40. "Eşik"

Bölüm şarkıları:

Mabel Matiz, Yeni Yaz
Gökhan Türkmen, Bitmesin
Sufle, Hissettin Mi?

•🧁•

Şampiyonluğumuzu şampiyonumla kutlayışımızın ardından uzun bir süre tek meşguliyetim ona yapılan editleri beğenmek oldu.

Doruk, her gün başka bir sayfada dünyanın en yakışıklı erkeği ilan edilirken olay spor camiasını aşmıştı. Çoğunluğu genç kızlara hitap eden farklı magazin sayfaları da onun hakkında paylaşım yapıyor, aşırı iyi olduğunu düşündüğüm üç beş editi döndürülüp dolaştırılıp herkes tarafından paylaşılıyordu.

Biz de yine viral olmuştuk. O videoların sonu benim onun kucağına atladığım ve Doruk'un ayaklarımı yerden kesip beni kadrajın dışına çıkarttığı anlarla bitiyordu. Farklı aşk şarkılarının eşlik ettiği ve maç sonrasındaki öpüşmemizle başlayan kısa kliplerimiz de vardı. Milyonlarca görüntülenme almıştık. Dünyanın dört bir yanından insanların hakkımızda attıkları yorumları saatler boyunca okuyup durduğum için artık gözlerim ağrıyordu. En çok hoşuma gidenlerin ekran görüntüsünü alıyordum. Buluştuğumuzda hepsini sevgilime gösterecektim.

K&S'nin kafe kısmında Minay'la birlikte otururken gözlerim telefonumun ekranındaydı. Tweet kaydırıyordum. İnsanlar şampiyonluğun en güzel anları gibi başlıklar kullanarak bizden bahsediyorlardı. Güzel olup olmamam artık milletin umurunda değildi sanırım. Birbirimize ne kadar aşık olduğumuz onların yeni ilgi alanlarıydı.

Ön taraftaki bloklardan birinden çekilmiş bir başka video düştü önüme. Birisi babamın Doruk'u kovaladığı ve Doruk'un beş yaşındaki bir çocuğa ait olabilecek kahkahasıyla babamdan kaçtığı videoyu paylaşmıştı. Defalarca kez başa sarıp izledim. Bu anın kameralara yakalanmış olması beni çok mutlu etmişti. Artık internet üzerindeki favori videom buydu.

"Seninki Bursa'ya mı gidiyormuş?" diye sordu Minay birden, şaşkınlıkla. "Hiç söylemiyorsun kızım."

"Kim benimki?" Anlamsızca ona baktım. "Ne Bursa'sı?"

"Dorukhan." Ice lattesini kenara bırakıp son model telefonunu elime tutuşturdu ve gözleriyle ekranı işaret etti. "Bu adamın verdiği haberler doğru çıkıyor genelde. Ondan sordum."

Gözlerim, harflerin üzerinde hızlıca gezindi.

İddia: Dorukhan Falay önümüzdeki sezon için Bursasporla anlaşmaya çok yakın.

Kaşlarımı çattım. Kaynak neydi bilmiyordum fakat Dorukhan Falay'ın şu an Anadolu Efes'ten takım arkadaşlarıyla birlikte olduğunu biliyordum. Şampiyonluktan sonraki gece içip kutlama yapmak için toplanmışlardı. Bir başka gününü Lukas ve Bekir'i evine çağırarak geçirmişti. Bugün de Momo'nun evine uğrayacağını ve takımın yarısının orada olacağını söylemişti. Bu aralar sık sık konuşuyorduk. Yani, böyle bir şey olsaydı kesinlikle haberim olurdu. İnsanlar yine neler uyduruyordu?

"Yok ya," dedim Minay yüzüme dikkatle bakıp benden bir tepki beklediği için. "Yazın herkes için çıkar böyle haberler. Babam da haziran oldu mu Efes'e şu gelecek bu gidecek diye şakımaya başlar evde. Söylediklerinin yarısı gelmez genelde."

"Hım... Ben pek bilmiyorum basketbolu. Görünce şaşırdım sadece."

Ben de şaşırmıştım ve bir saat sonra şaşkınlığım yirmi katına çıkmıştı. Mutfağa dönmüştük. Yaptığım vişneli turta fırında pişiyordu ama dikkatimi oraya veremiyordum. Konuşulanları merak ettiğim için tezgâha yaslanmış tweet kaydırıyordum.

Anadolu Efes'in genç yıldızı Bursa'ya mı gidiyor?

Bursaspor'un Dorukhan Falay için kesenin ağzını sonuna kadar açtığı konuşuluyor.

Barcelona'nın oyun kurucusunu kadrosuna katacak olan Anadolu Efes'in Dorukhan Falay'la da yollarını ayırması bekleniyor. 19 yaşındaki genç oyuncu, sezon ortasında takıma gelmiş olsa da kısa sürede adını herkese duyurmayı başarmıştı. Transfer için masada Bursaspor'un ve Beşiktaş'ın da olduğu söyleniyor.

Dorukhan resmi olarak Bursa yolcusu. Bizde yalan olmaz. Sadece bekleyin.

Gel de gözün taraftar görsün oğlum. Teksas tribünü seni bekliyor.

Yarım sezondur süren Anadolu Efesliliğimi noktalıyorum kızlar. Bilen bilir, kanım hep yeşil beyaz akıyordu benim zaten. Dorukhan nereye biz oraya.

Barcelonalı oyun kurucunuza başlatmayın. Yerli ve milli Dorukhan Falay, bir iki seneye ligi donunda sallayacakken onu gönderecek olan kişinin alnını karışlarım.

Bu üslubu bozuk tweeti atan kişi bizzat tanıştığım kel abiydi fakat benim gülmeye hiç halim yoktu. Doruk attığım mesaja henüz dönmemişti. Dönmemesi gayet normaldi. Arkadaşlarının yanında olduğu için telefona bakmıyor olabilirdi. Çünkü mesajımı görse görmezden gelmezdi. Bu hafta gelmezdi, bundan emindim. Şampiyonluktan beri aramız kötü değildi. Hatta, aşk sözcüklerini ağzından düşürmüyordu. Telefon konuşmalarımızda sevgiye boğulacağım türden şeyler söylemeyi asla ihmal etmiyor, beni yüceltip duruyordu.

Burnuma yanık kokusu gelmeye başladığında önce etrafa bakındım fakat sonra bu kokunun dibinde durduğum fırından geldiğini anladım. Gözlerimin dolması bir saniye bile sürmedi. Fırını hızlıca kapattım ve telaşla elime eldiveni geçirip içindeki tepsiye uzandım.

Zamanında yetişememiştim. Siyah fırının içindeki nice emekle hazırladığım vişneli turtam, ben onu oradan alıncaya dek çoktan yanmıştı. Onu yakan fırını biraz daha erken kapatmış olsaydım kurtarılırdı belki fakat bu haliyle asla yenmezdi. Bu haliyle turtam, yensin diye uğraşmaya bile değmezdi.

Fırının kapağını fazla sertçe çarparak kapattığımda arkadaşlarımın ve başımızdaki şefin bakışları bana döndü. Göğsümü sıkıştıran hisle birlikte turta kalıbını tezgâha bırakacakken herkes bana bakıyor olduğu için kalıp elimden kayıp tezgâha düşerek tok bir ses çıkarttı.

Eğer kendimi son anda durdurmasaydım sinirimden tezgâhın altındaki dolabı tekmeleyecektim.

"Özür dilerim," dedim mahcup bir şekilde. Başımı kaldırdığımda herkesin far görmüş tavşan gibi kalakalmış olduğunu fark ettim. Derin bir nefes alarak gözlerimin nemlendiğini fark etmemelerini umdum. Üzeri siyaha dönen turtam beni çok utandırıyordu. Nasıl kokusunu daha önce fark etmemiştim? "Yakmışım. Kalıp elimden kaydı. Kusura bakmayın."

"Yakmış mısın?" diye sordu şefimiz, kaşlarını kaldırarak. "Neden yakmışsın, Feyza? Yanmış bir turtayı nasıl değerlendirmeye alacağımızı bana açıklamak ister misin?"

Mutfak mobbingiyle baş etmediğim kalmıştı bir. Her şey çok süperdi!

Buradaki derslerimiz hep güllük gülistanlık geçmezdi. Bazen hak ettiğimiz için, bazen gelişmemiz için bazen de şeflerin kendi kişiliklerinden kaynaklanan sert eleştiriler alırdık. Aslında, ben çok almazdım. Bugün alasım gelmiş olmalıydı. Her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım ve kızılmayı hak ediyordum.

Bunu diğer arkadaşlarıma en çok kızan şef tarafından almasaydım keşke. Bu şefin sert eleştirileri bazen hakaret boyutuna bile gidiyordu. Kendisi, yanında rahat hissettiğim eğitmenlerimden değildi de çekindiğim eğitmenlerdendi.

"Değerlendirmeye almayacağız," dedim başımı dik tutarak. Genelde devamlı gülümseyerek ve heyecandan delirerek konuştuğum için diğerleri tekdüze olan sesime karşılık iyice şaşkına dönmüştü. "Çöpe gidecek."

Derin bir sessizlik oldu.

Omuzlarımda çok fazla baskıyı hissettiğim, beni bir köşeye sıkıştıran ve sıkıştığım köşede karanlığa gömüleceğim türden uzun bir sessizlik...

Yanlış bir şey mi söyledim diye düşündüm. Söylememiştim. Çöpe gidecekti işte, ne deseydim başka? Çatalı kömür turtaya batırıp adamın ağzına sokacak halim yoktu. Ne yapmamı bekliyorlardı?

"Of ya," dedi Minay, ellerini önlüğünün ceplerine sokarak. "Hep oyum senin yaptıklarına giderdi. Bugün kendi aramızda oylama yaptığımızda kime oy vereceğim ben şimdi?"

Esprili tavrı ortamı yumuşatmaya yetmese de çabasını takdir ederek ona gülümsedim. Şefin gözleri benimle Minay arasında gidip geldi. Ardından arkasında durduğum tezgâhın önüne geldi. Dik bakışları yüzümdeydi. "At bakalım çöpe."

"Anlamadım?"

"At," dedi. "İzleyeceğim."

Niye böyle bir şey yapıyordu?

Hiçbir şey söylemeden kalıbı aldım ve çöpe doğru birkaç adım attım. Çöp kutusunu açıp turtayı kazıya kazıya kalıptan ayırarak çöpe döktüm. Ziyan ettiğim malzemeler canımı yaktı. Siyah kalıntıların kaldığı kalıbı tezgâhın üzerine bıraktım. Kalıbın dibine öyle bir yapışmışlardı ki birisi onu çöpe boşaltmak istediğinde bile ayrılmamışlardı. Onları telle kazıyarak sökmem gerekecekti oradan.

"Aklını meşgul eden olayları hamurunun içine katamazsın," dedi şefim, karşımda dikilirken. "Dikkat dağınıklığını karşındaki bir arkadaşın tolere edebilir fakat hazırladığın tatlın bunu yapmaz. İkili ilişkilerin, mutfakla olan ilişkilerinden bağımsız olmak zorunda. Profesyonel sınırlarını korumanı ve aklını buraya vermeni isiyorum. Anlaştık mı?"

Yerin yedi kat dibine girdim.

Kendimi 15 Ocak günü hocasından yediği azarı bana anlatan Doruk gibi hissettim.

Yersiz bir şekilde karşıma koyulan hayat dersine baktım. Ona basketboldan başka hiçbir şeyinin olmadığı söylenmişti. Bana ise üzeri kapalı bir şekilde profesyonel davranmadığım ve mutfak için fazla hassas olduğum söyleniyordu. Aklım beş karış havadayken elimin lezzetinin hiçbir önemi yoktu. Bir işte başarılı olmak için yalnızca beceri yetmiyordu, sağlam bir mental de gerekiyordu. O da bende hiç yoktu.

"Haklısınız." Kelimeler, dilimi yakarak çıktı dudaklarımın arasından. "Daha dikkatli olacağım. Özür dilerim."

Başarısız olmuştum.

İliklerime kadar üşüten bir his vardı içimde. Bir tane tatlıyı yakmak dünyanın sonunu getirmiyordu fakat içimden bir ses dünyamın sonunun yakında geleceğini söylüyordu. Kötü geçen günüm, kötü geçecek bir haftaya sebep olabilecek gibiydi. İyiliğim için söylenmiş olsa da duyduğum birkaç cümleyi hızlıca aşamayacaktım. Yeni bir başarı elde edene kadar ya da bir övgü alana kadar bu ana takılıp kalacaktım.

"Tekrar yapabilir miyim?" diye sordum, bu gerçekleşmesin diye.

"Malzemelerini harcadın," dedi şefim.

Arkadaşlarımın önlerindeki dağınık tezgâhlara baktım hızlıca. Hepsinden biraz biraz bir şeyleri toparlarsam ortaya bir sunum çıkarabilirdim. "Bulurum," dedim. "Arkadaşlarımdan rica ederim ve onlar bana destek olurlar. El lezzeti denilen şey bireyseldir ama iyi bir mutfak, takım çalışmasını bilen bir ekipten ibarettir. Sizin lafınız."

"Gözüme girmeye mi çalışıyorsun Feyza?"

"Hayır. Sadece iyi bir turta yapabileceğimi biliyorum ve bir kez daha denemek istiyorum."

"Bir şeyleri tekrar tekrar denemek mi yoksa vazgeçmek mi?" diye sordu sınıfıma dönerek. "Pes edilecek anın geldiğini ne zaman anlarsınız? Defalarca kez hata yaptıktan sonra mı?"

"Mutfağın felsefi tarafına geçişimiz çok hızlı oldu," dedi Melih. O tanıştığım en hayatı boş vermiş insanlardan biriydi. Canı ne isterse onu söyler, her şeyle dalga geçerdi. "Lisede felsefe hocamı hiç sevmezdim. Anlamam ben o yüzden böyle sorulardan, Sokrates'i biliyorum sadece."

Onun aksine ben ciddi bir şekilde "Tekrar tekrar denemek," diye cevapladım şefin sorusunu. "İlk yokuşta vazgeçenler başarısız olanlardır. Birden çok kez düşmüş olmak, yeniden koşulamayacağı anlamına gelmez. Cevabım sizin için yeterliyse zaman kaybetmeden arkadaşlarımdan kalan malzemeleri alıp yeniden denemek istiyorum. Dersin süresi bitmeden yetiştireceğim."

Gülümsedi ve yalnızca başını salladı.

O gülümseme gururlu muydu alaycı mı anlayamamıştım fakat malzemeleri tek tek topladım ve her şeyim tam olmasa da tarife baştan başladım.

Konu elindekilerle yetinmek olduğunda beni geçebilecek hiçbir insan tanımıyordum.

Düşüncelerimin hepsini kenara ittim. Turtamı hazırladım ve yakmadan pişirdim. Diğer arkadaşlarımın sunumları değerlendirilirken yeniden eldivenimi takıp kalıbımı fırından çıkarttım. Visal'in bana kattığı el çabukluğuyla birlikte birkaç dilim turtayı saniyeler içinde servis tabağına aldım.

Kendi aramızda yaptığımız oylamada en çok oyu almamış olmam önemli değildi. Seçeneklerden biri olmak, bugün için yeterliydi. Bugün aldığım ders alabileceğim tüm oyların ötesindeydi.

Ders biter bitmez hızlı adımlarla üzerimi değiştirmek için soyunma odasına ilerledim. Şapkamı kenara koyduktan sonra topuz halindeki saçlarımdan tokamı çıkarttım ve başımı önüme eğip saçlarımı salladım. Onları hızlıca sıkı bir at kuyruğu yaparken başıma giren ağrıyı daha net bir şekilde hissetmiştim. Önlüğümü çıkarıp kot pantolonumu ve askılı asker yeşili bodyimi üzerime geçirdim. Aynı renk converselerimin gevşeyen bağcıklarını yeniden bağlayıp çantamı aldığım gibi aynaya bile bakmadan K&S'den çıktım.

Doruk'un evine gidecek otobüsü tam on beş dakika bekledim. Bu on beş dakika kafamın içini iyice yangın yerine çevirdi. Kulaklıklarımı taktığım halde müzik açmadığımı otobüse binerken fark ettim.

Doruk'un evde olduğunu sanmıyordum ama anahtarım vardı ve onu orada bekleyebilirdim. Elbet geri dönecekti.

Otobüsün en öndeki koltuğuna oturduğumda dışarı bakmak için başını sağa çevirdim. Yansımamla karşılaşınca kısa bir duraksama yaşadım. Yüz ifadem çok durgun ve bıkkındı. Durakta otururken son zamanlarda onunla konuşmak için sürekli ayağına gitmem gerektiğini fark etmiştim. Solgun yüzümün sebebi buydu.

Sağlıklı bir şekilde iletişime geçebilmemiz için hep ben çabalıyordum.

Derin bir nefes alıp biraz yolu izledim. Kulağımda çalan şarkılar değişmeye devam etti fakat otobüsten indiğimde ne dinlediğimi sorsalar birini bile sayamazdım. Aklım bambaşka yerlerdeydi.

Hızlı hızlı yürüyerek Doruk'un oturduğu siteye vardım. Apartmanının kapısına doğru ilerlerken çantamı karıştırıp cüzdanımı çıkarttım ve anahtarımı aldım. Evde olmadığını düşündüğüm için zile hiç basmamıştım fakat dokuzuncu kata geldiğimde yanıldığımı anladım. Spor ayakkabıları kapıya bakacak şekilde paspasın üzerinde duruyordu. Düzeltilmemişlerdi. Doruk, yeni gelmiş olmalıydı.

Yine de zile basmak yerine anahtarımı kilide sokarak kapıyı kendim açtım.

"Selam," diye seslendim içeriye girdiğimde. "Evde misin?"

Ben çantamı askılığa bırakırken yatak odasının kapısı açıldı ve Doruk hole çıktı. Üzerinde vücudunu tam saran siyah bir sporcu atletiyle siyah bir şort vardı. Hava o kadar sıcaktı ki kızarık suratı sayesinde dışarıdan yeni geldiğine emin olmuştum. Üzerini değiştirmek için odasına gitmiş olmalıydı.

"Hoş geldin," dedi gülümseyerek. Niye gülüyordu, mesajımı görmemiş miydi? "Şimdi geldim ben de. Beklemiyordum seni. Salona geçelim, klimayı açayım hızlıca. Çok sıcak güzelim ya. Aklı olan dışarı çıkmaz. Sen de kızarmışsın. Gel içeri."

"Ne yapıyorsun?" diye sordum, gülümsemeyi deneyerek. "Nasıldı günün?"

"Bizim çocuklarlaydık. Yemek yedik. Keyifliydi. Pek anlatılacak bir şey yok aslında. Sen neler yaptın? Ders nasıldı?"

"Turta yaktım."

Net cevabım karşısında ne diyeceğini bilemedi. "Aa..."

"Evet." Hiçbir şey söylemediğim için kaşlarını havaya kaldırdı. Bir gariplik olduğunu sezmişti. "Mesaj attım, dönmedin."

"Şarjım bitmiş," dedi. "Taktım şimdi prize. Açılmamıştı daha. Özür dilerim, görmedim hiç. Ne yazmıştın?"

"Önemsiz." Yüz ifadesini ölçüyordum. Aşık olduğum o çocuktu. Bakışları sıcak, gülümsemesi gerçekti. Benim yüzümdeki zoraki tebessümü ve sesimdeki garip tonu fark etmiş olacak ki kaşları çatıldı.

"Yemin ederim görmedim," dedi. "Bilerek dönmemezlik yapmadım. Kızma bana. Şarj aletimi yanıma almamışım. Çocuklarla goygoy yaparken aklıma gelmedi hiç. Kapanmış telefon."

"Hiç sosyal medyaya da girmedin o zaman."

"Evet." Kaşları daha da çatılırken bana bir adım yaklaştı. "Bilmem gereken bir şey mi var?"

"Hayır," dedim. "Benim bilmem gereken bir şey var mı?"

"Hayır," diye karşılık verdi. "Zamanın varsa film izlemeye ne dersin? Me Before You'yu bitirelim mi?"

Birisi enseme sert bir cisimle vurmuşçasına sarsıldım çünkü o an, her şeyi ama her şeyi anladım.

Tüm taşlar gürültülü bir biçimde aynı anda yerine oturdu. Sonra o yer çatladı ve koca taşların tümü üzerime yuvarlanmaya başladı.

Yaptığımız telefon konuşmalarında bana devamlı güzel sözcükler söylüyor, beni ne kadar sevdiğinden bahsediyordu.

Günlerdir devamlı arkadaşlarıyla buluşuyor, sürekli takımıyla zaman geçiriyordu.

Oynadıkları son maçların tümünde takımla olan iletişimi zirvedeydi. Arkadaşlarının onu asistleriyle beslemeleri, şampiyonluk maçından sonraki sımsıkı sarılmalar, kupa kaldırırken Doruk'u ön tarafa almalar... Hiçbiri boşuna değildi.

Şimdi de yarım bıraktığımız filmin sonunu getirmek istiyordu.

Çünkü gidecekti.

Tüm bunlar, bir vedanın ayak sesleriydi.

Donup kaldığımı görünce bana doğru bir adım daha yaklaşarak "Feza," dedi. "İstemiyorsan izlemeyiz. Neden orada dikiliyorsun? Salona geçmeyelim mi?"

"Bursaspor'a mı gidiyorsun?" diye sordum dan diye.

Soğuk çıkan sesim miydi onu afallatan yoksa beklenmedik sorum muydu bilmiyordum. Derin bir nefes aldı ve sesli bir şekilde onu geri verdi. "Nereden duydun?"

Beklediğim cevap bu olmadığı için sesimi yükselttim. "Gidiyor musun?"

"Haber mi yapmışlar?" diye sordu. Yüzü hayal kırıklığıyla çevrelenirken beni gördüğü anki neşesinden eser kalmamıştı. "Birkaç günümüz daha olur sanmıştım."

Kendimi çıldıracak gibi hissediyordum. "Ne?"

"Hemen mi dedikoduları yaymışlar?" Cümlelerinin hiçbirinde inkâr yoktu ama istemediği bir şey ansızın yüzüne çarpılmış gibi giderek rengi soluyordu. "Siktir ya... Bir hafta daha bekleselerdi bari."

"Ben sevgilimin transfer haberini Twitter'den öğrenmiş olamam ya, saçmalıyorsun!" diye bağırdım kendime hakim olamadan. Kulaklarımda kendi kalp atışlarımı duyuyordum. Sinir sistemim çökmek üzereydi. Kanım yavaş yavaş çekiliyor olmalıydı çünkü başım dönüyordu.

"Feza," dedi pes etmiş bir sesle. Omuzları çöktü, dudakları büküldü ve gözlerindeki ışık tamamen söndü. "Buraya kadarmış."

Bahsettiği şey Anadolu Efes kariyeri değil gibiydi. "Anlamıyorum."

"Buraya kadar," dedi daha net bir sesle. "Burası, ayrılacağımız yer."

Alay dolu bir ses çıktı dudaklarımın arasından. Ansızın gülmeye başladım. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

"İmzayı henüz atmadım," dedi ne kadar sinirlendiğimi görmüyormuş gibi. "Ama yüzde doksan dokuz, önümüzdeki sezonda Bursa'da olacağım."

"Ee Dorukhan?"

"Ben uzak mesafe yapamam." Bu söylediği en zor şeymiş gibiydi sesi ama yüz ifadesi öyle düzdü ki... Hiçbir şey hissetmiyordu sanki. "Uzak mesafede evlat olmayı bile beceremedim. Yapamayacağımı biliyorum. Uzatmanın mantığı yok."

"Sen ciddi misin ya?" Kafayı sıyırmış bir şekilde üzerine yürüdüm. "Sen ne anlatıyorsun ya?" Titreyerek yükselen sesim onu dünyaya döndürmüş olacak ki gözlerimin içine tanıdığım o Doruk gibi baktı. Fakat içimden taşan öfke yüzünden ben onun tanıdığı Feza değildim. Arka arkaya duyduklarımdan sonra bir akıl hastanesine kapatılmam gerekiyordu. Ancak o şekilde düzelirdim. "Kafayı mı yedin? Ne transferi, ne ayrılığı?"

"Özür dilerim," dedi. "Keşke önce benden duysaydın. Böyle öğrenmen çok kötü oldu. Sana söyleyecektim. Sadece... Son günlerimizi güzel geçirmeye çalışıyordum."

Sinirden yine gülmeye başladım. Bu bir kâbussa uyanmam gereken yerdeydik. Rüyamda da olsa onu bıçaklamak istemezdim çünkü.

"Bak," dedi sesini yumuşatarak. "Hayatımın en güzel günlerini seninle geçirdim. Öylesine söylemiyorum bunu. Yemin ederim hiç kimseyi seni sevdiğim gibi sevmedim. Senin için de böyle olduğunu biliyorum ve bu, bizim aramızdakiler senin için özel kalsın istiyorum. Ben her şeye sıçıp batırmadan önce bitirelim ki aklında güzel bir gençlik aşkı olarak kalayım. Hatırlarsan gülümseyerek hatırla bizi. Kabak tadı vermeyeyim, seni daha da mahvetmeyeyim. Bunu hiç hak etmiyorsun çünkü."

"Sarhoş musun sen?" Kamera şakası mıydı ya da? Parmak uçlarımda yükselip nefesini koklamaya çalıştım. "Madde mi kullanmaya başladın? Bu neyin kafası böyle?"

Ona inanmadığımı fark edince sesi sertleşti. "Feyza, bitirelim."

Dünyası başına yıkılan bir insan nasıl gülebilirse ben de öyle gülüyordum. Korku filminden halliceydi halim. Sanki sinirlerim boşalıyordu. Gözlerim bile dolmamıştı, sadece gülüyordum söylediklerine. "Feyza kim? Uçtun iyice."

"Böyle yapma," dedi. Sert duvarları çatlıyordu. Ne kadar kötü olduğumu görüyordu çünkü.

"Ne zamandan beri biliyorsun bunu?" diye sordum sakin kalmaya çalışarak. Gülmeyi bıraksam yeterdi aslında ama ilginç bir şekilde bırakamıyordum. Hayal kırıklığının insanı otuz iki diş güldürebileceğini ben de yeni öğreniyordum. "Ne kadardır belli?"

"Toplantıya çağırılmıştım ya..."

Devam etmesine izin vermedim. "O zamandan beri... Anlıyorum. Süpermiş! Bana söylemek için acele etmemen güzel olmuş, keşke Bursaspor kendi hesabından senin formanı paylaştığında öğrenseydim. Öyle daha ikonik olurdu!"

"Gel," dedi yavaşça bileğimi kavrayarak. "Konuşalım biraz."

"Sorun bende değil, sende mi?" Yüksek sesle konuştuğum için boğazım acıdı. Tutuşundan kurtulup daha çok bağırarak devam ettim. "Bitirmemiz benim için en iyisi mi? Bana zarar mı verirsin? Senden kurtulursam daha mı iyi olurum?"

"Tek yanlışın yok ama bırak ben söyleyeyim."

"Başka biri mi var?"

"Ne?" dedi dehşete düşmüş bir şekilde. Sesindeki monoton ton devre dışı kalmış, sakinliği anında yok olmuştu.

"Başka birini mi buldun?" diye sordum. Evinin holü, etrafımda dört dönüyor gibiydi. Nefes alıp almadığımdan emin değildim. "Zor bir dönemden geçerken yine bir kaldırıma oturdun da başkası mı teselli etti seni? Ya da Bursa'dan mı bulurum birini dedin? Elini sallasan ellisi, çok zor olmaz. Yakın mesafe olur hem!"

"Konuyu hiç alakası olmayan yerlere çekiyorsun," dedi sinirlenerek.

Kafayı yiyecektim. "Ne oluyor?" diye sordum çaresizce. "Sınıyor musun beni? Seni ne kadar sevdiğimi mi ölçüyorsun?"

"Böyle öğrenmemen gerektiğinin farkındayım," dedi. "Ama belki de ben bir türlü söyleyemeyeceğim için bu şekilde çıkmış haberler karşına. Henüz sindirememiş olsan da benimle aynı yerden bakmaya başladığında anlayacaksın niye böyle olması gerektiğini."

"Benden uzaklaş." Gözlerinin içine öfkeyle baktım. "Yoksa sana tokat atacağım."

"Yapma bunu," dedi gerçekten de bir adım geriye giderek. "Ben de bizi güzel hatırlayayım."

"Sen beni unutabileceğini falan mı sanıyorsun, geri zekâlı?" Kendimi yalnızca bağırarak ifade edebileceğimi hissediyordum. Yatışmayan öfkem, bir nefret tohumunu büyütüyordu. Ona vurmak istiyordum. Onu sarsa sarsa kendine getirmek istiyordum. "Sen bensiz bir gününü geçirebileceğini mi sanıyorsun? Başkaları için silik biri olmayı kabul edebilirim ama ben senin her şeyinim Dorukhan! Daha azı olduğuma asla inandıramazsın beni."

"Her şeyimsin," dedi kırılgan sesiyle. "Seni unutabileceğimi düşünmüyorum tabii ki. Ama sana hayatı zehir etmektense köşede kendi başıma aşk acısı çekmeyi tercih ederim. Canının yanacağını biliyorum. Yine de, keskin bir bitişten sonra daha hızlı toparlanırsın. Yürümeyeceğini bildiğim bir ilişkiyi sakız gibi uzatıp sonra canını yaksam, daha çok dağılacaksın. Ne gereği var uzatmanın? Bitir beni, gideyim."

"Sana bir şey diyeyim mi?" İşaret parmağımı göğsüne doğrulttum. "Travmaların yüzünden seni bırakacak olmamdan sürekli korkuyordun ama şimdi kendin pes ediyorsun. Annenin sana yaptığını sen bana yapıyorsun! Başka bir şehre gideceksin diye niye benden vazgeçiyorsun? Ablan da İstanbul'da, onu da mı sileceksin?!"

Omuzları iyice çöktüğünde gözlerine annesine benzeyişinin farkındalığı çöktü.

"Hep vazgeçilen olduğun için vazgeçmek kolaydı sana, değil mi? Böyle demiştin. Beni bir çöp gibi arkanda bırakacak kadar mı kolay? Bavuluna sığmayan bir eşya mıyım ben? Doruk, sen benim gözlerimin içine bakıp on beş sene sonra da yanımda olmak istediğini söyledikten sonra bulduğun ilk fırsatta arkanı dönüp gidemezsin! Bu böyle bir şey değil!"

"Özür dilerim."

"Ne özrü be?" Hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Neye takılacağımı şaşırmıştım. "İnsan aile kurmayı ima ettiği kişiyi birkaç kilometre uzağa gidecek diye bırakır mı? İstanbul'la Bursa arası kaç saat sanki... Senin gidişin bizi niye bitirsin, manyak mısın nesin?"

"Dönüp dönmeyeceğim belli değil," dedi başını iki yana sallayarak. "Ne kadar kalacağım, ne yapacağım... Hiçbir şey belli değil. Siktiğimin yokuşlarını tırnaklarımla kazıya kazıya çıkıp her seferinde geri düşüyorum. Ben bu ruh haliyle bir ilişki yürütemem. Düzgün bir kafayla düşünebildiğinde doğru olanın bu olduğunu göreceksin."

"Ben senin dengesizliğinden çok sıkıldım." Gözlerim yavaş yavaş doluyordu. "Sen canlı yayında herkese bana aşık olduğunu söyleyip, kazandığın kupayı bana armağan edip, Instagram postlarını benimle doldurup sonra beni kapıya koyamazsın. Beni ortada bırakmadan önce ağzıma bir parmak bal falan mı çalıyordun? Kandırdın mı beni? Toplantıdan beri diyorsun ya toplantıdan beri! Nasıl bana söylemeden durabildin ki? Ben yolda gördüğüm böceği bile sana anlatmak istiyorum ama sen takımdan gideceğini bana söylemeden durabiliyorsun öyle mi?"

"Uzun bir süre hiçbir şey net değildi," dedi. "Benimle devam etmeyeceklerini söylediler. Menajerime de gelen teklifleri değerlendirin demişler. Masada kafa karıştırıcı olacak hiçbir takım yok. Bursa, en makul seçenek. En azından EuroCup'ta oynuyorlar."

"Ama senin yerin Euroleague."

"Ve evim de Efes ama evim beni istemiyor."

Kalbim o kadar kırıktı ki daha fazla kırılamaz sanmıştım. Şimdiyse içime batan dikenleri hissediyordum. Kanamaya başlamış olabilir miydim? Acı, fiziksel bir şeye dönmüştü. Sanki birisi derime tırnaklarını geçiriyordu.

"Ben istiyorum," dedim titreyen sesimle. "Ben de evindim. Sen söylemiştin. Ben istiyorum Doruk. Bir şey yolunda gitmediğinde her şeyi tepetaklak etmesen olmaz mı? Hangi takımda oynadığını umursamıyorum. Hangi şehirde olduğun? Umurumda bile değil. Biz uzak mesafeyi zaten yaşadık. Sen hep burada değildin ki. Ülkeler girdi bizim aramıza. Ama ayrılmadık çünkü birbirimizi seviyoruz, değil mi? Beni hâlâ seviyorsun, değil mi? Sadece üzgün olduğun için düzgün düşünemiyorsun. Çok ağır bir süreçten geçtiğin için yine kendini yalnızlaştırmayı deniyorsun."

"Bana sorunlu olduğumu söylediler."

Sesi o kadar yitikti ki bir duvara çarpmışım gibi hissettim kendimi.

Başını utançla yere eğdi. Bu itirafın dudaklarından böyle bir ses tonuyla dökülmesinden nefret etmişti.

Ona hâlâ vurmak istiyordum ama artık onu sarıp sarmalamak da istiyordum. Ondan hem nefret ediyor hem de onu çok seviyordum.

"Kadroda yer açmaları gerekiyormuş. Birkaç kişiyle yollarına devam etmeyeceklermiş. İlk vazgeçilen ben oldum işte yine. Toplantıda konuştuk. Bol şans dilediler, sağ olsunlar. Potansiyelim çokmuş ama kişisel problemlerimle kimse uğraşmak istemezmiş. Onlara takımın ihtiyacı varken takımını yalnız bırakmayacak insanlar lazımmış." Güldü. "Babasının dövmediği insanlar yani."

"Bunları sana yönetim diye bahsettiğin insanlar mı söyledi?"

"Hepsi toplantıda konuşulmadı tabii ki," dedi. "Beni ellerinden geldiği kadar az küçük düşürmeyi denediler. Yaptığımız bireysel konuşmalarda duyduğum daha ağır şeyler de oldu ama boş ver onları, ana fikir aynı işte. İstemiyorlar beni. Menajerime teklifleri değerlendirmemesini söyledim. Sandım ki kupa kaldırdığımda işler değişir. Biraz daha iyi oynarsam, daha fazla sayı atarsam, kendimi gösterebilirsem..."

Gözleri dolduğu için sustu.

Titrek bir nefes çekti içine. "Sana da o yüzden söylememiştim. Kovulduğum bir kapının önünde sabahlamakla meşguldüm. Kendi takımıma yaranmaya çalışıyordum, Feza. Olmadı."

"Doruk..."

"İstemiyorum gitmek."

Kelimeler, kalbime saplandı.

"Kendimi bir yere ait hissediyorum lan. Ailem Efes benim. Ben burada büyüdüm Feza. Bana her şeyi bu takım verdi. Her şeyi... Nasıl giderim?" Burnunu sertçe çekti karşımda, bir çocuk gibi. "On senedir buradayım. Nasıl giderim? O logoyu nasıl bırakıp başka bir formayı giyerim? Mavi lan benim rengim! Yeşil değil ki..."

"Niye böyle yapıyorsun?" Gözlerimden bir damla yaş aktı. Bu, bir çeşmenin açılması gibiydi. Artık kendimi tutamıyordum. "Neden bu kadar yükle tek başına uğraşıyorsun? Canın bu kadar yanarken niye bana gelmiyorsun? Üstüne, bir de beni bırakmaktan bahsediyorsun... Hiç sağlıklı değil düşünce şeklin. Çok kötü. Çok korkunç. Kendi kendini bitiriyorsun. Şu haline bak. Ya benim? Benim halime bak... Daha mı iyi böylesi? Kendini aşağı atmadan önce uçurumun kenarında dans etmişsin benimle. Her şey mahvolana kadar hiçbir şeye müdahale edemedim. Bir takım değilim ben. Seni yaralayıp giden başka biri de değilim. Beni herkesle, her şeyle aynı kefeye koyuyorsun. Koyma. Ben bırakmak istemiyorum seni. Ne renk giyersen giy... Giyme ya da. Ya sen bırak şu gün basketbolu, ben yine bırakmam ki seni. En büyük derdin sevilmediğini hissetmek ama seni en çok sevecek kişiye sırtını dönüp yalnız kaldım sanıyorsun. Biz bunu da atlatırdık ki... Atlatırız yani."

"Hiçbir şeyi atlatamıyorum," dedi. "Hiçbir şeyi hak etmiyorum. Bana deli gibi değer veren Bursaspor koçunu mesela... Hiç hak etmiyorum onunla çalışmayı. Sonra Efes'teki takım arkadaşlarımı da... Hiç hak etmiyorum onları, çok seviyorlar beni. Feza, hepsini öyle çok seviyorum ki. Sadece birkaç ay geçirdik birlikte ama... Yemin ederim ailem onlar sanki. Sonra sen... Seni buraya kendi ellerimle bağladım. K&S'ye devam ederken kafana göre bırakıp gelemezsin yanıma. Belki hâlâ Visal'de olsaydın sana benimle gelmeyi bile teklif ederdim."

"Biliyor musun..." Gözünden bir damla yaş akarken güldü. "Sana evlenme teklifi etmeyi bile düşündüm. Ayrılmayı düşünürken aklımdan geçen diğer seçenek de buydu. Aptal orospu çocuğunun tekiyim. Ortam yok. Dengem yok, ayarım yok. On dokuz yaşındayım, ne bok yediğimi bilmiyorum. Kurulu bir düzenim yok, hiç olmadı. Düzen denilen şeyin hayatıma zerresi uğramadı. Seni niye sürükleyeyim peşimden? Ben en çok seni hak etmiyorum. Yemin ederim en çok seni hak etmiyorum. Sen nereden çıktın sevdin beni? Benim gibi birini? Hiç böyle bir şey yaşayacağımı düşünmezdim. Hiç... Sana bu ilişkinin zarar vermeye başladığının farkındayız ikimiz de. Seviyorum, seveceğim de ama yetmeyecek. Sikik sikik cümleler kuruyorum ama sen daha iyilerine layıksın. Besbelli bu. Başından beri belliydi. Neyi niye zorladım, mutlu olacağıma niye inandım bilmiyorum. Bana ulaşmak için kılı kırk yarıyorsun ama sadece duvarla karşılaşıyorsun. Çünkü kendi içimde bile kendime ulaşamıyorum ben artık. Bazen keşke on bir yaşındayken o gece o evde ölseydim diyorum."

Tüylerim ürperiyordu.

Doruk titriyor, tükürüklerini saçarak konuşuyor, ağlıyor, dağılıyor, yıkılıyordu.

Bu, daha önce gördüğüm hiçbir yıkıma benzemiyordu.

"Çabalıyorsun, olmuyor," dedim titreyen bacaklarımla ona yaklaşırken. "Kafanda çizdiğin yoldan şaşıyorsun diye yok olduğunu sanıyorsun. Yolu değiştirmen, sonucu değiştirmez her zaman. Sen çok başarılı bir basketbolcu olacaksın. Altın her yerde altındır Doruk. Parlayacak lambanın kendisi kadar güçlü ışıkların yanında olmaya ihtiyacı yoktur. Karanlıkta tek başına da aynı işi yapabilir."

Söyleyemediklerini anlıyordum.

Ağlıyordum ama konuşurken öyle sakindi ki sesim, sanki az önce biri bir enjektör saplamıştı boynuma da sakinleştirici vermişti bana.

Doruk, bir sinir harbinin sonucu olarak yavaşça yere çökerken hissettiği yenilginin kokusunu alabiliyordum. Dizlerimin üzerine çöküp onun önünde durduğumda bakışlarının bayıklaştığını fark ettim. İçinde tuttukları, insanı bu hale getirebiliyordu. Bu bir panik atak mıydı, bir sinir krizi miydi, bütün yükün anlık olarak boşalmasına bağlı sinir sisteminin çöküşü müydü fikrim yoktu ama normal bir şey olmadığı kesindi. Kesinlikle gördüğüm en kötü haliydi. Babasının ona vurduğu gün dizimde ağlayışını bile onu bu halde görmeye tercih ederdim.

"Yapma," dedim. "Yapma. Bu kadar acı öldürür insanı. Ne yapıyorsun kendine? Ölüm değil başka takımın formasını giymek. Başka bir şehirde tek başına yaşayacak olmak mı korkutuyor seni? Sıfırdan başlamaya gücünün kalmadığını düşündüğün için mi? Hayatımda senin kadar ilham verici kimseyi görmedim ben. Senin kadar güçlü hiç kimseyi... Doruk, kendine gel." Çenesini sıkıca kavrayıp gözlerinin içine baktım. "Aşkım," dedim boş boş bakan gözleri yüzünden çenesini daha fazla sıkarak. Tırnaklarım, çenesinin altına battı. Korkuyordum. Aklımdan ambulans çağırmak bile geçiyordu. Telaş olmuştum ama sesim hâlâ sakindi. "Duyuyor musun beni? Senin kim olduğunu herkese birlikte göstereceğiz."

"Ben bir sik değilim," dedi gözlerini yüzüme doğru kaldırarak.

Terleyen saçlarını avuçlayıp arkaya doğru taradıktan sonra saçından çekerek başını geriye yatırmasını sağladım. Gözlerini gözlerime çevirmekten başka hiçbir seçeneği kalmadığında sertçe yutkundu. "Yanılıyorsun."

"Hayır," dedi. "Yanılmıyorum. Babam da yanılmıyordu. Bir halt olmayacak benden."

Babasını mahvedecektim. Sonra annesi için de aynısını yapacaktım. Ona sorunlu olduğunu söyleyen her kimse onu bulup onu da mahvedecektim. Bu çocuğun bu hale gelmesinde payı olan kim varsa hepsini yerle bir etmek istiyordum. Canım öyle şiddetli yanıyordu ki kalbimin duracağını sandım.

"Evlenmek için biraz gencim," dedim dudaklarıma zorla da olsa bir gülümseme yerleştirerek. "Ama yüksek kontrat alacağını duydum. Bana Bursa'da bir kurs ayarlayabileceksen, seninle gelirim. K&S kadar iyi olmasına gerek yok. Aslında... Kursa mursa da gerek yok. Seni ne kadar sevdiğimi görmüyor musun? Hiçbir şey umurumda değil. Bitsen de tükensen de dertlerin seni dizlerinin üzerine çöktürse de... Ben seni çok seviyorum. Ne yaparsan yap, nerede olursan ol seni destekleyeceğim. Bu yolun sonu NBA'de bitecek, adım kadar eminim. Benimle ya da değil... Fark etmez. Parçalanmış formanı gidip getirmeme gerek var mı? Sana kimin için savaştığını hatırlatmama gerek var mı? Bir tanem, sen dudak uçuklatacak bir hikâye yazacaksın. Sokaklardaki çocuklar adını sayıklayacak. Amerika'dan attığın sayı, İstanbul'un gecekondu mahallelerinde bile yankı bulacak. Bir takım senin konumunu değiştirmeyecek, sen bu oyunun kurallarını değiştireceksin."

"Feza..."

Saçlarını daha sert kavradım. Aslında yaptığım, ona uyarı göndermeye çalışmaktı. Vücudu kendini tamamen salmasın diye onu ayık tutmak için uğraşıyordum. Şiddetle kalkıp inen göğsüne diktim gözlerimi. Ortamdaki oksijen seviyesi tükenmişçesine derin nefesler alıyordu ama beni dinlediğini biliyordum. Anlıyordu da. Anlıyordu çünkü feri gitmiş gözlerinde küçücük bir umut titreşiyordu. O umut, benim adımın harflerini taşıyordu.

"Söyle," dedim. "Böyle oldun mu hiç daha önce?"

"Bir basketbolcu değilim," dedi. Kendinden korktuğunu hissettim. "Ben basketbola hastalık derecesinde takıntılı biriyim."

Anlıyordum.

EuroCup, Euroleague'den seviye olarak daha alttaydı. Bildiğim kadarıyla EuroCup birincisi olan takım, Euroleague'de bir sonraki sene oynama hakkı kazanıyordu.

Bursaspor çok iyi bir takım olmasına rağmen Anadolu Efes'le kıyaslanamazdı. Bu transferin gerçekleşmesi, Doruk'a bu yüzden felaket gibi geliyordu. Gerileyeceğini düşünüyordu. Olaya böyle bakıyordu.

Sezon ortasında on senelik hayalini gerçekleştirip sonra da her şeyini vererek oynamıştı ama elinde olmayan sorunlar yüzünden o forma şimdi ondan alınıyordu. O sorunlardan biri, hayatı boyunca kâbusu olan babasıydı hem de.

Kim böyle bir durumda delirmezdi ki?

"Türkiye'de başka bir takımda oynamam sanıyordum," dedi. "En azından... Euroleague takımlarından teklif geleceğini sanmıştım. Barcelona maçında blok yediğim o üçlük var ya... O üçlüğü atsaydım herkes şimdi beni konuşuyor olurdu. 2-0 yerine 1-1 olurdu o seri. Döndürürdük oradan. Babam ortaya çıkmasaydı, diğer maçlara çıkabilseydim, yarı finali görseydik... Finale de çıkardık kesin. Ben o şutu sokabilseydim hiçbir şey böyle olmazdı. Belki de Avrupa şampiyonu olurduk. En azından, beni isteyen başka takımlar da olurdu. Hepsi benim hatam."

Hırsın bir insanı nasıl öldürebileceğini izliyordum.

Duyduklarım yüzünden şaşkına dönmüştüm. "Hayır," dedim şok içinde. "Ne diyorsun? Neler düşünüyorsun sen?"

"Böyle şeyler," dedi. "Yedi yirmi dört."

Elleri boşlukta sallandığının belirtisi gibi iki yanındaydı. Avuçları tavana doğru bakarken ellerinin tersi zemine değiyordu. Tamamen salmıştı kendini ama hâlâ bana bakıyordu.

"On beş sene sonra gülerek bu anı çocuklarımıza anlatacağız." Böyle bir anda gülmeyi başardığım için en az yirmi seans terapi almam gerekecekti. "Diyeceğim ki, babanız bir gün benden ayrılmak istediğini söyledi ama sonra ben ona sizden bahsettim."

"Gerçekten bırakmayacak mısın?" diye sordu.

"Bence bir gerçekle yüzleştik," dedim gülümseyerek. "Ben daha çok seviyormuşum Doruk."

"Hayır," dedi. "Sadece sen sevmeyi daha iyi biliyorsun."

"Sana da öğretirim," dedim. "Eğer izin verirsen. Sen de bunu istersen... Düşündüğünün aksine herkesin seni bırakmayacağını kanıtlayabilirim sana. Biri için vazgeçilmek olmaksa derdin, benim için zaten öylesin."

Durdu, sustu, baktı.

Bu üç eylemi aynı anda yaparken sanki üç ton ağırlığında bir his bulutunun içine almıştı beni. Etrafımda ılık bir rüzgârın çıktığını hissettim. Bakışları tenimi delip ruhuma esti.

"Tek başımayken bile böyle olmuyor," dedi gözleri dudaklarıma düşerken. Orada kurduğum bütün cümlelerin izlerini görüyor gibiydi. "Hayatımda iki kez oldu bu kadarı. Birinin sonunda dizinde ağladım, birinin sonunda dizlerimin üzerinde ama yine senin yanında. Sadece senin yanında."

"Beni öldürüyorsun," dedim kendine geldiğini fark ettiğim için. Yükümü bırakma sırası bendeydi. "Korkutuyorsun, mahvediyorsun. Dünyadaki bütün herkese savaş açmak istememe neden oluyorsun."

"Bebeğim."

"Efendim."

"Çok korkuyorum."

Dudaklarım istemsizce büzülürken yüzüne uzattım elimi. Yanağına dokunan elimin üzerine elini kapattı hemen. "Biliyorum, anladım onu."

"Ne zaman ölsem de kurtulsam diye düşünsem, bunu öylesine düşünmediğimi fark ediyorum. Sence ben..."

Cümlesini yarıda kesti ama zihnim bunu tamamladı.

Sence ben intihar edebilecek biri miyim?

Değildi. Olmadığını ikimiz de biliyorduk. Çok ağır bir çöküşün ortasındaydı ve kafasının içindeki şeytanlar ona aklının kıyısından geçmeyecek düşünceleri fısıldıyordu. Çünkü şeytanlar, yıkımlardan beslenirdi. Kuyruklarının birer yılan gibi kıvrılıp size dolandıkları dönemler, en zayıf anlarınıza denk gelirdi. Onlar hep sizinle yaşarlardı fakat size saldırmak için sizin düşmenizi beklerlerdi.

"Destek alman gerekiyor," diye fısıldadım korkuyla atan kalbimi susturmayı deneyerek. Yanağını sakince okşadım. "Her şey düzelecek. Ve hayır, sen beni bırakamazsın." Güldüm ve konuyu dağıtmaya çalıştım. "Ayrıca benden ayrılamazdın da. Kendini kandırma. Bir gün, en fazla iki gün belki... Doruk, sen bensiz üç gün geçiremezsin. Nereden bulacaksın benim kadar sana katlanabilecek başka birini?"

Avucunu bacağıma yerleştirip yüzüme yaklaştığında elimin üzerinde duran elini boynuma yerleştirerek beni hafifçe kendine çekti. Yüzüm, yüzüne hizalandı. Burunlarımız birbirine değdi. "Kendimi iyileştirdikten sonra devam etmemizi ister misin?" diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Gözleri, yavaşça yüzümün her köşesinde gezindi. Kalbimdeki korku beni terk etti ve onun sesinin tınısına kendimi kaptırdım. "Ne kadar seversen sev, buna katlanmak zorunda değilsin. Yanımda olmak zorunda değilsin ama ben kendime gelmek zorundayım. Gerçekten bitirebilirsin. Er ya da geç ayağa kalkacağım. Kalktığımda yeniden denerim şansımı."

Baş parmağı yavaşça boynumu okşuyordu. Canının yandığını ama canım yanmasın diye bu söylediği şeyi yapabileceğini biliyordum.

"Ne yani, arkadaş mı olacağız?" diye sordum.

"İstersen," diye karşılık verdi.

Başımı hızla ona yaklaştırdım. Dudaklarına yapışacağımı sanarak dudaklarını araladı. Aramızda bir santim bile yokken durduğumda Doruk, dudaklarımızın arasındaki tek nefesi içine kesik kesik çekti. "Sen," diye fısıldadım. "Arkadaş falan olamazsın benimle."

Gözleri kapandı ve geri açıldı. Kendinden geçmiş gibiydi. Bakışları tamamen değişmişti. Duruyordum, buna saygı gösteriyordu ama gözleri ona çarpan nefesim yüzünden geriye kaymak üzereydi.

Boğazımı daha sıkı kavradığının farkında olduğunu sanmıyordum. Büyük avucu, gitmemi söyleyen dudaklarının aksine gitmemem için beni tamamen kafesliyordu. İstesem de geri çekilemezdim.

"Doruk," diye fısıldadığımda dudaklarım, dudaklarına değiyordu. "Deli gibi istediğin kıza arkadaşım diyemezsin sen."

Sert bir nefes bıraktı burnundan. "Böyle şeyler..."

"Söylemeyeyim mi?" Dudaklarımı alayla büzdüğüm için yeniden onun dudaklarına temas etmiş oldum. "Peki."

Boynumdaki elini kullanarak beni üzerine çekti ve dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı.

Belimi sıkıca kavrarken sanki beni öpmesi yapmaması gereken bir şeymiş gibi dişlerini sıkarak hemen geri çekildi. Kısa teması öyle sarsıcıydı ki nefesim çoktan kesilmişti. Devam etseydi, dudaklarım parçalanana kadar beni öperdi. Alnını sertçe alnıma sürterken iradesini geri kazanabilmek için uğraş veriyordu.

"Lütfen artık kabul et şunu," dedim yarıda kalmışlık hissi yüzünden karnım kasılırken. "Ne kadar istersen iste uzak duramıyorsun benden."

"İzin vermiyorsun çünkü." Göğsü şiddetle inip kalkıyordu ve hâlâ beni yeniden öpmemek için direniyordu. "Hiç hak etmediğin bir muameleye razı oluyorsun sırf beni sevdiğin için. Beni sevmen seni acıtmamalı Feza ama olmuyor işte. Batırıyorum bu işi."

"Beni çok kırdın," dedim. "Kalbim o kadar kırık ki. Çekip gitmek çok kolay olurdu. Ben yine zor olanı seçiyorum. Biraz da sen zorla kendini. Batırdığını biliyorsan batırmamaya gayret et. Canımı yaktığının farkındaysan yakma Doruk. Kendini affettirmenin bir yolunu bulman için utanmasam yalvaracağım sana."

"Özür dilerim..."

Çaresizliği yüzünden yine canım yanmıştı ama sert bir sesle "Bu kabul ettiğim son özrün," dedim. "Daha fazlasının elimden geleceğini sanmıyorum."

"Telafi edebilir miyim?"

"Denemiyorsun ki hiç." Gözlerinin içine baktığımda bakışları yeniden dudaklarımdaydı. "Hep diyorum, konu sen olduğunda çok basit bir insanım ben. Fazla basit. Elimde değil, kıyamıyorum sana. Lütfen bunu daha fazla kullanıp durma."

"Allah belamı versin benim. Basit biri falan değilsin sen. Lütfen benim gibi bir herif yüzünden böyle hissetme kendini."

"Senin travmaların yüzünden sana sinirlenememekten çok sıkıldım." İtiraflar pat pat dudaklarımdan dökülürken doğru bir zaman olmadığını biliyordum ama bir kere başladığım için şimdi susamıyordum. "Gururumu hiçe sayıp duruyorum senin için. Bana ayrılacağım diyorsun, git diyorsun. Hadi bunlar neyse de... Doruk, transfer haberini internetten öğrenmek o kadar ağrıma gitti ki. Bunu nasıl aşacağımı bilmiyorum. Zor bir dönemden geçiyorsun ama senin zor dönemlerin hiç bitmiyor. Beni görmeyişin, yok sayışın beni gerçekten çok üzüyor. Geçmişte bir şeyler yaşadın diye ben sürekli seni alttan almak zorunda değilim."

İkimiz de holün ortasında yere çökmüş, karşılıklı olarak oturuyorduk. Onun bir bacağı benim bedenimin yanından ileriye uzanıyordu. Dizlerimi kendime çekip çenemi üzerine yasladım ve bir şeyler söylemesi için ona bakmaya başladım. Gözleri, tenimi okşar gibi yüzümün her noktasında yavaşça dolaşırken sağır edici bir sessizlik girdi aramıza.

"Gerçekten," dedi yavaşça. "Gerçekten bir süreliğine de olsa çıkmam gerek hayatından."

"Anlamıyorsun," dedim sitemle. "Gitmeni değil, bunu düzeltmeni istiyorum. Ben böyleyim deyip çekilmek yerine biraz olsun kendini törpüleyemez misin benim için? İstediğim kökten bir değişim değil. Sadece beni görmeni istiyorum."

"Sana çok değer veriyorum."

"Biliyorum."

"Seni çok seviyorum."

"Bunu da biliyorum."

"Yetmesi gerekir," dedi. "Yetiyordu. Yettiği zamanlarımız olmuştu. Şimdi neden böyle oldu?" İşin içinden çıkamıyormuş gibi sertçe saçlarını karıştırdı. "Neden böyle olduk biz Feza?"

Cevap çok barizdi. "Senin yüzünden."

"Doğru," diyerek kabullendi. "Benim yüzümden." Bana öyle bir bakıyordu ki ona bir daha özür dilememesini söylememiş olsaydım ayaklarıma kapanıp benden af dileyecekmiş gibiydi. "Benimle devam etmek istemediklerini söylediklerinde beynime bir kurşun yemişim gibi hissettim." Geç de olsa her şeyi bana anlatacağı yere gelmiştik. "Toplantıya girdim. Sözleşmeyi uzatmak için bir görüşme yapacağımızı sanmıştım. Nedense beni göndereceklerini hiç düşünmemiştim. Dokuz yaşından beri yavrum... Dokuz yaşından beri aynı formayı terletiyorum. İnsanın aklına başka seçenek gelmiyor. Aklımın ucundan hiçbir takımı geçirmedim ben. Ne bileyim Barcelona'yı, Real Madrid'i bile istemedim içten içe. Efes'in olduğu bir masada hiçbirine bakmazdım dönüp. Kaç para teklif ettiklerinin bir önemi yok, kendi takımımda bedava bile oynardım. Efes'in çocuğu diyorlar bana. Çok garip değil mi? Neyse ki evlatlıktan ilk reddedilişim değil bu. Aksi halde toparlamam daha zor olurdu."

Hafifçe hareket edip salonun kapısının yanındaki duvara yasladım sırtımı. Yeniden dizlerimi kendime çektim ve üzerine başımı yatırarak yüzüne baktım. O da eliyle yerden destek alarak kalçasını kaydırıp hemen karşımdaki duvara verdi sırtını. Bir dizini kendine çekmiş, kolunu da dizinin üzerine atmıştı. "Bu senin toparlanmış halin mi yani?" diye sordum.

"Evet," dedi net bir sesle. "Bursaspor'un koçu var ya, Mazhar Zeyrek... Maçtan sonra konuştuğumuzu görmüş müydün? Tebrik etti beni. Sana formamı verdiğim, MVP olduğum ilk maçtan sonra da hakkımda röportaj vermişti. Daha o zamandan almış beni radarına. Kulağına takımdan ayrılacağım gider gitmez bizzat benimle iletişime geçti. İşler böyle yürümez normalde. Kulüp menajerleri vardır, oyuncu menajerleri vardır... İletişimler farklıdır yani. Diyor ki, takım yapılanmaya gidecek. Hiç kimsenin yeri belli değil. Gel, senin üzerine inşa edelim takımı. Bel kemiğimiz sen ol."

"Ne?" dedim gözlerim şaşkınlıkla açılırken.

"Bana hayranlık duyduğunu söyledi. Çok takdir etti beni. Kendimi bok gibi hissettiğim şu dönemde Mazhar Hoca ilaç gibiydi Feza. Adamın ikna etmek için yapmadığı kalmadı. Hafif de kafadan kontak biri. Biz Bursaspor'u eledikten sonra final serisinin başlayacağı gün baklava göndermiş bana. Başarılar baklavası." Kendi kendine gülmeye başladı. "Maçların birinden sonra bir röportaj vermişti. Dorukhan Falay'ı durdurmayı deneyeceğiz demiş ama öyle bir gülmüş ki, onu durdurmak mümkün değil dermiş gibi. Açıkçası, bana duyduğu güven etkiledi beni. Sorunlu olduğumu henüz bilmiyor diye olabilir tabii..."

"Sana kim nasıl sorunlusun dedi ya? Hangi basketbolcu sezonun ortasında dahil olduğu bir takıma senin kadar katkı vermiş ki? Ben anlamıyorum, daha ne istiyorlar?"

"Daha önce Fırat'a da söylemiştim. Kimse takımında patlamaya meyilli bir bomba tutmak istemez. Shaw ya da Oleg gibi bir süperstar değilsen, kimse senin kahrını çekmez Feza. Barcelona'nın en iyi oyun kurucusunu takıma çekiyorlarmış bir de seneye. Takımda kalmış olsam bile yüzüme bakmazlardı. Dördüncü beşinci opsiyon olurdum en fazla. Boşuna çırpındım. Yine de bir kupa aldım ya, en azından bu var elimde. Dokuz yaşındaki Doruk, gözü açık gitmeyecek."

"Keşke böyle olmasaydı," dedim. "Bir gün gidebileceğini biliyordum ama bu şekilde hayal etmemiştim."

"Her şeyim İstanbul'da," dedi. "Ablam, Onur abi, yeğenlerim, arkadaşlarım, sen, sizinkiler... Bu ev... Burada dört dörtlük günler geçirmedim ama kendi ayaklarımın üzerinde durabildiğimin bir kanıtı gibiydi benim için. Kirasını ödemeye devam edeceğim. Bırakmak istemiyorum."

"Hem geldiğinde de burada zaman geçirmeye devam edersin. Süper Lig'deki bir sürü takım İstanbul'da. Haliyle sık sık yolun düşecek buraya. Ablan var, abin, arkadaşların, biz... İstesen de istemesen de bir ayağın burada olacak hep. Mantıklı bence. Seni zorlamayacaksa ödemeye devam et kirasını."

"Sana bırakacağım."

"Ne?"

Şaşkınlığıma karşılık omuzlarını kaldırıp indirdi. "Eşyaların büyük kısmını götürmeyeceğim. Sadece koleksiyonumu taşırım. Canın sıkılırsa takılırsın. Mutfağı seviyorsun, kullanırsın diye düşündüm. Kafanı dağıtırsın. Ne bileyim, nasıl istersen..."

"Dalga geçiyor gibisin." Gülmeye başladım. Sebebini anlayamadığında sesimi kalınlaştırdım. "Ben uzak mesafe ilişkisi yürütemem. Ayrılalım. Ama evim senin olsun. Her gün gittiğin kursu da ben ödüyorum. Elime para geçince gemi de alırım sana. Ama ayrılalım. Bitirmemiz gerek. Sana zarar veriyorum. Al bu da on külçe altın. Lazım olur, kenarda kalsın."

"On külçe altın değil belki ama doğum günün için hediye almıştım sana. Biraz geç oldu ama... Onu verecektim bugün."

"Ay Doruk, sabır testisin yemin ediyorum." Kıkırdadım. "Mektup da yazıp imza attın mı sonuna? Bu nasıl bir ayrılık planlaması ya? Kafayı yiyeceğim. Ne sebebin mantıklı ne çizdiğin gidişat... Hediyeyi verip kıçıma tekmeyi mi basacaktın?"

"Ne bileyim, anılar biriktirmeye çalışıyordum. Beni unutmandan o kadar çok korkuyorum ki... Ayrılsak bile aklında yer edinebilmek istiyordum işte. Hayatımı seviye atlamaya çalışarak geçirdim ama senin kalbin, ulaşabileceğim en yüksek mertebe Feza. Hayatından çıksam bile beni bir köşede sakla istedim herhalde, çocukça... Ne bileyim. Çok mantıksız değil mi?"

"Aşırı." İkimiz de güldük net tavrıma. Beni delirtmemiş olsaydı cümlelerine eriyeceğimi biliyorduk ama şu an yalnızca alaya vurabiliyordum. Karşımda dünyanın en romantik şiirini bile okusa gülmeye başlayabilirdim. "Ne aldın peki bana?"

"Dijital kamera."

Kahkaha atmaya başladım. "Geri zekâlı..." Başımı geriye doğru yaslayıp gözlerimi sımsıkı kapattım. "Aklına tüküreyim ya gerçekten. O kameranın içinde seninle fotoğrafım olmadıkça kahrolurdum. Senin fotoğrafını çekemeyeceksem kimseninkini çekmek istemezdim. Zaten ayrılmış olsak, hediyeni kabul de etmezdim. Kırıp atardım."

Söylediklerime karşılık yalnızca buruk bir gülümseme oturdu dudaklarına. Gamzeleri kendini belli etti. "Senin iyi bir fotoğrafçı olabileceğini düşünüyorum. Bir de... Bakış açını seviyorum. Her zaman, her şeye... Bu yüzden uygun bir hediye olduğunu düşündüm. Benim dümdüz gördüğüm bir şey, senin gözlerin ona değdiğinde güzelleşir mesela. Anneninki gibi bir aşk yaşamak istiyordun. Bunu sağlayamadığım kesin ama senin de insanlara gururla bu benim diye göstereceğin albümlerin olsun isterim. Bir kamera, epey iş görür gibi bunun için."

Çok güzel düşünmüştü.

Bu çocuğun da hiç ortası yoktu. Ya çok ince düşünüyor ya da hiç düşünmüyordu.

"Teşekkür ederim," dedim. "Çok sevdim."

"Ben de," dedi gözlerime bakarak.

"Sevmeye devam edecek misin?"

Bir saniye bile durup düşünmeden "Ömrüm yettiğince," diye karşılık verdi.

"İnanayım mı?"

"İnan."

"O zaman bir fotoğraf çekilelim şimdi o kameradan." Ayağa kalktığımda o hâlâ oturuyordu. Ona böyle tepeden bakmak tanıştığımız ilk günü hatırlattı bana. "Bütün hayallerimizi birlikte gerçekleştirdikten sonra elimdeki albümü bizim ufaklıklara gösterirken bakın babanız bugün benden ayrılacaktı derim. Eğleniriz."

"Bugün bu imayı ikinci kez yapıyorsun," dedi. "Ve ne zaman babanız desen, heyecandan midem düğümleniyor."

"Eğer kendini toparlayabilirsen çok güzel bir baba olur senden."

Duraksadı ve bir süre yüzüme bakakaldı. Elimi ona doğru uzattım. Elimi yakaladı ve benden destek alarak yerden kalktı. "Teşekkür ederim," dedi yalnızca.

"Hepsi geçecek," dedim. "Geçtiğinde bunu sana hatırlatacağım."

"Geçecek," dedi Doruk, benim için aldığı kamerayla ilk anımızı kaydetmeden hemen önce. "Geçtiğinde seni krallar gibi yaşatıyor olacağım."

🏀🧁🏀

Konuşursam hiç objektif olmayan yorumlar yaparım. Dilimi tutmam lazım.

Tm Dorukhan.

Nasılsınız? Dönüm noktası bölümlerden biriydi. Sinir harbi de denilebilir tabii...

Geleceğe yönelik bir tahmin, bir his?

Bursaspora mı gidiyoruz yani şimdi?

Ne diyeyim... Her şerde vardır belki bir hayır. Belki de yoktur. Ama bazı şeylerin mutlaka yaşanması gerekiyordur. Duyduğunuz bütün ayak sesleri, gelecek bölümleri işaret ediyordur.

Twitterde #DörtÇeyrek etiketinin altında pusuda bekliyor olacağım. Instagramda ve Tiktokta hesabım azraizguner. Paylaşım yaparken etiket atarsanız çok sevinirim, yoksa sizi göremiyorumm.

Görüşmek üzere 🤍

Yorumlar

  1. Mutlu olamıyorum çünkü ilerde bir ayrılık yaşanacak diye hissediyorum. Offfff azra amacın ne bizi kalpten mi götürmek istiyosun bu gidişlee.

    YanıtlaSil
  2. Biliyordum abii o koçun o kdr heyecanlı olöası mutlu olmasından zaten belliydi

    YanıtlaSil
  3. Offf doruk ömür törpüsüsün valla bir tamam iki tamam ama fezanın da sınıra dayandığı bi nokta olacak bu kız da sabır taşı değil sonuçta

    YanıtlaSil
  4. Feza en sonunda yakacak tüm gemileri o zmn hiç bir özür işe yaramayacak işte doruk

    YanıtlaSil
  5. Nefesimi tuta tuta okudum. Çok kırık bir aşk. Düzelin fav çiftimm🥰🥰

    YanıtlaSil
  6. "Ya çok düşünüyordu ya da hiç düşünmüyordu"daha iyi anlatılamazdı bu çocuk,gerizekalı şey ya

    YanıtlaSil
  7. Çok sarsıldı feza. Ufacık bir şeyde çok büyük bir tepki vermesi çok olası. Umarım en az hasarla atlatır. Seni seviyorum yazarcım.🌸

    YanıtlaSil
  8. Ya bir dahaki dönüm noktası da fezadan olursa kalp krizi geçiririm

    YanıtlaSil
  9. lütfen feza bi kez olsun gururlu olup doruka bir şans daha vermesin doruk peşinden koşsun nolur yaa

    YanıtlaSil
  10. Doruk tam bir ömür törpüsü gibisin ya. Azra sen de ağzımıza sıcıyon yani nedir

    YanıtlaSil
  11. Doruk doruk doruk dorukkkk gerçekten delirttin bu bölüm herkesi ayrılalım Feyza ama sana evimi bırakayım gel git düşmüş olabilirsin de niye beynini çıkartıyorsun çoçuk ya yaslan etrafına kendi kendine üzülmene anı çıkartmaya çalışmana mı üzülsem takımın seni yükseltmek için kupa günü bile öne alma çabasına mı sevinsem yoksa fezadan ayrılmayı düşünürkenli salaklığına mı kızsam bilemiyorum belki de Bursaspor bize iyi gelicek demek istiyorum falezler bu duruma ne diyecek aşırı merak ediyorum acaba ablası biliyor muydu transferi yoksa her şeyi mi kendi içinde yaşadı kendine neden bu kadar yüklendi diye üzülürken çok da kızıyor um babasına çoçuktan ne istedi bu kadar

    YanıtlaSil
  12. Bölümün ortasından falan geldim ama çıldıracakyım ya doruk her sen böyle daha iyi hissedersin dediğinde sordun mu lan sordun mu keskin bir bitişten sonra Fezanın ne hissedeceğini sen sadece kendini düşündün çünkü sen öyle daha iyi hissedersin sorsun mu uzak mesafeyi yürüyebilir misin diye dorukha paşam yürütemez bu yüzde bitmeli

    YanıtlaSil
  13. Şimdi feyza doruk ile bursaya gidiyor mu gitmiyor mu ya lütfen gitsin

    YanıtlaSil
  14. Feza bebeğim sende terapiye gitmelisin aşkım

    YanıtlaSil
  15. Doruk... Çocuğum üzüldüğü an beynini kenara koyup hareket ediyor sanırım. Bir yandan anlıyorum on yıldır oynadığım kulüp hayatımı zehir eden babam yüzünden seni takımda istemiyoruz deseler bok gibi hisseserdim. Ama Feda'yı düşünüp ayrılırsam iyi olucam ona iyi gelmiyorum düşüncesini at artık bir kafandan ya bırak bize iyi gelip gelmediğinde biz karar verelim
    (Kalemine sağlık yazar hanım hemencecik okudum yeni bölüme kadar gün sayıcam şimdi)
    15 🧡🏀

    YanıtlaSil
  16. Feza bazen bencil olmanı bende çok istiyorum

    YanıtlaSil
  17. Ayyy gerizekalı yaaa sinirrttt

    YanıtlaSil
  18. bolum adinin hakkini veriyor resmen
    dorukhan iyi misin cocugum
    saclarindan tutar bogarim
    seni
    aaaaaa bune ya alla alla
    feza nie uzaklassin senden boyle seyler yuzunden
    biz daha olmayan adamlara asik oluyoruz o diyo uzak mesafe olmaz kirici yani
    jdhsjsbjsbdhd
    neyse sakinim
    tesekkurler ve iyi gunler🫶🏻
    ~rnkeem

    YanıtlaSil
  19. ben bir okuyucu olarakbni ayrılık bekliyorum ama bu ayrılıktan da geri döndürecek kişinin oruk olmasını isterim. şuanda nedense doruk fezayla bir haftaiyi geçineyim iyi hatırlasın havasında off off havanı skm çocuk

    YanıtlaSil
  20. feza terapi paranı ben vericem hayatım
    doruk ömür törpüsüsün gerçekten

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

39. "Senden Daha Güzel"

57. "Şarampol"