57. "Şarampol"
Bölüm şarkıları:
Can Güngör, Yalnız Ölmek
No.1 & Doruk Erester, Koyu Siyah
Anathema, Flying
Hypnogaja, Here Comes The Rain Again
Klergy & Valerie Broussard, Start A War
🚗
Piyon kılığına gizlenmiş şah,
Kural basit,
Öl ya da yaşa.
Tahtayı devir,
Taşları baştan diz.
Ne denersen dene
Oyun bitmeyecek sensiz.
•⚓•
Başlamıştık.
Yeni bir hayata değil, yeni ve mutlu bir hayat kurma yolundaki tek engelimizin kökünü kurutmaya.
Önümdeki bilgisayarda Kaya'nın hazırladığı uygulama açıktı. Yatakta bağdaş kurmuştum. Komodinin üzerinde koca bir kupa kahve duruyordu. Görkem, karakola uğramak için sabah evden çıktığından beri tek başımaydım.
Ekranı kaydırdım ve Piramit görseline sıralanmış fotoğraflara baktım. Kaya, içeri alınan kişilerin fotoğraflarının siyah beyaz görüneceği şekilde burayı ayarlamıştı. Doksan yedi kişi, ekiplere ayrılıp yürüttükleri operasyonlar sonucu yakaladıklarını tek tek buradan işaretliyordu. Ben de hepsini kontrol ediyor, kimler yakalanmış diye bakıyordum. Ekiplerin operasyon sonuçlarını paylaşması ya da birbirlerinden destek istemesi için var olan simgenin üzerine tıkladığımda önümde sohbet ekranı belirdi. Biriken mesajları hızlıca tarayıp ne durumda olduğumuz hakkında gelişmeleri aldım ve yardıma ihtiyacı olan biri var mı diye kontrol ettim.
Her şey tıkırındaydı.
Bugün en alt basamağı silahlandırmakla görevli olan üçüncü basamaktaki bir üyeyi silah kaçakçılığı yaparken suçüstü yakalayacaklardı. Çalıştığımız polislerden biri, Piramit'le bağlantısı olduğunu bilmediği halde daha önce o kişinin peşine düşmüştü. Bu yüzden Görkem, görevin yetkisini ona vermeyi uygun bulmuştu.
Barbaros Ceylan'dan öğrendiğimize göre Piramit'i yavaş yavaş panik havası sarıyordu. Hermes'in gün içinde devamlı gergin olduğunu bildirmişti bize. Görkem Duman geliyor, dediği bir ses kaydı geçmişti dün gece elimize. "Aynı anda bu kadar kaosun çıkması hayra alamet değil. Bu işin arkasındaki tek kişi o olabilir."
Ve Ros, Can'ın tavsiyesi üzerine ona sürekli babasıyla ilgili dönüşler yapıyordu. "Baban ne diyecek buna?" diyordu kayıtta. "Ona söyleyecek misin? Ondan yardım isteyecek misin?"
"Olaylar büyüyor, Altair illa ki anlamıştır neyin ne olduğunu," diyordu Hermes. "Hâlâ gelip bana çatmamasına şaşırıyorum. Bu sıralar, onun gözüne girmek için bir şeyler yapmam gerekiyor. Üyelere son zamanlarda gereken desteği sağlayamıyoruz, herkes isyan etmeye yer arıyor. Birkaç kişinin kafasını sıkıp milleti korkutarak susturacağım."
"Otorite kurmayı deniyorsun ama kız kardeşin önünde büyük bir engel," diyordu Ros. "Şu takıntılı herifin binasını patlattığını düşündüğünden beri ne yapsan önüne taş koyuyor."
Tüm bunlar, Can Günay'ın cümleleriydi. Can, Ros'u kendi kuklası gibi yönlendiriyordu ve Ros da Hermes üzerinde aynı etkiye sahip olmaya başlıyordu.
Hâlâ Hermes'in ona karşı bir şeyler hissedebiliyor olabileceğini bilmiyordu fakat Barış koruması olarak yanında dolaşmaya başladığından beri Ros, Hermes'in tavırlarının değiştiğini fark etmişti.
Görkem'i arayıp "Onu hiç sevmedi," demişti Barış'ı kastederek. "Burada Hermes'e yaklaşıp diğerleri için bir tehdit oluşturduğum gün beni dövmüşlerdi. Hermes, zaten bir koruma bulmamı kendisi istemişti. Niye ondan nefret ettiğini anlamıyorum. Yan yana gelmek istemediğini düşünüyorum."
Hermes'in derdi Barış ya da örgütteki adıyla Uğur Sezgin değildi. Onun derdi yüksek ihtimalle Ros'la baş başa vakit geçirdikleri sürenin sekteye uğruyor olmasıydı.
Barış ve Barbaros, Barış'ın anlattığına göre müthiş bir ikili olmuşlardı. "Herif ayakkabımın bağcığını çalmış," demişti Barış, onunla tanıştıkları gün. "Ayağımdayken Benekli! Niye yaptın diyorum, yapabildiğimi göstermek için diyor. Manyağın teki."
Telefon konuşmamız aklıma geldiğinde kendi kendime gülmeye başladım. Barış'ın görevde olduğunu bilmek kendimi diken üstünde hissetmeme sebep oluyordu ama sesini duyduğum an yeniden nefes aldığımı hissediyordum.
Selma'yla tanışmış, muhabbeti ilerletmeyi de başarmıştı. Yakın zamanda onu avucunun içine alacağı konusunda hiç şüphem yoktu. Bu sayede Piramit'in Altair hariç en tepesinde yer alan herkese karşı elimize koz geçirmiş olacaktık. Hermes için Ros, Vega için Can vardı ve Selma için de Barış...
Altair'e ulaşabilmek için bütün tuşlara aynı anda basacaktık.
Kıyamet kopacaktı, bunu biliyordum. Kalbim, ilk defa bir kıyameti heyecanla bekliyordu. Hayatımın en büyük operasyonunda attığımız her adımdan sonra arkama yaslanıyor, derin bir nefes alıyordum. Kendime ne yaptığımızı, nelerin üstesinden geldiğimizi ve neden sabrettiğimizi devamlı hatırlatmam gerekiyordu. Çok bunaldığım günler geçirmiştik. Hak etmediğim şeyler yaşamıştım.
Hermes'e fırlattığım bıçak yüzünden karnıma bir kurşun yemiştim. Emir Altair'dendi.
Görkem, Hermes'i küçük düşürdüğü için zincire vurulmuş, sırtı yakılmıştı. Bu, Altair'in gözüne girmek için yapılan bir şeydi.
Hermes, babasına kendini kanıtlasın diye bizi birer denek olarak kullanıyordu.
Kurdukları bu iğrenç düzeni yıkmamıza çok az kalmıştı.
Telefonum çalmaya başladığında hava kararmıştı. Silah kaçakçısı kişinin yakalandığına ve hiçbir sorun çıkmadığına dair mesajları okuyordum. Piramit'teki fotoğrafların beşi daha karardı. Gülümsedim ve Görkem'in aramasını cevapladım. "Analizcilerin evine geçtim," dedi lafı dolandırmadan. "Kaya ve Arda'ylayız. Geleceksen gel, otururuz."
"Her şey yolunda mı?"
"Evet. Sadece karımı yanımda istiyorum. O zaman daha da yolunda olur."
Gülümsedim ama aklıma bir şey takılmıştı. "Can nerede?"
"Vega çağırmış. Elini kolunu sallayarak hazırlanmış, sonra Arda'yla birbirlerine girmişler, Kaya müdahale etmiş falan filan. Çıkmış gitmiş."
"Aradın mı?"
"Açacağını sanman komik."
"Geliyorum," dedim ve telefonu yüzüne kapattım. Doğrudan Can'ın numarasını tuşladım. Şansımı denemek zorundaydım yoksa meraktan çatlardım. Kalbim sıkışarak bekledim açmasını. Ona elbette ki gitme demeyecektim ama içimden bir ses, sesini duymam gerektiğini söylüyordu.
Can, birkaç saniye içinde telefonu açtı. "Efendim," dedi. "Bir şey mi oldu?"
"Neredesin?"
"Yolda."
"Vega'ya mı?"
"Çağırmış."
Bu net sohbetimiz sırasında sesinde bir gariplik olduğunu fark ettim. "Akşam dönecek misin?"
"Evet," dedi. "Bize mi geçeceksiniz?"
"Görkem geçmiş bile, ben de şimdi gideceğim."
"Tamamdır," dedi yalnızca.
"Bir sorun mu var?" diye sordum. "İyi gelmiyor sesin."
"En son görüştüğümüzde öpüşmüştük." Bu cümleyi böyle net kurmasını beklemediğim için kıkırdadım. "Niye gülüyorsun?" diye sitem etti. "Komik mi?"
"Hiç komik değil, sinirim bozuluyor." Daha fazla güldüm. "Dikkat et."
"Arda benden nefret ediyor," dedi Can. Moralinin bozuk olma sebebini o an anladım. "Yüksek ihtimalle Kaya da. Belki Görkem de ediyordur. Ben Görkem olsaydım kesin ederdim."
"Ay saçmalama." Gergin değilmişim gibi rahat çıkarttım sesimi. Karşı tarafta Can olduğu için ne derece başarılı olduğum tartışılırdı fakat elimden geleni deniyordum rahatlaması için. "Kim niye senden nefret etsin? Döverim ben hepsini."
"Az daha Arda beni dövecekti."
Daha önce Görkem'den yumruk yediği aklıma gelince "Takılma, alışkınsın," dedim gülerek.
"Beni taşak geçmeye mi aradın Asya?"
Kahkahalarım şiddetlendi. Can sınırı geçilmediği sürece bu şekilde tepki vermezdi. Onu sinirlendirmek hoşuma gitmişti. "Merak ettim sadece. Görkem telefonunu açmayacağını söyledi. Açmamış olsaydın fena bozuşurduk."
Gülümsediğini hissettim. "Sen istisnamsın diyelim."
"En çok beni sevdiğin için, değil mi?"
"Evet Yağmur," dedi birden. "O yüzden."
Bana ilk kez böyle hitap ediyordu.
Duygulandığım için az daha gözlerim dolacaktı. Kasıtlı olarak yapmış gibi değildi, ansızın içinden bana Yağmur demek gelmişti sanki.
"Dikkatli ol, tamam mı?" dedim tebessümüm hâlâ yüzümdeyken. "Kimsenin ne dediği önemli değil. Arda'ya takılma. Senin için endişeleniyor sadece. Döndüğün gibi düzelirsiniz. Ben düzeltirim sizin aranızı."
"Geç gelebilirim," dedi. "Beni bekleme, uyu sen."
"Seni görmeden uyumayacağım," dedim. "Eve geçiyorum şimdi. Görüşürüz."
"İyi bakalım." Sırıttı. "Görüşürüz."
Üzerimi değiştirip Analizcilerin yanına geçmem toplam on beş dakikamı bile almadı. Görkem kapıyı açıp içeri girmemi bekledi. Ayakkabılarımı çıkarıp doğrulduğum an beni belimden kavradı ve dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı. "Hoş geldin," dedi. "Çok ihtiyacım vardı sana."
"Niye? Ne oldu?"
"Ev çok gergin. Sanırım bizim kediler bunu hissediyorlar. Hiç işim yok gibi Tesla'yla uğraşıyorum geldiğimden beri. O kadar huzursuz ki."
"Mila?" diye sordum salona doğru birlikte yürüdüğümüz sırada.
"Saklanmış bir yerlere," dedi. Elini saçlarının arasından geçirdi. Sabah karakola giderken üzerine giydiği açık mavi gömlekleydi hâlâ. Konumuz bu değildi ama yorgun olmasına rağmen çok iyi görünüyordu. "Sesi Kaya'nın odasından geldi ama bakınca göremedim. Nereye girdiyse artık..."
Salona girdiğimizde gözüme ilk çarpan kafayı yemiş gibi oraya buraya giden Tesla'ydı. Yürüyor, duruyor ve sonra koltuğa zıplayıp geri iniyordu. Canı sıkılıyor gibiydi. Beni fark ettiğinde yüzüme baktı, sonra aradığı kişi ben değilmişim gibi miyavladı. En sonunda koltuğun altına girip yalnızca başını dışarı çıkarttı. Arda'ya kin dolu bakışlar attığını kafamdan uyduruyor olamazdım. Yüksek ihtimalle yaşanan kavgaya o da şahit olmuştu ve tuttuğu taraf Can'ınki gibi duruyordu.
Kaya da gözleriyle onun hareketlerini takip ediyordu. İki dakika önce zile basmıştım ama geldiğimi fark ettiğinden emin değildim.
Arda üçlü koltuğun köşesinde otururken tüylerini kabartan Tesla'dan pek bir farkı yoktu. Göz göze geldiğimiz an "Bir eksiğimiz var," dedi bastıramadığı öfkesiyle. "Bizimki randevuya çıktı yine."
"Sus artık," dedi Kaya da aynı gerginlikle. "Ağzına sıçtın zaten çocuğun."
"Delireyim istiyorsunuz," dedi Arda. Görkem, bana hiç bulaşma der gibi bir bakış attı. Sessizce berjerlerden sağ tarafta kalana oturdum. O da soluma oturup sessizce Arda'nın söylenmelerini dinledi. "Delirip çıkacağım zaten, çok az kaldı. Siz tepki vermedikçe daha çok bağırmak istiyorum. Bunun ne denli tehlikeli olduğunu görmüyorsanız körsünüz demektir ya!"
"Defalarca kez konuştuk, başa sarıp durma," dedi Görkem, sakin bir şekilde. "Can'ı tutmak, mantıklı bir hamle değil oğlum. Anla artık bunu. Onu ne kadar kısıtlamaya çalışırsan o kadar kayar gider elinden. Ben buna müsamaha gösteriyorum diye ikisinin görüşmelerini onaylıyor değilim ama kabul etmek gerekiyor ki herif her seferinde ağzımızı açık bırakacak başka bir şeyle geliyor yanımıza. Can gözünü bu kadar karartmış olmasaydı biz bu örgütle ilgili bir bok bilmiyor olurduk. Yöntemleri sorgulanmaya çok müsait, bunun farkındayım ama bu dosyaların tamamı en iyi şekilde sonuçlansın diye elinden geleni yapıyor."
"Sonuçlar senin kadar sikimde değil galiba." Arda'nın öfkesi, yine diğer her duygusunun önüne geçmişti. "Tüm bunlar ne şekilde sonlanırsa sonlansın, elimizde bitik bir Can olacak. Bunun farkında mısınız siz?"
"Bitik insanları hayata döndürme konusunda sizin ekibe güvenim tam ya..." dedim alaycı olmaya çalışarak.
Bana pis pis baktı. "Komik değil Asya. Onunla aynı odayı paylaşan benim. Geceleri uyuyamıyor, uyusa bile sıçrayarak uyanıyor. Her saniye diken üzerinde. Ara ara nefesi kesiliyor. Hiçbir şeyle baş edemiyor. Yaptığı rollere kanmayın, Can kötü durumda. Sadece kimseye söylemiyor. Konuşmayı denediğimde duvar kesiliyor. Sustuğumda kendi kafasının içinde kayboluyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bilmiyorum lan! Ödüm kopuyor bir şey olacak diye. İşler çirkinleşiyor. Sona gidiyoruz. Kendini toplaması gerekiyor. Vega ile görüşmesi yalnızca daha fazla dağılmasına sebep olacak."
"Sen de onun dağılmasına sebep oluyorsun." Kaya'nın acımasız cümlesi, biz yokken çıkan tartışmanın bana hafifletilerek anlatıldığını anlamamı sağladı. Ciddi şekilde birbirlerine girmiş olmalılardı. "Birine ne kadar yakın olursan ol, her ağzına geleni söylememelisin Arda."
"Ne bok yersen ye dedim, bunu aşamayacak biri değil."
"Ben artık karışmıyorum çünkü bir katile kalbini kaptıran arkadaşımda mantık aramak çok mantıksız dedin. Uyurken nefesin kesilirse dönüp de su bile vermeyeceğim sana, git Vega'n olsun dertlerine teselli de dedin."
İkisi arasında geçen kavganın resmini hayal etmeye başlamıştım. Yerdeki halı normalde olduğu konumdan bir iki santim kadar sola kaymış durumdaydı. Bu da bana bir itişmenin yaşanıp yaşanmadığını düşündürdü.
Görkem derin bir nefes aldıktan sonra yine sakince konuştu. "Can ne dedi bunlara karşılık olarak?"
"Durdu, durdu, durdu," dedi Kaya. "Sonra adının Vega değil Milat olduğunu söyledi."
Görkem sırıtmaya başladı. "Sen onun ağzına sıçmak için bağırıp çağırmışsın ama o sana aynısını yapmak için dört kelime kullanmış."
Arda, kaşlarını çatarak Görkem'e döndü. "Bunlar size hâlâ şaka gibi mi geliyor?"
"Ne yapayım istiyorsun?" diye sordu Görkem. "Elini kolunu bağlayıp çatı katına mı kilitleyeyim adamı? Ona güveniyorum, Arda. Öyle bakma suratıma. Evet, o görüntülerden sonra bile güveniyorum. Vega'yı öptüyse öptü. Ne yapayım yani? Can lan bu. Can Günay. Bu herif ileride öyle yerlere gelecek ki senin benim esamemiz okunmayacak belki de yanında. Birbirimizi tamamlıyoruz, bu doğru ama Can'ın tek başına dev bir ordu olduğunu unutmamak da lazım. Hepimizi ayakta uyutur o. Karşısında olmak yerine yanında olmayı seçmeyi öğrenmek zorundasın. Onu kışkırtıp duruyorsun."
"Onun kötülüğünü istiyormuşum gibi konuşuyorsun," dedi Arda, elini sertçe kıvırcık saçlarının arasından geçirirken. "Ben burada yirmi dört saat söyleneyim Görkem, yirmi beş kere ölürüm Can için. Can Günay dediğin adamı benden iyi tanıyan biri daha var mıdır bilmiyorum. Siz dahil. Sinirlendiğim zaman kırıcı biri olabildiğimi hepiniz biliyorsunuz. Döndüğünde gönlünü alırım, barışmamız iki dakika bile sürmez. Ama olay bu değil. Aynı döngü tekrarlanıp dururken siz tepki vermedikçe her şey üzerime kalıyor. Can da yalnızlığıyla baş başa kalıp daha fazla içine gömülüyor. Bağırmak pahasına bile olsa, Allah aşkına konuşun şu çocukla. Gerçekten onun için endişeleniyorum."
"Konuşmadığımızı nereden çıkardın?" diye sordum. Gözlerini bana çevirdiğinde bunu söylememi beklemiyor gibiydi. "Ben her konuda konuşuyorum onunla."
"Ne?"
"Nesine şaşırıyorsun?" dedim hayretle. "Başımızda bin tane dert varken o bir de yalnızlığıyla uğraşıyor. Size hiçbir şey anlatabildiği yok çünkü dinlemiyorsunuz. Sadece ona kızıyorsunuz."
"Vega için çektiği aşk acısına sokayım onun," dedi Arda. "Başka işim gücüm yok, bunu mu dinleyeceğim?"
"Şu öfkeni bastır da ona ne kadar haksızlık yapıyor olduğunu gör artık," derken buldum kendimi. "Tırnağının kırılmasını kafasına takıyorsa onu bile oturup dinlemen gerekir. Omzunda ağladığın birinin derdine gözünü kapatamazsın. O bu evde hepimizin psikoloğu gibi geziyordu. Yalnız bırakılmayı asla hak etmiyor."
"Ya kızım, ben onu yalnız bırakır mıyım Allah aşkına?" diye sordu Arda, sesini yükselterek. "Döndüğünde barışırız. Uzatıp durmayın siz de. İki bağırdım diye bir falakaya yatırmadığınız kaldı."
"Birbirinizi kırmayın istiyorum," dedim. Telefonum çalmaya başlamasaydı bir şeyler daha diyecektim fakat arayanın Barış olduğunu gördüğümde bir saniye bile beklemeden cevapladım.
"Asya!"
Tüylerim anında diken diken olurken yerimden doğruldum. "Ne oldu?"
Hayra alamet olmadığı kesindi.
Aynı anda kafamdan binlerce kıyamet senaryosu geçerken Analizciler paniğimle birlikte refleks olarak bana yaklaşıp neler olduğunu anlamaya çalışmışlardı.
"Can yanında mı?"
"Hayır."
Düşündüğüm hiçbir senaryo, duyduğumun korkunçluğunun yanından geçmezdi.
"Altair," dedi. "Babaları biliyor. Can'ı biliyor."
"Ne?"
"Selma, Vega ve Can'ın arasındaki ilişkiden bahsetmiş Altair'e. Bu manyak kadının hırstan gözü dönmüş gözü! Bir şeyler olacak Asya. İçimde çok kötü bir his var. Çok kötü..."
"Ne biliyorsun?" diye sordum elimle diğerlerinin sorularını durdururken. Kimse konuşmamalıydı. Odaklanamıyordum.
"Selma, Altair'in Can'ı yaşatmayacağını söyledi. Can'a çok acil ulaşabilir misin? Ne planladıklarını bilmiyorum. Sordum ama öğrenemedim. Selma da bilmiyor. Sadece Altair'in bu durumdan hiç hoşlanmadığını söyledi gülerek. Ortalığı karıştırdığı için zevkten dört köşeydi."
"Can'ı arayın!" diye bağırdım. Kalbim kasıldığında elim göğsüme gitti. İğrenç bir his, boğazıma doğru hızla tırmanıyordu.
"Ne oldu?" diye sordu Görkem panikle.
"Ne diyor?" diye sordu Arda aynı anda.
Kaya telefonunu çıkarmış, Can'a ulaşmayı deniyordu.
"Altair'i hiç görmedim," dedi Barış. "Kimdir nedir bilmiyorum. Sadece adından bahsedildiğini duydum. Pek ortalıkta görünmezmiş. Onun sahaya inmesi için, gerçekten sinirlenmesi gerekirmiş ve bunun da sonuçları hiç kimse için iyi olmazmış. Selma'nın Can'la ne gibi bir derdi olabilir fikrim yok ama havada bok kokusu var."
"Kapat," dedim. "Başka bir şey duyarsan hemen haberim olsun. Biz şimdi Can'a ulaşırız."
Bir umut başımı Kaya'ya çevirdim.
"Açmıyor," dedi Kaya.
"Beni habersiz bırakma," dedi Barış. "Bir şey öğrenebilirsem söylerim. Görüşürüz. Allah'a emanet."
"Ne demek açmıyor?" diye bağırdı Arda. "Ne olmuş?" diye dönüp bana da bağırdı.
Kulaklarım uğuldarken onlara öğrendiklerimi anlattım fakat kendi sesimi boğuk boğuk duyuyordum. Gözlerim ihtimaller yüzünden dolmuş durumdaydı. Panikle Görkem'in kolunu kavramıştım. "Bir şey oldu," dediğimde kaynar sular başımdan dökülüyor gibiydi. Gözlerimin önü karardı. "Kesin bir şey oldu. Allah kahretsin. Allah kahretsin!"
"Konumunu tespit edebilir misin?" diye sordu Görkem, Kaya'ya dönüp.
Kaya ayağa fırladı ve koşarak bilgisayarını almaya gitti. "Saçmalama," dedi Arda. Elini dizime ne ara koyduğunu bilmiyordum. "Titriyorsun, sakin ol. Hiçbir şey olmamıştır. Hemen en kötüyü düşünme öyle. Barış yanlış anlamıştır belki."
Telkinleri işe yaramıyordu çünkü o da ağzından çıkanlara inanmıyordu. Arda, yalnızca kendini kandırmaya çalışıyordu.
"Onunla az önce konuştum," dedim. "Buraya gelirken konuştum daha. İyiydi. Telefonunu öylece kapatmış olamaz. Bir daha arayalım. Ben arayayım." Parmaklarım titrediği için zar zor rehberimde adını bulabildim. Sonuç değişmemişti. "Açmıyor."
Vega'nın yanında diye telefonuna bakmıyor olabilir miydi? Öyle olmasını umdum.
Kaya elinde bilgisayarıyla döndüğünde "Yola çıkalım," dedi. "Yoldayken bulurum."
"Çok mantıklı," dedi Arda. "Kalkın."
Bir saniye bile tereddüt etmeden aynı anda ayaklandık. "Vega ayağına çağırdı," dedi Görkem, hızlı adımlarla en önden yürüyerek. "Altair, ikisini öğrendiğinde Vega'nın bu işi bitirmekten başka şansı kalmadı. Günün sonunda Hermes de Vega da babalarının emir kulu. Onu bir şekilde Altair'e çekmiş olmalı."
"Asla yapmaz," dedim. "Yanlış düşünüyorsun."
"Kesinlikle yapar," dedi Arda ayakkabılarını hızla ayağına geçirirken. "O kadına güvenmek saçmalıktan başka bir şey değildi. Size hep söyledim!"
Kafayı yemiş olmalılardı.
Vega, Can'a zarar verecek bir şey yapmış olamazdı.
Babasını bitirmek için Can'la işbirliği yapan Vega, Can'ın kılına zarar gelmesine asla izin vermezdi.
Tartışacak bir zamanda olmadığımız için konuşmayı sürdürmedim. Birlikte arabaya doğru koştuk. Kaya yer tespiti için uğraşırken Görkem hız sınırlarına meydan okuyarak arabayı ana caddeye indirmişti. Ne yöne gitmemiz gerektiğini Kaya'nın direktifiyle öğrendik ve Görkem direksiyonu sola kırıp yol ayrımından saptı. Araç o kadar hızlıydı ki camdan dışarıya bakarsam midem bulanırdı. Bu yüzden yalnızca önümdeki araba koltuğuna bakıyordum.
Arda ve ben arkadaydık. Kaya yolcu koltuğundaydı ve elleri klavyesinin üzerindeydi. "Sekiz dakika önce telefonunun bağlandığı baz istasyonunu bulabildim. Yaklaşık beş kilometrelik bir çapı taramamız gerekecek. Umarım başını bir belaya sokmamıştır. Umarım sadece şu kadınla sohbet ediyordur."
Arabada çıt çıkmadı.
Elim, boynuma gittiğinde Can'ın birkaç hafta önce düğünümde taktığı kolyeye çarptı parmaklarım. Çapayı avucumun içine alıp sıktım ve gözlerimi kapattım. Yol bitene kadar kaç dua ettiğimi saymamıştım.
Görkem konuşmuyordu, Arda susmuyordu. Kaya'ysa her saniye ekrana sanki orada birden Can'ın görüntüsü belirebilecekmiş gibi daha çok yaklaşıyordu.
Benim korkudan ellerim titriyordu.
Ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırıp derin bir nefes almayı denedim. Can'ı görmeden o nefesi alamayacak gibiydim. Kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki gözlerimin önü karardığında uğultuyu kulaklarımda duydum. Bayılacağımı hissediyordum. Çok fazla panik olmuştum.
Sebep barizdi. Barış, içinde kötü bir his olduğunu söylüyorsa mutlaka başımıza bir şey gelirdi. Şu dünyada hiç kimseye güvenmesem bile Barış'ın hislerine güvenirdim.
"Sakin olun." Görkem'in sesi soğuktu fakat arabayı öyle bir kullanıyordu ki onun da hiç sakin olmadığı gayet belli oluyordu. "Neyle karşılaşacağımızı, neye gittiğimizi bilmiyoruz. Bir çatışmanın ortasında kalırsak hepinizin yüzde yüzüne ihtiyacımız olacak. Kimse dağılmıyor, duydunuz mu? Kaya, silah sesi duyarsak bir saniye beklemeden destek talep edecek kişi sensin. Arda, böyle bir durumla karşılaşırsak yapacağın tek şey Can'ı aramak olacak. Biz Yağmur'la kimsenin önüne çıkmadığından emin olacağız."
"Öyle bir şey değil bu." Elimi sıkıntıyla göğsümün üstüne bastırdım. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. "Bir çatışma görmeyeceğimize eminim. Bunun altında başka bir şey var."
"Hiçbir şey yoktur belki," dedi Arda, çocuksu bir umutla. "Belki onları Vega'yla öpüşürken falan yakalarız. Yapmadıkları şey değil."
"Altair'in harekete geçeceğini düşünüyorum ama belki de biz ondan daha hızlıyızdır," dedi Kaya. "Sonuçta, Barış öğrenir öğrenmez hemen bizi aradı. Altair'in planı her neyse onu hemen uygulayacağını nereden biliyoruz? Belki Can'ı koruyabiliriz."
"Tabii ki." Görkem'in direksiyonu kavrayan parmakları bembeyaz kesilmişti ve yüzündeki donuk soğukluğa rağmen göğsünün kalkıp iniş hızından iyi olmadığını anlayabiliyordum. "Tabii ki Can'ı koruyacağız. Yağmur, bir kez daha ara."
"Aktif sinyal yok," dedi Kaya ben telefonuma uzanmışken. "Sinyalin son alındığı çevreye gidiyoruz şu an. Anlık tespit yapamıyorum."
"Bunu bize şimdi mi söylüyorsun amına koyayım?" Arda öyle bir bağırdı ki irkildim. Kaya, omzunun üzerinden ona doğru döndü ve yalnızca baktı. O bakışın altında yatanı onu çok iyi tanıyan biri anında anlardı. "Sikeyim!" dedi Arda. "Korkuyorsun. Panik yapmayalım diye söylemedin. Sence panik yapmamış gibi mi görünüyoruz? Planlarınızı sikeyim sizin! Birbirimizden bir şey saklayabileceğimiz bir zamanda mıyız? Görkem, bas amına koyayım. Karış karış koca bir arazi gezmemiz gerekse de buluruz biz onu. Saçma sapan şeyler düşünüp gerilmeyin!"
Hepimizi daha çok gerdiğinin farkında olduğunu sanmıyordum. Ona adını sorsam cevap verebileceğinden de emin değildim. Kaya'nın çaresiz bakışı onun da aklından benimki kadar çok felaket senaryosu geçtiğinin bir işaretiydi. Hayatımda hiç buna benzer bir araba yolculuğu yapmamıştım. Ölüp gidecek gibiydim. Dört tekerin attığı her bir turda dördümüzün daha fazla yok olduğunu hissediyordum.
Yol bitmiyordu ve ben soğuk soğuk terliyordum.
"Kandırılmış mı?" diye sordu Görkem, bir saniye duraksayarak. "Yoksa oraya kendisi mi gitmiş? Kavganızı anlatın. Nasıl çıktı evden? Vedalaştı mı sizinle? Susup garip garip baktı mı yüzünüze? Bilerek gitmiş olma ihtimali ne?"
Can'ın her şeyi yapabilme potansiyeli olduğunu bildiğimiz için bu fikirlerin hiçbirine deli saçması olarak bakamadık. Bir süre sessizlik oldu arabanın içinde. Ardından ilk konuşan ben oldum. "Anlardım," dedim. "Diyorum ya, telefonda konuştuk. Mutlaka bir şeyler söylerdi. Görüşürüz dedi en son. Ne bileyim, teşekkürler ve iyi günler falan demez miydi veda edecek olsa?" Kendimi sağlıklı düşünmeye her zorladığımda başıma daha şiddetli bir ağrı giriyordu. "Size etmemiş olsa bile bana veda ederdi. Altair'in ayağına kendi isteğiyle gidecek kadar kafayı yememiştir henüz."
"Garip garip baktı ama," dedi Arda. Elini serçe alnına vurdu. Arabanın içine zor sığıyor gibiydi. "Biz biraz itiştik onunla. Yani ben... Siktir git dedim. Göğsünden ittim onu. Durdu biraz. Başını salladı. Döndü arkasını. Bir kere daha baktı. Hayır ya... Abi, hayır ya. Bu kadarını o bile yapmaz. Öyle şey olmaz."
"Hayır," diye tasdikledi Kaya. "Beklemediği fiziksel temas yüzünden alınmıştı sadece. Görkem'in ona vurduğu gün olduğu gibiydi yüzü. Başka bir şey yoktu. Hadi siz itiştiniz, bana sarılırdı lan. Sarılmaz mıydı?"
"Gitmeden önce Tesla'yı sevdi mi?" diye sordu Görkem, donuk bir sesle. Programlanmış bir makineyi en çok andırdığı an belki de buydu. Tamamen konsantre şekilde son sürat arabayı Kaya'nın yönlendirmesine göre sürüyor, gözlerini bir saniye olsun bize çevirmiyordu ve ses tınısına sanki kilit vurulmuştu. Hep aynı tonda konuşuyordu. "Ayrılmadan önceki son beş dakikayı düşünün mesela. Kedilere karşı ekstra bir hareketi oldu mu?"
"Hayır," dedi Kaya ve Arda aynı anda. Ardından dördümüzün de gerçek bir nefes alabildiğini hissettim. Kötünün iyisi vardı elimizde ve sarılabileceğimiz başka hiçbir şey yoktu. En azından Can'ın bile bile intihar etmeyeceğini biliyorduk. Geride bırakamayacağı kedileri vardı bir kere.
Yol akıp gitmeye devam ederken stresim yüzünden tırnaklarımın kenarlarını yoluyordum. Kaya'nın bahsettiği alana gelmiştik. Burası trafiğin hiç olmadığı, tenha bir yerdi. Yol kenarındaki bariyerlerin aşağısında ağaçlar uzanıyordu. Cama vurmaya başlayan yağmur damlalarının sesini duyunca başımı yukarı kaldırıp bulutlara baktım. Bu akşam Dolunay vardı. Önündeki gri bulutlar ışığını kesiyordu. Hava resmen kasvet kokuyordu. Bu kokuya açık camlardan esen şiddetli rüzgarla birlikte toprak kokusu da karıştı. "Yemin ederim içim daralıyor," dedi Arda. Görkem arabanın farlarını açıp sileceklerini çalıştırırken tek kelime etmedi. Gözleri yolu tarıyordu. Dümdüz gitmekten başka ne yapacağını o da bilemiyordu.
Dilime hâkim olamadım ve aklımdan geçenleri diğerleriyle paylaştım. "Vega, Can'la buluşmak için böyle bir yer seçmez."
Herkesin aynı şeyi düşündüğüne emindim. Sadece dile getirebilen bendim. "Düşünün," dedim. "Daha önce bir buluşmaları Çağdaş Hoca'nın kliniğinin yakınlarındaki bir çocuk parkındaydı. Buluşma yerini ayarlayan kişi Vega'ydı. Can'ın seçtiği yer ise bir binanın en yüksek katıydı. Evet, baş başa vakit geçirebilecekleri yerleri hep buluyorlar ama bu kadar ıssız bir alan hiç onlarlık değil. Şehir merkezinden durduk yere niye bu kadar uzaklaşsınlar?"
"Senin aksine ben o kadından her şeyi bekliyorum," dedi Arda. Bana doğru döndü. Görkem'in arkasındaki koltukta o oturuyordu ve karanlık olan arabanın içinde Kaya'nın bilgisayarının ışığı yüzünü aydınlatıyordu. Yorgun gözlerini yumup açtı. "Piramit'in içinden geçmeye başladık. Güç kaybediyorlar. Ellerini kollarını bağlayıp oturmayacakları belli. Vega, işe en kolay hedef olarak gördüğü Can'dan başladıysa buna şaşırmam."
Diğerlerinin ağzını açıp beni desteklemelerini bekledim fakat Kaya "21.21," dedi. "Devamlı konuştukları saat. Şimdi saat 22.08. Bilmiyorum. İşin içinde bir bit yeniği varsa o kadın da bundan haberdardır gibi geliyor bana."
Görkem konuşmadı ama bakışlarının donuklaştığını gördüm. Asfalta doğru bakıyordu. Ne gördüğünü anlayabilmek için ben de başımı o yöne çevirdim ve asfalttaki tekerlek izlerini gördüm. Çiseleyen yağmur damlalarına rağmen siyah izler kendini belli ediyordu. "Bu ne?" diye sordu Kaya.
Görkem, direksiyonu kıracakmışçasına sımsıkı kavramışken sola doğru kırarak keskin virajı aldığında araba savruldu ve sonra kendini toparladı. Kalp atışlarımızın ağırlaşan sesini duyuyor gibiydim. Kontrolsüz dönüşü yüzünden hafifçe savrulmuştu bedenim. Tam yeniden dik oturacaktım ki ani bir frenle araba durdu. Başım neredeyse önümdeki koltuğa çarpıyordu.
"Hayır," dedi Kaya.
Arda da ani fren yüzünden kendini toparlamaya çalışırken Görkem kapısını sertçe açtı ve ben ne olduğunu bile anlayamadan arabadan indi.
Doğrulup ön camdan dışarı çevirdim bakışlarımı. Yağmur damlalarının arasından onun böyle dışarı fırlamasına sebep olan şeyin ne olduğunu gördüm.
Yol kenarındaki bariyerler ezilmişti.
Gri bir duvar saati, kafamın içinde parçalara ayrıldı.
Görkem, bariyerlere doğru koşmaya başladı.
Diğerlerinin arabadan ne zaman indiğini idrak edememiştim. Ne ara kapıyı açmıştım ve ne ara bütün hızımla Görkem'in yanına koşmaya başlamıştım onu da bilmiyordum. Dördümüz, farları açık arabamızı geride bırakıp bükülmüş demir bariyerin önüne dizildik ve bakışlarımız şarampoldeki ezilen çalıları takip etti.
Ve gözlerim kaputu dağılan, tavanı ezilen koyu gri aracı buldu. İki kalın ağaç gövdesinin birleştiği yere vurarak durmuştu.
Takla attığı belli oluyordu.
O araba, bizim diğer arabamızdı.
Can evden o arabayla ayrılmıştı.
Saniyeler ağır çekimde akarken zihnim karşımdaki manzarayı aklıma kazımaya başladı. Görseller birleşti, sahneler uç uca eklendi. Bariyerde geniş bir hasar vardı. Virajı alamayıp çarpan bir aracın aşağı yuvarlanmasıyla oluşmazdı bu. İki şeritli sayılamayacak fakat iki arabanın yan yana zorla da olsa geçebileceği bu dar virajda karşıdan gelen bir arabanın, ters yöndeki arabaya çarpıp onu yoldan çıkarmasıyla oluşurdu.
"Siktir! Siktir, hayır!"
"Hayır lan!"
Yüksek sesler geceye karışıp boş arazide yankılandı.
"Lütfen..." dediğimi duydum. "Olmaz bu. Gerçek olamaz bu!"
Gözlerimi kapattım. Biri kollarımda ölüyordu. Dünyadaki en sevdiğim kişiydi. Mete'ydi.
Gözlerimi açtım. Biri tek başına ölüyordu. Yine en yakın arkadaşımdı. Can'dı.
Dünya duracaksa şimdi durmalıydı. Kıyamet kopacaksa şimdi kopmalıydı. Parçalanmış arabanın içinde beş kişi olmalıydık. Biri ölecekse hepimiz ölmeliydik.
Görkem, bariyerin üzerinden atladığında "Can!" diye bağırdı. Bu bir feryattı. Bu, isyandı. Bu dünyanın bizimle dalga geçişi karşısında çaresiz kalışımızdı.
Parmaklarım boynumdaki kolyenin üzerine kapandı. Hiç çıkarmayacağımı söylemiştim, onu bana Can takmıştı. Ayakkabımın altından silinen ad, yine onun adıydı. İlk ben mi ölüyorum diye sormuştu gülümseyerek. İki yana kıvrılan dudakları karşımda belirdi. Ben bir cenazeye daha katılamaz, bir cenazede daha ayakta kalamazdım. Onu kaybedemezdim. Onsuz yaşayamazdım.
Şarampolde dik bir eğim vardı. Arabanın durduğu yere göre fazla tepede kalıyorduk ama hiçbirimiz Görkem'in arkasından gitmekte tereddüt etmedik. Koşarken ıslak toprak ve eğimli arazi yüzünden ayağım kaydı, yerden destek alırken dirseğim çamura bulandı. Ayağa yeniden kalktım. Arda da kaydı fakat o olduğu yere düşmedi, aşağı doğru kaydı. İki yana açtığı elleriyle bir yerlere tutunmaya çalıştı. Yeniden doğruldu ve koşmaya devam etti. Yokuş aşağı hızla düşüyorduk. Aynı sona bata çıka da olsa birlikte gidiyorduk. Can yoktu.
Can'ın sonu yalnızken gelmişse eğer, kendimi asla affetmezdim.
O arabanın içinde onunla ölmediğimiz için hiçbirimizi asla affetmezdim.
"Can!"
"Sikeyim, orada mı? Arabada mı?"
"Bu olmaz lan. Amına koyarım böyle işin. Bu olmaz. Can!"
Ben konuşamıyordum. Koşacak halim de kalmamıştı. Daha fazla ilerleyemedim. Görkem'in arabanın yanına vardığını görünce son düşüşümde ayağa kalkamadım. Dizlerimin üzerinde pes etmiş bir şekilde kafamı kaldırıp Görkem'in yüzüne baktım. Kaya ve Arda da yetişmişlerdi ona. Görkem ezilmiş kapıyı sertçe açıp başını içeri uzattığında gözlerimi sıkı sıkı kapadım. Kırık ön camı görebiliyordum. Araba bir akordeon gibi ön taraftan sıkışmıştı.
Görkem arabanın tavanına koyduğu elinden destek alıp arabanın içinden doğruldu. Başını kaldırdığında ay ışığı yüzünün bir yarısını aydınlattı ve çenesindeki iz belirginleşti. Gözleri, toprak zeminde hareket etti. "İçeride değil," dedi, gözleri hâlâ zemindeydi. Elinde bir şey tuttuğunu arabadan bir adım uzaklaştığında gördüm. Sanırım bu Can'ın telefonuydu.
"Hava yastıkları açılmış," dedi Kaya, arabaya dikkatle bakarken.
Görkem, arka cebinden telefonunu çıkarıp flaşı yaktı. Titreyen bacaklarımla ayağa kalktığımda varlıklarından cesaret almaya çalışıyordum. "Arabanın içinde değil," diye tekrar ettim. "Ölmedi. Ölmemiş, değil mi? Atlamış olabilir mi? Belki de arabayı başka biri sürüyordu. Belki Can bu kazanın bir parçası değildir."
Umutlarım onlara boş gelmiş olmalıydı. Bana kendimi avutmaya çalıştığımı anlatmak ister gibi bir bakış attı Arda. Şaka mı yapıyordu? Tabii ki kendimi avutacaktım. "Rahatlayın biraz," diye kızdım onlara sarsak adımlarla yanlarına gitmeye çalışırken. Üstüm başım toz toprak olmuştu. Ellerim ve dizlerim acıyordu. Yeniden elimi boynuma götürüp kolyemle oynamaya başladım ve dudaklarıma bir gülümseme yerleştirdim. "Can arabada yok," dedim. "Bir ceset bulabilirdik ama bulmadık. Sakin olun. Size söyledim, o yaşıyor."
"Kan var," dedi Görkem.
Telefon flaşını tuttuğu yere eğilen Arda, "Ve sürüklenme izleri," diye ekledi, yerden kalkarken.
Yağmur şiddetini arttırdı ve gök gürledi.
"Bu iyi bir şey," dedim. "Kimse bir cesedi tutup da taşımaya kalkmaz. Yaşıyor. Yaşıyor olmalı ki onu götürmeye çalışmış birileri."
"Kan var, Asya," dedi Kaya bel bağladığım umutlarımı söküp götürmeye çalışacak kadar sert bir sesle.
"Yani?" dedim. "Takla atan bir arabadan burnu kanamadan çıkacak hali yok ya. Önemli olan çıkması."
Arda yüzüme dikkatle ve dehşete kapılmış bir ifadeyle bakarken Görkem biraz ileri yürüdü. Başını sağa ve sola çevirdi. "İzler bitiyor burada," dedi. "Taşınmış olmalı."
"Siz mi çok sakinsiniz ben mi kafayı yedim amına koyayım?" diye bağırdı Arda. "Can yok, lan!"
"Olsa daha mı iyiydi?" diye sordum.
Sesimdeki garip sakinlik, Kaya'nın kaşlarını çatmasına sebep oldu. Arda'ya dönüp "Asya iyi değil," dedi.
"Hangimiz iyiyiz?"
Görkem yeniden arabaya doğru yürümeye başladığında titreyen elini sertçe saçlarının arasına geçirdi. Ardından perti çıkmış arabanın tekerleğine bir tekme savurdu. "Bir insan bu kadar çok sınanılmaz lan!" diye bağırdığında sesi yankılanarak ormana dağıldı. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. "Bir insan kendi canından olanlarla böyle arka arkaya sınanılmaz!"
"Sakin ol."
"Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyoruz," diyerek sesimi bastırdı Arda. "Ne sakini ya? Neyin sakinliği? Herifi göğsünden ittim ben. Küfür ettim, yüzüne bakmadım. Bizim son konuştuğumuz şey bu mu olacak lan kardeşimle? Nerede benim kardeşim? Ne yaşıyoruz biz? Bu ne oğlum böyle? Bu arabadan sağ çıkması ne kadar mümkün bir insanın?"
"Mümkün," dedi Görkem. Göğsü daha hızlı hareket etmeye başlamıştı. "İki takla atmış olmalı. Hava yastıkları bariyere çarptığı an açılmıştır. Kan izleri sürücü koltuğunun sol tarafına doğru. Ön cam kırılmış ama başını ön cama çarpmamış. Yüksek ihtimalle kapıya doğru savrulmuş başı. Emniyet kemeri takıyordur zaten. Can bu, her zaman önlemini alır. Almıştır, değil mi? Göğsünde kemerden kaynaklı kesikler vardır hatta. Kızarmıştır. Kolu ezilmiş olabilir belki. En fazla bu kadardır. Yağmur haklı olmalı. Yaşıyordur. Yaşıyor olmalı."
"Öl veya diri, onu nasıl bulacağız?"
Görkem, bir anda Arda'nın yakasını sertçe kavradı. "Ne ölüsü lan?" diye bağırdı onun yüzüne yüzüne. "Ne ölüsü oğlum? Ne biçim konuşuyorsun?"
Arda Görkem'in kontrolden çıkmış olduğunun farkındaydı. Yakasını öyle bir deli kuvvetiyle kavramıştı ki biraz daha asılsa Arda'nın ayakları yerden kesilecekti. "Onu bulmamız gerek," diye tekrarladı Görkem'in gözlerinin içine yalvarır gibi bakarak. "Beni dövmek seni rahatlatacaksa geçir yumruğunu suratıma. Sonra kendine gel ve onu bul, Görkem. N'olursun."
Şartlar başka olsaydı Kaya'nın çoktan ikisini birbirinden ayırmak için harekete geçmiş olması gerekirdi ama o gözlerini arabadan ayıramıyordu. Yüksek ihtimalle kaza anını kafasında canlandırmaya çalışıyordu. Kaputun olduğu kısma dikkat kesildiğini fark ettim. Kim bilir aklından neler geçiyordu.
"Allah benim belamı versin," dedi Görkem Arda'nın yakasını bırakarak. "Bugün Vega'yla görüşmeye gideceğini bile bilmiyordum. Ona o serbestliği vermemi istediği için kontrolü tamamen bırakmıştım. Eğer bırakmamış olsaydım... Nasıl sormazsınız lan biriniz bile nereye diye? Takip ederdik. Biz de giderdik. Vega ile konuşacaksa da uzaktan oturur izlerdik. Biz nasıl bu hale geldik lan? Nasıl geldik? Ben bir kez daha ameliyathane kapısının önünde bekleyemem, beni anlıyor musunuz? Bunlar, bu şerefini siktiklerimin hepsinin aldığı son nefesler. Bitiriyoruz. Alt basamağını üst basamağını sikeyim. Hepsini... Hepsini yerle bir ediyoruz. Yağmur, Barış'ı ara. Ros hangi delikteyse onun yanına gitsin. Siz de arabaya geçin. Karakola gidiyoruz. Bir telefon görüşmesi yapıp geleceğim."
"Bir ekip yönlendir buraya," dedi Arda. "Ben de civarda olduğunu sanmıyorum, burada kalıp vakit kaybetmeyelim ama her ihtimale karşı yakın çevreyi taratalım."
"Kaya," dedi Görkem. "Hallet."
"Tamam."
Çok geçmeden herkes telefonlarına uzandı. Kaya bizden birkaç adım uzaklaşırken Arda sanki bu şekilde Can'la bir yakınlık kurabiliyormuş gibi arabanın yanından ayrılmıyordu. Yüzünde dehşete düşmüş bir ifade vardı. Anın ilk şoku gitmiş, ikinci yüzleşmeye gelmişti sıra. Bu tam anlamıyla idrakıydı.
Can'la kavga ederek ayrılmıştı. İkisinin arasındaki son diyalog bu olacaktı.
Bizimki?
Görüşürüz, demiştik. Görüşecektik.
Başka bir ihtimal yoktu.
Hızlanan yağmur yanaklarımıza gözyaşları gibi düşüyordu. Görkem, avucuyla yüzünü tek hamlede sıvazladı. Ardından çatık kaşlarıyla telefonu kulağına götürdü. Karşı taraf açana kadar ayağını yere vurdu. İki, bir, iki... Ritmi buydu.
"Alo," dedi kaskatı bir sesle. "Abi, Can'ı aldılar."
"Ne diyorsun sen?" diye bağırdığını duydum Necip Amir'in. Görkem'e çok yakın değildim fakat onun sesi yeri göğü inletecek kadar gür çıkmıştı. "Ne diyorsun lan? Kim?"
"Piramit," dedi Görkem. "Vega'nın işin içinde olması olası. Can onunla görüşmeye gitmişti. Siktir et, detayları durup sana anlatmayacağım. İstediğim bir şey var."
"Dinliyorum," dedi Necip Amir'in gergin sesi. Ellerinin titrediğini hayal etti zihnim. Yüksek ihtimalle bileğindeki lacivert ipe bakıyordu.
"Doksan yedi kişiyi yarım saat içinde karakola topla," dedi. Yanlış söylemişti. Can yoktu. Necip Amir en fazla doksan altı kişi toplayabilirdi. "Kimin ne işi olduğu umurumda değil. Herkesi orada istiyorum. Ve Alfonso piçinin yanına Can'ı sorguya..." Bir anda durdu Görkem. Derin bir nefes alırken sıkıca gözlerini yumdu ve burun kemerini sıktı. "Birini sorguya gönder. Nerede tutulabileceği hakkında bir fikri olabilecek elimizdeki tek kişi odur."
"Kolay konuşan biri değil," dedi Necip Amir.
"Konuştur!" Boynunu çıtlattı Görkem. "Gerekirse beş dakikada Almanca konuşmayı öğrenip sen gir yanına. Sikimde değil. Acele edin."
"Görkem," dedi Necip Amir, çaresiz bir sesle. "Yaşadığına eminiz, değil mi?"
"Evet," dedi Görkem. "Şüphesi olan varsa toplantı odasına alma."
Kaya'nın arka tarafta yaptığı konuşmanın sesi gelirken Arda'nın da telefonuna sarılmış olduğunu gördüm. "Eylül," dediğini duydum fakat ne konuştuklarını dinlemedim. Her saniye, zaman kaybı gibi geliyordu. Can yaralı olmalıydı, belki de kan kaybediyordu. Buraya geldiğimiz arabaya doğru yürümeye başladım fakat bu yokuşu çıkmak, inmek gibi değildi. Çok fazla dik olduğu için beni zorluyordu ve önümü göremiyor olmak işimi zorlaştırıyordu. Pes etmeden tırmanmaya devam ederken Barış'a mesaj yazmaya çalışıyordum. Gözlerim klavyedeyken düştüm, tekrar kalktım. Onu doğrudan aramak istesem de bunu yapamazdım. Adam Piramit'in içindeydi. Ben ise onların son kurbanı ve baş düşmanlarıydım.
Gerçi bana son demek doğru olmazdı. Son kurban artık Can'dı.
Bu oyunların tümü onunla başlamıştı ve belli ki onunla bitirmek istiyorlardı.
Ya da yalnızca onu bitirmek... Emin değildim. Hiçbir şeyden emin olamazdım.
Benim tanıdığım Barış, eğer müsait olsaydı beni saniyesinde geri arardı. Bu yüzden hızlıca Ros'a da yazarak denedim şansımı. İkisinden de ses çıkmadı.
Arkamdan gelen adım seslerini duydum. Birisi toprak zeminde bana yetişmişti. Bu kişinin Görkem olduğunu anlamak için onu görmeme gerek yoktu. Onu soluk seslerinden ayırt edebiliyordum.
Avucunu sırtımın biraz altına bastırıp yanıma geldi. Düşmeyeyim diye sağladığı bu destek bende geri tepti. Az daha bedenim tamamen iflas edecekti. Belli etmemeyi deniyordum ama ayakta zor duruyordum. Bu yüzden destek olmak için bile olsa en ufak bir dokunuş, yerle bir etmeye çok meyilliydi beni. "Tutun bana," dedi Görkem, gözleriyle kolunu işaret ederek. Sesinde hiçbir duygu kırıntısı yoktu.
Elimi koluna sarıp ona sımsıkı tutundum. Buna benden çok onun ihtiyacı vardı. "Hızlı olalım," dedi bariyerlerle aramızda kalan birkaç metrelik yokuşa bakarak. Adımını sağlam atıp kaymadığına emin olduktan sonra beni yanına çekiyordu. "Atak geçireceğim."
Yalnızca başımı sallayabildim.
Birlikte tırmanıp bariyerlere vardığımızda Görkem arabanın arka koltuğuna geçerken ben Arda ve Kaya önlerini daha rahat görebilsinler diye telefonumun flaşıyla yollarını aydınlattım. İkisi birbirlerine tutuna tutuna yürürlerken yüksek ihtimalle arabanın ilk takla attığı yerde durdu adımları Arda'nın. Toprak zeminin çukurlaşan yerlerine bakarken kendine hakim olamadan büyük bir taşı tekmeledi. Taşın yokuştan yuvarlanmasını izledim. Yuvarlandı, yuvarlandı ve arabaya çarparak durdu.
Saniyeler de aynı o taş gibi, bir yokuştan aşağı doğru yuvarlanıp duruyordu.
Kafamın içinde çatlayan aynayı hissetim. Aklıma geçirdiğim ameliyattan sonra gördüğüm rüya geldi. Orada Can, bana gitmememi söyleyen kişiydi. Ben yaşamla ölüm arasındaki çizgideyken o eğer gidersem onların bulunduğu yeşilliğin kuruyacağını söylemişti. Güç almak isteyerek kavradım kolyemi bir kez daha. "Hadi," dedim. "Acele edin."
Acele ediyorlardı ama sanki yanlış yoldalardı. Bu düşünceyi söküp atamıyordum. Bir şeyler doğru hissettirmiyordu.
Arda geçti direksiyona. Kaya, Barbaros ve Barış'ın telefon sinyallerini kontrol etmek için harekete geçti. En azından birbirlerine yakın olduklarını bilirsek bu bile işimize yarardı Görkem'e göre. Ben aynı şeyi düşünmüyordum. Odaklanmamız gereken kişi ne Barbaros, ne Barış'tı ne de Hermes'in ne halt yediğiydi.
Vega'ydı. Bunu görmüyorlardı.
Arda, arabayı çalıştırıp gaza yüklenirken dikiz aynasından bakışları Görkem'i buldu. Arka koltukta, yanındaydım ama diğer cama yakındım. Ona nefes alabileceği geniş bir alan tanımak için bunu yapmıştım ve gözlerimi de rahatlayabilsin diye üzerinden ayırmıştım ama kalbim ona bir şey olacağının korkusuyla hızlı hızlı çarpıyordu.
"Camları açıyorum," dedi Kaya. Dört camı da sonuna kadar açtığında soğuk rüzgârla birlikte yağmur damlaları da içeri girmeye başladı. Gözlerimi ellerime çevirdim. Araba son sürat yol alıyor, rüzgâr etrafımızda uğulduyor ve yağmur damlaları ön cama çarpıyordu fakat tüm bunlara rağmen Görkem'in sert soluklarının sesleri duyuluyordu.
"İyi misin?" diye sordu Arda gözlerini yoldan ayırmadan.
Görkem, avucuyla göğsünü ovaladığında ay ışığı alyansını parlattı. "Bana biraz zaman verin," dedi. Yüzümü ona doğru çevirdim ve alnında biriken terleri gördüm. "Bir şey bulabildin mi Kaya?" diye sordu. Halbuki doğru düzgün nefes bile alamıyordu.
Kaya, ona baktı ve oldukça sert bir sesle "Kendine gel," dedi. "Hiç sırası değil oğlum. Hiç değil. Hastanelik olamazsın, anladın mı beni?"
"Öleceğim," dedi Görkem. Elini sertçe dizine vurdu. "Ona sahip çıkmam gerekirdi. En çok onun etrafında olmalıydım. Sıradaki hedefin Can olacağı besbelliydi!"
Bizden bir cevap bekleyerek konuşmuyordu. Zaten sesimizi duyabileceğinden de emin değildim. Yüksek ihtimalle kalp atışlarının sesi kulaklarında zonkluyordu. "Sevgilim," diyerek ona yaklaşmayı denedim her şeye rağmen. Aslında buna gücüm yoktu. Kendi içimde bu kadar dağınıkken onu ne kadar toplayabileceğimi bilmiyordum ama Kaya da Arda da haklıydı. Herkes dağılsa bile Görkem ayakta kalmak zorundaydı. Bu yüzden her birimiz kendimizden parçalar koparıp ona vermeye hazırdık.
"Bana bak," diye fısıldarken dizimi koltuğa bastırarak yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Kendini bir bıraksa başı omzuna düşecekti. Onu zar zor havada tutabiliyordu. Elini daha sert bir şekilde göğsüne bastırırken gözüme kalbini avuçlamak istermiş gibi göründü. Eğer onu avucunun içine alabilirse sertçe sıkarak hızını yavaşlatacaktı. Gerekirse damarlarını koparacak, kan akışını kesecek fakat bu paniği içinden söküp atacaktı.
"Onunla sınanmak istemiyorum," dedi gözlerimin içine çaresizce bakarak. "Yağmur, ben daha seni atlatamadım."
"O iyi..." dedim dünyanın en altı boş güvencesini vererek. Sonra hızla açıldı çenem, ikna olsun diye. "Ondan isteyebilecekleri çok şey var. Can Günay Analizcilerin filikası, can simidi, kalbi... Aklı olan, onu bir kenara atamayacağını bilir. Eğer Barış her şeyi doğru anladıysa ve Selma, onu Altair'e şikayet ettiyse Altair bize ulaşmak için onu kullanmak isteyecektir."
"O zaman arabasına ateş açardı," dedi Görkem. "Bir tekerlek patlatır ya da yolunu keserdi. Onu şarampole yuvarlamazdı. Can'ın canını neden önemsesin Altair?"
Sözleri, tahmin edemeyeceği kadar derinime saplandı.
Haklıydı. Birini alıkoymak istiyorsanız bunun bin farklı yolu vardı. Bunlardan hiçbiri inin cinin cirit attığı bir yolda o kişiye kaza yaptırmak değildi. Bunu yapan kişi her kimse, Can'ın yaşayıp yaşamayacağı onun umurunda değildi. Hatta daha da ilerisi, onu gerçekten öldürmek istemişti.
Öldürebilmiş miydi?
"İncelemeye gelecek ekipten kan örneğini de almalarını istedim. Can'la eşleşmezse, belki başka bir senaryo konuşuruz," dedi Kaya. Yalnızca konuşmak için konuşmuştu. Sesinde inanç yoktu.
"Can'ın olduğu yerde bizim arabamızı Can'dan başka kim sürebilir?" dedi Arda, başını sertçe iki yana sallayarak. "O kazayı Can yaptı. Bunu kabul etmemiz gerek. Vega'nın da bu işin içinde payı yoksa eğer, alın bir silah kafama sıkın. Adım kadar eminim. En başından beri ikizler babalarının köpekleriydi. Onlardan her şeyi beklememiz gerektiğini kafamıza vura vura bize öğretmediler mi?"
Onu o kadar haksız buluyordum ki içimden susması için bağırmak geliyordu. Ama hiçbir şey yapmadım. Görkem'e daha fazla yaklaşıp yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Bakışları bana değdiğinde gözlerinin gerisindeki tüm korkuları gördüm. Biliyordum, bu arabadan indiğinde yeniden kendine gelecekti. O toplantı odasına girdiğinde esip gürleyecek, herkes onun gücüne hayret edecekti fakat burada, arabanın arka koltuğunda geçirdiği panik atağın izleri onunla kalmaya devam edecekti. Yalnızca beraberken böyle yıkılabiliyorduk. Yalnızca birbirimizin yanında şalterleri kapatabiliyorduk. Dünyayı birkaç saniyeliğine durduruyor, maskelerimizi indiriyor ve acılarımızı sonuna kadar yaşıyorduk. O en fazla iki dakika içinde tamamen iyi olacaktı ve aklı başında bir halde ekiplerin başına geçip Can'ı ne pahasına olursa olsun bulacaktı.
Gözlerimin içine bakmaya zorladım onu. Elini kaldırıp sertçe bileğime tutundu. Her şeyi boş verdi ve "Bana," dedi bir sır verir gibi. "Panik atağımı bile o öğretti." Gözlerinde biriken acı, ay ışığıyla parladı. "Ne yapacağımı, nasıl başa çıkacağımı, nasıl anlayacağımı... Ağrı kesicilerimi nane şekeriyle değiştiren de oydu." Yutkunduğunda bakışları donuklaştı. "Yemin ederim bulacağım onu." Bileğimdeki lacivert ip tenimi yaktı. Diğerlerinin de böyle hissedip hissetmediğini merak ettim. "Yemin ediyorum," dedi daha net bir sesle. Toparlanıyordu. "Onu eve sağ salim getireceğiz. Sadece biraz dayanması gerekiyor. Can Günay hiçbir zaman güçsüz bir adam olmadı."
"Can Günay," dedi Kaya. "Onu bulacağımızı biliyor. Umudunu bizden kesmeyecek ve ne halde olursa olsun bizim için direnecek."
Arabanın içinde söylenen son cümle buydu. Kaya, bir kez daha Ros ve Barış'ın konumunu tespit etmeyi denedi fakat hiçbir sonuç elde edemedi. Karakolun önünde sert bir frenle durduğumuzda pes etti. Arabadan hızla indik ve saniyeler sonra karakolun koridorunda sert adımlarımızın sesi yankılanmaya başladı.
İçeride her zamankinden farklı bir telaş vardı.
Bir sis bulutu gibi binanın üzerine çöken kaosun ayak sesleri her yerdeydi. İçerisi, bu saatte olması gerekenden çok daha kalabalıktı. Necip Amir bir köşede Harun Amir'e laf anlatıyordu. Başka bir köşede Eylül, dolu gözleriyle duvara bakıyordu. Orada Can'ın yüzünü gördüğüne de öylece dururken Can'la en son ne konuştuğunu düşündüğüne de emindim.
Görkem, bastığı yerlerde çatlaklar bırakacakmış gibi attığı adımlarla ekiplerin toplanmasını istediği odaya ilerlerken Kaya, amirlerin yanına gidip onlara geldiğimizi haber verdi. Arda, Eylül'ü aldı. Beni gören Hande, olayın Barış'la ilgisi olup olmadığını öğrenmek için koşarak yanıma geldi. Ondan haber alamadığımı ona söylemek yerine yüzündeki endişenin izlerine donuk bir ifadeyle baktım ve yalnızca meselenin Can'la ilgili olduğunu söyledim.
Yanıma Muhip'le Ceyhun da geldiler. Onları en son düğünümde görmüştüm. Sadece birkaç haftada ne kadar çok şey değiştiğini düşündüm. O gün hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Bugün ölmemek için çırpınıyordum. O gün annem ve babam yanımdalardı. Bugün her zamanki gibi başka bir ülkenin sınırlarındalardı. O gün, her şey çok güzel olacak sanmıştım. Bugün, hiçbir şeyin güzel olduğu yoktu.
O gün Can'la dans ediyordum. Bugün Can kan kaybediyordu.
Herkese geçiştirmece cevaplar verip toplantı odasında kapıya yakın bir yere oturdum. İçerisi çok kalabalık olduğu için Analizciler boş buldukları yerlere yerleştiler. Hiçbiri bana yakın sayılmazdı. En uzağımız Can Günay'dı. O yokken, içeride isterse bin kişi olsun burası yine de eksik kalacaktı.
Görkem kürsüye çıktı, Necip Amir içeriye girdi ve teker teker gecenin üzerinden geçilmeye başlandı.
Kalbimin sesi yeniden kulaklarımdaydı.
Alfonso'dan bahsedildi. Hiç gerek olmadığını düşündüğüm o sorgudan, Piramit'ten, Vega'nın Hermes'in ikizi oluşundan ve üzeri oldukça kapalı bir şekilde onun Can'la arasındaki mevzudan. Altair'den, Barış'tan, Ros'tan...
Piramit'in üst basamaklarının her şeyi yapabilecek güçte oluşundan ve Vega'nın Can'ı zehirleyebilecek bir gücü elinde tutmasından...
O kadar bunaldım ki kendimi dışarı attım.
Kimseye laf anlatmaya çalışamazdım.
Benim bile Can'a zarar verme ihtimalim, Vega'nın ona böyle bir şey yapma ihtimalinden daha yüksekti.
Kafamın içindeki dişli çarklar çok fazla gürültü çıkarıyordu. Pas kokusu alıyordum. İçimdeki çürüyen tarafın üzerine attığım toprak, takla atan bir araba yüzünden aşınmıştı. Ölümün kokusu, göğsümün sol yanından yükseliyordu. Diğerleri bunu bilmiyordu.
Mete'nin sesi zihnimde yankı bulmak istiyordu. Çok uzun zamandır yalnızdı. Sanki kendine bir arkadaş arıyordu.
Can'ın sesini duyar gibi oldum. Vazgeçme, bi' akıllıları sensin.
Durmadım, düşünmedim. Biraz hava alabilme umuduyla kendimi dışarı attım. Yağmur yağmaya devam ediyordu. Karakolun uğultusundan uzaklaşıp kendimi dinleyebilmek için sokağın sonuna yürüdüm ve bir apartmanın merdivenine oturdum. Analizciler, yokluğumu fark etmiş olsalardı çoktan arkamda birini görürdüm fakat diğerlerine laf anlatmaya ve teori üretmeye o kadar odaklanmışlardı ki benim çıktığımı bile görmemişlerdi.
Birileri kafa patlatırken birileri eyleme geçmeliydi. Bu gece o kişi bendim.
Telefonumdan Lir'in sitesine girdim.
Onlar için, burası Kaya'nın hacklediği ve sohbet ekranını da durdurduğu için pek bir önemi kalmayan öylesine bir siteydi.
Can'ı görmek isteselerdi, bunun böyle olmadığını bilirlerdi.
Etik ilkelerinizin dışına çıkmaya başlayan birini hiçbir şey yapmadan kendi haline bırakırsanız, siz de o ilkelerinizin dışına çıkmış olurdunuz.
Kimin kimi ne kadar sevdiğini sonra konuşurduk. Can yalnız hissediyordu, yalnız bırakılıyordu. Anlaşılmaya çalışılmıyor, yargılanıyor, hisleri olduğu unutuluyordu. Öfkelendiğimi hissettim. Ben, arkadaşlarımı benden almaya çalışan dünyaya öfkeliydim. Yanımdaki birini orada görememeye başladığımda, geride kalan her şeye öfkelenebilirdim.
Analizciler zor hayatlardan geçmiş ve birçok şeyi kaybetmiş olabilirlerdi fakat birbirlerini kaybetmemişlerdi. Eşiğine gelmiş olsalar da o eşiği hiç geçmemişlerdi.
Benim düştüğüm uçurumla tanışık değillerdi.
Kaybı benim kadar bilemezlerdi.
Bildiğimi okuyacaktım. Can gibi düşünecek, Can gibi davranacaktım.
Zor değildi. Aylarca başka birinin sesiyle yaşamıştım.
Kafamın içindeki kaosun ortasına Can'ın sesini iliştirdim. Evet, dediğini işittim. Ben olsam öyle yapardım.
Can'la çatı katında yaptığımız bir sohbet sırasında laptopunu önüne çektiği an belirdi aklımda. Lir'in linkini kopyaladım. O gün sildiği harfi sildim, yerine c harfini ekleyip enter'e tıkladım.
Yalnızca Vega ile Can'ın sohbet edebilmesi için Vega'nın koruduğu bir kanal olduğunu söylemişti Can. Kenardaki sohbet simgesine bastım ve mor renkli arka plan belirdi karşımda.
Sohbetler her seferinde kendini imha edecek şekilde ayarlanmıştı. Bunu bana söyleyen Can'dı. Haliyle daha önce ne konuştuklarını okuyamayacağımı biliyordum. Önemli değildi, benim peşinde olduğum şey bu değildi zaten.
Parmaklarımı klavyede hareket ettirmeye başladım. Onun gibi düşündüm, onun gibi yazdım.
Can.günay : Seninle konuşmam gerek
Ekrandan ayırdığım gözlerimi yağmurun ayaklarımın dibinde oluşturduğu su birikintisine diktim. Bir apartmanın üçüncü merdiveninde oturuyordum. Başımın üzeri kapalı olduğu için yağmur damlaları saçlarımı ıslatmıyordu ama ayakkabılarım için aynı şeyi söyleyemezdim. Rengi siyahın en koyu tonuna dönmüştü.
"Hadi," diye mırıldandım kendi kendime. "Hadi Vega."
Yüzümü kara çıkarma.
Başımı geriye doğru atıp kararan gökyüzüne baktım. Zaman geçiyordu. Zaman geçmemeliydi. Zaman durmalı, Can'ı bulduğumuz zaman akmaya devam etmeliydi.
V.V. : Bu saatte mi? Rüyanda beni gördüğünü düşüneceğim.
Tahminim doğruydu.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Can.günay : Daha önce buluştuğumuz parkta. Yarım saate orada olacağım.
V.V. : Hızlısın
V.V. : Acil bir durum mu?
Can.günay : Gelecek misin gelmeyecek misin?
V.V. : Seninle mezara, Can. Sanki bilmiyorsun.
Bu takıntılı kadın, işime yaramak zorundaydı.
Şeytanla iş birliği yapmaya gidiyordum.
Ve şeytanı kendi ailesine küstürecek, saçacağı cehennem ateşini kendi ellerimle yönetecektim.
Onunla en büyük ortak noktamız ikimizin de Can için her şeyi yapabilecek olmasıydı.
Taksi durağına doğru yürümeye başladım. Aynı anda aklımdan yüzlerce düşünce geçiyordu. Can, Vega ile buluşacağını sanarak oraya gitmişti. Evimizden, Vega'yla görüşeceğini söyleyerek çıkmış ve Arda'yla bu yüzden kavga etmişti. Bana telefonda onun yanına gittiğini söylemişti. Yani kesin olan bir şey varsa o da Vega ve Can'ın iletişim için kullandığı bu gizli kanal, birileri tarafından ele geçirilmiş ve Can o kişi tarafından kandırılmıştı.
Şimdi ben, yine aynı yeri kullanarak iletişim kurmuştum.
Eğer konuştuğum kişi Vega değilse, bilinmezliğe doğru gittiğim anlamına gelirdi bu. Can'a o kazayı yaptıran kişinin ağına kendi ayaklarımla gidip takılıyor olurdum.
Ama içimdeki his, Vega ile konuştuğumu söylüyordu.
Ayrıca aksi olsa bile, karşımda Altair'i görsem bile beni de alıkoymayı denerdi. Beni Can'a yaklaştıracak her şeye tamamdım. Bu aptalcaydı, farkındaydım fakat ona ulaşmak için her yolu denemek zorundaydım. Öleceksek birlikte ölmeliydik. Hiçbir sözü boş yere vermezdim. Konu ölümse, ben hiç kimseyi dinlemezdim.
Analizcilere haber vermekle vermemek arasında gidip geldim.
Taksiye Çağdaş Hoca'nın kliniğinin adresini tarif ettim. Can, o gece bir çocuk parkında buluştuklarını söylemişti fakat tam olarak konumunu bilmiyordum. Oraya gittiğimde bulacaktım.
Başımı geriye yasladım ve elimdeki ihtimalleri Görkem Duman misali gözümün önünden geçirdim.
Telefonuma bildirim gelince ekranım aydınlandı. Mesajın üzerine tıkladım.
Eylül: Lavabodasın sanıyordum, yoksun.
Eylül: Hemen dön bana bebeğim yoksa ortalığı inleteceğim
Parmaklarım klavyede gezindi.
Asya: Diğerleri fark ettiler mi?
Eylül: Neredesin???????
Asya: Cevap ver
Eylül: Beni senin arkandan lavaboya yönlendiren Görkem'di
Eylül: Yokluğunu fark etmeyeceğini mi sanıyordun?
Eylül: Ne haltlar yiyorsun Asya? Canım burnumda zaten.
Benimki de öyleydi.
Ve bir haltlar yediğim de doğruydu.
Asya: Sana bir saat içinde iyi olduğumu yazmazsam, o zaman ortalığı benim için de ayağa kaldırırsınız olur mu?
Telefon anında çalmaya başladı fakat Eylül'ün aramasını sonlandırdım. Onunla konuşmayacaktım. Endişelerini dindirecek zamanım yoktu. Azarımı da sonra yerdim. Tek isteğim, bir an önce Vega'yla görüşmekti.
Eylül: Sen ne saçmalıyorsun?
Eylül: Aç şu telefonu
Eylül: Bizim eve mi gidiyorsun? Can'ın bilgisayarını falan kurcalamak için mi? Benim aklıma gelen buydu. Ama bunu yapacak olsan, niye bir saat sonra ortalığı ayağa kaldırmam gereksin?
Tekrar aradı. Yine açmadım.
Eylül: Seni öldürürüm
Eylül: Bizimkilere ne dememi bekliyorsun?
Eylül: Bana da bir bok anlatmadın zaten!
Eylül: Birbirimizden ayrı hareket etmememiz gerekiyor
Eylül: Can için birlikte kalmalıyız
Asya: Zaman kaybediyorsunuz
Asya: Benim kaybedecek zamanım yok
Sohbetten çıktım.
Eğer Eylül onları oyalamanın bir yolunu bulursa, bir saat kadar vaktim olacaktı. Eğer bulamaz ve hemen karakoldan ayrıldığımı bizimkilere söylerse Kaya telefon sinyalimi tespit etmeye falan çalışırdı. Çağdaş Hoca'nın kliniğine yakın olduğumu görürlerse niyetimi çok geçmeden anlarlardı. Yine de biraz zamanım olurdu.
Zamanım olmak zorundaydı.
Ne olursa olsun Vega'yla konuşmam gerekiyordu.
Yanımda cüzdanım olmadığı için taksinin ücretini şoförün Iban'ına attım ve araçtan indim. Sokakları üç dakika dolaşmamın sonucunda bahsedilen tenha parkı bulabildim. Islak olmasını umursamadan bir banka oturup Vega'yı beklemeye başladım. Buraya o kadar hızlı gelmiştim ki daha yarım saat dolmamıştı.
Yalnızca iki dakika oturdum orada öylece. Fakat bu iki dakikada Can, yüz farklı yolla öldü kafamın içinde.
Gözlerimi kapatıp nefes almaya çalıştım. Ellerim titriyordu. Dizlerimi sallıyordum. Bir nefes daha almayı denedim. Burnuma ıslak toprak kokusu doldu. Yağmur dinmişti ama bu koku kazayı gözlerimin önüne getiriyordu. Gözlerimi açıp ıslanan salıncaklara, kaydırağın üzerindeki su damlalarına baktım. Bir çocuk parkı, bir mezar gibi hissettiriyordu bana. Analizcilerin evindeki parkımızı hatırlıyordum. Orada geçirdiğimiz güzel anıları, Can'la sohbet edip yan yana sallanışımızı...
Dünya dar geliyordu.
Dünyayı onlara dar edecektim.
Ensemde, bir silahın namlusunu hissettim.
"Can," dedi Vega'nın alaylı sesi, aynı anda. "Görüşmeyeli saçların ne kadar uzamış."
"Çek o silahı ensemden," dedim, buz gibi bir sesle.
Öyle sessiz yaklaşmıştı ki onu dibime girene dek fark etmemiştim bile.
Tehlikeli bir kadındı.
Bu gece, ondan daha tehlikeli olabilirdim. Benim en yakın arkadaşım benden alınmıştı.
"Saçlarının rengini değiştirmelisin," dedi Vega, alaycılığını koruyarak. "Kim olduğunu yüz metre öteden belli ediyorsun."
Saçlarımın rengini Can'a bir şey olursa değiştirirdim.
Kim olduğum konusuna gelince, o henüz kim olduğumu biliyor sayılmazdı. Biz Vega'yla hiç oturup konuşmamıştık. Haliyle tanışmış sayılmazdık.
Banka tutundum, diğer dirseğimi kaldırdım ve bankın arkasına doğru savurdum. Ona isabet eden dirseğimle birlikte namlu ensemden kaydı. Belimi tamamen geriye bükerek başımla bileğine sertçe vurdum ve silahının yere düşme sesini duydum. Elini saçlarıma dolayıp kafamı geriye doğru çekti. Elimle banktan destek aldım ve ağırlığımı koluma verip bacağımı, bankın dayanma yerinden geriye doğru attım. Başımı sertçe hareket ettirerek saçlarımı ondan kurtardım ve bankın sırt kısmından öbür tarafa ayaklarımın üzerinde düşecek şekilde ittim kendimi.
Şimdi karşısındaydım.
"Benim için tek gelmen, nereden baksan yanlış hareket." İçinde deli parıltılar olan yeşil gözlerine ilk defa bu kadar yakından bakıyordum. Bir kedininkiler kadar keskindi bakışları.
Bacağıma bir tekme savurdu. Dengemi toparlayıp dirseğimi karnına geçirdim. "Dinle beni," dedim fakat fayda etmedi. Sıktığı yumruğu soluma indirmeye kalktı. İkizinin sıktığı kurşunun nereye denk geldiğini biliyordu. Kasıtlı olarak yaramı hedef alıyordu.
Bilmediği, bunu zaten beklediğimdi.
Eşim bana solumu korumamı tembihlemişti.
Görkem Duman solumu nasıl savunduğumu görse benimle gurur duyardı.
Vega'nın hamleleri hızlıydı fakat hepsine karşılık veriyordum. "Ne istiyorsun?" Bir kere daha üzerime atılıp yeniden saçlarımı kavradı. Dizimi kaldırıp karnına geçirecekken ani bir refleksle ayak bileğimi yakaladı.
Sertçe çekerek yere düşmemi sağladığında çok geçmeden üzerime atıldı. Başım, asfalta çarptığı için kendimi toparlamakta geciktim. Bedenimi bacaklarının kıskacına alarak karnımın üzerine oturdu ve hiç beklemeden yumruğunu suratıma geçirdi.
O bu işler için doğmuştu. Dövüşte iyi olduğunu inkâr etmenin bir anlamı yoktu.
Dikiş izimin üzerine yaptığı baskı yüzünden ameliyatımın üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen nefesim kesildi.
Yüzüme bir yumruk daha indirecekken aparkatım, çenesinde patladı.
Başı savrulunca ayaklarımdan destek alarak belimi yerden kaldırdım. Vega da yükselen karnımla birlikte yükseldi. Onu sola doğru savurdum. Kısa süre sonra üstteki kişi bendim.
"Konu Can," dedim beni üzerinden atmak için iki eliyle omuzlarıma tutunmuşken.
Omzuma dokunuşu dikkatimi dağıttığı için avantaj ona geçti. Yeniden yuvarlandık.
Elini boğazıma sararak başımı asfalta çarptı. "Ne demek Can?" diye sordu gözlerimin içine beni öldürmek isteyerek bakarken. Elimi tutup havaya kaldırdı. "Ve sen ne zamandan beri evlisin?"
"Geri zekâlı!" diye bağırdım. "Bırak boğazımı da konuşayım."
"Kızım, ağzıma sıçtın!" dedi elinin tersiyle patlattığım dudağındaki kanı temizlerken. Bana yeniden vurdu. "Sana güvenilmeyeceğini bileceğim kadar aklım başımda hâlâ. Beni kandırıp buraya çağırdığına göre, her şeyi anlatmaktan başka çaren zaten yok. Ya konuş ya öldüreceğim seni."
Boğazımdaki elinin bileğini öyle bir kavradım ki, gözleri gücüm karşısında şaşkınlıkla havalandı. Ona ben istemediğim sürece benimle dans edemeyeceğini gözlerim gözlerindeyken elini zorla boynumdan çekmesini sağlayarak yaptım. Tırnaklarım, derisine saplanmıştı ve uyguladığım kuvvet onunkiyle çarpıştığı için ikimizin de kolu titriyordu. Buna rağmen, bu güreşi ben kazandım.
Başını çevirip silahının ne kadar uzağa fırladığını tespit etmeye çalıştı. Aklına yeni geliyordu. Benimle baş edemeyeceğini yeni anlamıştı.
Silah oyun parkının yumuşak zemininde, bankın sağında kalan ikinci karenin içindeydi.
Şu an Vega'nın üzerimdeki vücudu yüzünden onu göremiyordum fakat orada olduğunu biliyordum.
"Baban," dedim.
"Ne babam?" diye sordu dehşet içinde bana bakarken. Alnına dökülen siyah saçları boğuşmamızın etkisiyle terlediği için ıslanmıştı.
Sol kroşemi suratına geçirdikten sonra bedenini üzerimden ittim. Vega, kalçasının üzerine yere düştüğünde sırtı bankın kenarına çarptı. Gözleri silaha kaydığı an dizlerimin üzerinde doğrulup saçını yakaladım ve başını sertçe bankın sırt kısmına çarptım. "Baban," dedim. "Can'ı aldı. Bir boktan haberin yok!"
"Ne?" dedi Vega, gardını düşürerek. Saçları hâlâ parmaklarımın arasındaydı fakat kurtulmak için bir hamle yapmamıştı. Saçına asılarak başını geriye doğru yatırmasına sebep oldum. Karşı koymaya çabalamadan irileşen gözleriyle gözlerimin içine baktı. "Ne?" dedi tekrar. Ve işte, alevler oradaydı. "Ne diyorsun sen?"
"Biliyorlar sizi," dedim. "Altair, ikinizi biliyor Milat."
"Nereden?" diye sordu, soğuk bir sesle. Bu yüzlerce ölüye ev sahipliği yapan bir morgun soğukluğuydu. Bilmediğim kadar fazla can almış, yalnızca konuşarak insanları kendini öldürmeye ikna eden bu kadının sesi, bir morgu andırıyordu.
"Seni yakalamak için burada değilim," dedim. "Can'ı kurtarmak için buradayım."
"Bu olamaz," dedi yalnızca. "Hermes mi? O mu? Nasıl... Nereden? Nereden? Mila mısın nesin, ne haltsan bana cevap ver. Ne biliyorsan anlat."
Ben Mila'ydım, o Milat'tı.
Bu iki kadın, Piramit'i diri diri yakacaktı.
"Can'ın arabasını bariyerlerden yuvarlanmış halde bulduk," dedim. "Bana seninle buluşacağını söylemişti. Onunla senin gibi konuştular, onu çağırdılar ve sonra bir kazaya sebep oldular. İkizin ve baban... Onu aldılar, Vega. Seni buraya aynı şekilde çağırdım. Mesajlarımı görmüş olabilirler mi? Tehlikedeysem, beni korumak zorundasın. Bana bunu söylemek zorundasın. Senin hayatta olmanla ilgilenmiyorum. Kafana sıkar, yoluma bakarım. Benim derdim Can Günay. Beni anlıyor musun?"
"Ne kazası? Ne bariyeri?"
"Birilerinin burada olduğumdan haberi var mı? Bana cevap ver önce!"
Başını dehşetle iki yana salladı. "Aynı anda tek cihazdan erişim sağlanabileceği şekilde ayarlamıştım siteyi. Her mesaj imha oluyor, yani mümkün değil."
Şoka girmişti. Gözlerinin dalma sebebini merak ettim. Benim omzumu kavradığında nasıl donup kaldıysam şimdi o da söylediklerimin içindeki bir kelime yüzünden donup kalmış gibiydi.
"Can'a nasıl ulaştılar?" diye sordum. "Seninle konuştuğunu sanıyordu. Senin yanına geldiğini sanıyordu!"
Saçlarını sertçe bıraktım çünkü Vega'nın artık istese de karşılık veremeyeceğini biliyordum. Duydukları yüzünden bedenindeki tüm güç çekilmişti. "Yaşıyor, değil mi?"
Dizlerimin bağının çözülmesini ben de beklemiyordum. Yere oturdum. "Bilmiyorum."
Sesim, ona yumruklarımdan daha çok zarar verdi. Gözlerimin içine gerçek bir çaresizlikle baktı. Onun roller yapabileceğini, birini kolaylıkla manipüle edebileceğini biliyordum fakat konu Can olduğunda oyun oynayamayacağına inanıyordum.
Can'a karşı oyunlar oynayabilirdi, Can'ın hayatıyla oyun oynamazdı.
Bir konuşmalarında sen ölmeyeceksin demişti. Senin ölmene izin vermem.
Mesajlaşmaları harfi harfine gözümün önündeydi.
"Araba kazası mı?" Gözlerimin içine başka bir şey söylememi ister gibi bakıyordu.
"Evet."
"Marco gibi..." Öyle sessiz mırıldandı ki bu isme kulak aşinalığım olmasaydı onu anlayamazdım.
Marco... Hermes'in İspanya'daki sevgilisi ve Vega'nın da Erasmus dönemindeki ev arkadaşıydı.
"Ne?"
"Birine aşık olmamıza tahammülü yok o adamın," diye mırıldandı ağzının içinde.
Marco ölmüştü.
Bir trafik kazasıyla...
Altair onu öldürmüş olmalıydı.
Hermes bunu biliyor muydu?
"Yaşamasa cesedi arabada bulurdun," dedi Vega. "Amacı öldürmektir ama yaşadığını görünce işine yarayacağına karar vermiştir."
"Bana onun nerede olduğunu bulacaksın," dedim. Ve sonra Can konuşmaya başladı ama hareket eden benim dudaklarımdı. "Baban ve ikizin, ona her şeyi yapabilirler Vega. Senin ruhun bile duymadan arkandan çevirdikleri işlere bir bak! Can'la saatler önce konuşmuştuk biz. Sesi... Senden nefret ediyorum ama o heyecanlı gibiydi senin yanına geldiği için. Anlıyor musun? Siz... Eğer senin yüzünden onun başına bir şey gelirse..."
Nefesim kesiliyormuş gibi yaptım.
Bu bir rol müydü, ben de emin olamadım.
"Ondan saklıyordum." Başını geriye attı. "Nereden öğrenmiş olabilir? Ve Hermes, bu işin içinde değildir Mila. Bana bunu yapmaz."
"Emin misin?"
"Can benim tek sınırım."
"Peki ona kafayı taktığını başka bilen biri var mıydı?"
Ona doğrudan Selma'nın adını veremezdim. Barış içeride, Selma'nın yanına sızmış durumdaydı. Bunu yapmam onu da yakmak anlamına gelebilirdi. Ben kimseyi kaybetmeyecektim.
"Selma..." Gözlerindeki alevlerin büyüyüşüne şahit oldum. Yerinde doğrulduğunda "Selma..." dedi daha büyük bir şokla.
"Çıracı mı?" diye sordum. Bunu sorabilirdim çünkü onu tanıdığımı biliyorlardı. Bizi esir aldıkları gün Kaya'yı başka bir odada sorgulayan o kadındı. Ayrıca gittiğimiz otel görevinde Selma'yla aynı masada oturmuşluğum da vardı.
"Selma mı söylemiş?" diye sordu, öfkeyle. Elini saçlarının arasından geçirdi. Gülmeye başlamasını beklemiyordum. O kadar fazla güldü ki, ben şaşkınlıkla ona bakarken gözleri dolmuştu. Bir anda yakamı kavrayıp o dolu gözleri üzerime dikti. "Bu kadar şeyi nereden biliyorsun?"
Avucumu sertçe yumruğunun üzerine kapatıp elini kendimden uzaklaştırdım. "Bir daha bana dokunacak olursan parmaklarını kopartırım. Şaka yapmıyorum Vega."
Yakamı silkeler gibi bırakıp düşmancıl bir tavırla bana baktı. "Benimle oyun oynuyorsun," dedi. "Can'ın zaafım olduğunu bildiğin için uydurma bir senaryoya inanmamı bekliyorsun. Aklımı karıştırmak için yapmadığını bırakmadın. Niyetin ne, açık açık söyle bana."
"Sizi bitirmek," dedim. "Kökten. Ne istediğimi senden niye gizleyeyim? Beni ciddiye almıyorsun çünkü daha önce tanışma fırsatımız olmamıştı ama hakkımda bilmen gereken ilk şey şu, Vega. Konu sevdiğim birinin canı olduğunda asla oyun oynamam."
Oynardım.
Öyle bir oynardım ki, aklı dururdu.
Konu sevdiğim birinin canı olduğunda ben her şeyi yapardım. Başımı bir namlunun ucuna yaslamak da dahildi buna, bütün ailemi arkamda bırakıp gecenin bir yarısı bir katille buluşmak da.
"İnan bana, seni ciddiye almasaydım ölmüştün."
"Hadi ya..." dedim alayla. "Nasıl yapacaktın bunu? Konuşarak mı?"
"Konuşarak," dedi. Yeşil gözleri, kendinden çok emindi. "Biliyor musun, çok uzun sürmezdi."
"Adımı bile bilmiyorsun."
"Önemi yok. Birini kaybettiğini biliyorum. Ve, başka bir şeyi... Bunca şeyin ortasında evlenmişsin. Peki, tamamen iyileşebildin mi? Can, bana senin hamile kalamayabileceğini söylemişti. Doğmamış bir bebeği de mi kaybettin?"
Garipti.
Cümleler onun ağzından çıkıyordu ama sanki o da bunları söylüyor olmaktan nefret ediyordu.
Bana kendini kanıtlamaya çalışıyordu. Sanki canımı yakabilirmiş, canımın yanması onun işine yararmış gibi üzerime geliyordu. Beni zayıflatmak mıydı derdi?
"Kaybı bilirsin," dedim. "Annenin cesedine bakarken mi öğrendin?"
Gözlerine kan oturdu.
"Milat." Ciddi olduğumu anlasın diye gerçek ismini kullandım. "Başka bir zaman birbirimizi öldürmeye çalışırız, tamam mı? İstediğin kadar yakmayı denersin canımı. Hatta bir çatıya çıkarım, kendimi atmaya ikna etmeye çalışırsın beni. Ama önce, bana Can'ı vermen gerekiyor."
"Bunu babama söyleyenin Selma olduğunu nereden biliyorsun?"
Gözlerimi kırpıştırdım. "Ben böyle bir şey söylemedim."
"Aklından geçirdin," dedi. "Benim söylememi bekledin. Selma'nın bana yakın olduğunu biliyordun. Aklıma ilk onun geleceğini çok iyi biliyordun."
Odağı değiştirme vaktiydi. "Tek bildiğim, o arabada kan izlerinin de olduğu. Kaybettiğin her saniye, Can ölüme biraz daha yaklaşıyor olabilir. Sana yemin ederim, o ölürse hiçbirinizi yaşatmam Vega. İşe senden başlarım."
"Boş tehditlerini başka zamana sakla sen de," dedi yeniden arkasına yaslanarak. "Bana dürüst olduğunu düşünmezsem sana yardım etmem."
Elimi yere bastırıp ayağa kalktığımda yerde oturmaya devam ederek beni izledi. "Senden yardım dilenmiyorum," dedim. "Sadece işleri hızlandırmayı deniyorum. Sen olmazsan Can'ı bulamayacağımı falan mı sanıyorsun? Yer yarılsa içine girse, arkasından atlar yine bulurum ben onu."
Bana alaylı bir gülümseme yolladı. Kendini kontrol etmeye çalıştığının farkındaydım. Ailesine duyduğu öfke, içini delip geçiyor olmalıydı. Hatta bence o da şu an en az benim kadar babasının ölmesini istiyordu ama bunu bana yansıtmamaya çalışıyordu. "İyi ki parmağında o yüzük var," dedi gülümsemeye devam ederek. Sinirleri gerilmişti, belliydi. "Yoksa şu an başka şeyler konuşuyor olurduk."
"Bir an önce kalkıp harekete geç." Elimi ona doğru uzattım. "Yoksa ortada kıskanacağın bir erkek arkadaş kalmayacak."
Önce elime, sonra yüzüme baktı. Bu bir beyaz bayrak değildi, şeytanla oynanan bir kumardı ve aynısı onun için de geçerliydi. Vega, beni hafife almaması gerektiğini kavramış gibi duruyordu. Hermes'in aksine o, karşısındakinden üstün olduğunu düşünse bile rakibini küçük görecek biri değildi. Bu da onu belki de üçgenin en zeki kişisi yapıyordu. Diğerlerinin egosu ve hırsı sonları olabilirdi ama Vega'yı bitirebilmek için bundan daha fazlası gerekirdi.
Vega'yı bitirebilmek için Can Günay gerekirdi.
Elimi tutup benden destek alarak ayağa kalktı. Burnumun dibinde durduğunda saçını kulağının arkasına sıkıştırdı ve oradaki üçgen dövmesi görünür hale geldi. Gözlerimin dövmesine kaydığını fark edince yeniden ona bakana kadar bekledi. Ardından dudaklarını araladı. "Eğer beni kandırıyorsan, Görkem Duman seni yüksek bir binanın önünde kanlar içinde bulur. Bu söylediklerimi sakın aklından çıkarma."
"Senin Hermes'ten daha zeki olduğunu sanmıştım," dedim. "Ama aynı bokun lacivertiymişsin. Sen ve ikizin, beni ölümle tehdit edebileceğinizi sanacak kadar geri zekâlısınız."
Onu gıcık ediyor olduğumun farkındaydım. "Sana sadece Can için katlanıyorum," dediğinde gözlerimi devirdim.
"Ben sana kaşının gözünün hatırına katlanıyorum çünkü."
"Telefonunu ver," dedi. "Sana bana nereden ulaşabileceğini yazayım."
Karşısında çocuk mu var sanıyordu? "Sana günahımı vermem Vega."
Sırıtmaya başlamasını beklemiyordum. Onu terslemem hoşuna gitmişti. Gülümsemesine bile sinmiş bir karanlık vardı. O gözlerini üzerinize dikip sizi dünyanın en masum insanı olduğuna inandırabilirdi. Bunu Can'a yapmıştı. Ona hafızasını kaybetmiş biri olarak yaklaşmış, sonra bileklerini kesip dikkatini yeniden çekmeye çalışmıştı. Üstelik bunu yaptığı gün hastaneye Kaya ve Arda da gitmişti. Bir taşla birden çok kuşu vurma ustasıydı. Aklıyla dalga geçilemeyecek, tersine denk gelinmeyecek biriydi ve ben onun en ters tarafında tek başıma yüzüyordum.
Gözlerimin içine gereğinden fazla bir süre baktığında o yeşillerin gözümün önünde sallanan bir sarkaç gibi hipnoz etkisi olduğunu hissettim üzerimde. "Korkma," dedi içten bir sesle. Alay yoktu, küçümseme veya dalgaya alma... Hiçbiri yoktu. Saf, pürüzsüz ve söz verir gibiydi. "Onun ve benim için mutlu bir son olmadığının farkındayım ama onu hiçbir sonda tek başına bırakmayacağım. Karşıda babam bile olsa, Can'ın olduğu kefe ağır basar benim terazimde."
Banka düşen telefonumu elime alıp arka cebime attım ve yeniden ona baktım. "Site üzerinden bana sana ulaşabileceğim numarayı yollarsın. Çok acil bir durum olduğu takdirde kullanırım ama bunun haricinde benimle iletişime geçeceksen siteyi kullan."
"Orası artık güvenli değil," dedi. "Yüksek ihtimalle babam ele geçirdi bilgisayarımı, Can'la konuştu ve sonra yerine geri bıraktı. Yeniden alabilir. Senin de bariyerlerden yuvarlanasın varsa sen bilirsin. Yok diyorsan, bana numaranı ver."
"Bilgisayarını alan kişinin Hermes olduğunu düşünüyorum," dedim. Gerçekten böyle düşünüyordum ama düşünmesem bile onu buna inandırmaya çalışırdım. "Can'la nasıl konuştuğunu tahmin edebilecek kadar tanır mı seni baban? İyi düşün Vega, Can gibi biri normal şartlarda seninle konuşup konuşmadığını kolayca ayırt edebilirdi. Karşısında seni birebir taklit edebilecek biri vardı. Sence bu kişi gerçekten baban mı?"
Hiçbir duraksama yaşamadı ya da söylediklerim onu şaşkınlığa uğratmadı. Yalnızca ağır ağır başını salladı. Bunları o da düşünmüş olmalıydı, sadece kendini kandırmaya çalışıyordu ve ben de üzerine giderek onu iyice köşeye sıkıştırıyordum.
"İki dakika..." dedi. "İki dakika hiç sesini çıkarmadan yanımda oturabilir misin?"
"Zaten daha fazla zamanın olacağını sanmıyorum," dedim dürüstçe. "Yanına geleceğimi kimseye söylemedim. Arkamdan gelebilirler. Hatta çoktan gelmiş bile olabilirler."
"İzlendiğimi hissederim." Şüphe barındırmayan sesi yüzünden ben de henüz gelmemiş olduklarına inandım. Zaten yüksek ihtimalle onun yanında olduğumu görselerdi Görkem'i hiçbir şey yanıma gelmekten alıkoyamazdı. "İstediğine haber verebilirsin. Yalnızca iki dakikalık sessizliğe ihtiyacım var."
Telefonumu cebimden çıkarırken yere düşmüş silahına uzandığını görünce diğer kolunu kavrayıp sırtına doğru büktüm. Tam diğer eline uzanacaktım ki "Bırak beni," dedi. "Anladım, reflekslerin iyi ama ota boka tepki verme. Seni çekip vurmayacağım. Henüz değil. Silahımı aldım sadece."
Kolunu sertçe bıraktım ve hiçbir şey söylemeden banka oturdum. Telefonumu yeniden çıkarttığımda ekranımda tonla cevapsız arama ve mesaj vardı. Hiçbirine dönmeyip Eylül'e iyi olduğumu yazdım. Ardından Vega yanıma oturdu. Neden bunu istediğini bilmesem de birlikte sessizlik içinde iki dakika geçirdik. Belki de bu, Can'la ilk tanıştığı dönemi hatırlatmıştı ona. Ne düşündüğü hakkında fikrim yoktu ama maziye daldığını hissettim. Öfkesini harlamak için yüz yirmi saniyeyi kullanıyor olabilirdi veya oturup nereden başlayacağını düşünmüş olabilirdi. Sonunda benden telefonumun not kısmını açmamı istedi. Bana ezberinden bir numara okudu. Ardından, "Ararsın," dedi. "Seninle bu şekilde iletişime geçeceğim ve numaranı başka bir amaç için asla kullanmayacağım. Can'ın üzerine yemin ederim."
Gözümün önünü kaplayan sis perdesi yüzünden mi yoksa onun insanları manipüle etme yeteneği yüzünden mi bunu bilmesem de ona inandım. "Onu bulduğunda onun için geleceğimi söylemeyi unutma, olur mu?" diye sordum sesimi ekstra güçsüz çıkararak. Bu ton normal şartlarda bir tek Analizcilerin yanında ortaya çıkardı. Onu ne kadar çaresiz olduğuma ikna etmeye çalışıyor, vicdanına oynuyordum.
"Olur," dedi. "Adın ne? Ona senden selam da söylerim."
Güldüm. "İyi denemeydi."
O da güldü. Ardından ayağa kalktı ve omzunun üzerinden bana baktı. "Sen ve ben, bu işte birlikteyiz."
Başımla onayladım.
Başka hiçbir şey söylemedik. Köşeyi dönene kadar adımlarını takip ettim ve o kaybolduğunda başımı gökyüzüne kaldırdım.
Sen yaşıyorsun, Can diye geçirdim içimden. Ama herkes ölecek. Yemin ederim, çok yakında bu iş bitecek.
•⚓•
Ve kartlar yeniden dağıtılır. Belki de son kez.
Nasılsınız diyeceğim ama sormaya korkuyorum.
Bölümle ilgili konuşmayacağım bu sefer. Sizin yorumlarınız, tahminleriniz varsa buraya bırakabilirsiniz.
Burası da ASYA köşesi.
#AnalizWattpad etiketinin altında her zamanki gibi sizinle olacağım.
Görüşürüz.
🔵🤝🔵
arayı çok açmayalım azrammm
YanıtlaSilÖldüm ama dirilemedim 🫡 canın yaşadığını öğrenirsen dirilebilirim
YanıtlaSilHayır ben ağlayarak okumadım yağmur yağdı.
YanıtlaSilHer bölümde tüm duyguları nasıl yaşatabilir insann✨️
YanıtlaSilkafayi yicem simdi bi gun yuzumuz gulmuyo nolursun cok acmayalim arayi
YanıtlaSilmuazzam bi bolumdu yine
YanıtlaSilbayildim bu kizlar is birligine
ben milat i da cok seviyorum bu arada lutfen canla sonlari iyi bitsin milat olecek gibime geliyor ya
~rnkeem
Kötü birşey okuyacağım diye öldüm ya
YanıtlaSilKızları daha fazla bir arada görelim ya
YanıtlaSilAğzımıza sıçtın
YanıtlaSilMilat ve Yağmur normal şartlarda tanışmış olsaydı birbirini ilk başta hiç sevmeyen ama arkasını kollayan iki insan olurdu, patlayan büyük bir olaydan sonra da çok yakın iki arkadaş olur gibi hissediyorum
YanıtlaSilÇapa işaretini görür görmez çığlık attım burda bitemez ya
YanıtlaSilmilat canı kurtarırken ölücek gibi bi his var içimde
YanıtlaSilyağmurla milat normal şartlarda çok iyi arkadaş olurlardı
Ağlamadım, yüzüme yağmur yağdı ama Azra bu yapılacak iş mi biz daha yeni evlendik ya
YanıtlaSilKarakterlerin duygularını o kadarr iyi yansıtıyorsun ki kitabın sonunu hayal edemiyorum Azra kitabını yeni keşfettim ve tek kelimeyle baayıldımm muhteşem bir kalemin varr ve lütfen yeni bölüm en yakın zamandaa🙏
YanıtlaSilCan üzümlü kekim diğerleri arasından ilk senin mürvetini görmek istiyorum
YanıtlaSil