39. "Senden Daha Güzel"

Bölüm şarkıları:

Duman, Senden Daha Güzel
Duman, Dibine Kadar

•🧁•

Bursaspor serisi, 3-1'lik Anadolu Efes üstünlüğü ile sonuçlandı.

Oynanılan ikinci maçta Doruk 6 sayı attı.

Üçüncü ve kaybedilen maçta 12 sayısı vardı.

Dördüncü maç, 23 sayı ile şov yaptı.

Dört maçın ikisinde MVP oldu ve Fenerbahçe'yle eşleşilen final serisine aşırı formda başladı.

Fenerbahçe serisinin ilk maçıyla ilgili en önemli şey, Doruk'un diğer maçlardaki mimiksiz ve ciddi oyununun kaybolmuş olmasıydı.

Çünkü karşı takımda Okan vardı ve Doruk, Okan'a cehennemi yaşattı.

Tribünde gözlerim Alara ve Beril'i arasa da onları seri boyunca hiç göremedim. İnternette gezen bilgiye göre Alara ve Okan ayrılmışlardı ama bunun doğruluk payı var mıydı bilmiyordum. Çok da umurumda değildi. Beril'i görsem güzel olurdu ama. Ona bir öpücük atsam, keyfim çok yerine gelirdi.

Doruk tam bir makine gibiydi. Okan'sa son zamanlarda Fenerbahçe'nin gözdesi sayılmazdı. Az süre alıyor, süre aldığı zamanda da takıma kayda değer derecede katkılar veremiyordu. Eğer başka bir zamanda, başka şeyler yaşamış olsalardı eminim ki Doruk bu duruma çok üzülürdü. Ama Fenerbahçe serisinde hiçbir duygusu yoktu.

Zamanında omuzlarına alarak başarısını kutladığı, kendinden önce yükselmesine rağmen hiçbir kıskançlık beslemediği, hatta gelişimini takip etmek için maçlarını izlediği yakın bir arkadaşı, işler tersine döndüğünde Doruk'un ünlenmesini kaldıramamıştı. Ne diye Doruk onun için üzülecekti ki?

Son zamanlarda fark ettiğim bir diğer şey, takımla iletişiminin çok güçlendiğiydi. Özellikle Aras'la aynı anda sahadalarken müthiş bir uyum yakalıyorlardı. Sosyal medyada insanlar ikisini övüp duruyordu son zamanlarda. Bir de gereksiz yere ortaya çıkan kutuplaşmalar vardı. Bir kesim, Aras ve Doruk olarak ikiye ayrılmıştı. Neyin kıyasıydı bilmiyordum ama ikisini karşılaştırmaktan büyük zevk alıyorlardı.

Seri şu an 3-3 durumdaydı. Kaybedilen son maçın ardından Shaw Doruk'un omzuna elini atarak bir şeyler söylemeye başlamıştı. İkisi soyunma odasına birlikte yürümüşlerdi. Doruk sinirli ve üzgündü çünkü kazanmış olsalardı kupayı kaldıracaklardı fakat Shaw oldukça sakin ve anlayışlıydı.

Doruk'un o maçtan sonra kendisine temas edilmesine izin verişi, Shaw'ın ona benim gördüğümden daha fazla destek olduğunu anlamama yol açtı.

Son zamanlarda tam bir analizci olmuş çıkmıştım. Doruk'la belli bir sınır içinde iletişim kurma halimize geri dönmüştük fakat bunu onun meşguliyetlerine veriyordum. Gerçekten çok yoğundu. Maç takvimi sıkışıktı ve antrenmanları çok ağırdı. Bu yüzden sessizce maçların bitmesini bekliyordum. Böylece bütün yazın tadını  birlikte çıkaracağımız anlar gelmiş olacaktı.

K&S'nin soyunma odasındayken üzerimdeki önlüğü çıkarıp katladım ve dolabıma koydum. Yerine formamı ve pantolonumu giymiştim çünkü yetişmem gereken bir final maçı vardı.

Kendi adıma, işlerin burada çok güzel gittiğini söyleyebilirdim. Danışmanım Volkan'ın söylediğinin aksine ruhumu çürütecek bir rekabet yaşamamıştım henüz. Aksine herkes birbirine karşı çok destekleyiciydi ve böyle bir ekiple bir şeyler öğrenmek beni çok mutlu ediyordu. Buraya koşarak geliyor, buradan üzülerek çıkıyordum. Herkesle müthiş bir samimiyetim olduğunu söyleyemezdim ama sohbet etmeye kalktığım zaman keyifli vakit geçireceğime emin olduğum birkaç kişi vardı. Genel olarak Minay'la diğerlerine göre daha yakındım. Onu çok yakın arkadaşlarımın arasında saymazdım fakat burada en yakın olduğum kişi oydu.

Çantamı alıp binadan ayrıldım ve artık yakın arkadaşlarım arasında sayabileceğim kişiyle ilk buluşmamızın heyecanını yaşamaya başladım.

Devin, kırmızı bir Mini Cooper'la beni almaya gelmişti.

Final maçını birlikte izleyecektik.

Korna çalmaya başladığında içerideki kişinin WhatsApp'tan haftalardır konuştuğum kişi olmasına şaşırır durumdaydım. Beni almaya geleceğini söylediğinde bir Mini ile alınmayı beklemiyordum.

"Annemin," dedi şoför koltuğundan uzanıp yolcu koltuğunun camını sonuna kadar açtığında. "Atla hadi."

Kapıyı açıp içeri atlarken kendimi çok havalı hissetmiştim. "Kızım," dedim onun masmavi gözlerini ilk defa canlı bir şekilde görüyor olmanın büyüsüne kapılarak. Gözlerimi yavaşça üzerinde dolaştırıp sanal arkadaşımın kanlı canlı karşımda oluşuna hayret ettim. O gerçekti. Günlerce dertleştiğim kızın nefes alıp verdiğini duyuyordum. Garip bir histi. Çok heyecanlanmıştım. "Yuh!" dedim gözlerimi kırpıştırırken. "Bildiğin bebek gibisin."

Kahverengi saçlarının arasında pembe tutamlar vardı. Profil fotoğrafında saçları dümdüz kahve olduğundan bu durumu garipsemiştim. Burnunda piercing olduğunu da bilmiyordum. Bir septumu vardı.

"Seni güzel bulmayan herkese boydan gireyim, boyum 1.68," dedi sarılmak için kollarını açarken. "Şaka mısın, asıl bebek sensin."

Arabanın izin verdiği kadar birbirimize sokulup sımsıkı sarıldık. Birbirinden nefret ettiğini iddia eden iki erkek sayesinde bugün buradaydık. Erkekler arada işe yarayabiliyorlardı.

"Gözlerin o kadar güzel ki." O ellerini direksiyona yerleştirmişken ben onu daha yakından inceliyordum. "Maşallah. Aras'ın böyle bir güzelliği kaybetmiş olmasına inanamıyorum. Sürünmesini ise çok haklı buluyorum. Ben olsam ben de bana dön diye kapında yatardım."

"Deli, teşekkür ederim. O herife bir daha asla yüz vermemem gerekiyor ama kendi ayağımla maçına gidiyorum. Güzel olmak keşke yanında gururu da getirse ya."

"Saçını ne zaman boyattın?" dedim konudan çok alakasız bir şekilde.

"Ay, lisede de böyle kullandığım bir dönem vardı. O ruh halimi çok özlediğim için geçen hafta birden imaj değişikliğine gidiverdim. Sevdin mi?"

"Evet." Bayılmıştım. Saçlarımı pembe yapmak istememe sebep olmuştu. Muhteşem görünüyordu. "Peki araba? Annenle çok iyi olmadığınızı sanıyordum."

"Aras'la bizi aynı paydada buluşturan şeylerden biri ebeveynlerimizin parayla her şeyi halledebileceğini sanması," diye cevap verdi.

Devin'in annesi ve babası boşanmışlardı. Devin, babasıyla yaşıyordu ve annesi başka bir adamla evliydi. Bildiklerim bunlardı.

"Maça gideceğini biliyor mu?" diye sordum heyecanla arkama yaslanırken. Doruk, elbette ki benim maça gideceğimi biliyordu. Ben Doruk ve diğer oyuncularımızın ıslıklarla yuhalandığı Fenerbahçe tribününe bile gitmiştim. Kendi evimizde oynayacağımız ve sonunda kupa kaldırma ihtimalimiz bulunan bir maçı asla kaçırmazdım. Annemler ve Özge ablalar da orada olacaklardı fakat bu sefer Doruk, VIP kısımdan iki bilet bulabilmişti ve onları da bana yollamıştı. Diğerleri hemen arkada kalan tribünde oturacaklardı, ben en öndeki sandalyelerde Devin'le olacaktım.

"Sen Dorukhan'a söylemediysen bilmiyordur," dedi Devin.

Tabii ki söylememiştim. Benden sır çıkmazdı. "Nasıl karar verdin peki gelmeye?"

"Nasıl diğer maçlara gitmeden durabildiğimi sorgula sen asıl," diye karşılık verdi. Gözlerini yoldan ayırmazken parmaklarını direksiyona vurdu birkaç kere. "Fazlasıyla Allah'ın belası bir his bu. İnsanın parmakları karıncalanıyor yemin ederim. Televizyondan bile izlemem, şeytan görsün yüzünü dedim kaç kere kendi kendime. Günün sonunda ekrana yapışmış halde nefesimi tutuyorum. Çok da iyi oynadı bu aralar. Maşallahı var."

"Öyle," dedim. "Bizimkiler bayağı iyi anlaşıyor, onu da fark ettin mi?"

"Aras adım atıyor bence," dedi beni şaşırtarak. Bir şeyler biliyor gibi konuşmuştu. "Sen Dorukhan'ın sakatlık haberi olduğu gün bana yazınca ben de merak edip iletişime geçtim onunla. Bayağı endişeliydi. Onu gerçekten kolay kolay kimse için o halde göremezsin. Babasının prensi olarak kibirli ve soğuk bir tablo çizmeyi sever. Bir tık bencil davranır çoğu zaman. Diğer takım arkadaşlarına da daha mesafelidir geçmişte kendisine koyulan mesafeler yüzünden. Ama Dorukhan'ı arayıp ulaşamayınca paniklemiş resmen. Şok olmuştum ben de."

"Doruk'un ona karşı bir tık daha mesafeli olması çok normal," dedim. "Çünkü Aras'la konuştuğumuz gece, onun yanındayken sarhoş olmuştum. Anlatmıştım ya... Kızdı bayağı Doruk haklı olarak. Bir de son zamanlarda o zaten herkese karşı mesafeli. Ablasına bile. Buzdan duvar gibi."

"Topçu tripleri, alış bunlara." Kırmızı ışıkta durduğumuzda yüzünü bana çevirdi. "Her şey yolunda sandığında bile hiçbir şey yolunda olmayabiliyor. Karşı taraf kendini kapatmaya müsait bir tipse, ne kadar yakın olduğunuzu zannediyor olsan da aslında aranıza uçurumların girmiş olduğunu ansızın fark edebiliyorsun."

"Olaylar topçu tribinden bayağı farklı."

Babası ile yaşadığı olaydan beri kendisini toparlayamamıştı. Basketbol onu güçlü tutuyordu fakat elinde top tutmadığı zamanlarda yeniden o kaybolmuş kişiye dönüşüyordu. Elimi kolumu bağlamakta üstüne yoktu.

Doğum günümden sonra eskisi gibi olacağımızı sanmıştım.

Eskisi gibi ne demekse...

Olmuyorduk. Sorun yoktu. Kupayı alacaktık. Tatil dönemi gelecekti. Yoğun takvimi sona erecekti. Birlikte daha çok vakit geçirebilecektik ve her şey harika olacaktı.

Devin, arabayı park ettikten sonra birlikte salona yürümeye başladık. Benim maç kombinim artık fiksti. Formasını giymeyi çok seviyordum. Eğer barışmış olsalardı Devin'in de üzerinde Aras'ın 30 numaralı forması olurdu, buna emindim. Fakat bugün, tercihi boyundan bağlamalı koyu mavi bir cropla kot pantolondan yana olmuştu. Taktığı gold kolyeler ve lacivert sambalarıyla kombini tamamlanıyordu. Öyle dikkat çekici bir güzelliği vardı ki yanında sönük kalmamak işten bile değildi.

Birlikte en öndeki iki sandalyeye yan yana oturduk ve sözleşmişiz gibi aynı anda bacak bacak üzerine attık. Bizimkiler gelmiş mi diye dönüp arkamızdaki tribüne baktım ama henüz yoklardı. Zaten maçın başlamasına daha çok vardı.

Alt açıdan bir fotoğrafımı çekip Doruk'a yolladım.

Feza: Bugün gold kolye taktım altın madalyana yakışsın diye

Üç dakika sonra ondan bir cevap geldi.

Sevgilim: Hoş geldin. Dua et. Seni seviyorum. Isınmaya çıkacağız beş dakikaya. Öptüm.

"Kalp niye koymuyor sonuna?" diye sordu Devin. Bakışlarımı ona çevirdiğimde "Pardon," dedi. "Gözüm kaydı. Ama bir kalp gayet iliştirilebilir bence mesajın sonuna. Bu erkekler hiçbir şey hak etmiyor ya."

"Öyle söyleme," dedim. "Doruk her şeyi hak ediyor."

"Aşık olmakla salak olmak arasında ince bir çizgi yok, biliyor musun Feyza?" Kolunu gülerek boynuma sardı. Sarkastik tavrını kırıcı olmaktan ayıran şey hissettirdiği samimiyetti. Bana hakaret etmiyordu, bu söylediğimi tatlı bulmuştu. "Keşke ikisini ayıran bir çizgi olsa ama doğrudan aynı şeyler ne yazık ki. Çok yüz verme sen yine de, üzülme diye diyorum."

"Ya Devin ben sevgilime niye yüz vermeyeyim durduk yere?" Aras'la tencere kapak gibilerdi. İkisi de beni aynı konuda uyarmayı deniyorlardı. Çok mantıksızdı. Onların ilişkisi yürümedi diye illa bizimki de mi yürümeyecekti? Bambaşka dört kişiydik biz. Elbette ki farklılıklarımız olacaktı. "Deli misin nesin? Kalp atmış atmamış, çok da umursamıyorum ki. Şu koridordan dışarı adımını atar atmaz gözleri beni arayacak. Bunu bilmek bana yetiyor."

"Çünkü onu buna sen alıştırdın," dedi Devin. "Tüm hikâye bu aslında."

Konuyu uzatmadım ve beş dakikanın geçmesini bekledim. Doruk, diğer arkadaşlarıyla birlikte ısınmak için sahaya çıktığında tam da söylediğim gibi gözleri anında beni buldu. Gülümseyip parmaklarımı dudaklarıma götürdüm ve ona öpücük yolladım. Aynı şekilde karşılık verdikten sonra gözleri yanımdaki kıza kaydı. İmaj değiştirmiş olmasına rağmen onu tanıdığına dair bir bakış belirdi gözlerinde. Acaba Aras ona Devin'den hiç bahsetmiş miydi? Doruk, kesinlikle Devin'i tanımış ve gözlerinde koca bir soru işareti belirmişti.

Aras, Devin'in varlığını henüz fark etmemişti fakat Devin'in bakışları Aras'ın üzerindeydi.

"Hiç iyi görünmüyor," dedi neredeyse fısıldar gibi. "Bir şey olmuş."

"Ne olmuş olabilir?"

"Bilmiyorum." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Morali bozuk. Final maçına değil de cenazeye çıkacak sanki birazdan. Suratı sirke satıyor."

"Aras pek gülümsemesiyle bilinmez aslında," dedim onu tanıdığım kadarıyla karakterini göz önünde bulundurarak.

"Ben anlarım," dedi Devin. "Bir şeyler var."

Aras her şeyden habersiz arkadaşlarından pas alıp potaya turnike bırakarak ısınıyordu. Üçlük çizgisinin gerisinden şut denemeye başladığında sırtı bize dönüktü. En ön sırada oturuyorduk. Dikkatini sahadan ayırdığı an bizi görmemesi imkansızdı ama aramadığınız birini bulmak zor şeydi. Kafasını hiç tribüne çevirmemişti. Orada onun için biri olmadığını düşünen insanlar böyle yapardı. Doruk'tan biliyordum.

Doruk, ona üçlük atması için pas verecekken ne hikmetse topu fazla hızlı ve yerden olacak şekilde attı. Top, bize doğru yuvarlanırken Aras, "Elinin ayarını sikeyim senin," diye homurdandı. Sonra arkasını döndü.

Devin, topu ayağıyla durdurmuştu. 

Aras topu aradığı için başı yere eğikti. Lacivert sambaları gördüğünde kaşları hafifçe çatıldı. Bir anda kafasını kaldırdı ve Devin'le göz göze geldi.

Devin'in yanımda kaskatı olduğunu hissettim. Doruk'sa arka tarafta sırıtarak şut denemeye başlamıştı.

"Devin." Adı, Aras'ın dudaklarından bir nefes gibi dökülmüştü. Farkında mıydı bilmiyordum ama elini saçlarının arasından geçirdi, ardından üzerindeki antrenman tişörtüne sürttü. Kızı görünce üstünü başını düzeltme ihtiyacı hissetmişti. Devin'in saçlarına kilitlenip kaldı bir süre. Öylece önümüzde dikiliyor, donakalmış bir şekilde arkadaşıma bakıyordu.

"Selam," dedi Devin, gergin bir şekilde. "Al topunu." Ayağıyla ittiğinde top yuvarlana yuvarlana diğer oyuncuların ısınma yaptığı alana doğru gitti çünkü Aras hiçbir hamle yapmamıştı.

"Saçların," dedi ve duraksadı. "Yakışmış."

Ne garipti.

Bir zamanlar birbirlerinin her şeyi olan iki insan, nasıl konuşacaklarını bile bilmiyorlardı.

Eminim ki Aras Devin'e şimdiye kadar birçok iltifat etmişti fakat bu iltifat, hayatında ilk kez güzel bir şey söylüyormuş da çok zorlanıyormuş gibi çıkmıştı dudaklarından.

"Teşekkürler."

"Rica ederim."

İkisi de durdu.

"Ne zaman boyadın?" diye sordu Aras, çekinerek.

"Geçen hafta."

"Yaa..."

"Evet."

Yine durdular.

Bu sefer Devin, "Baban burada değil mi?" diye sordu. "Göremedim."

"Gelmedi," dedi Aras. "Yayına katılacak. Bir programda yorumculuk yapıyor ya."

"Hım..." Verdiği kaçamak tepki, daha fazlasını söylememek içindi. "Annen?"

"Tatilde."

"Anladım."

İkisine biraz mahremiyet tanımak için arka tarafıma doğru döneyim, belki bizimkileri görürüm demiştim fakat gördüğüm çekim yapmaya başlayan telefon kameralarıydı.

Magazinci ruhlu genç kızlar, bu ikiliyi yeniden bir arada gördükleri için heyecanlanmışlardı. Akşam Instagram'ın bitki örtüsü belli ki bu ikili olacaktı.

Yeniden sahaya doğru döndüm ve Aras'ın bakışlarında ilk kez kırılganlığını gördüm. Bu bir kupa maçıydı. Koskoca sezonun finaliydi. Yanında annesi yoktu, babası yoktu. Devin vardı.

Dördümüz, birbirimizden o kadar da farklı değildik galiba.

"Feyza çağırdı beni de," dedi Devin. Biraz telaş yapmıştı. "Ondan geldim yani. Yalnız kalmasın diye."

"Anladım," dedi Aras. "Dorukhan'ın ailesi ve diğer Falezler de gelecekmiş aslında, kalmazdı yalnız."

Onun için burada olduğunu Devin'den duymak istiyordu.

Doruk'u izlemeye bu kadar kişinin geleceğini ise Doruk ona söylemiş olmalıydı. Soyunma odasında bu çocuk nasıl geziyordu merak ediyordum. Bizden bahsederken ne demişti?

Devin bir cevap vermeyince Aras iki kelime daha edebilmenin hevesiyle "Septuma dönmüşsün," dedi elini kendi burnuna götürüp gülümseyerek.

Gülümsemesi, yüz ifadesini komple değiştiren bir şeydi. Bu halini ilk kez görüyordum. Yalnızca yanımdaki kıza özgü olmalıydı. "Evet," dedi Devin. Hâlâ oturduğu için başını Aras'a doğru kaldırarak konuşmak zorundaydı ve Aras Doruk'tan uzun biri olduğundan bu hiç kolay değildi. Eski erkek arkadaşı, önümüzde bir dev gibi kalıyordu. "Döndüm."

"Keşke bana da dönsen."

Bunu söylemesini beklemiyordum. Arkamızda da yan tarafımızda da taraftarlar vardı. Üstelik, tam diplerinde ben vardım ama dikkati yalnızca Devin'deydi. "Aras..."

"Sağ ol," dedi Aras. Başını sallayıp minnetle gülümsedi. "Feza'ya eşlik ettiğin için. Bu arada, selam Feza."

"Selam."

"İyi seyirler kızlar."

"Teşekkür ederiz," dedik aynı anda. Aras arkasını dönüp gitti ama ısınmaya devam ederken gözlerinin devamlı olarak döndüğü nokta Devin'di.

Kadrolar anons edilmeye başlanacaktı. Bu yüzden takımlar kenara gelmişlerdi. Doruk, benchin oradan bana göz kırptığında utanıp sırıtmaya başladım.

Fenerbahçe kadrosu sayılırken salondan ıslıklar yükseldi. Bu kazananın kupayı alacağı bir maç olduğu için tansiyonu oldukça yüksek bir atmosferin içindeydik. Efes taraftarı çekişmeli geçen serinin hakkını verecek kadar gürültü çıkarıyordu. Sıra bizimkilere gelince ışıklar söndü. Anadolu Efes'in anonsörü, tek tek forma numaralarını ve isimleri saymaya başladı. Sıra ona geldiğinde her zamanki gibi ayağa kalktım.

"15 Numaraaa, Dorukhaaan Falaaay!"

Sezonun ortasında gelen yeni çocuğun adının hep bir ağızdan bağırıldığını duyunca duygulanmamak elimde değildi.

Üstelik Doruk, yalnız değildi. Onu izlemek için ailesi buradaydı.

Kısa bir sürede kendini herkese sevdirmişti.

En çok da bana...

Maça Aras da Doruk da ilk beşte başlamadı. Lukas, Alex, Giray, Shaw ve Emir'den oluşan bir beş vardı sahada.

Bizimkiler benchte yan yana oturuyorlardı.

Devin'in kulağına eğilip "Bizi izliyorlar," dedim.

Aynı anda Aras, Doruk'un kulağına bir şey söyledi.

Başımı çevirip arka tarafa doğru baktım ve babamla Onur abinin maçın heyecanına çoktan kapılmış olduklarını gördüm. Alican, Özge ablanın hemen dibindeydi. Annem de Ferda'yla yanlarında. Esin, Fırat'ın yanında oturuyordu. Furkan'sa oraya baktığımı fark eden tek kişi olarak heyecanla el salladı. Ben de önüme dönmeden önce ona el salladım.

"Kimsenin gelmemiş olmasına inanamıyorum," dedi Devin, dudaklarını araladığında. "Sezon maçlarına da nadiren geliyorlar zaten. İnsan oğlunun kupa alma ihtimali bulunan bir maçı kaçırır mı?"

"Çok kötü gerçekten," dedim. "Sadece sen varsın. Senin geleceğinden de haberi yoktu. Isınmaya beş karış suratla çıkmasına şaşırmamak gerek."

"Kupadan sonra herkes ailesine koşar," dedi Devin. "Sahanın içine girmemize izin verilir. Fotoğraf çekimleri olur. Aras ne yapacak? Bir köşede oturup diğerlerini mi izleyecek?"

"Böyle bir durumda yanına gidecek misin?"

"Bilmiyorum," dedi ama ben cevabı biliyordum.

Yeniden odağımı maça verdim. Aras benchten kalkmıştı. İlk çeyreğin bitmesine dört dakika varken oyuna girdi. Koç, iki dakika sonra Alex'i sahadan alıp Doruk'u da oyuna gönderdi.

Fenerbahçe, rakip takımın evinde olmasına rağmen ezici denilebilecek bir üstünlükle oyuna başlamıştı. İlk çeyrek 21'e 8'lik skorla sona erdi. Anadolu Efes savunmada oldukça zorlanmıştı. Neyse ki ikinci çeyrek, işler bizim lehimize gitmeye başladı.

Doruk, Lukas'ın verdiği bir pasın ardından el üzerinden üçlük bulduğunda Lukas onu omzuyla dürtüp benim olduğum tarafı işaret etmişti. Doruk da başını iki yana sallayıp utangaç bir şekilde gülmüştü.

Oyuna Okan'ın girdiğini gördüğünde gülümsemesi genişledi.

Bu, bir fitilin ateşlenmesi gibiydi.

Ivan abi, Fenerbahçe'nin 13 numaralı oyuncusunun elinden topu kapar kapmaz Shaw yerine oyuna giren Oleg Milosevic'e pas attı. Oleg topu sürerek turnikeye doğru hızla koşarken köşede Doruk'un tek başına beklediğini gördü. Rahat bir turnike bırakabilecekken üç sayı olasılığını seçti ve topu hiç düşünmeden ona verdi.

Okan, koşarak Doruk'un önüne atladı.

Doruk bir adım yana kayarak ona bir fake attı. Durup Okan'ın önünden uçmasını izledi. Ardından güldü, bir kez topu yerde sektirdi ve çıkardığı şut deliksiz bir şekilde potadan geçti.

Eriyen fark üzerine Fenerbahçe koçu molayı işaret ederken tüm salon ayağa kalktı.

Doruk, benche doğru yürürken Okan'la aralarındaki mesafe açılıyordu ama ikisi göz gözelerdi.

Bir anda eliyle yere yakın bir seviyeyi gösterip ona küçüksün işareti yaptı Doruk.

Aras ve Lukas kahkaha atarak aynı anda Doruk'un iki omzuna vurdular. Koçun bile yüzünde bir sırıtma vardı fakat Doruk, koçla göz göze gelir gelmez yeniden ciddileşti.

Araları bir süredir bozuk muydu yoksa bana mı öyle geliyordu?

İkinci çeyrek sona erdiğinde Doruk altı, Aras ise dört sayıya ulaşmıştı. Skor tabelasında 33-29'luk Fenerbahçe üstünlüğü vardı. Anadolu Efes, savunmada çok daha iyi işler yapmıştı ve daha kolay sayılar bulmuştu.

On beş dakikalık arada Devin'le salonda çalan şarkılara eşlik ederek videolar çektik. Ne zaman annemlere baksam Doruk'un ailesiyle derin bir muhabbette olduklarını görüyordum. Herkesin keyfi yerindeydi.

Üçüncü çeyrek, Doruk ve Okan birbirleriyle it dalaşına girmiş gibilerdi. Shaw, Doruk'a bir pas attı ve Doruk üçlük çizgisinin bir adım kadar uzağından şut kullandı.

Yine isabet buldu.

Onun bu özgüvenli oyununun yanında gözümden kaçmayan diğer şey, takımının onu devamlı asistleriyle beslemesiydi. Avrupa yıldızları, onu parlatmak için uğraşıyor gibilerdi.

Son çeyreğin bitimine üç dakika kala Fenerbahçe koçu mola aldığında Anadolu Efes altı sayı öndeydi.

Aras'ın ve Doruk'un içinde bulunduğu beşli mola bitiminde yeniden sahaya döndü. Fenerbahçe koçu fazla sinirli görünüyordu. Okan, sahaya dönen beşlinin içinde yoktu. Kenarda oturuyordu. 13 numaralı oyuncuları bir üçlük bulduğunda tüm takım rahat bir nefes almak üzereydi ki Aras hızlı bir hücumun ardından bu üçlüğe hemen karşılık verdi.

Geriye doğru koşarken iki elini yana açmış, salonun ayağa kalkmasını söyler gibi salona işaret yapıyordu.

Devin, benden bile önce ayağa fırladı.

Doruk'a yapılan bir faulün ardından Doruk serbest atış çizgisine geldi. On üç sayısı vardı. Sonra beklemediğim bir şey oldu. Tribünlerden aynı anda Doruk için "MVP!" tezahüratı yükselmeye başladı.

Yumruğumu havaya kaldırıp ben de herkesle birlikte bağırmaya başladım.

Doruk, derin bir nefes alıp gülümsedi ve birkaç saniyeliğine gözlerini kapatıp bu anın tadını çıkarttı.

Ardından iki atışında da isabet bularak on beş sayıya ulaştı. Her iki atıştan sonra da eline çakmak için ilk uzanan kişi Aras olmuştu.

Bizimkiler, bizim için bugün birbirlerine ekstra yakınlık gösteriyormuş gibi hissediyordum.

Oyun düdükle birlikte yeniden akmaya devam etti. Skor 72-72'ye sabitlendiğinde hücum sırası Anadolu Efes'indi ve kalan süre yalnızca on iki saniyeydi. Fenerbahçe, full konsantre halde savunma yaparken tüm salon ayaktaydı fakat resmen kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes nefesini tutmuş durumdaydı.

Anadolu Efes, topu neredeyse takip edemediğim bir hızla aralarında döndürdü. Ivan abi Aras'a, Aras Doruk'a pas çıkardı. Beş saniye kalmışken Doruk, köşede duran Lukas'ı buldu. Lukas topu tuttuğu gibi elinden çıkardı.

Attığı şut girdiğinde aynı anda herkesten zafer çığlıkları yükseldi.

Ayağı üç sayı çizgisinin üzerinde olduğu için şut, iki sayılık isabet olarak hanesine yazıldı fakat bu hiç önemli değildi. Bu zorlu seri, sona ermişti.

74-72'lik skorla Anadolu Efes, bu sezonun şampiyonu olmuştu.

Tüm takım Lukas'a doğru koşarken Lukas, yurt dışında oynadıkları  neredeyse her maçta aynı odayı paylaştığı Doruk'u iki koluyla birden sımsıkı sarıp havaya kaldırdı.

Kocaman cüsseli insanların böyle çocuk gibi sevinmeleri çok komikti. Takım, bir çember oluşturup bağırmaya başladıkları sırada biz Devin'le sımsıkı sarılmış haldeydik. İkimizin de başı birbirinin omzundaydı ve ikimiz de bakışlarımızı bizimkilerin üzerinde tutuyorduk.

Falezlerin yaptığı tezahüratları tribünden seçebiliyordum.

Sonra Devin beni aniden bıraktı. 

Çünkü Doruk bana doğru koşuyordu. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı. Yüzlerimizin arasında bir karış mesafe varken durdu. Çok terliydi, dalgalanan saçlarının uçları sırılsıklamdı ve ela gözleri pasparlaktı.

"Özür dilerim," dedi elini yanağıma yasladığında. "Bu sefer yapacağım."

Beni öptü.

Tüm salonun önünde.

Herkesin önünde.

Formasına tutunabilmeyi zar zor başardım. Parmaklarımın ucunda dururken dengemi ancak bu sayede sağlayabiliyordum. Nefesim çoktan kesilmiş, onunki benimkine karışmıştı. Dillerimiz çarpışınca belimi daha sıkı kavradı. Dudaklarımı dudaklarıyla çekiştirdikten sonra, "Senin için," dedi. "Yine. Hep."

"Doruk!" dedim nefes nefese. "Babamlar..."

Elini kaldırıp bizimkilere doğru sallarken bir anda "Çok özür dilerim Feyyaz amca!" diye bağırdı.

Şampiyonluğun mutluluğu onu sarhoş etmiş olmalıydı.

Damarlarında gezen adrenalin yüzünden ne yaptığını bilmediğine emindim.

Beni bir kez daha çekip öptüğünde Devin yanımda katıla katıla gülüyordu.

"Gidip diğer oyuncuları tebrik et," dedim Doruk'u sırtına vurarak sahaya geri yollamaya çalışırken. Öpücükleri başımı döndürmüştü. "Arkadaşların ediyor, koş hemen."

"Kupa bizim!"

"Evet aşkım," dedim. "Bunu çok hak ettin."

"Eğer olmasaydı gözüm açık gidecektim," dedi. Arkasını dönmeden önce söylediği son şey buydu.

İki takım birbirlerini tebrik ederken Okan'ın elini sıkmayan tek kişinin Doruk olacağını düşünmüştüm fakat Aras ve Lukas'ın da onu es geçtiklerini gördüm. Tebrikler bittiğinde kupanın kaldırılacağı platformun kurulması için görevliler sahaya geldi. Diğer tarafta da sponsorluklarla dolu bir pano vardı ve şu aşırı güzel spor muhabiri, sanırım adı Derya'ydı, yanına çektiği her oyuncuyla röportaj yapmaya başlamıştı.

Aras'ı ve Devin'i aralarındaki mesafeyi hiç umursamadan bakışırlarken yakaladım. Devin parmağıyla Aras'a gel işareti yaptığında Aras, ipi Devin'in elinde olan bir yoyo gibi hızlı adımlarla bizim olduğumuz yere geldi. Arka planda platform kurulurken ve federasyonun yetkilileri bir bir sahaya gelirken bu karmaşa ikisini hiç etkilememişti. Bir süre de yakından bakıştılar.

Birkaç genç kız "Aras Dinçsoy!" diye çığlık atıyordu. Demirbaş taraftarlardan olduğu her halinden anlaşılan bir abi "Babasının izinden!" diye bağırıyordu. Bir başkası "Uraz'ın oğluna kupalar yakışır!" diyordu. Aras'ın bunları duyduğunu biliyordum fakat dönüp tribünlere bakmadı.

Devin, düz bir şekilde "Tebrik ederim," dedi. Ayakta olmasına rağmen Aras'la göz göze gelebilmesi için başını kaldırması gerekmişti.

"Teşekkür ederim," dedi Aras. Bu basit diyaloglar onu öldürüyor gibiydi. Bana kendi ağzıyla Devin'in hayatını siktiğini söylemişti. Sizi mahveden birinin size böyle bakması hiç adil değildi.

Aralarında Devin'in gözyaşları vardı. Aras'ın yavaş yavaş uzaklaşmasıyla tek başına kalmıştı. Görmüyordu ki beni demişti bana Devin. Gece yaptığımız o dertleşmeler sırasında en sık kullandığı cümle belki de buydu. İhtiyacı olana kadarmışım ben. Anladım. Zor zaman insanıymışım. Yara bandıymışım. Etrafındaki kalabalık arttıkça ben hep geride kalacakmışım.

Ama günün sonunda Aras'ın etrafında bir kalabalık yoktu. Yalnızca Devin vardı.

"Bu kadar mı?" dedi Aras, mahcup bir beklentiyle. Benimle tanıştığı gün onun zengin züppesi olduğunu düşünmüştüm. Bugün karşısındaki kız yüzünden süt dökmüş kediden başka bir şey değildi. "Bunun için mi çağırdın?"

"Uraz Dinşsoy'un ruhu zuhur etti bünyesine!" diye o kadar yüksek sesle bağırdı ki arkamızdan biri, Aras da Devin de bir süre öylece durdular.

"Daha pişecek!" dedi başka biri. Bunlar coşkuyla söylenilen övgü dolu cümleler gibi geliyordu taraftara fakat hikâyeyi Devin'den ve Aras'tan dinlediğim için aslında babasının üzerine düşen gölgesinin Aras için ne kadar büyük bir sorun olduğunu çok iyi biliyordum. "Uraz olsa son saniyeye kalmazdı bu maç. Ne adamdı lan Uraz."

"Duyma onları," dedi Devin. Kalkanlarının hepsini bir anda düşürmüştü. Sesi yumuşacıktı.

"Adımı bile kullanmıyorlar." Aras umurunda değilmiş gibi omuzlarını kaldırıp indirdi ve arkasındaki platforma doğru bir bakış attı. Bugün oraya babasının oğlu olarak değil, kendi olarak çıkacaktı fakat insanları buna ikna etmenin bir yolu yoktu belli ki.

Sonra Devin, Aras'ın boynuna kollarını doladı.

Aras gözlerini yumarak onun belini kavradığında burnunu saçlarının arasına gömmüştü bile. "Özür dilerim."

"Barışmadık," dedi Devin. "Barışmıyoruz. Sadece hatırın var, Aras."

Hayatınıza hatırı sayılır izler bırakmış bir insan, hangi hatayı yaparsa yalnızca bir hatıradan ibaret olurdu?

Böyle derin duygular hissettiğin bir ilişkiden sonra kendi ellerinle defalarca diktiğin tüm o bağları koparmak ne kadar zaman alırdı?

Bilmiyordum.

Büyüdüğümde öğrenecektim belki de.

Aras'ın gözlerindeki duygu seli, geri çekildikleri an yerini kuru bir soğuğa bıraktı. Maskesi yeniden yüzündeydi çünkü gözler onun üzerindeydi. Onları çeken kameraların olduğunu görmesine gerek yoktu. Adının marka değerinin gayet farkındaydı.

"Hatırım için bile olsa," dedi Aras, yavaşça. "Lütfen bugün beni yalnız bırakma."

Devin'in dudakları acıyla iki yana gerildi. "Ne oldu, senin sarışının da mı işi varmış?"

"Devin..."

"Seni bekliyor arkadaşların," dedi Devin. "Git hadi."

Aras, hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp gitti. Söyleyecek bir şeyi olsaydı eminim ki söylerdi fakat susması şu durumda en iyisiydi.

Birkaç dakika sonra Fenerbahçe'ye gümüş madalyalar takdim edildi federasyon görevlileri tarafından. Doruk'un keyfine diyecek yoktu. Gözlerini Okan'dan hiç ayırmıyordu ve dudaklarında alaycı bir sırıtış vardı.

Çok fena biriydi.

Okan'ın olay çıkarttığı maçtan sonra röportaj verirken onun hakkında kendisine yöneltilen soruları gayet normal cevaplamıştı. Gören, aralarında hiçbir sorunun olmadığını sanırdı ama onun ne kadar kindar olduğunu ben de bu seri sayesinde fark ediyordum.

Hırs, onun gözüne bir perde indiriyordu sanki.

O perde, şampiyonlukla birlikte kalkmış gibiydi.

Altın madalyalar tek tek Anadolu Efes oyuncularına takdim edilmeden önce teknik ekipten oyunculara, malzemeciden takım doktoruna kadar tüm kadro koyu lacivert şampiyonluk tişörtlerini giyip başlarına da üzerinde kupanın resminin bulunduğu kepler taktılar.

Doruk madalyasını alırken dudaklarında gerçek bir zafer gülümsemesi vardı. Fotoğraf çekme işini bizimkilerin yapmasını umuyordum. Ben yalnızca dibim düşerek karşımdaki görüntüyü izlemekle meşguldüm çünkü.

Sıra sıra bütün takım platforma dizildiğinde kupayı almak üzere kaptan Ömer Baysal öne çıktı ve federasyon başkanıyla el sıkıştı. Tribünlerdeki şenlik havası kupanın kaptanın eline geçmesiyle birlikte iyice artarken Doruk'un yüzündeki mutluluğun bir saniyesini bile kaçırmamak için gözümü dahi kırpmıyordum. Biraz arkada kalmıştı ama gülümsemesi ışıldadığı için diğerlerinin arasından onu ayırt etmek çok kolaydı.

Takımın 1.82 boyuyla en kısası Shaw Axel, platformun ön kısmındayken başını arkaya çevirip etrafına bakındı. Sonra Ivan abinin Doruk'un kolunu tuttuğunu gördüm. Ani bir hareket olmasına rağmen Doruk ona tepki vermemişti. Shaw adını seslendiğinden olsa gerek onun olduğu tarafa döndü. Bu sırada Lukas ve Oleg de Doruk'u öne doğru çekiştirmeye başlamıştı. Doruk neye uğradığını şaşırmış halde kendini bir anda en önde bulduğunda Aras onun iki kez omzuna vurdu. Hemen arkasında dikiliyordu fakat boyu Doruk'tan uzun olduğu için gayet net şekilde buradan görülebiliyordu.

Bütün takım kendi aralarında sözleşip Doruk'un önde olması için seferber olmuş gibiydi.

Minnettar bir gülümseme yerleşti yüzüne. Elini ensesine atıp şapkasının altındaki saçlarını karıştırırken Lukas onun başından şapkasını çıkarıp eline aldı. Sonra kendi şapkasını da çıkarttı.

Kaptan Ömer Baysal kendisine verilen Süper Lig kupasını sıkıca tutarken Ivan abi işaret parmağını dudağına götürüp tribünlerin sessizleşmesine yol açtı. Diğer oyuncular da ona eşlik ettiler. Ömer abi, hafifçe öne eğilip kupayı sağa doğru hareket ettirdi. Platformdaki tüm oyuncular ve teknik ekip de ellerini sağ taraflarına doğru hareket ettirerek ona eşlik etti. Ardından kupa sol tarafa doğru hareket ettirildi ve tüm eller bu sefer o yöne gitti. Aynı anda tribünden "Ooo..." sesleri yükseliyordu. Hep bir ağızdan "Oleyyy!" diye bağırıldı, kupa kaptanın ellerinde yükseldi ve konfetiler patladı.

Tüm salonda yankılanacak kadar güçlü bir şekilde hoparlörlerden Queen'in We Are The Champions şarkısı çalmaya başladı.

Üstlerine konfetiler yağarken karşımda gördüğüm tablo tüylerimi diken diken yapmıştı.

Takımı uzaktan sevip desteklemek ve onların mutluluklarıyla mutlu olmak başka bir şeydi. Taraftarlıktı, bir takıma ait olmaktı. Her başarıda heyecandan ellerinin titremesi ve mutluluktan gözlerinin dolmasıydı.

Ben ise tüm bu adamlarla aynı sofraya oturmuştum. İçlerinden birinin geçirdiği son birkaç ayın ne kadar zorlayıcı olduğunu herkesten iyi biliyordum.

Şimdi o platformun üzerinde elden ele kupa geziyordu. Takımımın yüzlerindeki gülümsemelere baktım. Şahit olduğum mutluluğun iliklerime işlediğini hissediyordum.

Anadolu Efes, ailem demekti. Bunu tam o an anlıyordum.

Şimdiye kadarki hiçbir sezonun sonunda babamın yaşadığı gururu tam olarak algılayamamıştım. Bu bana hep çok uçarı, çok abartı gelirdi. Şimdi ise benim hislerim belki de babamınkileri dörde beşe katlardı.

Şarkı değişti ve bu kez hoparlörlerden Duman'ın Senden Daha Güzel parçası yükseldi. Ömer abinin eşinin sahaya doğru koştuğunu gördüm. Momo'nun kızı Jess ve eşi Maria da Momo'ya doğru gidiyorlardı. Hiç düşünmedim, arkama bakmadım. Devin bir kez dizime vurduğu anda git komutunu aldım ve bunu değerlendirdim. Gözlerim Doruk'u aradı. Onu hemen buldum. Spor muhabiri kadının yanındaydı ve kendisine uzatılan mikrofona heyecanla bir şeyler anlatıyordu.

Koştum, koştum, koştum.

Bulunduğu yere vardığımda kameraları bile umursamadan sevgilimin boynuna atladım.

Doruk çok heyecanlı olduğu için beni ben ona sarılana dek fark etmemişti. Hatta ilk başta neredeyse itecekti. Sonra şaşkınca "Feza?" dedi. Muhabir kadın arka tarafta tatlı bir şekilde gülüyordu. Doruk, belime tek koluyla sarılıp ayaklarımı yerden kesti. "Bu da kız arkadaşım Feza," dedi ben kıkırdayarak onun boynuna sarılmakla meşgulken. "Her şeyimdir." Lukas'tan geri alıp başına taktığı kepi çıkarttı ve benim başıma taktı. Kep, kafama büyük kaldığı için gözlerim kapandığında Doruk beni yere bırakmadan kahkaha attı. Eliyle saçlarımı düzeltti ve gülümsedi. "Kimseyi görmedim ben, ondan daha güzel. Bu sezonu atlatabildiysem onun sayesindeydi. İzninizle sevgilimle şampiyonluğumuzu kutlayacağım. İyi yayınlar diliyorum size."

Beni yere indirmeden oradan uzaklaştırırken "Yayında mıydık?" diye sordum gülerek.

"Canlı yayını bastın," derken zevkten dört köşeydi. "Hiç numara yapma. Ne yaptığının gayet farkındaydın."

Olabilirdi.

Erkek arkadaşım maç boyunca yine birçok ikonik sahnenin içinde bulunmuştu. Edit sayfaları çoktan iş başında olmalıydı. Genç kızların gözde sevgilisi Dorukhan Falay'ın kız arkadaşını insanlara göstermek istemiş olabilirdim. Bunu anlamaması gerekirdi. Eskiden olsa hiç kafası basmazdı. Bu çocuk son zamanlarda biraz zekileşmişti.

Platformun arka tarafına doğru geçtiğimizde beni yere indirdi. Parmak uçlarımda durdum çünkü yüzüne tutunuyordum. Yanağını avucuma yatırdığında çalan şarkıya gözlerimin içine bakarak eşlik etti. "Sana nereden rastladım, oldum derbeder..."

Gülümsedim. Onu öpecektim fakat araya giren ses yüzünden bunu yapamadım.

"Ben yapacağım seni derbeder!"

Babam bağırıyordu.

Ferda'nın, Furkan'ın ve Onur abinin karnını tutarak güldüğünü gördüm. Özge ablanın gözleri kızarmıştı, sanırım ağlamıştı. Annem, gülerek babama bakıyordu. Fırat'ınsa bir elini Alican diğer elini Esin tutuyordu. Hepsi bizden birkaç adım uzakta, arkamızdaydı.

"Öptün lan kızımı!" diye bağırdı babam.

Doruk'un yüzü beyazladı. "O anın..."

"Büyüsüyle oldu de de çakayım ağzına," dedim.

Doruk sustu.

Babam kaşlarını çatıp Doruk'a baktı.

Doruk, boynunda altın madalyasıyla koşmaya başladı.

Ve babam da onu kovaladı...

Sırıtmaktan yanaklarım ağrıyordu. Bu insan selinin arasında ikisinin Tom ve Jerry oyununu izlerken gözlerimden yaş geldi. Hiçbir şeyden haberi olmayan Ivan abi Doruk'un kolunu tutup ona İngilizce "Nereye kaçıyorsun?" diye sordu. O tek bir saniye babamın yetişmesi için yeterliydi. Doruk'un ensesini yakalayıp onu yavru bir enik gibi kendine çekti. Ivan abi çatık kaşlarla babama baktıktan sonra kenarda zevkten dört köşe olan beni gördü. "My dad," dedim dudaklarımı oynatarak.

(Benim☝🏻 babam 🌍)

"Oh, damn..."

(Ah🕴🏻kahretsin 🙅🏿‍♂️)

Attığı keyif dolu kahkaha Doruk için hiç de üzülmediğini gösteriyordu.

Babam, Doruk'un başını kolunun altına sıkıştırmış, onu saçlarını sertçe karıştırarak bize doğru getiriyordu. Başımdaki şapkaya sığınıp yere bakarak gülüşümü gizlemeye çalışsam da yapamıyordum. Kahkahalarımı tutmak çok zordu. "Eşek seni..." dedi babam Doruk'un saçlarını iyice dağıtırken. "İlk sezonunda kupa kaldıran eşek oğlu eşek... Kızımı öpüp özür diledi bir de sonra benden, dalga geçer gibi. Koca dana... Avel oğlum benim. Avanak oğlum." Başına yavaşça bir kez vurduğunda Doruk kurtulmak için debeleniyordu ama isteseydi ondan kurtulmasının üç saniye sürmeyeceğini biliyordum. Ne babam gerçekten kızgındı ne de Doruk ondan kaçmak istiyordu. İkisi de gülüşlerini tutmaya çalışırlarken kızarmaya başlamışlardı.

Doruk, "Abi..." dedi çaresizce, Onur abiye bakarak.

Onur abi sahte bir ciddiyetle "Bırak oğlumu da sarılayım," dediğinde babam, Doruk'un omzunu tutup sıkarak onu iki büklüm halden tekrar ayakta dikilir hale getirdi. Sonra onu kendine çekip öyle sıkı sarıldı ki ağlamamak için burnumu çekmem gerekti.

Feyyaz Falez çok iri bir adam değildi. Etrafımızın iki metrelik basketbolcularla çevrili olduğunu düşünürsek boyu bu ortamda kısa bile kalıyordu ama o an Doruk için kapladığı yer, dünyadaki diğer herkesten daha çoktu. "Gurur duyuyorum seninle," dedi eli onun ensesindeyken. "O boynundaki, daha hiçbir şey oğlum. Yalnızca takımınla değil, bireysel ödüllerinle de dolacak evin bir gün. Sana onları koyacağın vitrini kendi ellerimle alacağım ama o kadar çok ödülün olacak ki vitrine bile sığmayacak. Feyyaz Falez demişti dersin."

Gözümden akmak üzere olan yaşı başımı yere eğerek sildim. Şampiyonluk şapkamın yüzümün kızarıklığını gizleyeceğini umuyordum yoksa Özge abla gibi aynı bir domatese benzerdim. Daha fotoğraf çekinecektik, kendimi çabucak toparlamam gerekliydi.

"Lütfen sıra bana gelebilir mi yoksa ağlamaktan komaya gireceğim," dedi Özge abla. Doruk babama nemli gözleriyle teşekkür ettikten sonra hayatında ilk defa nefes alacakmışçasına ablasına sarıldı. İkisi arasındaki bağı en net görebildiğim anlardan biri buydu. Tüm dünya birleşse bu anı bölmeye kimsenin gücü yetmezdi. Yangın olsa, sel olsa, yer bile yarılsa onlar böyle sımsıkı kucaklaşmaya devam ederlerdi. "Her şeyi o kadar hak ediyorsun ki..." Özge abla boğuk sesiyle konuşmaya çalışırken Doruk, onun kıvırcık saçlarının üzerine dudaklarını bastırdı. Ayrıldıklarında boynundaki madalyayı çıkarmış, onun boynuna asmıştı.

Bir şeyler söyleyemeden Onur abi ona sarıldı. En son bıraktığımda ikisinin arası bozuktu çünkü Doruk ona olaylara karışmamasını söylediği halde Onur abi gidip babasını dövdüğü için çok sinirliydi ama şu an yaşanılanların hiçbir önemi yoktu. Bir tarafta yüzü hiç gülmeyen beş yaşında bir çocuk vardı ve diğer tarafta ondan yalnızca dokuz yaş büyük olan abisi, onu basketbolla tanıştırıyordu. "Bilirsin," dedi Onur abi. "Boynuz kulağı her zaman geçer ama sen bu işi bayağı abarttın."

"Sen hâlâ piyasada olsaydın benim esamem okunmazdı," dedi Doruk.

"Hadi oradan," dedi Onur abi. "Bir iki seneye esamesi okunmayan kişi Curry olacak böyle gidersen."

Konu Doruk olduğunda hepimiz dünyadaki en objektif yorumculara dönüşüyorduk ve ben bunu çok seviyordum.

"E abart," dedi Fırat arkadan. "LeBron'a da havlu attırır mı dersin peki?"

"Attırır benim biricik abim," dedi Ferda, Fırat'a dil çıkartarak.

Doruk yalnızca gülüyordu. Onun hiçbir şey söylemeden tek tek hepimize baktığı kısa bir an yakaladım. Onu bir kaldırımda ağlarken bulduğumda o güne dek gördüğüm hiç kimsenin onun kadar yalnız olmadığı geçmişti aklımdan. Çünkü bana göre nefes alamadığın için bulduğun ilk yere çöküp ağlamaya başlamak, yalnızlığın en dipteki noktasıydı. Şimdi çevresindekileri sayarken asıl zafer buymuş gibi bir gülümseme vardı yüzünde. Binlerce kupaya bedel olduğumuzu düşündüğünü biliyordum. Ben onun bir bakışıyla ne düşündüğünü anlayacak kadar onu iyi tanıyordum.

Diğerleriyle de tek tek sarıldı. Esin'i kucağına, Alican'ı sırtına aldı. Furkan onun yanına geçtiğinde kafası o kadar aşağıda kalmıştı ki fotoğraflarını çekmeye çalışan Özge abla dördünü birden kadraja almakta zorlanıyordu. bir adım atıp onlara yaklaştım. Esin için kollarımı açmam, kendini kucağıma atması için yeterliydi. Doruk gülüp bir koluyla Alican'ın bacağını tuttu ve onun düşmemesini sağladı. Ardından hafifçe eğilip Furkan'ı kucağına çekti. Yeniden doğrulduğunda bir adım daha ona yaklaştım. Omuzlarımız birbirine değdi. Dudaklarımda engel olamadığım kocaman bir sırıtma vardı.

Özge ablaya gülümseyerek verdiğimiz birkaç pozun ardından çocukları yere bıraktık. Gözlerim, onunkileri bulduğunda göz kırparak karşılık verdi. Utanıp bakışlarımı kaçırdım ve o noktada Shaw Axel'in Momo'yla konuştuğunu gördüm. Tam o saniye o da izlendiğini hissetmiş gibi "Hey," dedi bana dönerek. Doruk muhtemelen gürültüden dolayı bunu duymamıştı ama ben birkaç saniye sonra Shaw'ın kolunu tutuyordum bile.

Elimde telefonum olduğu için Doruk Shaw'la beni yan yana gördüğünde anlam veremedi ve "Ablam fotoğrafımızı çekerdi," dedi bizi kastederek. "Adamı niye tutup getirdin?"

Hiçbir şey söylemeden Doruk'a telefonumu uzatıp Shaw'ın yanına geri döndüm. "I am your big fan," dedim.

(Ben ☝🏻 senin 👉🏻 büyük 🐣 bir 1️⃣ fanınım 🛐)

Shaw gülerek elini nazikçe belime yerleştirdi. "I am your big fan too. Where are your cupcakes?"

(Ben de senin büyük fanınım 😝 Senin muffinler 🧁 nerede 🤪)

O kadar tatlı bir insandı ki... Avrupa'nın en iyi oyuncusu sorulsa on kişiden en az sekizinin onun adını söyleyeceği bir adamın egodan bu denli uzak olması her seferinde garibime gidiyordu. Sahaya adımını attığında rakiplerine kök söktürürdü fakat son düdük çaldığında kibar kişiliği okullarda ders diye okutulmalıydı.

Doruk şaşkın şaşkın bize bakarken hâlâ ne yaşandığını idrak edebilmiş değildi.

Ben de değildim. Uğruna, izlediğim diziden kafamı kaldırıp maçlara baktığım tek oyuncunun eli belimdeydi. O benim Doruk'tan önce basketbolda ilgimi çeken tek şeydi ve şimdi bana bulduğu her fırsatta muffinlerimi ne kadar sevdiğinden bahsediyordu.

Bu bir rüyaysa ben hiç uyanmak istemiyordum.

Doruk somurta somurta birkaç tane fotoğrafımızı çektikten sonra Shaw'a defalarca kez teşekkür etmemi izledi. Maria abla ve Jess'e de selam verdim. Elimi Momo'ya uzatıp onunla tokalaşarak şampiyonluklarını kutladım. Gözlerim Devin'i ararken boynuma sarılan kolla birlikte duraksadım. "Feza!" diye bağırdı Lukas kulağımın dibinde. Ardından "Attığım son sayıyı gördün mü?" diye sordu İngilizce. "Ben haariiika, değil mi?"

"Sen harika," diye takıldım ona.

Bir el şap diye onun ensesine inip "She is Feyza amına koyayım," dedi.

Kenara çekilip ikisini didişmeleri için baş başa bıraktım.

Bu esnada babamın küçüklerle ve annemle birlikte yere çökmüş olduğunu gördüm. Altın rengi konfeti kağıtlarını avuçlarıyla toplayıp Furkan, Esin ve Alican'ın başından aşağı döküyorlardı. Özge abla, Onur abiye yaslanmış gülerek onları izliyordu. Ferda başka bir köşede Fırat'a zorla fotoğraflarını çektiriyordu. Instagram'a post çıkartmanın derdinde olduğu belliydi.

Gözlerim herkesten uzak bir köşedeki Aras'ı buldu. Diğerlerinin aksine onun yanında takım arkadaşları ya da kalabalık bir ailesi yoktu. Paranın ona getirdiği arkadaşlar ya da sarışın kızlar da yoktu. Yalnızca Devin vardı. Biraz mesafeli duruyordu ama yine de oradaydı.

Her ne konuşuyorlarsa Devin gözlerini yere indirdi. Sonra Aras ani bir hareketle onun çenesini kavrayıp başını kendine doğru kaldırmasını sağladı. Devin'in dudakları aralık kalırken Aras'ın bakışlarının o dudaklara düştüğünü gördüm. Ne kadar isterse istesin onu öpemezdi çünkü artık sevgili değillerdi. Buna hakkı yoktu. Devin basit bir hareketle onun temasından kurtuldu. Aras buruk bir şekilde gülümsediğinde elleriyle kendini gösterip bir şeyler söyledi.

Herkes çok mutluydu fakat o öyle üzgündü ki içim gidiyordu. "Çocuklar," dedim Doruk'a ve Lukas'a hitaben. "Ben Devin'in yanına gidiyorum."

"Biz de gelelim," dedi Doruk. Aynı anda Lukas da "Hadiii!" demişti. Onun Türkçe konuşmasını seviyordum. Çok sempatik oluyordu.

O tarafa doğru yürüyecekken Doruk belimi kavrayıp beni yanına çekti. Parmakları formamın üzerinden belimde daireler çizerken dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Boynuma vuran ılık nefesiyle ürperdim. "Başkalarına hayranlık duymandan hoşlanmıyorum," dedi. "Sadece bana baksan olmaz mı?"

"Shaw'ı seviyorum."

"Sadece beni sevsen olmaz mı?"

"Olmaz."

"Ölümü gör," dediğinde kahkaha atmaya başladım. Belimi çimdikledi. Huylandığım için ondan kaçacaktım ama kocaman avucuyla belimin yanını daha sıkı kavrayıp beni kendine yapıştırdı. "Bak gerçekten ölürüm."

"Tamam." İşaret parmağını karın boşluğuma sürterek beni gıdıklıyordu. Nefes nefese kaldığım için bıraksın diye yeniden "Tamam ya," dedim gülerek. "En çok seni seviyorum. Rahatladın mı şimdi?"

"Hem de nasıl..."

Birlikte diğerlerinin yanına gittiğimizde Devin dudaklarını oynatarak bana onu kurtardığım için teşekkür etti. Amacım bu değildi. Amacım Aras'ı güldürmekti. Doruk ve Lukas kendilerine has bir şekilde ona bulaşmaya başladıklarında Aras onları başından savmaya çalışırken gözlerini devirdi ama sırıttığını gizlemesi hiç de mümkün değildi.

Takım toplanıp birkaç tane daha şampiyonluk şarkısı söylerken sindiğimiz köşeden Devin'le birlikte diğerlerini izledik. Bu sırada herkesin gelip Doruk'a sıkı sıkı sarıldığı detayı da gözümden kaçmamıştı.

Fiziksel temastan fazla hoşlanmadığını bildiğim erkek arkadaşım, takım arkadaşlarıyla kucaklaşırken fazlasıyla sıcakkanlı ve bir o kadar da buruktu.

Gülümsedim fakat karnımın ortasında beliren düğümle birlikte gözlerim doldu.

Her şey güzeldi, çok mutluyduk.

Peki tüm bunlar neden bir veda gibi hissettiriyordu?

🏀🧁🏀

Merhabalar efendim, biz ilk sezonumuzun sonunda şampiyon olduk 🎉

Nasılsınız? Dört Çeyrek'in kapağını ve diğer tüm şeyleri gördünüz mü??? Elimize ulaşacağı an için çok sabırsızım. Resmen onları rafımda saklayacağım. Duygulandım yine.

Devin Aras yorum köşesi.

Feza Doruk yorum köşesi.

Bir de en çok hangi kısmı sevdiğinizi öğreneyim mi?

Her zamanki gibi #DörtÇeyrek etiketinin altında tweetlerinizi okuyor olacağım. Tiktok, twitter ve instagramda hesabım azraizguner. Paylaşımlarınızın altına beni etiketlerseniz sizi görebilirim.

Teşekkür ederim ve tatlı günler dilerim!

Parodi hesaplar:



Yorumlar

  1. Son cümle yokmuş gibi davranıyorum ve bölüm mükemmeldi

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu bölüm son beş bolumden önce olsaydı öyle bir mutlulukla okurdum kiii. Fakat şimdi aşırı buruk okudum. Yine çok eğlendim ama devinle arasta doruk ve fezayi gördüğüm her an kalbime sancılar girdi resmen. Yine de her şey duzeltikten ve doruk fezayla birlikte tekrar çok mutlu olduktan sonra gelir gelir okurum bu bölümü

    YanıtlaSil
  4. Veda falan duymamış olayım

    YanıtlaSil
  5. Takımla ilgili sıkıntı çıkıcak gibi bir his var bir iki bölümdür içimde vaziyet alın

    YanıtlaSil
  6. Hem çok mutlu edip hem de nası buruk bırakabilirsin be aşkım ay

    YanıtlaSil
  7. Bütün bölüm heyecan ve mutluluktan kendimi yerlere attım ama sın cümle çok korkuttu düzelsinlerrrr uzun zamandır ilişkileri bir eşikten geçmeye çalışıyordu ve bence geçtiler de. Devin ve aras çok tatlı aras yanlışlarını farkında ama daha çok sürünür muhtemelen devinin peşinden. Maçın final anı ve sonrasındaki dorukhan aşırı tatlıydı bölümün en güzel kısmı olduğunu kim inkar edebilir ki

    YanıtlaSil
  8. Sondaki cümle yok devamkeee

    YanıtlaSil
  9. Bir burukluk var sanki ayrılık geliyor kalp kırıklıkları geliyor gibi hissediyorum

    YanıtlaSil
  10. Son cümleyi görmeyerek hayatıma devam ediyorum

    YanıtlaSil
  11. 2 bölümdür doruk efeste oynamaya devam etmeyecekmiş gibi bir vibe alıyorum hele son cümle...

    YanıtlaSil
  12. NE VEDASI TÖBE DE AZRA AMAN SAKIN ANALİZ HÖNKÜRE HÖNKÜRE AĞLADIK BURDA DA AĞLADIK GERÇİ AMAN DİYİM ÖLÜMÜ GÖR
    jdhfhdjehshdhsjshdhdsjdh
    ~rnkeem

    YanıtlaSil
  13. O toplantı da ne olduysa koçla arası bozuldu ve takımla ilgili bi şeyler oldu abii off kırılma noktasına geliyoruz yaa

    YanıtlaSil
  14. Gözüm açık gidecektim derken lan nereye gidiyor bu çocuk off doruk canımızı çok sıkacaksın

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

40. "Eşik"

57. "Şarampol"