu arada," diye karşılık verdi. "Ayaküstü horon tepmeyi öğrendim. Mistik bir geceydi." O havuzun bir ucundaydı, ben diğer ucuna doğru gitmiştim. Aramızda mesafe varken bakışlarımız kesişti ve aynı anda gülümsedik. "Her şey istediğin gibi miydi?" diye sordu. "Ben bu kadarını hayal etmemiştim. Çok eğlendim."

"Deli misin?" diye karşılık verdim. "Tek bir geceyi yeniden yaşama şansım olsa defalarca kez bu geceyi seçerim. O kadar güzeldi ki!"

Suda bana doğru yaklaşırken gözlerimizin temasını bölmedi. Aniden hızını arttırdı ve mesafeyi tamamen kapattı. Sırtım, havuzun duvarına çarptığında Görkem elini kaldırıp havuzun kenarına yaslayarak beni kafesledi. "Hım," dedi. "Bu çok iddialı bir seçim oldu. Benim tercihim aynı olmazdı sanırım."

"Seninki hangi gece olurdu?" diye sordum. Acilen dikkatimi dağıtmazsam ikinci bir ten gibi onu saran beyaz gömleğini kıskanmaya başlayacaktım. Kaslarının tüm kıvrımlarını belli eden bu gömleğin bir an önce üzerinden çıkması gerekiyordu ama ilk pes eden kişi olmak istemiyordum.

"Burada kaldığımız ilk gece favorim olabilir." Ses tonu, onun zihnindeki sahneleri benim de yeniden izlemeye başlamama sebep oldu.

Sertçe yutkunup dudaklarına bakmamak için çenemi hafifçe kaldırdım. Bakışları boynuma kaydığında parmak uçlarıyla köprücük kemiğimi sıyırarak geçip boynumdaki çapaya dokundu. "Yağmur..."

Adımı inler gibi söylediği için karnım kasıldı. "Efendim," dedim. Derinleşen nefeslerim, göğsümün hızlı hızlı kalkıp inmesine sebep oluyordu ve Görkem kolyemin ucuna dokunurken elini tenime yasladığı için bunu gayet net bir şekilde hissediyordu.

"Biliyorsun," dedi yavaşça. Gözleri bende değildi, çapaya bakmaya devam ediyordu. "Bütün hayatım boyunca yaptığım planlarla öne çıktım hep. İnsanlar, benim çok düşündüğümü söylerler ve haklıdırlar da bunda. Ama kırk sene oturup yalnızca düşünerek geçirsem tüm zamanımı, yine de senin gibi birini hayal edemezdim. Hadi ettim diyelim, benim gibi birine aşık olma ihtimalini sıfır olarak hesaplardım. Hiç hesapta yokken yolum denk düştü benim sana. Ne plan yapabildim ne akıl sağlığımı koruyabildim karşında."

Dudaklarıma ona duyduğum şefkatin yansıması olan bir gülümseme yerleşirken yüz ifadem yumuşadı. "Romantik şeyler duymayı beklemiyordum," dedim. "Hazırlıksız yakalandım ama konuya buradan gireceksek, benim sana bir hayat borçlu olduğumu es geçmememiz gerek. Kaderim olduğun için çok şanslıyım."

Sözlerim, onun gözlerinde anlık olarak bir şimşek çakmasına yol açtı. "Her şeyi aceleye getirdim biliyorum," diye devam etti. "Ama konu sen olduğunda gerçekten kaybedecek zamanım yok benim. Üç senelik bir kayıp zaman var zaten aramızda. Dediğin gibi, kaderimiz böyle yazılmış ve ben memnunum bundan. Yokuş aşağı yuvarlanır gibi birden evlendiğimizi düşünüyor olabilirsin belki ama seni kaybetmenin eşiğine geldiğim günden beri dış dünyayla bağlantım kopmuş gibi yaşıyordum. Bugün, yeniden nefes alabildiğimi hissediyorum. Her şey düzelecekmiş gibi. Bugün, geleceğe dair umudum var 13. İkimiz için, hepimiz için çok umutluyum."

"Hiçbir şey yolunda gitmediğinde bile sana bakınca o umutla doluyor benim içim." Gömleğinin yakalarını tuttum. "Görkem," dedim gözlerinin içine bakarak. "Seni her şeyden çok seviyorum."

"Ben de," dedi burnundan sert bir nefes bırakarak. "Ve bu kadarı beni öldürecek." Bana biraz daha yaklaştığında alnını alnıma bastırdı bu gece bilmem kaçıncı kez. "Ben seni çok istedim," diye fısıldadı. "Çok istedim. Önce ekibimde istedim, sen bana imkansız kılındın, ben oturdum imkansızı bekledim. Sonra seni kendim için istedim, sen yine bana imkansız kılındın, ben de kalktım herkese karşı geldim. Bugün bu noktadayız. Ne değişmedi diye sorarsan, seni hâlâ deli gibi istiyor olmam derim. Çok istiyorum seni."

Kanımı kaynatan cümlelerini ortaya dökerken sesi çaresiz çıkıyordu. Buradaydım. Evlenmiştik. Ben artık onun karısıydım ama anlattığı istek öyle yoğun bir duyguydu ki, hiçbir şey onu dindirmeye yetmiyordu. Biliyordum çünkü bu duyguların aynısını ben de yaşıyordum.

"Öpsene beni," dedim ensesini kavradığımda. Bacaklarımı beline doladım ve ellerimi gömleğinin düğmelerine götürdüm. "Beni bugünü yarını düşünmeden, sadece benden ibaretmişsin gibi öpsene."

Bacaklarımı kavrayıp sırtımı havuzun duvarında yükseltmemi sağladı ve kendini bana bastırdı. "Gibi kelimesi gereksiz oldu," dedi. "Senden ibaret olduğumu ikimiz de biliyoruz."

Dudaklarım, bir şey söylemek için aralandığı an Görkem aralık dudaklarımın arasına yerleşti. İnleyerek ona daha sıkı tutundum. Gömleğinin düğmelerini çözmeye çalışıyordum fakat dilini ağzımın içine ittiğinde ona ayak uydurmayı denemekten başka hiçbir şey yapamadım.

"Bu kadarı akıl alır gibi değil," dediğinde öpücüklerini çeneme kaydırdı.

Kendimi kaybetmek üzereyken "Çıkar şu gömleğini," dedim. "Dokunmam lazım sana."

Belimi sıkıca sarıp beni kaldırdı ve havuzun kenarına oturmamı sağladı. Gerilen kol kasları suyun yüzeyine çıktı, bacaklarımı tuttu ve onları kendisi için araladı. Beyaz elbisemin ıslanan eteği kalçalarıma doğru toplanmıştı. Eteği iyice itip çenesini tamamen yukarı kaldırarak bana baktı. Ellerimi mermer zemine yasladığımda vücudumdan geçen titreme, ıslak tenime vuran rüzgâr yüzündendi fakat Görkem başını bacaklarımın arasına yaklaştırınca işin rengi değişti. "Önce ben," dedi arsız bir gülümsemeyle.

Saçlarından başka tutunabilecek bir yer bulamadım kendime. Havuzun kenarına tutundu, başını yükseltti ve dudaklarını bacağımın içine bastırdı. Gözlerini üzerimden ayırmamaya devam ediyordu. Nefesimi tutup daha ileriye gitmesini bekledim. Gitmek yerine benimle oynamaya başladığında ise saçlarını kavrayıp onu kendime daha fazla yaklaştırdım. "Yapma," dediğimde sesim fısıltı gibi çıktı. "Sana ihtiyacım var. Oynama benimle."

"Sabredersen sana istediğini vereceğim.

Üzerimdeki kontrolü öyle farklıydı ki bir an ağzımı açamayacağımı sandım fakat sonraki an, benim Asya Yağmur Duman olduğumu hatırladım. İstediğimi istediğim zaman alırdım ve şu an istediğim, kontrolün benim elimde olmasıydı.

Baskısı bacaklarımı hareket ettirdiğim an azaldı. Kalçamı kaydırıp yeniden havuza girdim. Görkem, kaçışım karşısında havaya kaldırdığı kaşlarıyla bana doğru döndüğünde kemerinin tokasını yakalayarak bedenini kendime çektim. "İstediğimi şimdi vereceksin," dedim. Avucum, pantolonunun gerilen kumaşının üzerine kaydı. "Ve sonra beni kucağında odamıza kadar götüreceksin. Ben sana durma demeyeceğim, sen de zaten durmayacaksın. Anlaştık mı kocacığım?"

"Sen ateşsin," dedi büyülenmiş gibi gözlerime bakarken. Aynı zamanda göz bebekleri kocaman olmuş, bakışlarına karanlık bir hava katmıştı.

"Yan o zaman," dedim.

"Çoktan yanmadım sanki," dedi. "Biz denizleri bile ateşe verdik, bu havuz ne ki?"

•⚓•


Merhabaaa! Nasılsınız? Görkem ve Yağmur evlendi?

Bugün çok duygusalım. Bu bölümün yeri bende apayrı olacak.

Bir aynanın önünde mutlu fotoğraflar çekilecek kadar iyileştik biz :')

Bütün fotoğraf karelerinde mutluyduk üstelik. Gecenin anıları kimseden silinmeyecek.

Hisleriniz size neler söylüyor?

Yorumlarınızla beni her zaman motive ediyorsunuz. Sizi okumaya bayılıyorum. Lütfen hiç çekinmeden satırların arasında tepkilerinizi göstermeye devam edin. Kaç geceme eşlik ettiğinizi bilmiyorsunuz.

Yeniden görüşene dek hoşça kalın. #AnalizWattpad etiketinin altında sizi bekliyor olacağım.

Bir kere gülümseyip öyle gidelim mi? :))))

Teşekkürler, iyi günler ve hürmetler!

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Geldim geldiuum hasi biraz eğlenelim çünkü yakında acı cekecegiz hissediyorum

    YanıtlaSil
  2. BÜTÜN BÖLÜMÜ SON SAHNEYI OKUMAK İÇİN OKUMUSTUM AMA BEN

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. diğer bölüm o sahneyle başlar ya (inşallah) çaktırma aynı sebepten okumuşuz skjflskdf

      Sil
  3. Bölümü yeni bitirdim ve tek kelimeyle harikaydı

    YanıtlaSil
  4. gulmekten geberdim bu bolum
    yagmur tepki vermesi gerektigini hatirliyo
    gorkem knce bahar sahsi diyo
    bi de canin ucaga bakmasi var JDHHSBSHSBDHDBSJBD

    YanıtlaSil
  5. mükemmeldiiii yakında kötü şeyler olacak gibi ama hayırlısı teşekkürler ve iyi günler yazarcımız

    YanıtlaSil
  6. Cana bir şey olmasın

    YanıtlaSil
  7. Cana bi şey olcakmış gibi hisseyorum ölebilir diye hissediyorum ama ölmesini istemiyorum ayrıca ölse analizciler toplanaöaz gibi geliyorrr

    YanıtlaSil
  8. noğlurr bu kitap basılsınn yaa

    YanıtlaSil
  9. canı öldürme yazar lütfen bak komaya momaya sok yurtdışında ada hayatına sürükle ama öldürme bak zaten iki gramlık canımız var onu da alma bizden

    YanıtlaSil
  10. Mükemmel bir bölümdü. Yağmur' un iyileşmeye başlaması, birbirlerine hediyeleri, şarkılar, danslar... Acil kitap olmalı. 🥹🥹🥹💖

    YanıtlaSil
  11. bütün bölümü diken üstünde her an biri düğünde vurulacakmış gibi okudum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

37. "Eve Dönüş"

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"