42. "Son Çeyrek"
Bölüm şarkıları:
Uclercagri, Ben Seni Nasıl Kaybettim S*kiyim
Teoman, Kadının Gidişi
Emre Aydın, Unut Gittiğin Bir Yerde
•🏀•
Dorukhan Falay:
Maçın en güzel hareketi.
Maçın en iyi oyuncusu.
Haftanın en iyi smacı.
Basketbol Süper Ligi'nde ekim ayının oyuncusu.
EuroCup'ta haftanın oyuncusu.
Kişisel antrenmanlarımdan kafamı kaldıramadığım bir eylül ayından sonra ekim ayı, benim için fırtına gibi geçti.
Kasım ayı, ondan da iyiydi.
Ve aralık, hepsinden daha iyi bitecekti.
Üzerine koya koya gidiyordum. Yetmiyordu. Hiçbir şey beni tatmin etmiyordu.
Süper Lig'de kasım ayının oyuncusu olma işini eski dostum Shaw Axel'e kaptırdım. Kaptırmamış olsaydım üst üste iki ayın MVP'si ben olmuş olacaktım. Önemli değildi. Kasım geçmişti. Önüme bakıyordum. Aralık ayını kimseye kaptırmak gibi bir niyetim yoktu. Ocak, şubat ve martı da.
Gözüm sezonun en değerli oyuncusu ödülünü almaktaydı.
Henüz Anadolu Efes'le normal sezondaki karşılaşmamızı oynamamıştık fakat Shaw ve diğerleri, ilk kez ayın oyuncusu olarak ilan edildiğimde teker teker beni arayıp tebrik etmişlerdi. Telefonu kapattıktan sonra yeni evimin balkonunda ağlamıştım.
Burada hiç mutlu değildim.
Hiç değildim.
Prime dönemimi yaşıyordum. Her geçen gün oyunumu daha da geliştirerek ilerliyordum. Çıktığım her maçtan sonra gündem oluyordum. Sadece bir ayda EuroCup taraftarlarının tümünü benim kim olduğumla ilgilenecek hale getirmiştim. Herkes, nereden çıktığını anlayamadıkları bu çocuğun lige damga vurması hakkında yorumlarda bulunuyordu. Adımı Anadolu Efes'le duymamış olan basketbolseverlere de Bursaspor'la duyurmuştum.
Mazhar Hoca'nın açık ara gözdesi, favorisiydim. Bunu kimseden saklamak gibi bir niyeti yoktu. Bazen bana çok bağırıyordu, hatta bunun maçın içindeki anlarda da yaşandığı oluyordu ama günün sonunda beni bağrına basıyordu. Her röportajında adımdan övgüyle bahsediyor, beni dünya basınının önüne atmaktan hiç çekinmiyordu.
Geçtiğimiz günlerin birinde Anadolu Efes formamla Shaw Axel'e sarıldığım bir fotoğraf kullanılarak hakkımda haber yapılmıştı. Haberi yapan kişi, yorumculuğuna herkesin çok güvendiği Uraz Dinçsoy ile röportaj yapmıştı ve onun ağzından duyduğu bir cümleyi başlıkta kullanmıştı.
EuroCup'ın Shaw Axel'i: Dorukhan Falay
Uraz, Aras'ın babasıydı.
Shaw Axel'in ise yeri bende bambaşkaydı. Bu benim alınacağım bir şey değildi ama haber girildikten sonra Aras beni arayıp nasıl olduğumu yoklamıştı.
Kibar bir konuşma değildi.
Ne yapıyorsun sikik diye başlayan bir konuşmaydı. Sana ne lan göt diye devam etmişti. Konunun kıyısından köşesinden dolanan Aras, sonunda ağzından baklayı çıkarıp haber başlığı canımı sıktı mı diye sormuştu. Babasının gölgesinde kalmaktan o kadar bunalmıştı ki babası benim adımı Shaw'ın gölgesine sakladığında buna alınıp alınmadığımı kontrol etmek için beni aramıştı.
Açık söylemem gerekirse asla beklemediğim bir şeydi bu.
Ve yine açık söylemem gerekirse, Aras'ı sevmeye başlıyordum. Bunu asla açık söylemezdim, orası ayrı meseleydi.
Benimle iletişimi en çok sürdüren iki takım arkadaşımdan biriydi. Diğeri de Lukas'tı zaten. Eski takım arkadaşım, diye düzelttim içimden. Onları özlüyordum.
Bursaspor'daki ortam Anadolu Efes'teki aile ortamının binde biri bile olamazdı.
Herkesle ilişkim profesyonel düzeyde kalmıştı. Selamı sabahı eksik etmiyorduk ama hepsi bu kadardı. Aslında bu anormal bir durum değildi çünkü günün sonunda hepimiz iş arkadaşları sayılırdık ve bazıları için bu yeterli olabilirdi. Ama benim ilk kez başıma gelen bir durumdu.
Burada gece yarısı bir kavgaya karışsam götümü toplamak için NBA2K oynarkenki fotoğrafımızı Instagram hesabına atacak bir Bekir'im yoktu. Ablamı gördüğünde boynuna atlayıp ona Duruk şöyle yaptı diye çocuk gibi şikayetlerde bulunacak bir Lukas'ım da yoktu. Hocanın gözlerinin üzerimizde olmadığı zamanlarda birbirimize el hareketi çektiğimiz Aras'a da sahip değildim.
Çok yalnızdım.
Kafam uyuşmuyordu. Sohbetler beni sarmıyordu. Ortamlarına girmeyi de denemiştim ama gerçekten benlik değildi. Hatta bir tanesi, az daha faciayla sonlanıyordu.
EuroCup'ta en güçlü rakiplerimizden birini kıyasıya geçen bir maçın ardından kendi taraftarımızın önünde yenmiştik ve sonrasında çocuklar kutlama yapmakta ısrar etmişlerdi. Gittiğimiz alkollü mekân pahalı bir yerdi ama belli ki diğerleri buraya aşinaydı. Herkes oldukça rahattı. Benim de parayla bir derdim olmadığından onlara uyum sağlamam uzun sürmemişti. İşler yolunda gidiyordu. O gün takımla aramızdaki bağlarda ilerleme katedebileceğimi sandığım için kendimi akışa bırakmıştım.
Akış, felaketi getirmişti.
Kadromuz on yedi kişilikti fakat o gün o barda yedi kişiydik. Dört yabancı, üç Türk. Takım arkadaşlarımın ikisi, bar taburelerinde oturup yüksek ihtimalle tanıdıkları olan barmenle sohbet ediyorlardı. Pivot rotasyonumuzun en iyi iki oyuncusu, bir başka köşede bilardo oynuyorlardı. Ben ise geniş kırmızı koltukta, önümdeki volim dolu bardağı çeviriyordum. Aklımdansa Aras piçinin volimi sevdiği geçiyordu.
O kadar sıkılmıştım ki abuk subuk şeyler düşünüyordum. Çünkü solumda en nefret ettiğim takım arkadaşım Tankut vardı ve sağımda da daha çok nefret ettiğim takım arkadaşım Samuel vardı. Samuel şu 7 numaralı olandı. İlk MVP olduğum maçta beni kışkırtmıştı. O zaman rakibimdi ve onun yüzüne karşı I am better diye bağırdığım için o replikle anılmaya başlamıştım. Şimdi aynı takımdaydık. İkimiz de birbirimizi mümkün olsa bir kaşık suda boğardık ve dünyanın en sahte arkadaşlık rolünü yapıyorduk.
Hayır, o Aras gibi değildi.
Öyle insanlarla bir aradaydım ki Aras'ı mumla arıyordum.
Ama herifler yetenekliydi ve beklenmedik bir şekilde sahadayken müthiş bir uyum yakalıyorduk.
O gün birlikte oturduğumuz masaya biri sarışın ve diğeri esmer olmak üzere iki kızın yürüdüğünü gördüğümde kalkmak için hareketlendim fakat benden önce onlar kalktılar ve Samuel'le Tankut'a sanki uzaylı görmüşüm gibi baktım.
"Birader, takımı sırtlamaktan fıtık oldun ne zamandır," dedi Tankut laubali laubali. "Biraz rahatlamaya ihtiyacın var belli ki. Keyfine bak. Takıl kafana göre. Biz şuralardayız."
Samuel gevşekçe kızları selamlayıp elini Tankut'un omzuna attı ve sonra bana sırıttı.
Ben hâlâ ne olduğuna anlam verememişken onlar uzaklaştılar, yerlerini ise kızlar aldı.
Bana kız ayarlamışlardı.
Bana. Kız. Ayarlamışlardı.
Sarışın elini koluma koymadan önce ayağa kalktığımda ikisi de irkildi, hareket eden omuzlarından anlamıştım. Yüzlerine bakmak aklımdan bile geçmemişti. Bunun kaba bir hareket olduğunu fark edince masanın etrafından dolanıp hâlâ koltukta oturan kızların karşısında ayakta dikildim. Gözlerim, önce sarışını ve sonra esmeri buldu. O kadar şok içindelerdi ki ikisi de tek kelime edememişti. Buna fırsat verdiğim de söylenemezdi. Keyiflerini kaçırmıştım.
"Bir yanlış anlaşılma oldu sanırım," dedim dudaklarıma ufak bir tebessüm yerleştirip. Boş boş yüzüme bakmaya devam ettiler. "Türkçe biliyor musunuz?"
"Sen Dorukhan Falay," dedi biri. "Basketball oynuyor sen."
Aklımı kaçıracaktım. Bu kızı nereden bulmuşlardı? Ben nereden böyle bir denklemin içine düşmüştüm? Temel fıkrası mıydı bu, bir kâbusun ortası mıydı?
İngilizce konuşmaya başladım. "Bir yanlış anlaşılma olmuş," diye tekrarladım. "Benim bir kız arkadaşım var."
Sorun olmayacağını söylediler.
Gözlerim kocaman açıldı ve sonra kaşlarım bu düşüncenin midemi bulandırışı yüzünden tiksintiyle çatıldı. "Hayır," dedim. "Öyle değil. Ben birini aramıyorum. Tankut kendi kendine bir halt yemiş sanırım. Ona gidip neler olduğunu sorabilirsiniz çünkü benim haberim yok. Anladınız mı?"
Başlarını salladılar ama esmer olan, emin olup olmadığımı sordu.
Kibarlık buraya kadardı.
Ceketimi alıp hiçbir şey söylemeden arkamı döndüm ve masadan uzaklaşmaya başladım.
Gözlerim mekânda Tankut'u buldu. Dikkat çekici yeşillikte saçlara sahip olan bir kadının ağzının içine düşmek üzereydi. O kadın onu çiğ çiğ yer, muhtemelen donuna kadar alırdı. Umarım böyle yapardı. Yani, ben işimi bitirdikten sonra böyle yapmalıydı.
Gömleğinden kavradığım gibi onu kadının yanından çektim. Hoşnutsuz bir ifadeyle yüzüme döndüğünde omzunu silkerek tutuşumdan kurtuldu. Bana sert gözlerle bakıyordu. Keyfini bölmüştüm ve bundan rahatsız olmuştu. "Sen kafayı mı yedin?" diye sordum çünkü böyle bir şeyin doğrudan onun başının altından çıkacağını anlayacağım kadar tanımıştım onu. Belki de buraya çağırılmamın altında yatan sebep bile onun kafasının içinden geçirdiği aptalca şeylerdi. "Ne yapıyorsun amına koyayım sen? Niye kız ayarlıyorsun bana?"
"Relaks lan," dedi şaşırarak. "Rica ederim!"
"Oğlum, vallahi elimde kalırsın bak." Müzik sesi, tartışmamızı gölgeliyordu fakat takımdakilerin bakışlarının bize döndüğünü gördüm. Umurumda değildi. "Beni neden böyle bir durumun içine sokuyorsun sen? Sizinle oturmaya diye geldim ben. Anladın mı? Bir şeyler içeceğiz dedin bana."
"Hayatını yaşamıyorsun." Elim, yumruk haline geldi. Alkollüydü ve ağzını yayarak konuşuyordu. Gördüğüm en karaktersiz adamlardan biriydi. Onu basketbola hiç yakıştırmıyordum. Bana göre basketbolculuk, yalnızca performansla değil karakterle anlam kazanırdı ama onun gibi birinin bu spor dalına tutunup bir de Bursaspor gibi bir kulüpte kendine yer bulmasını anlayamıyordum. Birlikte oynadığım birinin özel hayatında neler yaptığının beni ilgilendirmemesi gerekirdi. Bu, profesyonel olmayan bir davranıştı fakat istemsizce önyargılarım onların özel hayatlarına göre şekilleniyordu. Tankut'tan da tam da bu yüzden gram hoşlanmıyordum. "Biraz partilesen ölmezsin Dorukhan. Senin de ihtiyaçların var. Ben burada seni düşünüyorum biraderim."
Yumruğumu yüzüne geçirmemek için kendimi çok zor tutuyordum. "Benim bir kız arkadaşım var," dedim üzerine basa basa. "Ve ilişkime ucundan köşesinden zeval getirecek tek bir hareketin daha olursa, yemin ediyorum seni bu takımdan yollamanın bir yolunu bulurum Tankut."
Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Senin manitan mı var lan? Ne zamandan beri?"
"Feza'yı bilmiyor musun?"
"Nereden bileyim ben mal?"
Feza'yı bilmeme ihtimali var mıydı?
Anadolu Efes'in güvenlikleri bile tanırdı Feza'yı. Şimdiki takım arkadaşım, nasıl sevgilimden habersiz olabilirdi?
"Bahsetmedin hiç," dedi. "Magazinden falan biriyse takip etmem ben öyle şeyleri. Tek ilgi alanım kadınlar, biliyorsun. Bir de geçimimi sağlamak için basketbol oynuyorum."
Pezevenk, üç numaralı pozisyonda çok da iyi işler çıkarıyordu.
Onunla tartışmayı bırakıp barı terk etmiştim. Takıma son şans verdiğim gün oydu. Bir daha Tankut'un olduğu ortamda oturup kahve bile içmedim.
Her şeyin bitmesi, tek bir fotoğrafa bakardı. Birisinin rastgele çektiği bir fotoğrafta yanımda iki kızın olduğunu görseler oradan toparlamak çok zor olurdu. Yükselişteki kariyerime ket vurmak gibi bir niyetim yoktu. Ben de kendi başıma basamakları tırmanmaya devam etmiştim. Arkadaş edinmem şart değildi. Yalnız olmak, en iyi bildiğim şeylerdendi.
Yaşımın ya da sahip olduklarımın bir önemi yoktu. Günün sonunda yirmi yaşında biri olarak o evde tek başıma uyuyordum. Başım sıkışsa yanına gidebileceklerim listesindeki herkes İstanbul'da kalmıştı. İstanbul'a da maçlar haricinde pek yolum düşmüyordu. Daha doğrusu, düşemiyordu.
Hayatımda bu kadar yoğun tempoya sahip olduğum başka bir dönem hatırlamıyordum. Boş gün diye bir şeyim kalmamıştı. Takımla antrenmanım olmadığında bireysel antrenman yapıyordum. Bazen bu anlardan kısıp davet edildiğim programlara katılıyordum. Sayıları her geçen gün artıyordu. Medyada tanınır biri haline gelmiştim. Spor muhabirleri, köşe yazarları, sponsor markalar... Hepsini peşime takmıştım.
Geçen ay YouTube'da toplam kaç içeriğimin yayınlandığını bilmiyordum. Son oynadığım ayakkabı reklamında gün yeni aydınlanırken basketbol sahasında ip atladığım bir sahne çekmiştik. Üzerimde bir tişört yoktu ve bu bile beni uzun bir süre gündeme oturtmuştu.
Kendime getirdiğim sınır yüzünden bir süredir olabildiğince uzak duruyordum sosyal medyadan. Beni kötü etkileyebilecek her şeyden uzaklaşıyordum çünkü yeterince kötüydüm.
Duvarlar üzerime üzerime geliyordu.
Adım bağırılıyor, tezahüratlar yapılıyor, Teksas tribünleri herkesi gaza getirip neredeyse her maçtan sonra bana üçlü çektirtiyordu.
Üçlünün ardından soyunma odasına gidiyor ve herkes üzerini değiştirene kadar bekliyordum. En son ben üzerimi değiştiriyor, salondan çıktığım gibi doğrudan evime dönüyordum.
Kameralara gülümsüyor, çekilen içerikler sırasında kahkahalar atıyordum ve sonra arabama binip bir şarkı açıyor, yorulana kadar şehri boş boş turluyordum.
Mutlu değildim.
Bir türlü mutlu olamıyordum.
Rol yapmak konusunda çok başarılıydım. Hiç kimse benim için işlerin iyi gitmediğini söyleyemezdi. Kimsenin ağzına laf veremezdim. Yüzüme taktığım maske, her zamankinden en az on kat daha sağlamdı.
Anadolu Efes'le biten sözleşmemin ardından düşüşümü izlemek için başıma üşüşen akbabalarım vardı. En büyük motivasyonum da onlardı.
Başlarda anlayamazdım. Nefret ettiğinizi söylediğiniz bir insandan gözlerinizi ayıramıyor olmanız, bana bir hastalık gibi gelirdi. Sonradan anlamıştım ki bu zaten anlam aranmaması gereken bir haset şekliydi. Sahip olduklarınızın kıskançlığı yüzünden gözü dönenler, düşeceğiniz anı dört gözle bekliyorlardı.
Bin kez düşsem birini bile kimseye göstermeyecektim.
Zaten istatistiklerim, anlatmasını düşlediğim her şeyi anlatıyordu hakkımda.
20 yaşında bir genç, ligi kasıp kavuruyordu. Durdurulamıyordu. Önlenemiyordu. EuroCup'ta serbest atış yüzdesi en yüksek kişiydim. Yalnızca Türkiye'deki taraftarlara değil, Avrupa'daki taraftarlara da göstermek istediğim bir şey vardı çünkü.
O kadar kusursuz olacaktım ki eleştirecek bir şey bulamayacaklardı.
Sitenin içindeki basketbol sahasında kan dolaşımımı yok etmek pahasına kollarımı kaldırıp arka arkaya kaç kez serbest atış denediğimi bilmeyeceklerdi ama ligdeki yüzdemi bileceklerdi. Tek rakibim kendimdim. Bir gün otuz taneyi arka arkaya isabet ettirirsem antrenmanımın bitmesine izin veriyordum. Diğer gün bu sayıyı kırk yapıyordum. Eğer maçların herhangi birinde serbest atış kaçırırsam kendimi cezalandırıyor ve aralıksız yüz tane şut sokmaya çalışıyordum.
Diğer takım arkadaşlarımdan daha genç olabilirdim ama ortaya koyduğum oyun sayesinde kendi ellerimle kazandığım saygılarına sahiptim.
Dorukhan Falay'a pek çok şey diyorlardı ama bu defa sorunlu diyemiyorlardı. Çünkü bana ihtiyaçları vardı.
Bugün maçım yoktu. İspanya deplasmanından kalma yorgunluğumu atmış sayılmazdım. O maç inanılmaz bir eforla oynamıştım ve o zamandan beri doğru düzgün dinlenme fırsatı bulamamıştım. Bu yüzden çok uzun zaman sonra kendime off-day ilan ettim. En son ne zaman bir bardak çay alıp koltuğumda arkama yaslanarak oturduğumu bile bilmiyordum. Yarın akşam yeni bir sponsorluk görüşmem olacaktı. Fazlasıyla tanınan bir kozmetik markası, erkek parfümü tanıtımı reklamı için üç sporcu arıyordu. Menajerim, kesinlikle kaçırmamam gereken bir teklif olduğu konusunda ısrarcı olduğu için yarın onlarla görüşecektik.
Dümdüz araba sürerken duvarlara asılan afişlerde ya da büyük reklam tabelalarında kendimi görmek garip hissettiriyordu. Bir yanım bugünler için çok beklediğimi söylerken diğer yanım, tüm bu yeni şöhret havasından oldukça rahatsızdı. Alışverişe giderken başıma şapka takıp koyu renk giysiler tercih etme sebebim buydu. Bazen dikkat çekmeyeyim diye ayakkabılarımı bile renksiz giyiyordum.
Bu düşünceleri aklımdan uzaklaştırmayı denedim. Kendime zarar verecek her şeyden uzak durmak konusunda ciddiydim. İnadım yüzünden kendimden bile uzak durduğum oluyordu. Mental sağlığımı tek başıma korumam gerekiyordu ve bunun için yeni yöntemler geliştirmiştim. Mesela arada papatya çayı, melisa çayı, yeşil çay gibi eksantrik şeyler içiyordum.
Bugün o günlerden biri değildi. Demlediğim dümdüz tavşan kanı çayımı içmek için bir kupa çıkarmak niyetiyle üst rafa uzandım. Rafı açtığımda elimi rastgele uzatmıştım. Parmaklarım, bir kartona çarptı. Başımı eğip rafa diktim gözlerimi. Yanlışlıkla Feza'yla tanıştığımız ilk gün bana kahve hazırladığı bardağı tutmuştum. O bardağı o günden beri saklıyordum. Eskimiş ve yıpranmıştı. Rengi solmuştu. Rafın arka köşesinde, diğer yeni bardaklarımın yanında geride kalmıştı. Sanki unutulmuş gibi görünüyordu.
Zihnimin ortasında bir rahatsızlık hissi patlak verdiğinde bunun sebebini düşündüm bir bardak almak yerine. Kaynayan çay suyunun sesi, kafamın içindeki gürültü kadar etkilemiyordu beni.
Bir şeyler eksikti.
Elimi tezgâha uzattım ve mermeri sıktım.
Bugün Feza beni aramamıştı.
Dün de konuşmamıştık. Günaydın ya da iyi geceler mesajı aldığımı hatırlamıyordum.
Şakağımda bir damar, kuvvetle atmaya başladı ve gözlerimin önü bir saniyeliğine karardı.
Onunla en son ne zaman konuştuğumu hatırlayamıyordum.
Yutkunduğumda yüzümü ekşittim. B12 değerlerime baktırmam gerekiyordu. Herhalde bir şeyleri kaçırıyordum. Çünkü en son üç gün önceki EuroCup maçımdan önceki gece konuşmuş olamazdık.
Konuşmamızı kafamda yeniden canlandırmayı denedim.
"Ne yapıyorsun?"
"Otele girdim yeni. Odam tek kişilik. Lukas malı olmadan kalmaya alışamadım hâlâ. Aşırı yorgunum bu arada. Gözlerim kapanıyor güzelim. Direkt uyuyacağım."
"Doruk..."
"Hemen uyuyacağım ki bir an önce yarın olsun ve maçta yirmi sayıdan fazla atabileyim." Aynı anda konuşmuştuk. O sustuğu için kaldığım yerden konuşmaya devam ettim. "Yirmi iki hedefliyorum. Serbest atış zaten kaçırmayacağım. Üç dört tane de üçlük isabet ettirsem... Çok rahat geçerim o barajı."
Lafımı böldü. "Seninle bir şey konuşmam gerek."
"Son zamanlarda yükselen formum hakkında mı?" Gülmüştüm. "Biliyorsun, her sayı senin için."
"Doruk, seninle yüz yüze konuşmam gereken şeyler var."
"Ben İspanya'dayım."
"Biliyorum," dedi sabır çeker gibi bir sesle. "Ama..."
"Dönünce konuşuruz, olur mu?" Esnemiştim. "Odaklanamıyorum. Maç bir geçsin, programıma göre ayarlayalım. Sen mi gelirsin ben mi geleyim?"
Ne konuşmak istediğini bile sormamıştım.
Ertesi gün konuşup ayarlayalım demiş, telefonu kapatmıştı.
Bana ona müsait olduğumda dönmemi söylemişti.
"Siktir," dedim. Kendime hakim olamadım ve elimi yüzüme çarptım. "Siktir, siktir, siktir... Aramadım kızı. Ağzıma sıçacak."
Bunu yaptığıma inanamıyordum.
Üç gün boyunca konuşmamamız kadar normal bir şey yoktu. Arayacağımı söyleyip aramamıştım. Bana bir mesaj bile atmamış olmasının sebebini düşünüyordum bir de.
Gerçekten, tam bir geri zekâlıydım.
Nasıl Feza'yı aramayı unutabilirdim?
Ona ne konuşacağımız hakkında hiçbir şey sormadan nasıl o telefonu kapatmış ve kıçımı dönüp uyuyabilmiştim o gece?
Çünkü ertesi gün karşılaşacağım rakip takımın içinde EuroCup'ta devamlı benimle mukayese edilen yaşıtım bir oyuncu vardı ve tek derdim, ondan daha fazla sayı atarak hangisi daha iyi tartışmalarını sonlandırmaktı.
Tezgâha kupa falan çıkarmadım. Rafı çarparak kapattım ve kaynayan çayın altını kapattım. Masanın üzerindeki telefonuma Feza'yı aramak için uzandım fakat telefonum aynı saniye çalmaya başladı. Bir anlığına onun beni aradığını sandım. Ekranda Aras'ın adını gördüğümdeyse hayal kırıklığına uğradım.
Oldu, bir de kız beni arasaydı!
Üç gündür onun sesini duymadan nasıl yaşadığımı bile bilmiyordum.
Bunun için elimdeki tek mantıklı açıklama komaya girmem olurdu ve siktiğimin komasına falan girmemiştim. Bir akıl tutulmasında olduğum barizdi ama.
"Ne var?" dedim telefonu sinirle kulağıma götürerek. Kaybedecek bir saniyem bile yoktu ama Aras beni bu saatte durduk yere aramazdı. Bu yüzden önemli bir şey olduğunu düşünmüştüm.
Telefonu açtıktan bir saniye sonra telefonu açtığıma pişman olmuştum. Niye açmıştım ki sanki? Feza'dan daha acil ne olabilirdi? Niye böyle sikik sikik davranıyordum? Aras'ın aramasını cevaplamasam ölmezdi. Acilen Feza'ya ulaşmanın bir yolunu bulmam gerekliydi.
Konuşmasına izin vermeden "Kapatıyorum Aras," dedim. "Döneceğim sonra-"
Sözümü kesip "En son ne zaman Feza'yla konuştun?" diye sordu.
Bu, donup kalmama sebep oldu.
"Sana ne bundan?"
Sesim sertti. Başıma korkunç bir ağrı saplanmıştı ve kalbim, olacakları hissetmiş gibi kasılmaya başlamıştı.
"Oğlum, Devin'in peşinde köpek olmaya devam ediyorum biliyorsun. Az önce yanındaydım. Dün ne yaptığını sordum, havaalanındaydım diye kaçırdı ağzından. Dün sabah sorduğumda bana Feza'yla görüşeceğini söylemişti. Ben hiçbir şey anlamadım amına koyayım."
Havaalanı ve Feza'nın neden aynı paragrafta geçtiğini anlayamıyordum.
Feza Bursa'ya gelmek için otobüs kullanırdı.
Ayrıca dün diyordu.
Dün yola çıkmış olsa Feza yüz kez burada olurdu.
Asla anlam veremediğim bir şeyler dönüyordu. "Kapat," dedim. "Haberim yok. Havaalanına başka bir şey yüzünden geçmiştir Devin. Feza'nın orada ne işi olsun?"
"Olsa bilirdin..." dedi düşünceli bir sesle. "Yani Devin bana yalan mı söylüyor? Niye yapsın ki bunu?
"Oğlum, şu an dramlarınla hiç uğraşamayacağım. Ararım ben seni sonra. Kapatmam lazım."
Kapattım ve hemen Feza'yı aradım.
Açmadı.
Normaldi. Ben olsam ben de açmazdım. Büyük hayvanlık yapmıştım. Ama eğer bana bir fırsat verirse kendimi açıklardım.
Neyi açıklayacaktım? Hiçbir mantıklı sebebim yoktu.
Kendimi boğmak istedim. Bir kere daha aradım. Sonra bir kere daha. En kötü ihtimalle böyle arka arkaya ararsam bana bir şey olduğundan korkup açar diye düşünmüştüm. Ya da görmüyorsa, bu kadar cevapsız çağrıdan sonra mutlaka bana dönerdi. Onu tanıyordum, kesin dönerdi. Tam rehberden sırayla diğer Falezleri aramaya başlayacaktım ki zil çaldı.
Güldüm.
Evime kimse çıkıp kafasına göre gelemeyeceğine göre böyle habersiz kapıya dayanabilecek tek bir kişi vardı.
Feza, ağzıma sıçmak için yüz yüze konuşmamızı beklemiş olmalıydı. Bunun için ona minnettardım. Böylece ayaklarına kapanıp özür dilemek için fırsatım olacaktı.
Kapıyı onu görme ümidiyle açtığımda karşımda ne yazık ki onun bana kızdığı için kızaran suratıyla ya da en içine bakmaktan çok keyif aldığım güzel gözleriyle karşılaşmadım.
İri yarı, sakallı, kargocu bir adamdı gelen. Üzerinde turuncu bir kıyafet vardı, elinde de kahverengi bir paket tutuyordu.
"Dorukhan Falay," dedi yüzüme bakmadan paketin üzerindeki ismi okuyarak. Kafasını kaldırdı. Şöyle bir bakıp yeniden başını eğdi ve bu defa bana bir kağıt parçası uzattı. "Şuraya bir imza."
Aklım beş karış havada olduğu için kargocu bir an önce beni yalnız bıraksın diye gösterdiği yere imza attım ve bana uzattığı paketi alıp alıp kapıyı arkamdan kapattım. Ne geldiği umurumda değildi, ta ki onu masaya bırakmak için ilerlerken üzerinde Feza'nın adının yazdığını görene kadar.
O kadar gerildim ki bacaklarım daha fazla tutmayacak gibiydi. Neler olduğunu düşünmek istemiyordum. Neler olduğunu anlamak istemiyordum. Bu anı yaşamayı sürdürmek istemiyordum. Sadece Feza'nın sesini duymak istiyordum.
Önümdeki orta sehpanın üzerine paketi bırakıp koltuğun ucuna oturdum ve telefonumu da paketin yanına bıraktım.
İçinde bir canlı bombanın olduğunu bilseydim muhtemelen şu an daha az stres içinde olurdum. Feza bana ne göndermiş olabilirdi ki? Paketi açtığımda yüzüme doğrudan yumruk atacak bir oyuncak çıkarsa, ona kesinlikle hak verirdim. Sağlam bir dayağı hiç bu kadar hak etmemiştim.
Kahverengi paketi yırtarak açtığımda beni aynı renk bir karton kutu karşıladı. Bu bir hediye değildi. Onun hediyesi, böyle renksiz bir kutunun içinde gelmezdi bana. Kenarı köşesi süslenmiş, bir yerlerine kurdeleler bağlanmış olurdu. Feza rengarenk bir kişilikti. Karton kutularla işi yoktu.
Açmaya cesaret edemediğim kutu önümde öylece duruyordu.
Kutunun kapağını parmaklarım titreyerek açtım ve tam da o an, dünyam başıma yıkıldı.
İçinde kol saatim vardı.
Onu görmek için bahanem olsun diye avucunun içine bıraktığım siyah dijital kol saati, evime kargolanmıştı.
Saati elime aldım ve parmağımla ekrana dokundum. Arka planı birlikte değiştirdiğimiz gün, dün gibi hatırımdaydı. Feza'nın omuzlarımda olduğu bir fotoğraf koymuştuk oraya. Bizim evin oradaki basketbol sahasında, ona hediye ettiğim formam üzerindeyken çekmiştik o fotoğrafı. Arka plan artık o fotoğraf değildi.
Ve ona hediye ettiğim formam da kutunun içindeydi.
Aklımı kaçıracak gibi olurken onu elime aldım. Katlanmış formanın arasından bir kağıt parçası ayaklarımın dibine düştüğünde, "Hayır," dedim hayretle. "Hayır lan. O kadar da değil."
Evime bir veda mektubu göndermiş olamazdı.
Sadece üç gün konuşmamıştık. Bu düzeltilemeyecek kadar büyük bir problem değildi. Yüz yüze konuşurduk ve hallederdik. Her şeyi halledebilirdik. Hiçbir şeyin bitmesi gerekmiyordu.
Tüm bunların bir kamera şakası olduğunu umarak eğilip kağıt parçasını aldım yerden.
Bu gerçekten bir mektuptu.
Zarfa bile koyulmamış, öylece kutunun içine fırlatılmış bir mektup...
Sıktığım yumruğumu alnıma bastırdım. Aynı anda yüz farklı duygu hissediyordum. Kafayı yemek üzereydim. Aklımı çoktan kaybetmiştim. Öfkeliydim, bitkindim, aşıktım ve çok korkuyordum.
Üç gündür ulaşmadığım o kızın bana ne yazmış olabileceğinden deli gibi korkuyordum.
Aras havaalanı demişti.
Feza bir yere mi gitmişti?
Bakışlarım, harflerin üzerinde gezmeye başlarken boğazıma oradan asla ayrılmayacak koca bir yumru oturdu ve okuduğum her bir satırdan sonra gözlerim daha da doldu.
Selam. Aslında ulaşmaya çalıştım ama... Çok fazla çırpınmama rağmen sesim bir türlü gitmedi sana.
Birkaç şey anlatmak istiyordum ve son çareyi mektup yazmakta buldum. Bence de halim içler acısı. Bu sıralar kafanı dinlemek istiyor gibisin fakat son kez konuşup sonra sana istediğin sessizliği sunacağım, buna emin olabilirsin.
Bu konuşmayı yapmayı o kadar çok erteledim ki. Hepsi de senin yüzündendi. O yüzden çok şey birikti. Eğer söyleyeceklerim umurundaysa, şaşkınlıktan dilini yutmaman için baştan uyarmak istedim seni.
Four Quarter adında kendi yaptığım tatlıları sattığım bir işletme sitesi kurdum. Henüz çok basit, çok yüzeysel bir şey ama bir süredir onu geliştirmeye çalışıyorum. Her zaman dört çeyreklerde gelirdin Visal'e. Dikkat etmiş miydin bilmiyorum. Artık benim hakkımda hiçbir şeyin dikkatini çektiğini sanmıyorum. Basketbolun dört çeyrekten oluşan bir oyun olması, senin altyapıdaki forma numaranın dört, şimdiki numaranın ise on beş olması... Kurduğum işletmeye ilk önce seni işledim ama bunu sana bir türlü söyleyemedim bana fırsat vermediğin için.
Birkaç haftadır bana nasılsın diye bile sormadın. Gününü anlattın, dinlememi bekledin ve telefonu kapattın. Yüksek ihtimalle farkında değildin, çünkü bunu farkında olarak yaptıysan bu senin içinde sana dair sevdiğim hiçbir şeyin kalmamış olacağı anlamına gelir ve ben böyle bir şeyle yüzleşmekten çok korkuyorum.
İşletmemin logosunda kararsız kaldığım gün görüntülü aramıştım seni bir hevesle, keşke bana dönseydin. İlk siparişimi aldığımda delirmek üzereydim ve aşkım diye mesaj atmıştım sana, ertesi gün cevap verdin. Biliyor musun meşgul olduğunu bildiğim için hiç kırılmamıştım. Yani, öyle davranmıştım. Kırılmamışım gibi. Ayağına bağ olmayayım diye varlığımı azaltıyordum hatta. İlgi bekleyen şımarık bir kız olamazdım, sen her hafta MVP olurken ve adını herkes manşetlerde anarken bana zaman ayırmanı beklemiyordum. Hırsını ve başarman gerekenleri en iyi bilen kişilerdendim çünkü.
Ama artık on beş sene oyunumuzda yanında beni görmek istediğini düşünmüyorum Dorukhan. Madalyaları, kupaları istiyorsun. NBA'yı belki. Herkesin seni konuşmasını, el üstünde tutulmayı, insanlara en iyisi olduğunu göstermeyi, şöhreti ve şöhretin getirdiklerini, basketbolla ilgili diğer her şeyi. Sen bunlar için yaşıyorsun. Hepsini başaracaksın, bunu biliyorum ve seni her zaman destekleyeceğim, buna söz veriyorum.
Ben de ünlü bir şef olmak istiyorum. Bana aşıladığın cesaret için her zaman minnet duyacağım sana. Kazandığım bir yarışma sonucu İtalya'dan staj daveti aldığımda söylemek istediğim ilk kişi sendin.
İtalya'dan staj daveti aldım.
Ben. İtalya'dan.
Vizeye başvurdum. Bir sürü şeyle uğraştım. Hiçbir şeyden haberin yokken ben neler neler yaptım. Ruhun bile duymadı.
Şaşırıyor musun? Şaşırma.
Çok sık görüşemiyor olmamızı normal karşılıyordum çünkü ikimiz de gerçekten çok yoğunduk ama benim sana ayıracak vaktim hep vardı. Bir şekilde, senin için hep buradaydım.
Gel gör ki geçtiğimiz ay iki hafta boyunca kendi kendime seni test ettim ve o testin sonucunda ilk mesajların neredeyse tümünü benim attığımı fark ettim.
O zaman bitirmem gerekirdi ama beni bilirsin, sana sonsuz bir tolerans gösterebilirdim. Zaten sen de bu yüzden bu kadar rahattın. Nasıl olsa hep vardım.
İşler çığırından çıkıyordu ve senden sakladıklarım... Aslında buna saklamak da denmez ki. Sana söyleyemediklerim diyeyim... İçime yük yapıyordu. Hâlâ her şeyi seninle paylaşmak istiyordum. Ama sana kırgındım. Kırgın olduğumu anlamanı bekliyordum.
Kısa mesajlarım bile sorun olmadı sana. Ben kısa mesaj atmam ki Doruk. Hep çok konuşurdum.
Anlamadın işte. Anlamadın. Senin için bu kadar mı yoktum?
Beni hiç mi özlemiyordun?
Biliyor musun? K&S aracılığıyla davet alduğım bu fırsat için aslında o kadar da acele etmem gerekmiyordu fakat ben bir an önce gitmek istedim. Çünkü kafamın içinde ettiğimiz kavgalarda bile seni aklayamamaya başlamıştım. Defolup gitmemdi doğru olan. Böylece sonunda benden kurtulurdun.
Ama yine dayanamadım ve yüz yüze görüşelim dedim sana. İçimde son bir umut kalmıştı.
Senin ise o kadar umurunda değildi ki... Ciddi bir şey olduğunu bile düşünmedin muhtemelen. Konuyu sormadan uyudun. Sonra bana dönmedin bile. Yüksek ihtimalle bunun da farkında değilsin. Sorun yok. Uykunu aldın ve ertesi günkü maçta 25 sayı attın. Harikaydın, tebrik ederim.
Aklıma ne geldi biliyor musun? Senden duyduğum ve kulağıma küpe yaptığım bir söz. Hayat dersimi veren kişinin yeni hayat dersim olması ne acı.
"Senin bir uzvun saydığın, belki de sadece ayak bağındır. Ondan ayrılmadan bilemezsin."
Bana böyle söylemiştin.
Benim ayak bağım galiba sensin Doruk.
Bir şeylerden vazgeçmem sana göre çok zordu çünkü bunu daha önce hiç denememiştim. Bunlar senin benim hakkımdaki tespitlerindi. Sanırım denemem, bu kez ikimiz için de gerekli olan şey. Her zaman vazgeçilen olduğunu söylediğin kısım yüzünden bunu yapmayı hiç istemiyor olsam da bensiz de yoluna gayet iyi devam edebildiğini görüyorum.
Uzak mesafede yapamayacağını söylediğinde direten bendim. Hata benim. Özür dilerim.
Seni dinlemeliydim.
Beşiktaş maçı için takımla İstanbul'a geldiğinizde beni görebilecek vakit bulamadın. Kabul etmelisin, sorunun mesafeler değil. Artık derdin de ben değilim.
Bir şeyler çoktan bitmişti senin için, sadece noktayı benim koymamı bekliyordun sanırım.
Saatini sana geri veriyorum çünkü bana gelmek için bir bahanen kalsın istemiyorum. Kendi isteğinle gelmeni çok istemiştim. Gelmedin. Olsun. Sen önemsediğin maçların uzatmalara kalmasına izin vermezsin ve ben son zamanlarda ilişkimizde uzatmaları oynadığımızı hissediyorum.
Sadece, nereye kadar gidebileceğimi deniyordum. Tek taraflı bir çaba, bizi buraya kadar getirdi. Nasıl demiştin? Burası ayrılacağımız yer.
Bu sefer ben bitiriyorum.
Bu arada topu bacaklarımın arasından geçirerek dribbling yapmayı da öğrendim. Eğer merak ediyorsan, asla izleyemeyeceğimi sandığım Supernatural'ın final bölümünü de senin uykun olduğunu söyleyerek benimle konuşmadığın gece bitirdim ve çok ağladım, Dorukhan.
İstediğin gibi, seni bir gençlik aşkı olarak hatırlayacağım ama kalbimin ne kadar kırıldığını da unutmayacağım.
Kendine çok iyi bak olur mu? Biliyorsun, aklım kalır. Yani umarım biliyorsundur.
-Feyza
Gözlerimin önünde bulanıklaşan harflere rağmen elimdeki mektubun her bir kelimesini tekrar okudum. Sonra tekrar ve sonra tekrar.
Gözlerimi kapattım.
"Düşündüğünün aksine herkesin seni bırakmayacağını kanıtlayabilirim sana."
Gözlerimi açtım.
"Biri için vazgeçilmek olmaksa derdin, benim için zaten öylesin."
Derin bir nefes almaya çalıştım.
"Bir takım değilim ben. Annen de değilim."
O nefesi vermek için çabaladım.
"Burada her zaman yerin olacak. Yemin ederim."
Onu benden vazgeçecek hale getirmiştim.
İtalya diyordu. Staj daveti almaktan bahsediyordu. Nasıl haberim olmazdı? Dünyadaki en mutlu insan ben olurum eğer duysaydım. Öğrenmem gerekirdi. Bunu bilmem gerekirdi. Yeni işletmesinden heyecandan delirerek bahsedişini dinlemeli, onu uçağına ben bindirmeliydim.
Bu, başarılarını izlemenin en boktan yoluydu.
Her adımımda oradaydı ama o adımlarının tümünü tek başınayken atmıştı.
Gözümden akan lav gibi bir damla yaşın altında acıdan çok gurur vardı.
İtalya'ya gitmişti.
Nedenini, nasılını, bunun gerçekleşmesi için nelerle uğraştığını bilmiyordum ama Feza'yı o küçük kafeden çıkarabilmem için bile bir ton dil dökmem gerekmişti. Şimdi kendi isteğiyle hayalinin peşine takılmış durumdaydı.
Orada tek başına ne yapacaktı?
Bunu bile göze almıştı.
Hiçbir zaman yalnızlığı tatmayan bir kızı o kadar yalnız bırakmıştım ki belki de tek başına olmaya çoktan alışmıştı.
Kendime duyduğum nefret içime daha derin bir yuva kazarken onu kaç kez ararsam arayayım telefonumu açmayacağını biliyordum. Son ciddi kavgamızdan bu yana, beni bırakmamak için ne kadar direndiğini göz önünde bulundurduğumda bir daha asla bunu yaşamayacağımızı sanmıştım.
Benden ayrılacaksa bile gürültülü, bağır çağır ettiğimiz bir kavganın sonunda olur sanırdım bu. Sessizce terk edilmek, hesaplarımın arasında yoktu.
Her şeyi yüz yüze konuşmak, her kavgayı yüz yüze etmek istediğimi ona defalarca kez söylemiştim ve o, ayrılmaya karar verdiğinde bile buna saygı duyup benimle yüz yüze görüşmek istediğini dile getirmişti.
Peki ben ne yapmıştım?
Ne yapmıştım ben?
Titreyen ellerimle Fırat Falez'in numarasını tuşladım. Beklediğim daha fazla yok sayılmaktı ama Fırat saniyeler içinde telefonu açtı.
"Abi, son maçta gol attığımı duyduğun için mi arıyorsun? Görmeliydin, efsaneydi. Yoksa akşamki maçıma mı geleceksin? Bursa'ya çoktan dönmediysen beklerim."
O kadar hevesli konuşuyordu ki sözünü bölüp araya giremedim. Sessizliğim uzarken parçaları birleştirmiştim ama karşıma çıkan resme inanmak istemiyordum. Bu yüzden hiçbir şey söylemedim ve daha mantıklı bir açıklama bulabilme umuduyla yeniden düşünmeye başladım. Sonuç yine aynıydı.
"Doruk abi?" dedi Fırat, sesinde az önceki heyecanından eser kalmamıştı.
"Fırat," dedim yavaşça. Sesim dalgalandı. "Ablan nerede?"
"Ne?"
"Ablan..."
"Dün havaalanına bıraktığın ablam mı?" O kadar sert bir tonda konuşmuştu ki az önce bana abi diyen çocukla uzaktan yakından alakası yoktu. Kimse ikisinin aynı kişi olduğunu iddia edemezdi. "Bizi havaalanında görürse bırakamayacağını söyleyip yalvar yakar hepimizi evde vedalaşmaya ikna eden ablam mı? Babamın, ee Doruk seni götürse ne değişecek, onu bırakabilecek misin sanki dediği ablam mı nerede?"
Onlara yalan söylemişti.
Ne hissettiyse içinde yaşamış, bir saniyesini bile dışarı yansıtmamıştı.
Hâlâ birlikte olduğumuzu sanıyorlardı çünkü Feza ailesinin desteğini üzerimden çekmesini istememişti.
Kendisi gitmişti ama beni yapayalnız bırakmak istememişti.
Kaç gece bana olan kırgınlığından dolayı odasında sessiz hıçkırıklarla ağlamıştı? Onun gözyaşını düşünmek içimi paramparça yaptı.
Feza her şeyi konuşarak hallederdi. Onun hiçbir derdi içinde yaşadığını görmemiştim. Sorunların paylaştıkça azaldığına inanırdı çünkü.
Bana olan tavırları değişmesin diye ailesine benimle yaşadığı problemleri anlatmamıştı. Bana da anlatmamıştı, bana bir mektup yazmıştı. Ayrılık konuşmasında beni sesinden bile mahrum bırakmıştı.
Daha fazla mahvolduğum hiçbir şey yaşamamıştım hayatım boyunca.
Hayatımı düşünecek olursak, beni mahveden birçok an vardı fakat on bir yaşında o köşede ölmeyi dilerken bile kendimi bu kadar kötü hissetmemiştim.
Işıklar sönüyor, hava kararıyor, bir kadın gidiyordu.
Hiç bitmeyecek sandığım bir hikâye, onun tarafından sonlandırılıyordu.
İçinde bulunduğum rüyadan bulut dağıldı ve gerçekler gözlerimin önüne serilmeye başladı. Feza yoktu. Olmayacaktı. Her zaman kalır sanmıştım ama benimle uğraşmaktan bıkmıştı. Elimin altındaki biri değildi o, Feza'ydı. Adının anlamında bile sınırsızlık vardı.
Kendi sınırlarını aşmıştı ama beni o sınırların dışında bırakmıştı.
Benim ona defalarca kez yaptığım gibi.
Bilmediği bir şey vardı. Ayrılmayacaktık. Mümkün değildi. İmkansızdı. Bu gerçekleşmeyecekti.
Ben onun peşine düşecek, gerekirse ayaklarına kapanacak ve af dileyecektim ama böyle bitmemize izin vermeyecektim.
🌍🏀🌍
Ya işte hayat bazen böyledir. Sen Bursa İstanbul arasına ben uzak mesafe yapamam dersin ama sonra yana yakıla İtalya'ya uçak bileti ararsın 💕
Bugün söyleyecek pek bir şeyim yok ama hislerinizi okumak istiyorum. Neler düşünüyorsunuz?
#DörtÇeyrek etiketinin altında yine sizi bekliyor olacağım. Yüksek ihtimalle konuşacak çok şeyimiz vardır.
Sınırlarımızı aşıyoruz. Bu yüzden tatlı bir bölüm olmasa da sanırım sonunda teşekkürler ve tatlı günler diyebileceğim bir bölüm bu.
Sizi seviyorum ve olduğunuzu düşündüğünüz kişiden çok daha fazlası olduğunuzu biliyorum. Bir gün kendi değerimizin ve potansiyelimizin farkına varabilmeyi diliyorum, hepimiz için 🖤
Üçüncü kitapta görüşmek üzere. Buraya bölümleri atmaya devam edeceğim, sadece hızımız biraz düşebilir.
Teşekkürler ve tatlı günler.
Sevgilerimle
-Azra
Bir yerlerde böyle olucağını biliyordum ama okurken çok üzüldüm fezaya inanılmaz haklı şuan doruk gözünü kör eden hırsıyla her şeyi unutmuştu kendine gelmesini sağlar umarım dağılmasını değil falezler bu duruma ne tepki verecek aşırı merak ediyorum bir de . Bu ayrılık kısa bir ayrılık olmayacak sanki uzun sürecek gibi geliyor
YanıtlaSilFezayı alkışlıyorum aferin sonunda bu tek taraflı değer verilen ilişkiyi bitirdiği için. Doruk da malesef hayatındakileri kaybettikten sonra değerini anlayan birisi o yüzden bu ayrılık ona lazımdı ki akıllansın.
YanıtlaSilen başından beri doruk’un geçmişle hesabını kapatamaması, kendini sürekli kanıtlama çabası, hırsı başımıza dert olacaktı. hatta devin de aras gibi etrafındaki kızlara, yeni çevresine odaklanacak o da ileride derken bile biz içten içe aslında o şekilde değil fakat başarı hırsının gözünü bürüyüp yine aras-devin gibi bir ayrılıktan geçeceğini hissediyorduk zaten. çünkü doruk kendisiyle, geçmişiyle asla barışamıyor. son olarak bölümü okumaya başladığımda oku oku oku asla feza’dan konu açılmaması o kadar içimi burktuki. bütün her şeyi aklından geçirdikten sonra en son boşlukta aklına gelen şey feza oldu. maalesef feza dediği her şeyde haklı ve onun bu çabası, tek başına yaşadıkları beni çok üzdü. erkek yine erkek işte. AKLINI BAŞINA AL FALAY
YanıtlaSilEvet bende doruğun düşüncelerini okurken artık ne zaman fezayı hatırlayacak diye okumaya devam ettim ama hayal kırıklığıydı sadece
SilBölümler bir tık kısa gibi okudukça doyamıyorum. Bir de bölüm atma aralığı çok fazla bir düzen mi oluşturulmuş yoksa yazınca direkt atılıyor mu?
YanıtlaSilkafana tüküreyim dorukhan kafanı klozete sokayım dorukhan #falaysürün
YanıtlaSil#fezaqueendorukayaacıma
Silfeza affederse fezanında aklına tüküreyim
YanıtlaSilBunun olacağını zaten hissediyordum ama bu kadar acıtacağını bilmiyordum. Bir yandan Feza ile gurur duyuyorum. Biraz olsun bencil olmayı öğrenmesi ve başarılarıyla. Doruk'dan ilk defa bu kadar nefret ettim. Ama yine de duyguların çok güzel işlendiği bir bölümdü.😭
YanıtlaSilbu arada doruğa böyle bir darbe şarttı gibi geliyor bana fezanın kendisi için çabalamasını görmek isterim şahsen
YanıtlaSilbölüm gerçekten çok iyiyidi aras ve devin sonu gibi göründü bana onların ilişkisi şimdi de doruk asarın devine yaptığı gibi fezanın peşinden koşsun isterim
YanıtlaSilFeza o kadar haklı ki bence Doruk biraz sürünmeli
YanıtlaSil#dorukabeyninikullanmayıöğrenenekadarsürünmeli
SilBölümün başından beri fezayla ilgili konuşmaya ne zmn başlıyacak dedim ama yok gelmedi o kısım . O kıxlar geldiğinde bile kariyeri için kötü olacağını düşündü o kdr ilk günkü doruktan uzaktı ki abii ben kırıldım ya . Aramadığını üç gündür konuşmadığını hatırladığında bile çözeriz ,feza gelidi konuşuruz diyor ya . Gerçekten bazen kaybetmek gerekiyor . Feza nın tüm süreci tek başına yaşaması buna rağmen ona ulaşmaya çabalaması,ağlıyacam galiba ,fezaya sarılmak istiyorum . Ayrıca 4 çeyrek fln o detaylar mükemmeldi azra . İyi ki basılı eseede takip etmek için beklemedim bunu beklseydim bile 3 ü asla bekleyemezdim
YanıtlaSilSadece 3 gün konuşmamıştık ,çözebiliriz diyor ya ,o kdr farkında değil ki
YanıtlaSilBu lazımdı
YanıtlaSilBurda bitemeeez ama ya 😭 feza kesinlikle haklı bu arada doruk sende azcık akıllan ya nolursun yaa 🥹 eee ne zaman gelicek
YanıtlaSil-Yeni bölüm
Silkaç bölümdür hissediliyordu bence bu durum ilk bölümlerdeki hissiyat gitmiş gibiydi ve evet ayrılık gerekliydi bence. doruk psikolojik sorunları olan birisi kesinlikle bunu aşması gerekiyor çünkü feza her şey olurken yanındaydı ama doruk fezanın yükselişini kaçırdı sırf hırsı uğruna. 3 gündür aklına bile gelmemiş kuz ve ona bunu biraz da feza alıştırdı. feza kesinlikle haklı ve dorukun da burnunun sürtmesi gerekiyor. yine de çok güzel bir bölümdü ( ağladım)
YanıtlaSilBende düşündüm aynı şeyi ilk bir kaç paragrafta feza yi bekledim ama maalesef en son akla gelen oldu sevgi çok telafi edilebilir ama çok çaba lazım sevgiyle onarmak lazım
YanıtlaSilDorukun yasadığı çöküşü de anlıyorum ama feza da çok haklı hem de çok feza site açmış feza İtalya da ve bunu en son Doruk öğrendi ve suç feza da değil
3 gündür konuşmuyorsun ve farkında bile değilsin doruk şaka gibi
YanıtlaSilBölümün basindan beri ne zaman konu fezaya gelecek diye bekledim.Anca kahve bardağını goruncr aklina bi sevgilisi olduğu geldi.Sonra yok ne zaman aradım şu bu.Hırs o kadar gözünü kör etti ki oralara kiminle geldiğini unuttun dorukhan falay.Ayrıca feza Askim parti kur oy vereyim.Cok bile dayandın,dayanmışsın.Feza kadar dusuncelisini bok bulursun dorukhan falay.Kiz o kadar cabalamis ki.İtalyaya staj teklifi almış kız dün kafede sıradan çalışan bir kız.Ama sen tam bir mal oldugun ve gozum basketboldan başka bi bok görmediği için bunları da ögrenmedin Şahsen bu bölüm sadece fezaya üzüldüm.Kız resmen kendini paralamış ama işte önemseyene, en son ne zaman konuştuklarını hatırlamayan birine degil.İyi oldu ve fezanın mektubunu dua gülümseyerek okudum çünkü falayın surunecegi her satırına işlenmişti mektubun.Feza elimden geleni ve gelmeyeni denyapti.Sira sende mal kafa doruk.Bakalım basketbolda en iyisi olmak mı senin için daha önemli yoksa fezanin olmak mı hep birlikte göreceğiz.Ayrica Feza hemen affedersen sen de salaksındır diyen birkaç kis gördüm yorumlarda ama bu konuda fezanın onu tamamen silemese de canı çıkana kadar dorukhana çektireceğine eminim.Feza gerçekten 19 yasinda olmasina rağmen her hareketi oyle dusunulmus oyle olgun ki.Dorukhanın kapıda yattıgı bir sahne bile görebiliriz diye düşünüyorum.FALAY ACİLEN AKLINI BASINAL VE FEZA SLAY QUEENN SAKİN ACIMA. Bide aras knk sen çok ayri bi meselesin arasa bi sovuyorum bi de oluyorum yani.Arası bu bölüm ayrı sevdim bayılıyorum sana aras(ama sende iyi bi durum) insallah bölümler çok da yavaş gelmez çünkü sabırsızlıkla bekliyorum yazar hanıım bi sonraki bölümün en hizli şekilde gelmesi dileğiyle:))
YanıtlaSilGERÇEKTEN FEZA PARTİ KUR OY VERELİM
SilDİMİİİ
SilBen baya sürünsün istiyorum doruk araya bir iki sene girsin olgunlassin istiyorum uzaktan uzağa izlesin fezayi basarilarini
YanıtlaSilKesinlikle
SilKESİNLİKLEE BOYLEBİ 2 sene müthiş olur
SilAğlamaktan içim dışıma çıktı, kardeşimin 'sen ne yaşıyorsun be abla' bakışlarına maruz kaldım, yetmedi bir daha okudum bir daha ağladım, o da yetmedi Fırat lâ konuşacağı zaman arama bir de o senin kalbini kırmasın diye sanki duyacak gibi Dorukhan'a bağırdım. An itibariyle duygusal olarak vefat ettim. Teşekkürler ve iyi günler.
YanıtlaSilAynısını bizzat yaşadım kardesimden yediğim bakışa kadar bir an yorumu ben yazdım sandim
SilResmen canım acıyor. Ben ne olursa olsun doruğa çok üzülüyorum. Fezaya aşırı aşırı aşırı üzüldüm resmen kızın acısını ve terk edilmisligini içimde yaşadım ama doruk onun söylediklerini hatırladığı cümlelerde resmen içim sızladı ve bir an için fezaya kızdım. Bir an için. Ama bu kesinlikle çok gerekliydi çok gurur duyuyorum fezayla. Umarım dorukum bu arayı uzatmadan bir an önce gider ve toparlar. Ara uzarsa ve fezanin içi en azından soğumaya yüz tutarsa (sogursa diyemiyorum çünkü sogumaz) dönüş olmaz gibi geliyor. Ama bu tatlış bı kurgu olmalıydı o yüzden ne kadar mahvolmuş olursak olalım yeni bölümü dört gözle bekliyorum. Üç dört bölüm daha biriktirip besinciye baştan baslarim sanırım. Konfor kitabım olarak bu ara listenin başını çekiyor dç ve doruk. Evet doruk yaptigi bu kadar hataya rağmen benim konfor karakterim çünkü ben hala ilk gunlerdeki doruğu görüyorum içinde onun. Yani öyle ki en büyük doruk fanlarindan biriyim bir gün doruga karşı kötü bir şey söylersem o gün dorugun bittiği gündür. Henüz o gün bugün değil (ama yani olmak üzere daha fazla saçmalama dorukcum)
YanıtlaSilDoruk zor zamanlar geçirmiş birisi ve bu hırsını açıklayabilir. Ama Feza yı bu kadar çok ilgisiz bırakmasını açıklayamaz bence. Her zaman derdine ortak olan bi insan -ki o sevgilinse- onu dinlemek en önemli şey olmalı gibime geliyor. Zaten başlangıçtaki Doruk ta böyleydi. Ama sonradan bence olay senin için bütün zaferlerim düşüncesinden tamamen çıktı. Eğer öyle olsaydı eurocup ta her kendini gösterdiğinde aklına fezanın gelmesi gerekirdi.
YanıtlaSilYa bu arada kendi ablamın başarısıymış gibi sevindim Feza için. Tabii doruk gibi bizim için de şaşırtıcı oldu ama detaylarını okuyacağımızı bildiğim için sabırka beklemedeyim. Nolursa olsun ne kadar çok severse sevsin insa ın kendisine öncelik vermesi gerekiyor. Feza da bence hayat yolculuğundqpk değerli bi karar aldı
YanıtlaSilbelliydi böyle olacağı. feza inanılmaz haklı onu o kadar iyi anlıyorum ki
YanıtlaSilikisinin de durup düşünüp kendilerine gelmeleri gerekiyor
Feza o kadar haklı ki doruk onu cookk ihmal etti Fıratta öyle haklilar yeni bölüm gelsi88nnn
YanıtlaSilbir şey dicem ben aşırı rahatladım herkes yeni bölüm diyor ama ben burda bitse okeyim. sonunda feza kendi için bir şeyler yaptı ve doruğa karşı içindekileri söyleyebildi sonunda okurken, ya niye önce onu düşünüyorsun sen de önemlisin, demedim feza için. belki ikisi de büyüse bu ilişki tam onlara uygun olur ama böyleyken ben barışsınlar of çok kötü oldu demeyeceğim açıkcası. biraz doruğun aklı başına gelsin biraz da feza kendine değer vermeyi kendine borç bilsin o zaman belki ilerde çocuklarına şöyle zamanlarımız oldu az kalsın ayrılıyorduk derler. GO FEZA arkandayım<3
YanıtlaSilBirşey farkettim. Bu bölümü Doruk'tan okuduk ve Doruk Feza'yı neredeyse hiç düşünmedi. Oysa Feza, bölümdeki iç sesin neredeyse tamamında Doruk'u düşünürdü. Sanırım Doruk Feza'yı gerçekten unuttu ve bu çok acıtıyor çünkü Feza unutmazdı. Bu yüzden onu haklı buluyorum, Doruk onu hiç düşünmüyorken ayrılmaması daha kötü olurdu
YanıtlaSilFeza dorukun içindeki saklı duyguları ortaya çıkarttı ama doruk duygusuz yaşamaya alıştığı için fezadan uzaklaştığı gibi o eski buzdolabı haline döndü
Sil