59. "Fırtına ve Zehir"

Bölüm şarkıları:

Rose, Toxic Till The End
Daft Punk, Something About Us
Au/ra, Panic Room
3 Doors Down, In The Dark
Starset, Trials

🚨

Bir kuzu koştu, düştü uçurumdan.
Ve sonra tüm sürü atladı arkasından.
Telef olduklarını sananlara inat
Yaktılar denizleri, hiç durmadan.

•⚓•

Bir piknik masasının iki ucunda birbiriyle iş yapmaya mecbur iki kadın olarak oturuyorduk. Beni aramasının üzerinden geçen dört saatin ardından yine bir gece yarısı buluşacaktım onunla. Tek bildiğim, Can'ın yaşıyor olduğuydu. Vega'nın bir işi halletmem gerekiyor dediği ve sonrasında dört saat boyunca ortadan kaybolduğu iş neydi henüz fikrim yoktu.

"Kötü durumda," dedi ellerini birbirine kavuşturduğunda. Parmağındaki yüzük, daha önce Can'ın parmağında gördüğüm yüzüklerden biriydi. Piramit'in eline düştüğümüz gün Vega onu Can'dan almıştı ve belli ki hâlâ kullanıyordu. Gözlerimi yeniden gözlerine çevirdim. "Ama yaşıyor."

"Bana bundan daha fazlasının lazım olduğunun farkındasın herhalde."

"Sana ne yapacağımızı söyledim."

"Hermes, Görkem Duman'ı istiyor dedin." Derin bir nefes almayı denedim. "Bu ne yapacağımızı değil, ne yapmamamız gerektiğini söylüyor."

Gözlerini etrafta gezdirmeye başladı. Ardından "Görkem Duman," diye yükseltti sesini. "Uzaktan izlemeyi bırak da gel yanımıza. Su çok güzel."

O da bu masaya oturacaktı fakat öncesinde ben Vega ile tek başıma konuşmak istemiştim. Bu yüzden Görkem, gizlendiği köşede kalmaya devam etti. Vega bakışlarını yüzüme dikerek "Bak masanın altından karına bir silah doğrultuyorum," dedi, oyun oynar gibi. "Kuşlar bana hemen karşıma çıkmazsan tetiği çekebileceğimi söyledi."

"Silah falan doğrultmuyorsun," dedim gözlerimi devirerek. Elleri hâlâ masanın üzerinde birbirine kenetlemiş durumdaydı. Yalnızca Görkem'in bizi görmeyecek bir yerde olduğunu tahmin ediyor ve olta atmayı deniyordu.

"Kocan seni sevmiyor." Bir sır verir gibi sesini alçalttı. "Boşan bence."

"Keyfinin bu kadar yerinde olması canımı sıkmaya başladı." Ciddi sesim, bundan etkilenmiş gibi bir kaşını yukarı kaldırmasına sebep oldu. "Can'la konuşmuşsun sen. Can'la mı konuştun? Sana bir şey söyledi mi?"

Tespitimde haklı olduğumu gözlerinde onun adını duyduğu an çakan şimşek sayesinde anladım. "Kocanı çağır, Mila. Bu üç kişilik bir konuşma."

"Bana Hermes, Görkem'i istiyor dedin. Gördüğüm kadarıyla onu ikizine götürmek konusunda da oldukça isteklisin. O buraya geldiğinde ona zarar vermeyeceğini nereden bileceğim?"

"Sana zarar vermeyeceğimi nereden bilerek oturuyorsun karşımda?" diye sordu. "Kendini feda etmek, alışkanlığın mı senin?"

O odanın içinde başımı silahın namlusuna dayadığımı biliyordu. Hermes, Görkem'e bir seçim şansı sunduğunda vazgeçilecek kişi olduğumdan haberi vardı. Zaten bunu bilmemesi anormal olurdu. Biliyorken bana karşı kullanmak istemesi ise beklemediğim bir şey değildi. Güçlü olduğumu görmüştü ve beni zayıf düşürmek için her şeyi denerdi.

"Aynen," dedim yalnızca.

"Ne istiyorsun Mila?" diye sordu, umursamazlığımdan etkilenmeden. "Görkem gelmeden hiçbir şey söylemeyeceğim."

"Bana Can'ın yaşadığını kanıtla."

"Yüzüme baktığında bunu anlayamıyor musun gerçekten?"

"Bakacak çok fazla yüzün var Milat," dedim. "Bu halin maskelerinden biri olabilir. Seninle iş yapmam, sana yüzde yüz güvendiğim anlamına gelmez."

"Yüzde kaç güvendiğin anlamına gelir?" Esprili bir şekilde başını omzuna eğdi. "Sanırım zekândan etkilenmeye başlamak üzereyim Mila. Aranızdaki tek akıllının Can olduğunu sanırdım. Benim de yanıldığım bir konu çıktı demek..."

"Ben hiç eğlenmiyorum, umarım farkındasındır."

"Kafamı bedenimden koparmak ister gibi bakıyorsun," dedi. "Ve eminim bunu yapacak gücün de vardır. Can, yüzüme baktığı an bunları yapan kişinin sen olduğunu anladı biliyor musun?"

Kenetlediği ellerini birbirinden ayırdığını ve birini görüş açımdan çıkardığını fark etmeyeceğimi sanıyordu. "Bana silah çekmeyi deneme bile," dedim sertçe. "Seni vurur."

"Bu numarayı bir kez yemiştim," dedi Vega. "Nova'da Görkem, silahını Can'a çevirmişti ve ben de karşılığında elimdeki panzehiri diğer adama vermiştim. O numarayı tekrar yutmam, Mila. Görkem, Can için herkesi harcarmış. Can bana böyle söyledi. Onun yerini bilen tek kişi ben olduğuma göre... Eh, bugün de ölmüyorum demek ki."

"Doğru söylemiş." Görkem'in kalın sesi, gecenin sessizliğini ikiye bölerek ulaştı kulaklarımıza. Vega ile aynı anda adım seslerinin geldiği tarafa döndük. O gülümsedi, benimse yüzümdeki mimikler silindi. "Belindeki silaha uzanmayı denersen seni hayatta kalacağın şekilde vururum Vega. Dilinin sıkı olduğunu sanıyorsan bu daha evvel elime hiç düşmediğin içindir. Öyle ya da böyle önce Can'ın yerini öğrenirim, sonra seni gebertirim. Yanlış bir şey yapmaya kalkma, beni anladın mı?"

"Çok konuşuyorsun." O, bana doğru adımlarken Vega ellerini yeniden masanın üzerinde birleştirdi. "Hermes'in senden neden bu kadar nefret ettiğine şaşmamalı."

Görkem yanıma geldiğinde elini omzuma bastırdı. Piknik masasının bankına oturmak için bacağını iç tarafa atarken dengesini bana tutunarak sağladı. Bunu yapmasına gerek yoktu ama eminim ki bu hareketi bile bir mesaj içeriyordu.

"Sanırım Hermes, götüne kazık soktuğum fotoğrafını onun sitesini hackleyip ana ekranı yaptığım için benden nefret ediyor," dedi Görkem omuz silkerek. "Bu, sebeplerin yalnızca biri ama yüksek ihtimalle en etkilisi."

"Eğer ikizimle sidik yarıştırmanın derdindeysen yanındaki kadının ameliyattan çıkmasını beklerken geçirdiğin nöbetleri sana hatırlatmam gerekebilir."

"Sırtımı da demir bir çubukla yakmıştı, onu da hatırlat hazır başlamışken," dedi Görkem, rahat bir tavırla. "Görüyorsun, beni yıkmaya yetmiyor böyle şeyler. Ölmediysem sıkıntı büyük demiştim ama eline fırsat geçmesine rağmen öldüremedi beni ikizin. Baban onun tasmasını seninkinden daha sıkı tutuyor olmalı."

"Bu sinir harbi böyle sabaha kadar gider," dedi Vega. "Ve kaybeden sen olursun."

"Öyle mi? Hiç yenilgim yoktur halbuki."

"Kör müsün? Yanında oturuyor ya."

İkisinin bakışları aynı anda bana döndüğünde gülümseyerek başımı iki yana salladım. Bu laf dalaşlarından sabrım taşmak üzereydi. Elle tutulur bir şeyler istiyordum ama Vega'yı kışkırtmamak için sakin kalmayı deniyordum. Görkem bunu bana defalarca kez tembihlemişti.

Nedenini anlamasam da gerçekten çok fazla tembihlemişti.

"Haklısın, en azından benimki yanımda," dedi Görkem. "Senin yenilgini bile senden aldılar."

Vega'nın gözleri kısılırken tokalaşmak için ona elini uzattı. "Görkem Duman."

İkisinin birbirine değen avuç ayalarından hiç hoşnut değildim. "Vega Venom," dedi Vega fakat Görkem, onun elini daha fazla sıktı. Kaşlarını havaya kaldırdığında kelimeleri kullanmamasına rağmen ona istediğini söyletmeyi başarmıştı. "Milat Kaman."

Görkem el sıkışmayı bilerek uzatıyor gibiydi ve bu durum beni çok huzursuz etmişti.

İkisini yan yana görmek istemiyordum.

En sevdiğim tablonun siyah boyalarla lekelenmesi, bu dünyada isteyeceğim en son şeydi. Görkem'in Can için her şeyi yapabileceğini biliyordum ama sınırı bu denli aşması, başına bir bela açarsa ortalığı yakıp yıkan ben olurdum.

"Can yaşıyor," diye bilgilendirdi Vega onu da. Tokalaşmayı sonlandırırken gözlerini Görkem'in alyansına diktiğini fark ettim. Ardından benim yüzük parmağıma değdi bakışları. Asla sahip olamayacağı bir hayatı görmek, bir saniyeliğine duraksamasına neden oldu. Onu tanımasaydım onun için üzülürdüm.

"Duyduğuma göre sen de beni ikizine verecekmişsin."

"Bir anlaşma yaptım. İçeriye başka türlü giremezdim. Altair herkesi beni görürlerse temkinli olmaları konusunda tembihlemiştir. Bu yüzden Hermes'le konuşmam şarttı. Onun sayesinde Can'ı birkaç dakikalığına da olsa görebilirdim."

"Saçma sapan bir yol bulmuşsun," dedim derin bir nefes alarak. "Can'ın bir şarampolden yuvarlanmasına sebep olan Hermes'e Can'ın yaşadığını öğrenmek için mi güvendin? Hepiniz korkunçsunuz."

"Daha iyi bir fikrin var mı? Eğer olsaydı, Can'ı bana ihtiyaç duymadan bulurdun. Öyle değil mi Mila?"

"Zaten bulurdum," dedim geri adım atmadan. "Sen en hızlı yoldun, tek yol değil."

"Aslında aynı hesap," dedi Görkem'e bakarak. "Seni ona götürmem için yirmi dört saatin var. Dilersen bu süreyi, ne bileyim, sevdiklerinle falan geçirebilirsin."

"Dalga mı geçiyorsun?" diyerek yükselttim sesimi. "Öyle bir şey olmayacak."

"Planın ne?" diye sordu Görkem benim aksime sakin bir sesle. Vega'nın gözlerinin tam içine bakarak konuşuyordu. Bu sinir uçlarımı yıpratacak bir güce sahipti. İçimdeki bir his, devamlı olarak ikisini birbirinden uzak tutmam gerektiğini fısıldıyordu.

"İstiyorsan önden Mila'yı ona verip sana zaman kazandırabilirim," dedi. "Böylece biz dikkat dağıtarak Can'ı..."

"Geç onu."

"Mila'yı öldürmeyecektir. Yalnızca oyalanması..."

"Geç dedim Milat."

Ürkütücü sakinliği Vega'nın gözlerini kısmasına sebep oldu. "O zaman her türlü seni veriyoruz. Can'ı oradan çıkarabilmemiz için birilerinin Hermes'i ve hatta Altair'i Can'dan uzak tutması gerek. Aksi takdirde hiçbir şansımız olmaz."

Görkem'in konu ben olduğumdaki keskin redleri, bu fikir karşısında ortaya çıkmadığında dizimi sallamaya başladım. Hermes'e kendi ayağıyla gitmeyi planlıyordu.

"Bunu da geçin," dedim. Görkem, masanın altındaki elini bacağıma yerleştirdi. Gözlerimi ona çevirip "Hayır," dediğimde bacağımı daha sıkı kavradı. Bana bakışının altında bir anlam vardı ama henüz çözememiştim. Birden başımı Vega'ya çevirdim ve "O ölmüş olabilir," dedim. Delilik hissi, hızla damarlarımı yakmaya başladı. "Can ölmüş olabilir. Bu kadın göz göre göre bize tuzak kuruyor olabilir. Hermes'le iş birliği yapmadıklarından asla emin olamayız. Ona yalnızca Can'ın hayatı için güveniyorum. Eğer hayatta değilse, bu kadının bizi bitirmek için bir plan yapmadığı ne malum? Asla olmaz Görkem!"

"Can yaşıyor," dedi Vega, söylediklerimin arasında tek önemli şey buymuş gibi. "Ve benimle pazarlık yapabileceğiniz bir noktada değilsiniz. Onun yerini bilen tek kişi benim."

"Sana güvenmiyorum," dedim.

"Bana sen geldin!" diye karşılık verdi. "Konu en sevdiğine geldiğinde işler böyle karmaşıklaşıyor işte. Bu bir takas, Mila. Takaslar böyle işler. Birini verir ve diğerini alırsın. Görkem onu oyalayıp bana zaman kazandırır, sonrasında ben de Hermes'i oyalayıp Görkem'e zaman kazandırırım. Kaç kişisiniz bilmiyorum ama bu sırada birilerinin dışarısını temizlemesi gerek. Aksi takdirde içeride mahsur kalırız. Büyük bir kaosa ve havada uçuşan kurşunlara hazırsanız, ben başlamaya hazırım."

Görkem dizime yakın duran avucunu yukarı doğru sürükleyerek dikkatimi çekti. Ardından işaret parmağıyla iki kez, bir kez ve iki kez bacağıma dokundu.

Vega'nın göz bebekleri yalnızca karanlık düşüncelerden oluşan zihnine açılan bir kapı gibiydi. Konuşma sırasında hiç gözünü kırpmadığını ve son noktayı koyduktan sonra kirpiklerinin birbirine değdiğini fark ettim.

Onun gibiler gözünü kırpmadan yalan söylerlerdi.

Can Günay'dan kaptığım birkaç şey vardı ve bana bundan bahsettiği konuşmamızı hatırladım. "Göz temasını bile hesaplamak," demişti bu durumu özetlerken. "Seni bir şeye ikna etmeye çalışsam gözümü bile kırpmadan gözlerinin içine bakarım. Hipnoz denilen şey her zaman sallanan bir saatle yapılmaz."

Ellerimi masaya vurdum. Gözü dönmüş bir aşık, en rahat bürünebileceğim kimlikti. "Ben yokum," dedim gözlerimi Görkem'e çevirerek. Piknik masasından kalktım ve elimi sertçe saçlarımın arasından geçirdim. "Can'ı kurtarmak için iş birliği yapmayı kabul ettim ben. Vega, anlaşmamız buydu. Kocamı öldürmek isteyen bir kadınla işim olmaz benim."

"Bebeğim," dedi Görkem. "Bu geçici bir takas. Halledebiliriz."

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Yerimde duramayarak masadan iki adım uzaklaştım. Sonra belirlediğim iki nokta arasında volta atmaya başladım. "Ben seni feda falan edemem."

"Kimseyi feda etmeyeceğiz," dedi. "Can'a karşılık küçük bir bedel. Geçici bir durum. Hermes bana bir şey yapmayacak. Sakinleş."

Onu benim kadar tanımayan hiç kimse, kendi söylediklerine inanmayarak konuştuğunu fark edemezdi. "İki dakika gelsene sen şöyle!" diye bağırdım. Neredeyse gülümseyecekti. "Gel, gel!" Gözlerimi sertçe Vega'ya çevirdim. "Sen burada bekle."

Ellerini teslim olur gibi alayla havaya kaldırdı. "Karı koca kavgasına karışmaya niyetim yok."

Görkem ayağa kalktığında onu kolundan çekerek Vega'dan uzak bir noktaya sürükledim. İtiraz etmeden peşime takıldı. "Sen ne saçmaladığını sanıyorsun?"

"Evet." Sırtını Vega'yı göremeyeceğim şekilde önüme kalkan yaptı. "Daha fazla bağır."

Kaşlarımı çatarak üzerine doğru bir adım attım. Konuşmamız gerektiğini anladığım için onu buraya sürüklemiştim ama aramızda bir fısıldaşma yaşanır diye düşünmüştüm. "Ne?"

"Çık çileden," dedi kısık bir sesle. "Kavga et benimle. Bağır çağır, devam et."

Onu göğsünden itip "Aklını mı kaçırdın?" diye bağırdım. "Asla izin vermem oraya gitmene. Asla olmayacak böyle bir şey! Hiçbir yere gitmiyorsun. Ben kaybedemem seni." Gözlerim doldu söylediklerim yüzünden. "Olmaz Görkem. Başka bir şey düşünelim. Başka bir plan yapalım!"

"Yüzüğünle oyna." Dudak okuyabildiğimi biliyordu. Ben bağırıp dururken dudaklarını oynatarak bunu söylemişti. Parmağımdaki yüzüğe indirdim bakışlarımı. Görkem, yarım bir adım atarak beni Vega'nın kadrajına soktu. Gözlerini üzerimizden ayırmadan buraya bakıyordu. Yüzüğümle oynadım. "Hiç mi düşünmüyorsun beni?" diye sürdürdüm tavrımı. "Gidemezsin beni bırakıp. Hermes seni öldürür!"

"Yavrum benim," dedi Görkem, dudaklarına derin bir gülümseme kazınırken. "Aferin sana. Böyle devam et."

Bunca şeyin arasında sözleri yüzünden bir ürperti geçti bedenimden. "Konuşmak için birkaç saate ihtiyacım var," dedim gözlerinin içine bakarak. "Teklifini kabul et. Yeniden bir buluşma planla. O zamana kadar seni ikna edecek bir yol bulurum belki. Bu şekilde olmaz Görkem, lütfen."

Başını salladı ve iki elini omzuma yerleştirdi. Dışarıdan beni sakinleştirmeye çalışıyor gibi görünüyordu. "Mükemmelsin," diye fısıldadı. "Şimdi o masaya gidip Vega'ya kes aynı raconu. Bize biraz zaman kazandır."

"İyi olduğunu nasıl bileceğiz?" dedim sesimi alçaltarak. "Can'ın güvenliğinden nasıl emin olacağız? Vega'ya ihtiyacımız var. Kaybedecek birkaç saatimiz olduğundan emin değilim. Sadece senin bunu istediğini anladığım için öyle söyledim."

"Az önce Ros'tan haber aldım." Yalnızca dudaklarını kıpırdatıyordu. Eli hâlâ omuzlarımdaydı. "Yerini biliyoruz. Kontrolü elimize almak üzereyiz. Kimseye bir şey olmayacak, söz."

Birden telefonum çalmaya başlayınca ortamın havası değişti. İkimizin de odağı dağılırken elimi cebime attım ve ekrandaki isme baktım. Görkem başını eğip Barış'ın adını görünce "Açma," dedi. "Konu Can'ken ilgini başka bir şeye verirsen bir işler karıştırdığımızı düşünür. Durduk yere Vega'yı şüphelendirme."

Yüzüne baka baka telefonu açıp kulağıma yasladım.

Asla Barış'ın aramasını sonlandıramazdım. Bunu biliyor olmalıydı. Vega'nın ne düşüneceği umurumda değildi. Bir süredir Barış'tan haber alamıyordum ve o beni arıyorsa hiçbir şekilde ona sırtımı dönmezdim. Onun için aynı anlamı ifade etmeyebilirdi ama benim için Can'dan daha az önemli değildi.

Görkem kızdı fakat aldığım bilgi, olayların seyrini tamamen değiştireceği için sonradan benden özür dileyecekti.

"Efendim?"

"Şu an Selma'nın kaldığı yerdeyim," dedi. Sesi bir garip geliyordu. Sanki burnunu kapatarak konuşuyordu. "Ve iki cesede bakıyorum."

Arkamı döndüm ve Görkem'le Vega'dan uzaklaştım. "Ne?"

"Selma öldürülmüş, Benekli," dedi Barış. "Yanında bir adam var. Adamın beyni bir kurşunla dağıtılmış. Selma ise zehirlenmiş gibi görünüyor. Solunum yoluyla etki eden bir şey olabilme ihtimali yüzünden detaylı bir inceleme yapamadım. Kendimi banyoya kapattım ve doğrudan sana haber vermem gerektiğini düşündüm."

"Oradan ayrılma," dedim hemen.

"Olay yerini korumak için mi?" diye sordu. "Birilerini çağırmalı mıyım?"

"Sence senden önce kimse görmüş mü?"

"Sanmıyorum," dedi Barış. "Kapıda zorlama yoktu. Ben kilidi uğraşarak açtım ama katil muhtemelen içeriye rahatça girebilen birisiymiş."

Yani Selma'nın öldüğünü henüz kimse bilmiyordu.

"Bir de," dedi Barış, kapatmadan hemen önce. "Duvarda kırmızı bir sprey boyayla X yazıyordu. Bu bir romen rakamı mı? 10 anlamına gelebileceğini düşündüm. Bir fikrin var mı?"

Vardı.

O da konu Can olduğunda Vega'nın gerçekten kimsenin gözünün yaşına bakmayacağıydı.


🧪☢️


"Selma ölmüş."

Çatı katındaydık. Arda ve Kaya tam karşımda oturuyordu. Görkem masanın başındaydı. Solumda Eylül varken Can'ın olması gereken yerde de ben oturuyordum. Kurduğum cümleden sonra diğerleri aynı anda bana baktılar.

"Ne?"

"Ve X de ölmüş."

"X kim?"

"Alfonso meselesini hatırlayın. Vega ve Can buluştuklarında Can bize bir ses kaydı dinletmişti. Babasının sağ kolu olan X diye bir adamdan bahsetmişti. Alfonso'nun başındaki dava olayında, onu devirmek için rakip tarafa gizlice yardım ediyordu. Hatta Vega, X'i Can'a vermeme sebebinin onun başına bir şey gelirse Piramit'te işlerin karışacağı olmasını söylemişti. X, Altair için çok önemli biriydi. Bir nevi onun yedeğiydi."

"Ne çıkarmalıyız buradan?" diye sordu Arda.

"Selma'nın en başından beri amacı neydi? Her şeyi Piramit'te yükselmek için yaptı. Can ve Vega'dan da Altair'e zaten bu yüzden bahsetti. X ile de yakın olmalarına şaşmamalı. Vega, bir şekilde X'le iletişime geçip Selma'nın kaldığı yeri öğrendi muhtemelen. Belki de adama bir şeyler vaat etmiş olabilir, sonuçta Piramit'te kartlar yeniden dağıtılıyor ve Altair'in tahtının sallandığı ortada. Bir şekilde X, Vega'yı içeri aldı. Vega Selma'yı zehirledi. X iş bitti sandı ama sonra onun işi Vega tarafından bitirildi. Çünkü Vega, kısasa kısas yaptı. Babası ondan onun için çok değerli bir şeyi aldı. Vega da karşılığında onun sağ kolunu koparttı. Ayrıca bizim de bu sayede önümüzü açtı. Cesetleri er ya da geç bulacağımızı biliyor. Onun kim olduğunu anlayabilmemiz için duvara X yazarak Can'a bir mesaj bıraktı. Selma'dan kendi intikamını alırken Piramit'in en tehlikeli isimlerinden birini de bizim için temizledi. Bir taşla iki kuş. Birkaç saatte yapabileceği en iyi hamleydi."

Görkem'in gözlerine hayran bir ifade yerleşti. "Bunlar aklımın ucundan geçmemişti," dedi. "Benim odağım başka bir yerdeydi."

"Vega'ya güvenmekle meşguldün o sırada," dedim sert bir sesle. "Seni Hermes'e götürmesi için sabırsızlanıyordun."

"Hayır bebeğim," dedi Görkem. Ve Arda, cebinden bir fotoğraf çıkarıp masaya bıraktı.

Vega ve Görkem'in el sıkıştığı anı yakalamıştı.

"Ne düşünmesini istediysek onu düşündü. İkizine gidip her şeyi anlatsa bile hiçbir şeyi değiştirmeyecek. İkili oynadığını düşünüyorum. Kimden daha fazla yarar görüyorsa ona yanaşıyor. Söylediklerinde haklıydın. Benim canım onun için hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu yüzden seni ikna etmeye çalıştığı plan palavraydı. Beni almak için geri falan dönmenize izin vermeyecekti. Can için beni takas etmeyi ve sonra Hermes'in insafına bırakmayı düşünüyordu muhtemelen."

"Ve?" dedim sorar gibi.

Telefonunu çıkarttı ve Can'ın olduğu bir fotoğraf gösterdi bize. Kaya'nın eli yumruk haline gelirken Arda uzanıp daha yakından bakabilmek için Görkem'in elindeki telefonu kaptı. Can'ın yüzü morluklardan tanınmayacak haldeydi. Teni şimdiye kadar gördüğüm en soluk renge sahipti. Bir yatakta yatıyordu. Gözleri kapalıydı ve yatağa bağlanmış durumdaydı.

Onun hâlâ nefes aldığına dair bir kanıta deli gibi muhtaçken şimdi o kanıt gözümün önündeydi fakat ben kendimi eskisinden daha öfkeli hissediyordum. Duvarlar üzerime gelir gibi olmuştu.

"Ros yanında," dedi Görkem. Otoriter sesi sanki buz tutmuştu. Bu fotoğraftan ne kadar etkilendiğini belli etmemek için dişlerini sıktı ve çenesindeki yara izi belirginleşti. Muhtemelen ben Vega ile konuşurken Ros ona atmıştı. Aksi halde mutlaka bana daha önce gösterirdi. Can'ın yaşadığını bilmeye ne kadar ihtiyacımın olduğunun farkındayken bu bilgiyi asla kendine saklamazdı. "İçerisi kale gibi korunuyormuş."

"O halde nasıl gireceğiz?" diye sordu Eylül.

"Biz girmeyeceğiz," dedi Görkem. "Onları yer değiştirmeye zorlayacağız."

"Nasıl?" diye sordu Kaya yalnızca. Yeşil gözleri sanki dişlerini bileyen bir kurta aitti. Ava çıkmaya çok hazırdı.

"Ben de nasıl diye düşünüyordum," dedi Görkem. "Ve sonra Yağmur, ben ona yapmamasını söylediğim halde Barış'ın telefonunu açarak planı tamamlayan parçayı elime verdi."

"Selma'nın ya da o X denen adamın ölmesinin bize ne gibi bir avantajı olacak?" diye sordu Eylül. Arda, hiç konuşmuyordu. Bakışları hâlâ o fotoğraftaydı. Ben daha fazla bakacak gücü kendimde bulamamıştım. Tırnaklarımı avucuma saplıyor ve kendimi anda kalmaya zorluyordum.

"Vega ile el sıkıştığım fotoğrafa Selma ulaşmış gibi yapacağız."

"Selma öldü."

"Evet," diye başıyla onayladı Görkem Kaya'yı. "Vega'nın peşine düşmesinden korktuğu için saklanıyor gibi yansıtacağız. Bilin bakalım son günlerde Selma ile en çok birlikte görünen isim kim? Barış, onun peşinde bir kuyruk gibiydi. Yani el sıkıştığımız fotoğrafı Hermes'e iletecek kişi Selma'nın elçisi rolündeki Barış olacak."

"Hermes, ikizine güvenmeyi tamamen bırakacak..." dedi Eylül, aydınlanarak. "Çünkü Vega'nın ikili oynadığının farkında değil. Onu yakalayıp sana getireceğini düşünüyor fakat fotoğrafı gördüğünde, onun seninle iş birliği yaptığını düşünmeye başlayacak."

"Fotoğrafı gördüğü an ikizinin bana Can'ı tuttukları yeri söylediğini düşünecek. Bu yüzden hızlı bir transfer yapmak isteyecek. Gözünü daha önce çok fazla korkuttuğum için bir saniye bile beklemeyecektir."

"Sonra?" diye sordu Eylül. Ben bu sırada Barış'ın fotoğrafı Hermes'e gösterdiğinde herhangi bir sorgulama durumuyla karşılaşıp karşılaşmayacağını düşünüyordum. Onun başına bir şey gelme ihtimali beni çok tedirgin ediyordu. En başından beri oraya gitmesini hiç istememiştim zaten.

"Barış, Can'ın tutulduğu yere gitmek için Ros'la iletişime geçecek. Çünkü onu Ros'un koruması olması için içeri göndermiştik. Böylece bu işi de şüphe çekmeden halletmiş olacağız. Ardından Barış, Hermes'le konuşmak istediğinde Ros da orada olmak isteyecek. Hermes Can'ın yerini acilen değiştirmeleri gerektiğini söyleyecek. Çünkü Vega'ya beni teslim etmesi için yirmi dört saat verdi. Bu da ona her an kardeşinin ve benim atağa geçebileceğimizi düşündürecek. Tam bu sırada Ros, bildiği tenha bir mekanı önerecek Hermes'e."

"Ve Hermes bunu anında kabul edecek," diye devam ettim. "Çünkü Ros'a karşı hisleri var, ona gerçekten güveniyor. O kadar güveniyor ki Vega gelene kadar Can'ın güvenliğinden sorumlu olması için onu o odaya bir nöbetçi gibi gönderdi. Bu yüzden uzattığı yardım elini hiç düşünmeden tutmak isteyecek."

"Barış ve Ros o panik havasını yarattığında Hermes'in iki ayağı bir pabuca girecek. Zaten hep tedirgindi. Hep benden gelecek bir hamleyi bekliyordu. Ne kadar ileri gittiğini gayet iyi biliyor. Adımı duymak ona yetecek. Götü tutuşacak. Transferi başlatacak."

"Bu sırada mı harekete geçeceğiz?" diye sordu Arda. Hâlâ ve hâlâ gözleri Can'ın fotoğrafının üzerindeydi ve geçen her bir saniyenin ardından gözünü bürüyen kanın miktarı çoğalıyordu.

"Hayır," dedi Görkem. "Ros'un önereceği mekanı önden hazırlayacağız. Kaya, Eylüp ve Arda'yı alıp sistemini kur. Her yerde gözümüz olsun. Onlar henüz organize olamamışken ortalık iyice karışacak. Can'ı koruyan herkese haber vermek istemeyecek Hermes. Çünkü Vega onunla konuşmak için o mekâna gitti. Herhangi birilerini kendi tarafına çekmiş olabilir. Birilerinin ona haber uçurma ihtimalinden korkacağı için adam sayısının en az yarı yarıya düşeceğini düşünüyorum. Milat'ın potansiyelini Mahşer'den daha fazla bilecek hiç kimse olamaz herhalde..."

"Bu plan tıkır tıkır işlese bile Milat'la beraber eski mekâna gideceksin," dedim bütün yapbozun parçalarını birleştirdiğimde.

"Ve ona Hermes'in onu kandırdığını düşündüreceğim," dedi Görkem, arkasına yaslanarak. Parmakları masanın üzerinde ritim tutmaya başladığında yüzük parmağındaki alyansı bakışlarımın asıl odağıydı.

"Hermes'i yenmek için çıktığımız bu yolda Vega'yı bu sefer gerçekten yanına almış olacaksın," dedi Eylül.

"Takasın başından beri bir yalan olduğunu sanacak," diye devam etti Arda. "Can'a zarar geldiğini, belki de öldüğünü düşünecek. Biz, siz eski mekana yeni varmışken bir şekilde sana ulaşacağız ve bir iz bulduğumuzu söyleceğiz. Böylece sen ve Vega, Can'ın asıl tutulduğu mekana birlikte geleceksiniz."

"Onu öyle hemen bitirmek istemiyorum," dedi Görkem. "Bu beni tatmin etmez. Önce sırtındaki bıçakları görmeli."

"Altair bu işin neresinde peki?" diye soran Kaya'yı ben cevaplamaya başladım.

"Hermes, Vega'nın Görkem'le yaptığı planı Altair'e bildirmek isteyecektir. Onun asla kabul etmese de babasına yaranma kompleksi var. Can'ı diğer mekana transfer ederlerken bunun zekice bir hamle olduğunu düşündüğü için ilk yaptığı şeylerden biri Altair'e haber vermek olacaktır. Öyle olmasa bile Ros, Hermes'i bu konuda gaza getirebilir. Konuşarak onu ikna edebileceğini düşünüyorum."

"Can Günay'dan bir şeyler kapmışsın," dedi Görkem, gururlu bir gülümsemeyle. Bana her şeyiymişim gibi baktığı anlardan biriydi.

"Peki ya Ros, Hermes'i bizim hazırlayacağımız mekana götürmeye ikna edemezse?" diye sordu Eylül, şüpheyle kaşlarını çatarak. Her şey aklına yatmıştı. Şimdi bu planı kusursuzlaştırmak için gelişebilecek komplikasyonları tartışmak istiyordu.

Çok riskli olduğu kesindi.

Hepimizin bu riskleri almaya hazır olduğu da öyle...

"Can Günay," dedim, Görkem'in gururlu gülümsemesini kendi dudaklarıma çizerek. "Ros, Can'ın yanında. Can bu fotoğrafta baygın ama Görkem onun hakkında ekstra bir şey belirtmediğine göre ara sıra ayılıyor olmalı. Ros kendi akıl oyunlarını Can'ınkilerle birleştirecektir. Ne yapar eder, onu ikna etmenin bir yolunu bulur."

"Onunla henüz istediğim iletişimi kuramadım ama kuracağım," dedi Görkem. "Ve o zaman, senin bu söylediklerinin hepsini ona aktaracağım. Kaya, Arda ve Eylül'ü alıp aradığımız niteliklere ait mekanı bizim için bir sahneye dönüştür. Bu uzun bir tiyatro oyunu ve biz artık son perdedeyiz."

"Her halükarda çatışma çıkacak," dedi Kaya. "Buna göre karakoldaki ekiplere haber verip yanımıza adam toplamalıyız."

"Biz Yağmur'la halledeceğiz," dedi Görkem. "Başka sorusu olan?"

"Sana bir şey olmayacağının garantisini ver," dedim, sert bir sesle. "Aksi takdirde bu ilmek ilmek işlediğin planı tek bir hamle ile bozarım. Bana kendini feda etmeyeceğine dair söz ver."

"Orada sizinle olacağım," dedi Görkem, başını benden bir emir almış gibi sertçe sallayarak. "Biz Vega ile oraya gelmeden parti başlamayacak. Önce sırt sırta verip onlarla çatışacağız, sonra el ele verip yıkımlarını izleyeceğiz bebeğim. Söz veriyorum."

"Barış'a da Can gibi bakmanızı istiyorum," dedim. "Nasıl ki onu oradan çıkarmak için her şeyi yapıyoruz, Barış için de her şeyi yapabileceğinizi bilmeliyim. Bu ihanetleri ortaya döktüğümüzde Barbaros ve Barış, alınlarına bir hedef tahtası asılı hale gelecekler. Onları korumak hepimiz için öncelik olmalı."

Görkem zevkten dört köşe olmuş gibi gülümsedi. Ardından diğerlerine dönüp "Karımı duydunuz," dedi. İçin için yanan gözlerindeki liderlik çemberi genişledi, beni içine aldı ve ardından bir daha açılmamak üzere kapandı. "Planı kavradınız, yapmanız gerekenleri anladınız. Ve şimdi, gösteri zamanı."




Diğerlerinin gidişinin ardından çatı katında baş başa kaldığımızda bir süre ikimiz de tek kelime etmedik. Endişelerim korkularımla çarpışıyor, sonra bütün duygularım cesaretimin altında kalıyordu. Sunduğu senaryo aklıma yatmıştı ama bunun dışında gelişen en ufak bir olay, her şeyi mahvedebilirdi de. Çok kritikti, sona giden yol mayınlarla döşeliydi ve biz mayın tarlasına sağ kalma umuduyla girerek büyük bir risk alıyorduk.

Bu riske değeceğini biliyordum.

Onlarla hayat en başından bu yana hiçbir zaman tek kişilik olmamıştı. Ölürsek birlikte ölürdük. Yaşarsak birlikte yaşardık. Bu zorlukların tümü, kutlu bir zaferi hak ettiğinden dolayı da şimdi oraya gidecek ve biz kazanacaktık.

"Söyle aklından geçeni," dedi Görkem, sessizliğim onu rahatsız etmiş gibi. Bir an önce harekete geçmeliydik. Birbirimize ayıracağımız birkaç dakikayı yaratmasının sebebi, gitmeden önce benimle konuşmak istemesiydi.

"Her şey bittikten sonra gideceğimiz tatilde ne renk bikini giyeceğimi düşünüyordum," dedim gülümseyerek. Bu hayale kaç gece sarıldığımı kimsenin bildiğini sanmıyordum. Dünyanın en basit aktivitesi, benim için en kıymetlisiydi.

Önce güldü fakat sonra yüzünü ciddi bir ifade bürüdü. Sandalyesini geri iterek masadan biraz uzaklaştı ve sağ elini dizine vurdu. "Gel hadi böyle," dediğinde sanki bunu duymayı bekliyormuşum gibi ayağa kalkıp yanına ilerledim ve dizine oturdum. Bacaklarının arasına sıkıştırdı bacaklarımı, beni ne olursa olsun koruyacağını söylemek istermiş gibi. "Endişe etme," dedi. "Her şey düşündüğümüz gibi ilerleyecek."

"Altair kritik," dedim. "O, Can'ın transfer edileceği mekana gelmediği takdirde beklememiz gerekir. Bunun farkındasın değil mi? Zaten bütün olayların buraya sarkma sebebi buydu. Altair'in ortaya çıkmasını bekliyorduk. Şimdi kaçmasına izin veremeyiz."

"Vermeyeceğiz," dedi. "Hermes'in Can'ı başka bir mekana taşıdığının haberini alır almaz Altair de oraya gelecek. Çünkü hâlâ bizi çekmek istedikleri bir tuzak var. Onlar da akıllarınca yeni bir plana geçiş yapacaklar. En basitinden, adamlarının çevreye konumlandırılmasını emredip oradaki desteği arttırmak isteyecek. Onlar koordine olana kadar biz çoktan Can'ı almış oluruz."

"Vega'yı kendi safımıza bu kadar çok çekmek istemenin sebebi, yalnızca Hermes'in canının yandığını görmek mi?"

"Can için çıldırdığını bilmek," dedi. "Oraya girdiğimizde Can'ı dışarı çıkarmak için yanımızda her şeyi göze alabilecek birinin daha olması her türlü avantajımız olur."

"Ya işler planladığın gibi gitmezse ve Vega, seni Hermes'e yine de götürmek isterse?"

"Götürsün, hiç sorun değil," dedi omuzlarını kaldırıp indirerek. "O zaman beni ikizini paramparça ederken izlemek zorunda kalır. Kendi bilir."

"Kendine dikkat et," dedim belki de milyonuncu defa.

Kolunu belime sarıp beni hafifçe kendine doğru döndürdü. "Sen de öyle." Alnını yavaşça alnıma bastırdığında ikimizin de gözleri kapandı. "Bir sürü işimiz var," dedi. "Hayatımızın en önemli günlerinden biri bu. Bir an önce harekete geçmeliyiz. Ama mümkün olsa, seninle bu çatı katında sonsuza kadar böyle kalırdım."

"Biliyorum," dedim. "Ben de öyle." Çok kısa bir sessizlik oldu aramızda. Huzursuzluk havuzumun içine bir damla da olsa huzur damlatılmıştı onun tarafından. "Sabahı beklemeyeceğiz, değil mi?" diye sordum. Can'la yaptığımız son telefon konuşmamızda o gelmeden uyumayacağımı söylemiştim. Sözümü tutuyordum. Uykusuzluğum baş ağrısına sebep oluyordu ama onun güvenliğini sağlamadan gözüme uyku girmeyeceğini biliyordum.

"Hayır," dedi. "Gece yarısından sonra harekete geçeceğiz. Her şey tıkır tıkır ilerlemeli. Zamanlama çok önemli. Onlara yeni bir plan oluşturacak kadar fırsat vermememiz gerek. Panikleri daha bitmeden harekete geçmiş olmalıyız."

Parmaklarımı yüzüne götürüp yavaşça çenesini okşadım. "Seni seviyorum," dedim. "Üzerinde hissettiğin baskıyı görebiliyorum ve bu beni çok üzüyor. Bir şeyler istediğin gibi gitmezse sakın suçu kendine yıkmaya kalkma, tamam mı?"

"Her şey istediğim gibi gidecek." Serçe parmağını havaya kaldırdı ve gülümsedi. "Var mısın iddiasına?"

Parmağımı onunkine dolamadım. Serçe parmağını tutup yumruğumun içine alarak indirdim. "Ben senin tarafındayım," dedim. "Her şey istediğin gibi gitsin diye uğraşacağım. Bir iddiaya girmemize gerek yok. Birlikte kazandığımızda istediğim şey belli."

"Bir tatil."

Başımla onayladım. "Bir tatil."

"Bir gün bütün hayatımı senin isteklerine adayacağım," dedi. "Nereye istersen oraya gideceğiz. Sen ne istersen onu yapacağız."

"O zaman her yere bizimkilerle gideceğiz," dedim. "Çünkü hayatıma kattığın herkesi yanımda istiyorum."

"Hiç kimseye bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

"Bunu biliyorum." Çenesini tutan parmaklarım, yavaşça dudaklarına tırmandı. Hâlâ onun kucağında oturuyordum. Bir elimi göğsüne koydum ve çırpınan kalp atışlarını avucumda hissettim. Bunca şeyin ortasında, ona yaşadığını hissettirebiliyor olmak beni mutlu etti. "Ama senin için korkmayı durduramıyorum."

"Bununla baş edebilmeyi birlikte öğreneceğiz." Burnunu yavaşça benimkine sürttü. "Can haklıydı," dedi. "Birbirimizin en büyük zaafı olduk. Ama bu, bizi hiçbir zaman durdurmaya yetmemeli. Benim için korktuğun her an, ne olursa olsun senin için döneceğimi bil. Bir kurşun göğsümü delse Yağmur, üzerinde senin adın yazmıyorsa ölmem ben. Anlıyor musun?"

Başımı aşağı yukarı sallarken gözlerim dolu doluydu. Dudakları büküldü. Çenesini hafifçe kaldırdı. "Sana mutlu olacağın bir hayat yaşatmadan hiçbir yere göçmeye niyetim yok. O mutlu hayatı da yalnızca bir arada olursak yaşayabileceğini biliyorum. Sana yemin ederim, bizi hep bir arada tutacağım. Sen merak etme, tamam mı?"

Elimi saçlarına daldırdığımda alnına dökülen tutamları geriye doğru taradım. Görkem başını arkaya yatırarak gözlerimin içine alttan bir bakış attı. Parmaklarımı çenesine sarıp yüzünü benimkine yaklaştırdım. Yalnızca bir nefes uzaklıktaki dudakları aralandığı an bunu bir davet kabul edip onu öptüm. "Seni seviyorum," dedim ve tekrar öptüm. "Hiç kimse inanmasa bile ben sana inanırım," dedim. Halbuki arkasında onlarca insan vardı, bunu duymasına gerek bile yoktu ama ona güven vermem gerektiğini biliyordum.

Yoluna taş koyamaz, kafasının içinde döndürdüğü çarkları durduramazdım. Bu yüzden yeniden dudaklarımı araladım. "Önümüze çizdiğin plan kusursuz değilse bile arkanda kusurların tümünü senin için yok edecek bir karın olduğunu bil."

Bu kez dudaklarını benimkilere bastıran oydu ve beni öyle bir ihtiyaçla öpüyordu ki dışarıdan bizi gören biri rahatlıkla birkaç saat sonra ayrılmamız gerekeceğini anlayabilirdi.

Yanağını daha sıkı kavradığımda dudaklarına doğru inlerken buldum kendimi. Bu bir sığınma talebiydi. Tek istediğim beni kendine katması ve asla bırakmamasıydı.

"Kendimi ne zaman mahvolmuş gibi hissetsem," diye fısıldadı dudaklarımın üzerine, nefes nefese. "Gelip beni kendimden geçiriyorsun. Bu, her şeye bedel. Ve düşündüğümde, karşımdaki insanların seni benden az daha alacakları aklıma geldiğinde... İşte o zaman emin oluyorum. Ortada korkulacak hiçbir şey yok, benden başka."

Elimi göğsüne götürüp dövmesinin olduğu yere sürttüm işaret parmağımın tersini. Onu oraya kazıtma sebebi ile şimdi yaptığı konuşma aynı yere çıkıyordu. Ben bu geminin çapasıydım. Durmamız gerektiği yerde bizi durdurur, gitmemiz gerektiği yerde dümenin yanına dönerdim. Şimdi de aynı durumdaydık. Bu sefer bir fırtınanın içine gittiğimizi biliyorduk ama bunu da aşarsak önümüzde açık denizler olacaktı. O yüzden kaptan, dümeni farklı bir yöne kırmıyordu. Doğru bildiği yoldan devam ediyordu.

Kucağından kalktığımda elimi ona uzattım ve "Hadi," dedim. "Şimdi diğer ekiplerle konuşalım ve son hazırlıklarımızı yapalım. Uzun bir süredir uykusuzum ve yarın gece senin kollarının arasında upuzun bir uyku çekmek istiyorum."

"Üç gün yataktan çıkmayacağız," dedi. Bir ima mı yapıyor diye gözlerine baktım ama muhtemelen o da benim gibi sadece uyumayı düşünüyordu. Bu beni güldürdü. İki insanın en büyük hayalinin uzun bir uyku çekmek olması çok çaresizceydi.

Yanağımı parmaklarının tersiyle okşayarak, "Şu gülümseme..." dedi. "Şu gülümsemenin ucuna ömrümü asarım."

Onun da dudakları yukarı kıvrıldı. Parmakları parmaklarıma dolandı ve elimi sanki avuçlarımızın arasında bir dünya varmış ve o dünyayı kaybedemezmişiz gibi sıkıca tuttu. Birlikte çatı katından ayrıldık. İkimiz de biliyorduk ki buraya döndüğümüzde yeniden altı kişi olacaktık.



Yerlerimizi almış ve sessiz gözlemimize başlamıştık.

Ben ve Kaya, aynı aracın içinde Can'ın getirileceği binadan uzaktaydık. Devamlı seyir halinde olacaktık çünkü otobanın kenarında duran bir araç dikkat çekerdi. Bu yüzden hazırladıkları kulübenin olabildiğince yakın çevresinde geniş çemberler çiziyorduk. Ormanlık alanın orta kısmında kalan yerde kamufle olan kişi Arda'ydı. Diğer ekipleri de dikkatlice yakın yerlere gizlemiş, burayı henüz görünmeyen bir abluka altına almıştık.

İçerideki kameraların tümü önümdeki bilgisayara bağlıydı. Kaya arabayı sürüyor olduğu için laptopu kucağımda ben tutuyordum. Ses sistemlerini ve kameraları hazır ettik demişti birkaç dakika önce bana. Etraftaki mobeselerden aldığımız anlık görüntüler de elimizin altındaydı. Böylece kimin ne zaman ve nereden geldiğini gözlemleyebilecektik. Kaya, doksan yedi kişilik sitemize de benim önümde gördüğüm karışık ekranın tamamını aktarmıştı. Bu sayede yalnızca biz değil, herkes her şeyden haberdar olacaktı.

"Kulaklığın çalışıyor değil mi Arda?" diye sordu Kaya, kontrol amacıyla. Görkem burada olsaydı bunu yapacak kişi o olurdu.

"Evet. Nerede olduğumu görüyor musun?"

"Hayır," dedim. "Ağaçların arkalarını görebilecek teknolojiye henüz sahip değiliz maalesef. Kaya bile yapamıyor bunu."

"Uğraşsam yaparım aslında," dedi Kaya. "Ama işten güçten hobilerime vakit kalmıyor."

"Hep böyle misiniz?" dedi Hande. "Koşullar ne olursa olsun goygoya devam mı?"

"Sen bizi bir de koşullar istediğimiz hale geldiğinde gör," dedi Hande ile aynı araçtaki Eylül, gülümseyerek. Sesini neşeli tutmaya çalışmasının ardında Arda'nın onu kendine benzetmeye başlaması yatıyordu sanki.

Necip Amir, başka bir ekiple birlikte Görkem'in başına bir şey gelmediğinden emin olmak için diğer binanın yakınlarında pusuya yatmıştı. Görkem, Vega'nın yanına gitmeden önce komut vermiş ve her bir saniyenin ayrı kıymetli olduğu 3P operasyonunu başlatmıştı.

İlk adım ise Ros tarafından başarı ile atılmıştı.

Hermes, Can'ı buraya getirmek için yola çıkmıştı.

"Bir hareketlilik var," dedi Muhip. "Sanırım geliyorlar."

"Tahmin ettiğimizden daha kalabalıklar," dedi başka biri. "Ve muhtemelen daha da kalabalık olacaklar. Beklemek konusunda hâlâ ısrarcı mıyız? Bence onları yolda sıkıştırmalıyız."

"Görkem Duman ne dediyse o," dedi Kaya, net bir sesle. "Talimatlar belli. Plan dışına çıkılmayacak."

Önce bir araba, daha sonra birkaç araba kadrajıma girdi. Barbaros'tan öğrendiğimiz plaka sayesinde Can'ın içinde olduğunu bildiğimiz siyah arabayı yakınlaştırdım. Camlardan onu görebilir miyim diye bakıyordum fakat bu mümkün değildi, arabanın içi görünmüyordu.

"Resmen konvoy yapmışlar," diye mırıldandım. Beklediğimizden daha çok kişi olmaları gözümü korkutmuyordu fakat içimde Can'ı bir an önce almaya dair daha güçlü bir istek uyandırıyordu. Acele işe karışma ihtimali bulunan şeytanların ne kadar tehlikeli olabileceğini bildiğimden derin bir nefes alıp içimden onun iyi olduğunu tekrarladım.

"Can'ı görebileniniz var mı?" diye sordu Arda. Binaya fazla yakın durduğu için çok büyük bir risk alıyordu ama hiçbir kuvvet onu oradan uzaklaştıramazdı, bunu biliyorduk. Ayrıca acil bir durum ihtimaline karşın birinin Can'a hızlıca ulaşabileceği bir noktada olması gerekiyordu. Arda, bu görevi üstlenmek konusunda çok ısrarcı olmuştu.

"Biraz daha yaklaşalım," dedim Kaya'ya. Giderek ıssızlaşan yola kasvetli bir hava eşlik ediyordu. Hafif aralık camdan esen rüzgar kulaklarımı uğuldatıyordu. Kaya arabayı kulübenin üst tarafında kalan yolda sürmeye devam ederken sessizce başını salladı. Hermesler oraya gidebilmek için bir viraj dönecek, aşağı doğru ineceklerdi ve sonra tamamen ıssız bir yolda biraz daha ilerleyeceklerdi. Bizim bulunduğumuz yol onlara göre epey yukarıda kalıyordu.

"Görkem'den bir işaret var mı?" diye sordu Kaya, kulaklığına dokunup onu kapattıktan sonra.

Başımı iki yana salladığımda yeniden kulaklığını aktif hale getirdi.

Onu düşünerek odağımı dağıtmamam gerekliydi. Benim için iyi olacağını söylemişti. Olurdu. O Görkem'di.

"Her şey yolunda mı? Arabaları görebiliyor musunuz?" diye sordum.

"Kameralardan takipteyiz."

"Az önce yanımızdan geçtiler."

"Biz de virajdan dönelim mi?"

"Onları Görkem Duman'ın işaretlediği bölgede mi sıkıştıralım?"

"Altair'i beklememiz gerektiğini kimse aklından çıkarmasın," dedi Arda. Bu hatırlatmayı en çok kendine yapıyor gibiydi. "O burada olmadığı sürece herkesi paketlesek bile hiçbir anlam ifade etmeyecek."

"O zaman yerleşmelerini bekliyoruz?"

"Aynen öyle," diye onayladım diğerlerini.

"Kendine dikkat et," dedi Eylül, Arda'ya. "Birazdan çil yavrusu gibi arazinin her köşesine dağılmaya başlayacaklardır. Kimsenin seni görmediğinden emin ol."

"Olurum bir tanem," dedi Arda. Gerginliğime rağmen Eylül'e ettiği hitap dudaklarımın kıvrılmasına sebep oldu.

Yaklaşık beş dakika boyunca kameradaki araçları takip ettim. Hedef bölgeye girdiklerinde artık onları göremiyordum çünkü hem mobeselerden uzaklaşmışlardı hem de binaya yakın değillerdi. Bazı kör noktalarımız vardı. Ormana yayılıp ağaçlara kamera takacak bir zamana sahip olamamıştı Kaya.

Şafağa daha vakit vardı. Gecenin kör karanlığı Arda'ya ve bize gizlenme fırsatı sağlayabilecekken onlara da daha rahat hareket edebilme hakkı verecekti fakat şafak sökmeye başladığında bu avantaj ve dezavatajların tümü aynı anda kaybolacaktı. İşte o zaman, tüm bu meseleler bir sonuca kavuşacaktı.

"Sanırım Can bagajda," dedi biri. Hermes'in sürdüğü arabanın bagajında Can'ı iki büklüm halde düşünmek, göğsüme birkaç dikeni aynı anda batırdı. Canı yanıyor olmalıydı. Bir araba kazası atlatmıştı. Çatlayan ya da kırılan kemiklere sahipse bu benim de birilerinin kemiklerini kırmam gerekeceği anlamına gelirdi.

O tamamen sağlıklıysa da bunu yapacaktım gerçi.

Önüme çıkan herkes sevdiklerime dokunmalarına izin vermeyeceğimi biliyor olmalıydı ama onlar gibi çürüklere bunu zorla öğretmem gerekecekse elimi ardıma bir an olsun koymazdım.

"Görüş açınızdalar mı?" diye sordu Arda.

"Hayır," diyen Eylül'dü. Hepimizin kafasının içinde bir geri sayım başladığına yemin edebilirdim. Var olmayan saat tıkırtıları yüzünden kafamı bir yerlere vurmak istediğim dakikalara girmiştik. "Ama birazdan olacaklar."

"Hermes, arabayı binaya kadar sürecek sanırım," dedi Muhip. "Üst taraftan aşağıyı görebiliyorum şu an. Sadece iki araç binaya doğru ilerliyor. Diğerleri asfaltta durdular."

"Bir araba daha geliyor," dedi Hande. Yeniden başımı ekrana çevirdim. Görkem ve Vega'yı görmek niyetindeydim ama gelen jeepin onlara ait olmadığı kesindi.

"Siktir," dedim. "Altair mi?"

"Büyük ihtimalle," dedi Kaya, ekrana doğru eğilerek. Sakin olmaya çalışıyordu ama stresi yüzünden çenesinde bir kas seğiriyordu. "Sadece Görkemlerin gelmesi kaldı. Hadi oğlum, hadi oğlum..." Parmaklarını direksiyona onun ritmiyle vurduğunu gördüğümde kalbim hızını arttırdı. Adrenalin, kaslarımı yakmaya başlamıştı. Bu bana hayatta olduğumu hatırlatıyordu.

Telefonumu elime alıp kulaklığımı kapattım. Ardından Kaya da aynı şeyi yaptı. "Necip Amir'i arıyorum," dedim. "Ona nerede olduklarını soracağım."

Kaya bunu zaten bildiği için başını salladı. Onu aradım. Her bir bip sesinde yüreğim daha fazla ağzıma geliyordu ve telefonu açmadıkça kafamda dönen senaryolar daha da korkunç bir hal alıyordu.

Açmadığı için bir kez daha aradım. Beynimdeki bütün panik butonları aktifleşmişti. Görkem'in tıkır tıkır işleyeceğini söylediği plan, kafamın içinde saat tıkırtılarına dönüşüyordu ve bu beni korkutuyordu.

"Asya!" dedi Necip Amir'in nefes nefese sesi.

Ve onu, kurşun sesleri takip etti.

"Amirim!" diye bağırdım. "Sanırım Altair buraya geliyor. Siz ne durumdasınız?"

"İş güç!" Kulağıma dolan çatışma sesleri öyle yakından duyuluyordu ki sanki ben de o an onlarla birlikteymişim gibi elim az daha kendi silahıma gidecekti. "İşe yaradı. Vega delirdi. Görkem'i ara."

"Biraz daha bilgi almalıyım. Çatışma nasıl çıktı?"

"Görkem ve Vega'nın sürdüğü araca bir kurşun sıkıp tekerleklerini patlattık," dedi Necip Amir. "Silah sesi, etrafta kalan Piramit üyelerini harekete geçirdi. Vega da kendisine bir tuzak kurulduğunu sandı. Görkem'le Vega..." Tetiği çekmek için konuşmaya ara vermiş olmalıydı. Yeniden devam etti. "Can'ın tutulduğunu sandıkları binaya kadar gizlice ilerlediler. Görkem, Vega'yı koruyabilmek için bizimkilerle sahte bir çatışmaya girdi ama sonra Piramit adamları tarafından gerçek bir kurşun yağmuruna tutuldu."

"İyi mi?" diye sordum kendimi sakin olmaya zorlayarak. Görkem planına bir aşama daha eklemişti. Buna belki de o anda karar vermişti, bilemiyordum. Şimdi ona kızma zamanı değildi. Yalnızca onu koruma zamanıydı.

"Ne olmuş?" dedi Kaya, koyu bir renge bürünen gözleriyle. Hoparlörü açmayı unutmuştum. Necip Amir konuşmayı bırakınca ona çok hızlı bir özet geçtim ve telefonu hoparlöre aldım.

"Görkem iyi. Az sonra Vega'yı da alıp benim arabamı çalacak. Onun için ortalığı temizliyorum. Buradan belki yirmi otuz kişiyi tutuklayarak ayrılacağız. İşimiz uzun. İdare edebilecek misiniz?"

"Evet," dedim. Evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyordu ama neyse ki bizde bir hesap makinesi vardı.

"Görkem'i kaç dakika içinde arayalım abi?" diye sordu Kaya. Öyle plana odaklanmış durumdaydı ki ses tonunun kenarlarında sanki buz sarkıtları vardı.

"Üç," dedi Necip Amir. "Benim arabamla gelecekler, unutma."

"Tamam."

"Kapatıyorum."

"Amirim?"

"Söyle Asya."

"Kendinize dikkat edin."

"Ederim, kızım," dediğinde yüzünde oluşan tebessümü hayal edebildim. Aram onunla hiçbir zaman çok iyi olmamıştı ama bir süredir bunu düzeltebilmek için çaba harcadığının farkındaydım. O son sözcük, içimi ısıttığına göre sanırım bir şans elde etmişti. "Siz de çok dikkatli olun. Ben yanınıza gelmeye çalışacağım."

Arama kesildiğinde Kaya, kolundaki saatten dakika hesabı yapıyordu. Sessizlik içinde beklerken Altair'e ait olduğunu düşündüğümüz camları filmli araç, virajı dönerek kameraların görüş alanından uzaklaştı. Bu noktada bir karar vermek zorundaydık. Bizim yüzümüzü tanıyabilirlerdi.

Kulaklığımı yeniden çalıştırıp "Ceyhun," dedim.

"Emrindeyim," dedi flörtöz bir tavırla. Kiracım, bu huyundan vazgeçmemek konusunda inat ediyordu.

"Sizin araçta üç kişi misiniz?"

"Evet."

"Virajı dönün," dedim. "Orayı göremiyoruz. Gözüm ol Ceyhun."

"Anlaştık."

Kaya işaret parmağını kol saatinin camına vurduğunda telefonumu bu kez Görkem'i aramak için kullandım.

Birkaç saniye içinde "Efendim," diye açtığında az önce duyduğum silah sesleri kaldığı yerden yeniden başladı ama bu defa içimde onun sesini duyuyor olmanın rahatlığı vardı. "Neredesiniz? Can yok! Yaralandın mı? Seni göremedim." Ben hiçbir şey demedim ama o, "Evet," diye devam etti. "Evet, Vega yanımda. Bebeğim, sen gerçekten iyi misin?"

"İyiyim," dedim. Bunu ona söylemem gerektiği için "Altair geldi sanırım," diye devam ettim kısık bir sesle. Eğer Vega, benim sesimi duyabiliyor olsaydı Görkem az önce cevap vermemi bekler, sonra konuşurdu. Bu yüzden söyleyebileceğimi düşünmüştüm. "Fazla kalabalıklar. Her an her şey olabilir. Tetikteyiz."

"Ne?" diye bağırdı. "Can'dan iz bulmuşlar mı? Orada mı?" Duraksadı ve Vega'ya "Arabayı çalıştır!" dedi. "Ana yola, çabuk ol. Sol taraf temiz. Hadi Vega!"

"Görkem," dedim. "Yetişemeyebilirsiniz."

"Tamam," diye karşılık verdi. "Bizimle gelemez misin? Gerçekten iyi misin? Kes sesini Vega! Sen diğerleriyle geçebilecek misin? Biz bir araç bulduk. 34 NU plakası. Ondayız şu an. Hayır hayır, Vega da bilmiyormuş tuzak olduğunu. Hermes ona burada olduklarını söylemiş. Hayır, hayatım. Gözümle gördüm. Onu ellerinde olsa kurşuna dizeceklerdi. Hiçbir şeyden haberi yok. Sen ilet bana konumu."

Bir süre duraksayıp, "Ona veriyorum," dedi. Tekdüze konuşuyordu ama ben onun nefes alışverişinden bile bir terslik olduğunu anlayabiliyordum. "Seninle konuştuğuma ikna olmak istiyor," dedi.

Beni oradayım sanıyordu. Onun bildiği plana göre o Görkem Duman'ı Hermes'e verdikten sonra birlikte harekete geçecek, önce Can'ı ve sonra Görkem'i içeriden çıkaracaktık. Bu yüzden onların yakınlarında bir yerde olmalıydım.

Ama benim arkamdan silah sesi gelmiyordu.

Zeki bir kadındı. Eğer Görkem telefonu ona verirse Vega her şeyin palavra olduğunu anlardı.

"Akıl oyunlarını sikeyim onun!" diye bağırdım. "Ortada Can yok Can! Çocuk falan eyleyemem ben. Adresi atıyorum, bizimkilerle geçiyoruz. Gelirse gelsin, gelmezse sık kafasına gitsin!"

Telefonu kapattığımda Kaya gözlerinde gurur dolu bir ifadeyle başını bir kez salladı. Onun takdirini almak, o an bana iyi gelmeyi başardı. Ben de başımı salladım tıpkı onun gibi.

Sonra Ceyhun'un sesini duydum kulaklıktan. "Bütün arabalar durdu. Adamlar etrafa dağılmaya başlıyor. Jeep'in içindeki adam, diğer heriflerden bir tanesiyle konuşup emir verdi sanırım. Arda, dikkatli ol."

Hermes'in aracı, ormanlık alanın içinde sarsıla sarsıla ilerlerken nihayet Kaya'nın kurduğu kameralardan birinin görüş açısına girdi. Tek katlı eski binaya iyice yaklaştığında durdu. Arabanın arka kapısı açıldığında aşağı inen kişi Barış'tı. Başını sağa ve sola çevirerek hızlı bir etraf taraması yaptı. Ardından arabanın içine bir işaret verdi ve Piramit üyelerinden olduğunu bildiğimiz bir adam daha arabadan indi. O, doğrudan şoför koltuğundaki Hermes'in kapısını açarken aynı anda sağ ön kapı da açıldı ve Ros toprak yola adım attı.

Barış, elini cebine attığı gibi telefonum çalmaya başladı. Aramayı cevaplandırdığımda yüzünde hiçbir mimik olmadan cebindeki eliyle beni hoparlöre aldı. Böylece etraftaki sesleri duymaya başlayabildim. Ben de hoparlöre alıp telefonu Kaya ile aramıza bıraktım. Bu sırada kulaklıktan başka konuşmalar da geliyordu ama etrafa dağılan adamlar şu an için ilgi alanım değildi. Onlarla diğer çocuklar uğraşırdı. Benim Can'ı görmem gerekiyordu.

"Uğur," dedi Hermes, Barış'a sert bir ifadeyle. "Bagajı aç."

Ros yüzünden ona soğuk davranıyordu ama ona Vega ile Görkem'in fotoğrafını gösteren kişi Barış olduğu için yan yana hareket etmek zorunda kalmışlardı.

"Kullandığı arabaya üç adam almış, ikisi bizden," dedi Kaya, alaylı bir tebessümle. "Bizi seviyorum amına koyayım."

Böyle şeyleri sık söylemezdi. Bu durumun ona ne kadar keyif verdiği belli oluyordu.

Barış, başıyla Hermes'in emrini onayladığında yaşadığım stresi tırnaklarımın kenarından çıkarıyordum. Diğerlerine "34 NU," diye duyuru geçtim. "Görkem Duman ve Vega Venom, Necip Amir'in aracıyla gelecekler. Gözünüz açık olsun."

"Altair, ne zaman gelir?" diye sordu Ros, turuncu saçlarını eliyle karıştırdıktan sonra.

Hermes'i ilk defa bu kadar gergin görüyor olabilirdim. Etrafına çatmaya yer arıyordu, ayaklı bir trafo gibi geziyordu ama Ros'a cevap verirken ses tonu, benimle dans ederken konuştuğu ses tonu kadar sakin ve derindendi. "Birkaç dakika içinde," dedi. "Oradan çıkar çıkmaz haber verdiğimiz için işini gücünü bırakıp yola koyuldu. Geç kalma huyu yoktur."

"Vega burayı bulabilir mi peki?"

"Aklı varsa bulmasın," dedi Hermes. "Aklı varsa o benim karşıma çıkmasın."

Onları dinlemeye devam edecektim ama Barış bagajı açarken nefesimi tutup öylece kaldım. İçeriye eğildiğini gördük. Kamera, bagajın içini göremeyeceği için yalnızca bekliyorduk. Barış, kolundan tuttuğu adamı fırlatırcasına dışarı çıkardığında Can'ın başı omzuna doğru düştü.

"Bırak!" dedi Hermes.

Barış emir alır almaz onun kolunu kavramayı bıraktığında Can yere düştü. Kollarından ve bacaklarından bantlanmış bedeni, bir cenin gibi toprağa serildi. Destek alamadığı için başı çok sert çarptı zemine. Gözleri o kadar mor ve şişti ki açık mı yoksa kapalı mı olduklarını anlayamıyordum. Üzerindeki kıyafet yer yer yırtılmıştı. Ayakları çıplaktı, dudağı patlaktı ve her yeri yara bere içindeydi.

"Ona elini süren kim varsa hepsini mahvedeceğim!" diye bağırdı Eylül. "Onu ne hale getirdiklerine bakın..."

Görkem'in bize gösterdiği fotoğraf, bunun yanında iyi kalırdı.

Can'ın hâlâ hayatta olması mucizeydi.

Kulaklığım bir sürü insanla iletişim kurabilmemi sağlıyordu ama buna rağmen gelen sert soluk seslerinin Arda'ya ait olduğunu anladım. "Yaklaşayım mı?" diye sordu.

"Hayır," dedim dişlerimi sıkarak. "Hayır. Bekle."

Hermes, yavaş adımlarla Can'ın yerdeki bedeninin önüne geldiğinde Can kafasını kaldırmayı denedi. Uyanıktı. Küçük kıpırtısı, içime umut olmuştu.

Ve sonra Hermes, ona bir tekme attı.

Bir, iki ve üç...

Can, karnına üç tekme yedi. Saydım bizim için.

Yüzü acıyla kasıldı. Tırnaklarımı tenime geçirdiğim için fark etmeden ellerimi kanattım. Kaya, arabayı sertçe durdurup birkaç küfür savurdu. Arda, sessiz olması gerektiği için hiçbir şey söyleyemedi ve yalnızca izledi. Muhip, Eylül, Hande, Ceyhun ve sonra neredeyse herkes... Kaya'nın kurduğu site sayesinde bağlantıda olduğumuz bütün insanlar, Can'ın tekmelenişini izledi.

Can yere kan tükürdüğünde gözlerimi kapattım. "Duramayız," dedim. "Böyle duramayız."

"Görkem'i..."

"Beklemeyelim," dedim. "Gelen Altair'di. Az sonra orada olur. Beklemeyelim kimseyi. Ölür Kaya. Ona bak, şu haline bak!"

"Bastonlu bir adam, arabasından indi. Binaya doğru yürüyor," dedi Ceyhun. "Beyaz saçlı."

"Kulağının altında bir üçgen dövmesi var mı?"

"O kadarını göremiyorum Asya."

Önemi yoktu. Altair oydu. Emindim. Gelen Altair'di.

Ros, "Dur," dedi Hermes'in koluna dokunarak. "Baban geldi sanırım. Seni öfke nöbetindeyken görmesini istemezsin diye düşünüyorum."

Hermes, Can'ın yerdeki bedeninden bir adım uzaklaştı. Barış, başını ayaklarının dibinde uzanan adama çevirmemek için kendini zor tutuyordu. Altair olduğunu dişündüğüm kişi kadraja girmeden önce onun bastonu girdi. Siyah işlemeli bastonun ucu toprak zemini dele dele çamura bulanmıştı.

"Baba," dedi Hermes. "Hoş geldin."

Altair, ondan bile önce Ros'a baktı.

Sanki ikisinin son zamanlarda geçirdiği vaktin farkındaydı çünkü bakışlarında saf bir kin vardı. Daha sonra başını Barış'a çevirdi. İlk kez karşılaşıyor olmalılardı. "Yoldan geçeni etrafına mı topladın?" diye sordu Altair. "Üyeleri Lir'den seçmeyi ne zaman bıraktın sen Deneb?"

"Kızın en büyük düşmanımızla el sıkışsın ama sen yine bana laf söyleyecek bir şey bul tabii," dedi Hermes, çenesini kaldırıp onun gözlerine bakarak. Bunu sık yaptığını düşünmüyordum. Babasına baş kaldırmak, her zaman istediği bir şeydi ama boyunduruğundan kurtulmak için pek bir çabası yoktu. İkizinin aksine o bunun için fazla korkaktı.

"İlk defa doğru söylüyorsun," dedi Altair, başını ağır ağır sallayarak. Bastonuyla Can'ı işaret etti. "Başımıza bu belayı o sardı."

"Ne yapalım istersin?"

"İçeri taşıyın," dedi Altair. "Orayı temizlemek daha kolay olur."

"Temizlemek mi?" diye sordu Ros, birden. Hermes ona susmasını söylercesine bakarken, "Ama efendim," dedi Ros. "Tuzak kurup diğerlerini de çekebilecekken neden ondan kurtuluyoruz?"

"Diğerleri için bir plan yaparız," dedi Altair. "Adamlarım hazır olduğunda onları yine buraya çekeriz. Hatta vazgeçtim. Hermes, Vega'ya sahte bir istihbarat geçer. Nasıl olsa ona giden haber onlara da gidiyor. Başka bir yeri tuzaklayıp hepsini patlatırız. Görkem Duman'ı özellikle istiyordum ama yapacak bir şey yok. Küçük sinektir, mide bulandırır gider sandım ama bizi kusturuyor. Derhal ölmeli. Elime geçerse ne âlâ, geçmiyorsa da gebersin gitsin. Safi zarar."

"Can Günay'ı öldürüyor muyuz yani?" diye sordu Hermes, teyit etmek için.

"O arabada ölmesi gerekirdi," dedi Altair. "Onu bağlayın. Son bir şansı olacak. Tek bir şans. Diğerleri hakkında yine tek kelime etmezse onu Vega için paketleriz. Ne zamandır hediye almıyordum kızıma."

Hermes gülümsedi.

Kanım daha ne kadar donabilirdi?

"Onu taşı, Uğur," dedi Hermes. "Bedir, yardım et sen de. Altair'i duydunuz."

"Kaya," dedim yalnızca.

İçeriye girmelerini sessiz bir dehşet içinde izledik. Altair'in vur emrini vermesi planlarımız arasında yoktu.

Can'ın bacaklarındaki bant, Bedir tarafından bir çakı ile kesilerek açıldı ve bu sadece onu zorla dizlerinin üzerine çöktürmek içindi.

Kafasını dik tutmaya bile hali yoktu.

İçerideki gizli kameralardan doğru açıyı bulup zoom yaptım. Bu görüntülerin tümü her detayı ile birlikte sonsuza kadar benimle kalacaktı.

Altair, silahını çıkarıp emniyetini açtıktan sonra Hermes'e başıyla içeriyi işaret etti.

"Kaya..." dedim yeniden.

Her şey artık saniyelikti.

Gözlerimi sıkıca yumup açtım ve başımı kaldırdım. "Görkem'e haber verin," dedim keskin bir sesle. "Başlıyoruz."

Muhip, "Ama," diyecek olduğunda Can'ın dizlerinin üzerindeki görüntüsüne bir kez daha baktım. "Sorumluluk alıyorum," dedim. "Plan değişti."

"Sıkı tutun," dedi Kaya.

"Virajdan dönersek uzun sürecek varmamız. Yol beş altı dakika alacak en az."

"Kestirmeden gideceğiz." Kaya sert bakışlarıyla direksiyonu daha sıkı kavradığında yeniden arabayı çalıştırdı. Ne yapacağını o an anladım. "Yağmur..." dedi. "Sımsıkı tutun."

"Ne yapıyorsunuz?" diye soran Eylül'e ikimiz de cevap vermedik.

"Arda," dedim. "Hazır ol."

Kaya'nın yaptığı riskli manevra ile aracımız asfalt yolun en kıyısına geldi. Kaya, gözlerini kıstı ve aşağıya uzanan toprak zemine baktı. Yanında ben olmasaydım çoktan gazı kökleyeceğine emindim. Tutunma kolunu kavrayıp diğer elimle de emniyet kemerine yapıştım. "Yap şunu."

Dik yamaçtan aşağıya sürmeye başladı.

Engebeli arazide taşları ezerek hareket eden tekerlekler yüzünden oturduğum yerde savruluyordum. Bilgisayarı kucağımda sabit tutmaya çalışmak çok zordu. Karşımıza çıkan ağaçların arasından Kaya keskin manevralarla geçerken başımı koltuğa çarptım.

"Harikaya'ya gir!" diye bağırdı. "Mavi butona tıkla. Dikkat dağıtalım."

Altair adım adım içeriye ilerliyordu. Her yerde curcuna başlamıştı. Odağım dağılıp duruyordu. Zor da olsa dediğini yapmayı başardım. Ardından hiç beklemediğim bir şey oldu. Koca arazide arka arkaya tek bir ses yankı buluyordu.

Görkem Duman geliyor.

Ses, Hermes'e aitti.

Ros, Görkem'e bir ses kaydı göndermişti doksan yedi kişilik ekibimiz Piramit üyelerini toplu bir şekilde temizlemeye başladığında.

Hermes, bunu o zaman söylemişti.

Ve şimdi, her yerde aynı ses yankılanıyordu.

Görkem Duman geliyor. Görkem Duman geliyor. Görkem Duman geliyor.

Altair, ses Hermes'e ait olduğu için ne olduğuna anlam veremeden yüzünü ona çevirdi. Boşluğu yutan bakışlarında büyük bir sorgulama vardı. Kızından sonra oğlunun da ihanetine uğradığını düşündüğüne yemin edebilirdim.

Hermes de şoka girdiği için neler olduğunu idrak edememişti. "Ros, içeri geç!" diye bağırdı. Bu kaydı bize atan adamı, Can'ı ve kendi canını korusun diye içeri gönderiyordu. İlk verdiği tepki bu olmuştu.

Bilgisayar kucağımdan kaydı çünkü az daha bir ağaca çarpacaktık. Benim tarafımdaki kapı ağacın gövdesine sürttü. Kaya, direksiyon hakimiyetini zar zor sağlayabiliyordu.

Biraz daha yaklaştığımızda karşımıza Piramit'in adamları çıktı.

Ve hemen ardından kurşun yağmuru başladı...

•⚓•


Selam, nasılız?

İlmek ilmek işleyip bugünlere geldik. Artık silahlar mı konuşacak? Yoksa en başından beri silahlar mı konuşuyordu?

Yüksek tempolu Analiz bölümleri ile aramda farklı bir bağ var mdmwkdl

Teori/tahmin/his bırakma köşesi ve bölüm yorumlarınız.

#AnalizWattpad etiketinin altında da yine toplanırız.

O zaman her şey tamamsa (??)
teşekkürler ve iyi günler!
Yani, ne kadar mümkünse artık...

Yorumlar

  1. Yine zekana hayran kaldığım bir bölüm teşekkürler ve iyi günler.

    YanıtlaSil
  2. mükemmel olay örgüsü o kadar harika ki bayıldım

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

43. "Sıfırdan"

42. "Son Çeyrek"